ALLAHDAN RAHMET VE CENNETTEN YER İSTEME DUASI
Allâhumme lenâ velûguz ibnulkiyye indeke beyten fîl cenneti ve edhilnâ fî rahmetike ve âtinâ min ledunke rahmeten ve heyyi.

Manası:
Rabbim! Bize katında, cennette bir ev yap ve bizi rahmetinin içine al (dahil et). Bize Senin katından bir rahmet ver.
islam

Amenerrasülü; Bakara suresinin son 2 ayeti olup, Efendimiz(sallallahü aleyhi ve sellem)'e Allah'ü Teâlâ tarafından bizzat okunmuş ve Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e miraç hediyesi olarak namaz ile beraber bu mübarek ve mukaddes ayetler verilmiş ve Efendimiz (sallallahü aleyhive sellem) de bizlere hediye olarak getirmiştir.

Amenerrasülü karşısında hiçbir olumsuzluk duramaz. Efendimiz(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: " Bakara Sûresi’nin son iki ayetinigeceleyin kim okursa o iki ayet ona kâfi gelir.
Yatsı namazından sonra Amenerrasülü okunan eve Şeytanlar giremez. Okuyan kimseye sevaplar yazılır. Eğer ölür ise şehit olarak ölür."
Amenerrasülünün Havası
* Bütün olumsuzluklara karşı bir gecede 313 defa okumak büyükler tarafından uygun görülmüştür.
* Safran mürekkebiyle yazılır ve taşınır ise antibiyotikgörevi görür. (Ne eksiklik var ise o eksikliği giderir)
* Yazılır ve suya atılır. Bu sudan da içilirse maddi manevi hastalıklar kalkar.
* Nurundan, feyzinden ve bereketinden faydalanmak için Yatsı namazından sonra 313 defa okunur. Bu okumanın 1-3-7 gün yapılmasını tavsiye ederiz. * Okunurken sessiz bir şekilde okunmalıdır.
* Bu ayetleri Allah'ü Teala Efendimiz (sallallahü aleyhi vesellem)'e bizzat okumuştur.Ayrıca bu ayetlerde ayrı bir sır vardır ve sadece ehli olan anlar. 
islam


Nafile Namazlar
Bizi Rabbimize yaklaştıran ibadetler
Haftanın günlerinde kılınan nafile namazların faziletleri burada anlatılacaktır. Önce gündüzleri kılınan nafile namazları anlatalım.
Ebu Hürryre r.a. Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur
Evinden cıktığın zaman iki rekât namaz kıl; bunlar seni kötü çıkıştan korur. Evine girdiğin zaman dahi iki rekât namaz kıl; bunlar da seni kötü girişten korur.
Enes b. Malik r.a Resulüllah S.A.V efendimiz sabah namazı üzerine şöyle buyurmuştu. Bir kimse, abdestini alıp da, mescide yönelip orada namazını kılarsa, oraya gidişinin her adımında kendisine bir iyilik yasılır; Her kötülüğü de silinir. iyilikler, on misli sevap getirir. Sabah namazını kıldıktan sonra, güneş doğarken, evine giderse Allah-u Tealâ, onun için bedenindeki tüylerin sayısı kadar sevap yazar. Ayrıca onun için makbul bir hac sevabı verir. Namaz vakti gelinceye kadar orada oturur ise., kendisine her oturma karşılığı iki bin sevap yazılır. Yatsı namazını cemaatle kılmaya giden için dahi aynı şekilde sevap vardır. Onun bu ibadetleri, makbul bir Ömre ve makbul bir hac sevabına çevrilir.
Osman b. Affan r.a.   Resulüllah S.A.V. efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse, yatsı namazını cemaatle kılarsa geçenin yarısını ibadetle geçirmiş olur. Sabah namazını cemaatle kılan dahi, gecenin tümünü ibadetle geçirmiş olur.
Ebu Hüreyre r.a. Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur: Yatsı ve sabah namazı kadar münafıklara ağır gelen bir namaz yoktur. Şayet onda olan sevabı bilmiş olsalardı; sürünerek giderlerdi. İstiyorum ki: Ashabıma emir vereyim, odun toplayalar. Evlerinde oturup da bizimle namaz kılmaya gelmeyenlerin evlerini ateşe vereyim.
Ebu Hüreyre r.a. Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse, zevalden sonra dört rekat namazı; Kur'an'ını güzel okuyarak, rükûunu ve secdelerini güzel ederek kılarsa, kendisi ile birlikte yetmiş bin melek namaz kılar.
Bu melekler, geceye kadar o kimsenin günahlarının bağışlanmasını Yüce Allah'tan dilerler.
Resulüllah S.A.V efendimiz, zeval (öğle) vaktinden sonra, dört rekât namaz kılmayı hiç bırakmazdı. Bu namazlarda, kıraati uzun okur, namazı uzatırdı. Şöyle buyurdu; Bu saatte sema kapıları açılır. Onun için bu saatte amelimin yükselmesini isterim. Aradan biri şöyle sordu: Ya Resulullah, bu dört rekat namaz arasında İki rekâtta bir selâm verilir mi?. Diye sorduğu zaman, Resulüllah S.A.V efendimiz söyle buyurdu: Bu dört rekât namaz içinde iki rekâtta bir selâm verilmez.
Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur: İkindi namazından evvel dört rekât namaz kılana Allah rahmetine nail eylesin.
Pazar günü namazı.
Ebu Hüreyre r.a. Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurur: Bir kimse, pazar günü dört rekât namaz kılarsa, Allah’u Teala onun için her rekât namaz için bin namaz sevabı yazar.Sonra Allah-ü Teâla onun için cennette pek güzel kokulu miskten bir şehir ihsan eder. Bu namazı kılan kimse, her rekâtında Fatiha suresinden sonra bir kere amenerresulü (Bakara suresinin 285. ve 286. âyetlerini) okur.
Hazret-i Ali r.a. Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurur: Pazar günü, çokça namaz kılmak sureti ile, Yüce Allah'ı birleyiniz. Çünkü, Yüce Allah birdir; ortağı yoktur.
Bir kimse, pazar günü, öğlen namazından sonra dört rekât namaz kılarsa, yalnız farzını ve sünnetini kıldıktan sonra Yüce Allah'tan her ne dilerse, Yüce Allah onun bütün dileklerini yerine getirir. hıristiyanların yaptığı şeylerden dahi Allah-u Teâlâ onu korur. Bu namazı şöyle kılar:
Birinci rekatta: Fatiha suresi ile Secde suresini okur. (32. sure) ikinci rekatta: Fatiha suresi ile Mülk suresini okur. (67. sure) Bundan sonra teşehhüde oturur ve selâm verip namazdan çıkar. Bundan sonra kalkar iki rekat daha kılar. Bu iki rekatta; Fatiha suresi İle Cuma suresini okur. (62. suredir.)
Pazartesi günü namazı.
Cabîr b. Abdullah r.a. Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse, güneş yükseldikten sonra iki rekat namaz kılar Allah-u Teâlâ onun bütün günahlarını bağışlar. Bu namazın her rekatında şunları okur:
Bir kere Fatiha Suresini. Bir kere Ayet'el - Kürsîyi (Bakara suresinin 255.ayetidir.)
Birer kere, İhlâs, Muavvezeteyn (felak- nas surelerini- (112. 113. 114. surelerdir.)
Selâm verdikten sonra, on kere Allah-u Teâlâ'dan bağışlanmasını diler. On kere de, Resüllullah S.A.V efendimize salavat okur.
Enen b. Malik r.a. Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse, pazartesi günü anlatılacağı şekilde on iki rekât namaz kılarsa, kıyamet günü o kimse söyle çağırılır: Ey Falan oğlu falan nerededir?. Gelsin, Yüce Allah'tan sevabını alsın.
Bu kimseye verilecek ilk sevap bin hulle (elbise)dir. Sonra başına taç giydirilir ve kendisine şöyle denir: Cennete gir. Bu kimse cennete girerken bin melek karşılar Her melekte, onun için bir hediye vardır.
O kimse için hazırlanan bin tane nurdan sarayı gezdirinceye kadar o kimse ile olurlar.
Bu namaz şöyle kılınır : Her rekâtında, bir kere Fatiha süresi, bir kere Ayet'el - Kürsî (Bakara suresinin 255. âyetidir.) okunur.
Namaz bittikten sonra on iki kere İhlâs suresini okur. (112. suredir.) On iki kere de, günahlarının bağışlanması için istiğfar eder.
Salı günü namazı.
Enes b. Malik r.a Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bîr kimse glintin ortasında (veya güneş yükseldikten sonra) on rekât onmaz kılarsa, yetmiş gün, onun üzerine günah yazılmaz. Yetmiş gün içinde ölürse, şehit olarak ölür. Yetmiş senelik günahı dahi bağışlanır.
Bu namazın her rekatında şunlar okunur: Bir kere Fatiha suresi. Bir kere Ayet'el Kürsî. (Bakara suresinin 255. âyetidir.) Üç kere İhlâs suresi.
Çarşamba günü namazı.
Muaz b. Cebel r.a. Resulüllah S.A.V efendimiz buyurur:
Bir kimse, salı günü on iki rekat namaz kılarsa, arş tarafında bir melek onun için şöyle seslenir: Ey Allah'ın kulu, amelini yenile. Allah-ü Teâlâ, senin geçmişte işlediğin günahtan bağışladı. Bu arada, o kimsenin kabir azabı kaldırılır. Kabrin darlığı ve sıkıntısı kalkar. Kıyametin zorlukları ondan alınır, her gün onan için, bir peygamber ameli yazılır.
Bu namazın her rekatında şunlar okunur: Bir kere Fatiha suresi.       Bir kere Ayet'el Kürsî. (Bakara suresinin 255. âyetidir.) üç kere İhlâs suresi. (112. sure.) Üç kere Muavvezeteny.(Felak- Nas) (113. ve 114. sure.)
Perşembe günü namazı.
İbn-i Abbas r.a. Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur; Bir kimse, perşembe günü öğlenle ikindi arasında iki rekat namaz kılarsa. Allah-u Teâlâ o kimseye recep, şaban ve ramazan ayını oruçlu geçirmiş gibi sevap verir. O kimseye : Kâbe-i Muazzama'ya gidip hac etmiş gibi sevap verir.
O kimseye: Allah-u TeâJâ'ya iman edip ona tevekkül edenlerin sayısı kadar iyilik yazar. Bu namazın her rekatında. şunlar okunur:
Birinci rekatında bir kere Fatiha suresi. Yüz kere Ayet'el-Kürsî (Bakara suresinin 255. âyetidir.)
İkinci rekatında bir kere Fatiha suresi. Yüz kere ihlas süresi. (112. Sure.)
Bu namaz bittikten sonra, Resulüllah S.A.V efendimize yüz kere salavat-ı şerife okunmalıdır
 Cuma günü namazı.
Hazret-i Abbas r.a. Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur: Cuma gününün tamamında namaz kılınabilir.
Cuma günü, güneş doğup da bir mızrak boyu veya daha fazla yükseldikten sonra bir kimse kalkıp güzelce abdest aldıktan sonra; sevabını Allah'tan bekleyerek iki rekat kuşluk namazı kılarsa Allah-u Teâlâ onun için iki yüz sevap yazar; iki yüz de kötülüğü ondan siler.
Bir kimse, aynı işleri yaptıktan sonra dört rekat namaz kılar ise. Allah-u Teâlâ onun için cennette dört yüz derece yükseltir.
Bir kimse, anlatıldığı gibi sekiz rekat namaz kılarsa Allah-u Teala onun cennetteki derecesini sekiz yüz derece yükseltir. Ve onun bütün günahlarını bağışlar.
Bir kimse, aynı şekilde on iki rekat namaz kılarsa Allah-ü Teala onun için bin iki yüz sevap yazar. Ve., onan bin iki yüz kötülüğünü siler. Cennette dahi, onun bin iki yüz derecesini yükseltir.
Ebu Hüreyre r.a. Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse, cuma günü sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar mescidde oturur; Yüce Allah'ı zikrederse onun Firdevs cennetinde yetmiş derecesi yükselir. Her derecesinin arası, yarışa çıkan bir at hızı ile yetmiş senelik mesafedir. Bir kimse, cuma namazını cemaatle kılarsa Firdevs cennetinde onun için elli derece yükseltilir. Her derecenin arası, hızlı giden bir at yürüyüşü ile elli senelik mesafedir.
Bir kimse, cuma günü ikindi namazını cemaatle kılarsa, hepsi köle olan İsmail peygamber soyundan seksen köle azad etmiş gibi sevap alır.
Bir kimse, cuma günü, akşam namazını cemaatle kılarsa, makbul bir hac ve makbul bir umre sevabı alır.
İbn-i Abbas r.a. Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse, cuma günü öğlenle ikindi arasında iki rekat namaz kılarsa Rabbimizi rüyada görmeden dünyadan çıkmaz.
Bu arada, cennetteki yerini görür ve orası, kendisine gösterilir. Bu namazın her rekatında aşağıda belirtilen sureler ve âyetler okunur.
Birinci rekatta: Bir kere Fatiha suresi. Bir kere Ayet'el - Kürsî. (Bakara suresinin 255. Ayetidir.) 25-Yirmi beş kere Felak suresi. (113. suredir.)
İkinci rekatta: Bir kere Fatiha suresi. Bir kere ihlâs suresi (112. suredir.) 21-Yirmi bir kere Felak suresi. (113. suredir.)
Selamdan sonra da 51-Elli bir kere ; لا حول ولا قوة إلا بالله ; La havle ve la kuvvete illa billah. (Güç ve kuvvet ancak Allah'ındır.)
Resullullah S.A.V efendimizin huzuruna bir bedevi gelip şöyle dedi: Ya Resulellah, biz uzak köylerdeyiz. Şehre de uzağız. Her Cuma günü şehre gelmemiz de zor. Şimdi bana öyle bir amel söyle ki; Cumayla alakalı olsun; köyüme döndüğüm zaman kendilerine bildireyim.
Resulellah S.A.V efendimiz şöyle buyurdu: Ey Arabi, cuma günü, güneş yükseldikten sonra İki rekat namaz kıl. Bu namazın ilk rekatında: Fatiha suresini. Felak suresini okursun. İkinci rekatta: Fatiha suresini. Nas suresini.okursun. Bundan sonra, teşehhüde oturursun; sonra da selam verirsin.
Daha sonra, oturduğun yerde yedi kere Ayetel - Kürsîyi okursa Bundan sonra, dörder dörder olmak üzere; sekiz rekat daha kılarsın. Bu namazların her rekatında şunları okursun: Bir kere Fatiha suresi. Bir kere Nasr (iza cae nasrullahi) suresi. Yirmi beş kere ihlâs suresi.
Namaz bittikten sonra, yetmiş kere şunu oku: لا حول ولا قوة إلا بالله La havle ve 1â kuvvete illâ billah'il - aliyy'il - azim. (Güç ve kuvvet Yüce azim Allah'ındır.)
Muhammed'in nefsi elinde olan Yüce Zat hakkına yemin ederim ki Mümin erkek ve mümin kadından her kim bu namazı cuma günü anlattığım gibi kılar ise., onun cennete gireceğine kefil olurum.
O kimse, oturduğu yerden kalkmadan Allah-ü Teâlâ onu ve ana babasını bağışlar; şayet Müslüman iseler. Arşın alt tarafından dahi, şöyle bir nida gelir: Ey Allah'ın kulu, yeniden amel işlemeye bak. Allah-u Teâlâ senin gelmiş ve gelecek günahlarını bağışladı. Resulullah S.A.V efendimiz, bu namazın o kadar çok faziletini anlat ki izahatı yapılsa uzun olur.
Biz, daha önce bir başka namazın faziletlerini anlattık. O namaz cuma günü on iki rekat olarak kılınır. Onda on iki kere de ihlâs suresi okur. O namazı kılmak isteyen kılabilir.
Cumartesi günü namazı.
Ebu Hüreyre r.a, Resulullah S.A.V efendimiz söyle buyurur:
Her kim, anlatılacak şekilde, cumartesi günü dört rekât namaz kılarsa Allah’u Teâla, onun okuduğu her harf için bir hac ve bir umre sevabı yazar. Yine okuduğu her harf için bir sene gece namaz kılmış, gündüz oruç tutmuş gibi sevap ameli yazılır.
Okuduğu âyetlerin her harfine bir şehit sevabı verilir. Kendisi, Yüce Allah'ın arşı altında peygamberlerle ve şehitlerle beraber olur. Bu namazın her rekatında şunlar okunur: Bîr kere Fatiha suresi. Üç kere Kâfirun suresi. (109. suredir.)
Namazı bitirip de selâm verdikten sonra, Ayet'el - Kürsîyi okur.
Gunyetut Talibin; 997
Pazar gecesi kılınacak namazın fazileti.
Enes b. Malik r.a. Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse, pazar gecesi yirmi rekât namaz kılarsa Allah-u Teala’dan çorak isteyenlerin ve istemeyenlerin sayısı kadar Allah-u Teâlâ o kimseye sevap ihsan eder. Allah-u Teâlâ o kimseyi, kıyamet günü, güven altında olan kimselerle diriltir.
Ve, onu, peygamberlerle birlikte cennete koymak, Allah-u Teâlâ'ya düşer.
Bu namazın her rekâtında şunları okur:
Bir kere Fatiha suresi, Elli kere ihlâs suresi. (112. suredir.) Birer kere Muavvezeteyn sureleri.. (113. ve 114. surelerdir.)       
Yüz kere istiğfar eder.  أستغفر الله(Estağfirullah..) Yüz kere kendisi için, ana babası için istiğfar eder.  اللهم اغفر لى ولوالدي(AIlahummeğfir li ve li valideyye.)
Yüz kere kendi gücünden ve kuvvetinden geçip Yüce Allah'ın gücüne ve kuvvetine İltica eder. لا حول ولا قوة إلا بالله  (La havle ve la kuvvete illâ billahilaliyy'il-azim.)
Banlardan sonra söyle der: Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Şehadet ederim ki, Yüce Allah, Adem'i seçti; yarattı, İbrahim Aleyhisselâm Aziz Celi) Allah'ın halilidir. Musa Yüce Allah'ın kelimidir. İsa Subhan Allah'ın ruhudur. Muhammed Aziz Celil Allah'ın habibidlr. (Eşhedü en la ilâhı illallah.. Ve eşhedü enne Ademe safvetullahi ve fıtratihi ve İbrahim halilullhi Azze ve Celle ve Musa Kelimullahi Teâlâ ve İsa Ruhullah Sübhanehu ve Muhammed Habibullah Azze ve Celle..)
Pazartesi gecesi kılınacak namazın fazileti.
Enes b. Malik r.a. Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur: Bir kimse, anlatılacağı gibi, dört rekât namaz lalar da, Yüce Allah'tan bir dilekte bulunursa, Yüce Allah onun dileğini yerine getirir. Bu namazı şöyle kılar: Birinci rekâtında; bir kere Fatiha suresi. On kere İhlâs suresi (112. sure.) ikinci rekatta; bir kere Fatiha suresi. Yirmi kere İhlâs suresi. Üçüncü rekatta; Bir kere Fatiha suresi. Otuz kere ihlâs suresi. Dördüncü rekatta; bir kere Fatiha suresi. Kırk kere İhlâs suresi Bundan sonra, teşehhüde oturur ve selâm verir.
 Daha sonra şunları okur: Yetmiş, beş kere İhlas suresini okur. Yetmiş beş kere, kendisinin ve ana babasının bağışlanmasını Yüce Allah'tan diler. Yetmiş beş kere Resulullah S.A.V efendimize salavat okur. Bu namazın adına da Hacet namazı denir.
Ebu Umame r.a Resulullah S.A.V efendimiz söyle buyurur:
Bir kimse, anlatılacağı şekilde pazartesi gecesi iki rekât namaz kılarsa Allah-u Teâlâ onun adını cennet ehli kimseler arasında yazar; isterse o cehennem ehli kimselerden olsun Açıktan işlediği günahları bağışlanır. Okuduğu her ayet sayısı kadar hac ve umre (sevabı yazılır. Namaz kıldığı bu pazartesiden öbür pazartesiye kadar ölürse, şehid olarak ölür.
Bu namazın her rekatında şöyle okur:  Bir kere Fatiha suresi. On beş kere ihlâs suresi. (112. sure.) iki rekattır.
Selâm verdikten sonra on beş kere Ayet'el - Kürsiyi, (Bakara suresinin 255. âyetini) okur ve on beş kere Allah-u Teâlâ'dan bağışlanmağını diler.
Salı gecesi kılınacak namazın fazileti.
Bu manada, Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, salı gecesi on iki rekat namaz kılar ise Allah-u Teâlâ onun için cennette bir köşk yapar. Enine boyuna onun genişliği, dünyanın yedi katıdır.
Bu namazın her rekatında şunlar okunur:
Bir kere Fatiha suresi. Beş kere Nasr (iza cae nasrullahi..) suresi. (110. suredir.)
Çarşamba gecesi kılınacak namazın fazileti.
Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurur: Bir kimse, çarşamba gecesi iki rekat namaz kılarsa, her semadan yetmiş bin melek iner. Kıyamet gününe kadar o kul için sevap yazarlar. Bu namazda şunlar okunur:
Birinci rekatında; Bir kere Fatiha suresi. On kere Felak suresi. (113. sure,)
ikinci rekatında: Bir kere Fatiha suresi. On kere Nas suresi-(114. sure.)
Perşembe gecesi kılınacak namazın fazileti.
Ebu Hüreyre r.a. Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse; akşamla yatsı namazı arasında kılacağı iki rekat namazın her rekatında:
Bir kere Fatiha suresini, Beş kere Ayetel - Kürsî (Bakara suresinin 255. ayetidir.)
Beş kere İhlas suresini (112. suredir.) Beşer kere Muavvezeteyn surelerini (113. ve 114. sureleri) okumalıdır.
Namaz bittikten sonra, on beş kere Allah-ü Teâlâ'dan günahlarının bağışlanmasını dilemelidir. Bir kimse, bu şekilde kıldığı namazın sevabını ana babasının ruhuna bağışlarsa onların hakkını ödemiş olur. Bu namazını kıldığı takdirde, Allah-u Teâlâ o kimseye sıddıklara ve şehitlere ihsan eylediği sevabı ihsan eyler.
Cuma gecesi kılınacak namazın fazileti
Cabir b. Abdullah r.a. Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse tarifi yapılacağı şekilde aksamla yatsı arasında on iki rekat namaz kılarsa, geceleri namaz kılıp gündüzleri oruç tutup da on iki sene ibadet eden kimseye verdiği sevabı verir.
Bu namazın her rekatında şunları okur: Bir kere Fatiha suresini. On kere İhlas suresini.
Enes b. Malik r.a. Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse, cuma gecesi yatsı namazını cemaatle kıldıktan sonra iki rekat sünnet, sonra dört rekat nafile kılar, her rekatında: Bir kere Fatiha, suresi, Bir kere ihlas suresi. (112, sure..) Birer kere Muavvezeteyn. (113. ve 114. sureler.) okursa, daha sonra vitir namazını da kıldıktan sonra sağ yanına yatar uyarsa, kadir gecesini ihya edip ibadetle geçirmiş gibi sevap alır.
Resulullah S.A.V efendimiz, bir başka hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: Ezher günü olan cuma günü, garra (nurlu) gecesi olan cuma gecesi bana çokça salavat  okuyunuz.
Cumartesi gecesi kılınacak namazın fazileti.
Enes b. Malik r.a. Resulullah S.A.V efendimiz şöyle buyurur:
Bir kimse, cumartesi gecesi akşamla yatsı arasında on iki rekât namaz kılarsa (Bu namazda fatiha’dan sonra dilediği zammı sureyi okuyabilir) Allah-u Teâla onun için cennette bir saray yapar. Mümin olan her erkek ve her kadına sadaka vermiş gibi sevap alır. Yahudilik belâsından dahi, emin olur. Ve., artık onu bağışlamak, Allah-u Teâlâ'ya düşer.
islam


Pazar gününe ait namazlar:
Allah Resulü (s.a.v) buyuruyor:
"Pazar günü dört rekat namaz kılan ve her rekatında Amenerrasûlü'yü okuyan kimseye Allah Teala nasrani kadın ve erkeklerin adedince sevap yazar. Bir peygamber sevabı verir, o kimse için bir hac ve umre sevabı kıldığı rekat için bin namaz sevabı yazar.Okuduğunun her harfine karşılıkta cennette misk-i ezferden bir şehir bahşeder."
Yine Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyuruyor "Pazar gecesi, yirmi rekat namaz kılan ve her rekatında Fatiha ve İhlası elli defa, Muavvizeteyn’i de birer defa okuyan ve hemen peşinden de ana ve babası için yüz defa istiğfar ve peygamber (s.a.v.) üzerine yüz salavat getirip "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azıym" dedikten sonra "Şehadet ediyorum ki Adem Allah'ın halis kulu, İbrahim Aleyhisselam halili, Musa Aleyhisselam kelimi, İsa Aleyhisselam ruhu Muhammed Aleyhisselam'da habibidir." diyen kimseye Allah’a oğul isnad edenler ve etmeyenler sayısınca sevap verir Kıyamet günü her türlü sıkıntıdan emin olur. Peygamberler ile cennete girmeye hak kazanır.

Pazartesi gününe ait namazlar:
Allah Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
"Pazartesi günü kuşluk vakti, her rekatında Fatiha, İhlas ve Muavvizeteynleri okumak suretiyle iki rekat namaz kılıp, selam verdikten sonra da on istiğfar ve on salavat getirirse, Allah Teala o kimsenin bütün günahlarını bağışlar."
Yine Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Kim pazartesi gecesi, birinci rekatta Fatiha ve İhlası on defa, ikinci rekatta yirmi, üçüncü rekatta otuz, dördüncü ise kırk defa okumak suretiyle dört rekat namaz kılar ve selamdan sonra yetmiş defa ihlas okur, kendisi, anne ve babası için de yetmişbeş defa istiğfar eder, Allah'tan hacetini dilerse, Allah Teala her hacetini kendisine bahşeder.

Salı gününe ait namazlar:
Allah Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
“Salı günü gündüzün ortasında veya güneş yükseldiğinde kim ki her rekatında bir Fatiha, bir Âyet el-Kürsi ve üç İhlas okumaksuretiyle on rekat namaz kılarsa
Yetmiş gün defterine günah yazılmaz. Bu yetmiş gün içinde ölürse şehit olarak ölür. Yetmiş senelik günahı da bağışlanır
Allah Resulü (s.a.v) buyuruyor: Salı gecesi her rekatında Fatiha, İhlas ve Muavvizeteynleri on beş defa okumak sureliyle iki rekat namaz kıldıktan sonra on beş defa Ayet el-Kürsi okuyup on beş defa da istiğfar eden kimseye büyük ecir ve mükafat verir.”

Çarşamba gününe ait namazlar
Allah Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
"Kim ki, çarşamba günü güneş yükselince on iki rekat namaz kılar, her rekatında bir Fatiha, bir Âyet el-Kürsi üç İhlas ve üç Muavvizeteyn okursa, arşın altında bir münadi "Ey Allah'ın kulu! Geçmiş günahların bağışlandı. Allah kabir karanlığını, azabını ve kıyametin şiddetini senden kaldırdı.Artık senin için fazla amele lüzum yok diye çağırır ve o gün kendisi için bir peygamber sevabı yükselir”
Allah Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
"Çarşamba gecesi birinci rekatında Fatiha'yı ve on defa Felak Suresi'ni, ikinci rekatında Fatiha'yı ve on defa Nâs Suresi'ni okumak suretiyle iki rekat namaz kıldıktan sonra on defa istiğfar eden ve Peygamber (s.a.v.) üzerine on salavat getiren kimseye sevap için her gökten yetmiş bin melek gelir. Kıyamete kadar sevabını yazmakla meşgul olurlar.

Perşembe gününe ait namazlar:
Allah Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
"Perşembe günü öğle ile ikindi arası iki rekat namaz kılar, birinci rekatta yüz Fatiha ve yüz Âyet el-Kürsi ikinci rekatta yüz Fatiha ve yüz İhlas okuduktan sonra yüz salavat getirene Allah Teala, Receb, Şaban ve Ramazan ayında oruç tutanların sevabı gibi sevap verir. Ayrıca bir hac sevabı ve Allah'a iman edenlerin sayısınca sevab alır."

Cuma gününe ait namazlar;
Allah Resulü (s.a.v.) buyuruyor
"Cuma gününün hepsi namaz ve ibadettir. Güneş bir mızrak boyu yükselince abdestini güzel alıp sevabına inanarak ve Allah'ın vereceğini düşünerek
İki rekat namaz kılan kimseye Allah Teala ikiyüz sevap yazar ve ikiyüz günahını siler.Dört rekat kılana cennette dörtyüz derece, sekiz rekat kılına sekizyüz derece verir.Bütün günahlarınıda mağfiret eder oniki rekat kılana ikibin ikiyüz sevap verir. Bir o kadar da günahını siler ve cennetle derecesini yükseltir."
Yine Allah Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
"Her kim cuma gecesi akşam ile yatsı arasında on iki rekat namaz kılar, her rekatında bir Fatiha, on İhlas okursa, Gündüz oruçlu, gece namazda olmak üzere on iki sene ibadet etmiş gibi sayılır.


Cumartesi gününe ait namazlar:
Allah Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
"Cumartesi her rekatında bir Fatiha, üç İhlas okumak suretiyle dört rekat namaz kıldıktan sonra Âyet el-Kürsi'yi okuyan kimseye Allah Teala her harfine karşılık bir hac, bir umre ve gündüzleri oruçlu ve geceleri de ibadetle geçirilmiş bir senelik sevap ve her harfine de bir şehit sevabı verir.Ayrıca kıyamet gününde peygamber ve şehitler ile arşın gölgesinde olur
Allah Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
Cumartesi gecesi, akşam ile yatsı arasında on iki rekat namaz kılan kimseye cennette bir köşk inşa edilir.Bütün mü’minlere sadaka vermiş gibi olur. Yahudilikten
uzaklaşır ve Allah Teala'nın mağfiretini hak etmiş olur."

Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Bir kimse Allah rızası için iki rekat namaz kılar, birinci rekatta Fatiha'dan sonra bir Ayet'el-Kürsi ve onbeş adet Ihlas suresi okur, ikinci rekatta da aynı şekilde hareket eder, sevabını herhangi bir ölünün ruhuna bağışlarsa Yüce Allah o ölünün üzerinden kabir azabını kaldırır. Ayrıca o kimsenin kabrinin içerisine cennetten yetmiş ayrı renkle nur indirir. Bundan başka Yüce Allah o kimsenin kabrine kendisiyle arkadaşlık yapmak için cennetten bin tane melek gönderir de o kimse ile kıyamete kadar muhabbet ederler. Bundan başka yine Yüce Allah okuyan kimsenin bütün günahlarını da bağışlayıverir. Ayrıca bir yıllık ibadet sevabı ihsan buyurur. Namaz içerisinde okunan her ayet için cennette kendisine bir şehir kurulur. Bin şehit sevabına nail olur."

islam


ZİLKADE 25.GECE İBADETİ 

İmam rıza (as)’dan nakledilen rivayette: “ bu gece hz. İbrahim ve İsa (as)’lar dünyaya geldi ve Dahvul arzdır. Gecesinin ibadetinin çokça sevabı ve gündüzünün orucun 60 ay oruç tutmak kadar sevabı vardır.” Bir başka rivayette de İmam Zamanın zuhur edeceği gündür; diye geçmektedir.
Zilkade ayının 25. gününün amel ve önemi:

Yılın dört gününden biridir ki; orucu bütün diğer günlerden fazileti fazladır. Yine rivayette orucunun 70 yıllık oruç sevabına eş değer olduğu ve bir başkasında ise 70 yılık keffare olduğu beyan buyrulmuştur.

Herkim gecesini ibadetle ve gündüzünü de oruçlu geçirirse ona 100 yıllık ibadet sevabı yazılır.

Bu günü oruçlu geçiren kimse için yer ve gök arasında her ne varsa istiğfar eder. Allah’ın rahmeti bu günde yayılmıştır ve bu günde kim ibadet eder ve Allah’ın zikri için toplanırsa çokça ecir vardır.


islam


En’am Suresinin İlk Üç Ayetinin Fazileti
OKUNUŞU:El hamdü lillahilleziy halekassemavati vel arda ve cealezzulumati vennura,sümmelleziyne keferu bi rabbihim yadilun.Hüvelleziy halekaküm min tıynin sümme kada ecelen ve ecelün müsemmen ındehu sümme entüm temterun.Ve hüvellahü fissemavati ve fil ardı ya’lemü sirraküm ve cehraküm ve ya’lemü ma teksibun.


MANASI:Gökleri ve yeri yaratan,karanlık ve nuru yaratan Allah’a hamd olsun.Sonra bu nimetlere nankörlük edip küfredenler,o yaratan Rablarına bu mahkukatı veya bunlardan bazılarını denk tutuyorlar.Sizi topraktan O yarattı,sonra bir ecel hükmetti.Ve eceli müsemmada onun yanındadır sonra siz şüphe ediyorsunuz.O,göklerde ve yerde Allah’tır,sizin içinizi,dışınızı,ne işlediğinizi bilir. Peygamberimiz(s.a.v.): 


“Kim Sure-i En’am’ın evvelki(bu) üç ayetini okursa Allah Teala onun için yetmiş melek vazifelendirir.O meleklerin yaptıkları ibadet kadar o kimsenin amel defterine sevap yazarlar.Yedi kat semadan bir melek yanında bir demir tokmak olduğu halde bu ayetleri okuyanın yanına iner,şeytan o kimseye vesvese vermeyi murat ettiği vakit melek ona bir defa vurur,bu vurmaktan ötürü şeytanla onun arasında yetmiş tane perde meydana gelir.Kıyamet günü olduğu vakit Allah bu ayetleri okuyan kuluna:”Arşımın gölgesinden başka gölge olmayan bu günde,arşımın gölgesinde yürü,cennet meyvelerinden ye,kevser şarabından iç ve selsebiyl suyu ile yıkan,sen benim kulumsun,ben de senin Rabbinim”.buyurur. 
“Her kim sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra Sure-i En’am’ın başından üç ayetini okursa,Cenab-ı Ecelli Ala o kimse için yetmiş bin melek vazifelendirir,kıyamet gününe kadar o kimse için istiğfar ederler.” 
“Kur’an’da Sure-i En’am’dan gayri bir sure bana bir defada nazil olmadı.Şeytanlar bu sure için toplandıkları kadar hiç bir sure için toplanmamışlardır.Bu sure bana Cebrail ile maiyyetinde elli bin melaike olduğu halde gönderildi,bunu kuşatmışlar,bir düğün debdebesi ile getirdiler,havuza su kor gibi kalbimde karalaştırdılar.Allah Teala bununla beni ve sizi öyle izzetlendirdi ki artık bundan sonra ebediyyen dalalete düşürmez.Bu surede müşriklerin bütün hüccetlerinin iptali ve Allah’ın hulf etmesi nakabil bir vadi vardır.” 
“Sure-i En’am nazil olduğu vakit Resulüllah tesbih etmiş ve bu sureyi,ufku kapatacak kadar melaike teşyi etmiştir.” 
“Sure-i En’am,etrafında yetmiş bin melek ” Sübhanelahil azıym,sübhanellahil azıym” diye tesbih getirdikleri halde hepsi birden Mekke’de,bir gece de nazil oldu. İmam-ı Şafiı diyor ki: “Her kim sabah ve akşam Sure-i En’am’ın başındaki üç ayetini yedişer defa okur da vücudunu mesh ederse,bütün hastalıklarından ve ağrılarından emin olur.” 
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Bir kimse, sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra, En’âm sûresinin başındaki üç âyet-i okursa, Allahü teâlâ, o kimse için yetmiş bin melek vazîfelendirir, bunlar kıyâmete kadar o kimse için istigfâr ederler.” “Kim En’âm sûresini, arasına dünya kelâmı sokmadan okursa, Allahü teâlâ o kimsenin geçmiş günahlarını affeder.” “Hâlis bir niyetle kılınan iki rek’at namazda, Fâtihadan sonra En’âm sûresini okuyan, her türlü tehlikelerden korunur.” “Kim En’âm sûresini gece ve gündüz okursa, yetmiş bin melek ona istigfâr eder ve onun için af diler.”
 Hazret-i Ömer buyurdu ki: “En’âm sûresi Kur’ân-ı kerîmin en fazîletli sûrelerinden biridir.” 
İmâm-ı Şâfiî buyurdu ki: “Her kim sabah ve akşam sûre-i En’âm’ın başındaki üç âyetini yedişer defa okuyup ellerine üfleyerek vücûdunu mesh ederse, hastalık ve ağrılardan emin olur.”
islam

ZİLKA'DE AYININ NAMAZLARI

İlk Gece (15 ağustos cumartesiyi 16 ağustos pazara bağlayan gece) Namazı: Bu mübarek haram
ayın ilk gecesinde otuz rekat kılınır, her rekatında İzâ Zülzile Süresi okunur, namaz bitince Amme
Süre-i Celîle’si kıraat olunur.

Dokuzuncu Gece (23 ağustos pazarı 24 ağustos pazartesiye bağlayan gece) Namazı: İki rekat
kılınıp, her rekatta Fâtiha’dan sonra Müzzemmil Süresi okunur, selamdan sonra üç kere Yasin-i
Şerîf okunur. (Muhammed ibni Hatîrüddîn, el-Cevâhiru’I-hams, sh:62)

Mühim Bir Not: Tarif edilen herhangi bir namazda okunması icap eden süreyi ezbere bilmeyen
kişi bilen bir kişinin arkasında o namazı cemaatle eda edebilir. Buna da imkan bulamayan kişi o
sürenin yerine aynı sayıda İhlas Süresi okur ki, bu hüküm umümîdir. (Muhammed ibni Hatîrüddîn,
eI-Cevâhiru’l-hams, sh:7)

 Zilhiccenin İlk On Gününe Mahsus DUA'SI VE ZİKİRLERİ

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, Nebiyy-i Zîşân -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

“Zilhicce’nin on gününde yapılan ibâdetler kadar, diğer günlerin hiç birindeki ibâdet Allâh’a sevgili değildir. Bugünlerden her birinin orucu, bir senenin orucuna, gecelerinden her birinin ihyâsı da, Kadir gecesinin ihyâsına muâdildir.” (Tirmizî, Savm, 52; İbn-i Mâce, Sıyam, 39)

Kadir Gecesine ömrümüzde bir kere denk gelebildik mi Allahu A’lem. Ama işte müjde, işte fırsatlarla dolu bir ay.. Rabbim diyorum, hak etmezken bizim gibilere nekadar cömert! Ramazan ayına özlem çekenlerin hasretini giderecek bu on günler inşeAllah.

Ben de birkaç zikir paylaşayım. Cübbeli Hoca vermişti, İsâ aleyhisselâm’ın havârilerine öğrettiği pek kıymetli beş zikir var. Günde yüz defa okunması tavsiye edilir. Bu sadece onun ümmetine mahsus değil. Ebul Leys Semerkandî Hz. ve Abdulkâdir-i Geylani Hz. kitaplarında bunu fazîletleri ile birlikte zikrettiler.

Havariler İsa (a.s) a:

” Bu duaları okuyanın sevabı nedir?” diye sorduklarında şöyle buyurdu:

1. ZİKİR: Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. Lehul mulku ve lehul hamdu yuhyî ve yumît. Bi yedihil hayruve huve alâ kulli şey’in Kadîr.

“Birincisini 100 kere okuyan kimsenin ameli gibi bir amel, o gün yer halkından hiçbirine yazılmaz. O kul, kıyamet günüen fazla hasenatın sahibi olur.

2. ZİKİR: Eşhedu en lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. İlâhen, Vâhiden, Sameden lem yettehiz, sâhibeten ve lâ veledâ.
اَشْهَدُ اَنْ لا اِلـهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لا شَريكَ لَهُ، اَحَداً صَمَداً لَمْ يَتَّخِذْ صاحِبَةً وَلا وَلَداً

İkincisini 100 kere okuyana, Allahu Teala bir milyon hasene yazar, o kadar da günahını siler ve onun cennette on bin derecesi yükseltilir.


3. ZİKİR: Eşhedu en lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. Lehul mulku ve lehul hamdu, yuhyî ve yümîtu ve huvel Hayyul lâ yemûtu. Bi yedihi’l hayru ve huve alâ kulli şey’in Kadîr.
اَشْهَدُ اَنْ لا اِلـهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لا شَريكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيى وَيُميتُ وَهُوَ حَىٌّ لا يَمُوتُ، بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلى كُلِّ شَىْء قَديرٌ

Üçüncüsünü 100 kere okuyana gelince; gökten yetmiş bin melek, elleri açık bir halde inerler ve bu duayı okuyanlara salat ve rahmet yağdırırlar.

4. ZİKİR: Hasbiyallâhu ve kefâ. Semiyallâhu limen de’â. Leyse verâellâhi müntehâ.

Dördüncüyü 100 kere okuyanın bu duasını bir melek alıp, Rahman Tealanın huzuruna koyar. Rahman Teala o anda o duayı okuyana nazar eder. Allahu Tealanın kendisine bir defa teclli buyurduğu kişiyse asla bedbaht olmaz..

5. İSE: “Allahümme lekel hamdü kemâ negûlü ve hayran mimma negûl, Allâhümme leke salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâti ve leke Rabbi türâsî, Allâhümme innî eûzü bike min azâbil gabri ve min şetâtil emri, Allâhümme innî es’elüke min hayri ma tecrî bihi’r- rîhu.”

Beşincisi ise bana ait bir duadır. Onun sevabının açıklamasını yapmam için bana izin verilmemiştir..”

Zilhiccede her günün orucunun bir seneye denk olması, gecelerini ihyasının Kadir gecesine müsavi olması, zikirlerinin kat kat katlanmasından hemen şu hadîs-i şerif geliyor insanın aklına; Allâh bu ümmete ömrü az, ama kazancı çok verdi.

islam

Yukarıdaki resim, Google Earh'ın 5.1 sürümünde Mars'ın güney kutup bölgesinden alınmıştır
. GOOGLE MARS KOORDİNATLARI:
85'47 37 91 G 3 25 07 10 D
85'43.53.35 G 2 47.56.46.D
85'43 09.66 G 2 38.40.67 D
Dünya gibi Mars üzerinde de gezilebilen Google Earth programını kullananlar bir koordinata geldiklerinde ilginç ve tanıdık bir görüntü ile karşılaşıyorlar. 

Mars gezegeninin yüzeyinde Arapça olarak ‘ES SELAM’ kelimesinin yazıldığı açıkça görülüyor. 

Ancak daha ilginç olan İslam mütfekkiri Muhiddin Arabi’nin bu işaretin Mars’ta bulunduğunu eserlerinde belirtiyor olması. Bu yazı Arapça "Es selam" olarak açık bir şekilde görülmektedir. Bu yazının yan bölümlerinde’de yine hilaller bulunmaktadır. 


Futuhat-ı Mekkiye 1.Cilt, Bölüm 8'de Muhiddin Arabi bu işareti şöyle anlatıyor: ''Allah’ın (c.c) izniyle kainatta izin verilen yerlere kadar Tayy-ı mekânla gezen kutuplardan biridir. Gezip gördüğü yerlerde geleceğin insanlarına Mars’ta olduğu gibi Selam ve benzeri izler bırakmıştır. Hatta gezdiği yerlerin tamamını “Hakikat Arzı” olarak nitelendirmiştir.''

Bu hususta Muhyiddin-i Arabi: 
İnsanoğlu bir gün gelecek uzayda seyahat edecektir. Merih’e uğradıklarında benim onlara bırakmış olduğum bazı iz ve işaretleri göreceklerdir.” demiştir.

MUHİDDİN ARABİ KİMDİR ? 


Muhiddin Arabi bundan 700 yıl öncesi yaşayan ve bir çok eser yazmış bir İslam mütefekkiridir. Vahdet-i vücud (varlık birliği) diye anılan ünlü tasavvuf nazariyesini şiddetle savunmuş, İslam tasavvufuna hakim olan belli başlı kişilerin arasında yer almıştır. Muhiddin Arabi, Endülüs’te, Mursiye (Murcia) şehrinde doğdu. 8 yaşında ailece İşbiliye (Sevilla)ye göç ettiler. 1194’te Tunus’a, 1202’de Mekke’ye gitti. 

Daha 18 yaşında devrinin büyük mutasavvıfları arasında sayılıyordu. Bağdat’tan, Selçuklu hükümdarının daveti üzerine Konya’ya geldi. Selçuklu veliahti Prens Keykavus’a hoca tayin edildi. 1211 ‘de Keykavus hükümdar olunca Muhyiddin Arabi’nin nüfuzu büsbütün arttı. 1230′ da Şam’a yerleşti. 75 yaşında bu şehirde öldü, oradaki ünlü türbesine gömüldü. Türbe, 1518’de Yavuz Sultan Selim tarafından onarılmış, İslam dünyasının sayılı ziyaret yerlerinden biri haline gelmiştir.

Muhiddin Arabi çok verimli bir yazardır, 250 kadar eser bırakmıştır; bir o kadarı da bugün kaybolmuş bulunmaktadır. Aynı zamanda şairdi; en çok tasavvuf konularını işlemiştir. En ünlü eserleri El-Futuhatu’l-Mekkiye ile Fususu’l-Hikem’dir. Bu eserler sayılamayacak kadar çok basılmış, belli başlı dillere çevrilmiştir; etkileri büyük olmuştur, bu arada Ortaçağ Batı alemini de etkilemiştir.
 

 Uzun zaman sonra bir cin konusu ile karşınızdayım bildiğiniz gibi semavi dinlere inanan kesim için cinler vardır.
Bu cinlerin farklı kabileler halinde yaşadığı da, hüddam ilmine vakıf olanlar için yabancı değildir.
bu kabilelerden son zamanlarda bir korku filmin de de bahsedilen yakaza ile sizleri başbaşa bırakıyorum. konu alıntıdır. en altta kaynaklar verilmiştir.

halk arasında karabasan olarak bilinen Yakaza cinleri, uykunuza girer, uykulu olursunuz. Bağırmak istersiniz, bağıramazsınız; kalkmak istersiniz, kalkamazsınız. çünkü, Yakaza cinleri sizi felç etmiştir.

bilim adamları bu duruma her ne kadar davranış bozukluğu diyorsa da, aslında sizi bu denli rahatsız eden varlıklar, Yakaza cinleri olabilir. Yakaza Cinleri, pis yerlerde yaşarlar.

Yakaza Cinleri evlerimizin tavan arasında, bodrumunda, tuvaletinde ve banyosunda yaşarlar. Yakaza Cinleri‘ kalabalık ortamlarda yaşarlar.

İslâm kültür ve uygarlık tarihinde, rûya konusuyla en çok ilgilenen tabaka hiç şüphesiz bu yaşantının mensupları olan mutasavvıflardır. Çünkü irfânlı bilginin kaynağı, genel anlamda ilhamdır. Bu da bazen uykuda, bazen uyanıkken, bazen de uykuyla uyanıklık arası denilen yakaza hâlinde meydana gelmektedir.[1]

Yakaza hali, uykuyla uyanıklık arasında bir hâldir.[2] Bu hal üzere görülenler, uyanıkken görülenlerden daha net ve daha kesindir. Uyanıkken görülenler üstünde kişinin kendi varlık gölgesi düşer ki onu gerçeğinden bulanıklaştırır.[3] Cürcanî, bunu şöyle tanımlar: "Hak'tan gelen ve zecrden (yasaktan) neyin kastedildiğini bildiren idrâke, yakaza denir. Nurların tecellîsi nedeniyle, insanın kendine gelişi, gafletten kurtuluşu, uyanma." [4]

Arapça olan yakaza (يقظه) kelimesinin 2 anlamı vardır. 1. anlamı; uyanıklık, 2. anlamı; şuuru ayakta tutan, hafıza ve hassasiyeti azami seviyede tutma halidir. Yani maddî-manevî varlığı (potansiyeli) toplama halidir. Bediüzzaman’a göre bu hâl, ancak sadık rüya hâli, yani ruhu teksif, yani ruhu yoğunlaştırarak “o kesif zulmet” içinde aradığı ‘nur’u bulma kapısı açıyor.[5]

Uyanıklık anlamına gelen yakaza, kimi kişilerin uykuyla uyanıklık arasında veya doğrudan uyanıkken, rüyây-ı sâdıka türü kimi hadiselere tanık olmasıdır. Bu hale daha çok riyâzet yapan ve nefsini kötülüklerden arındıran kişiler ulaşır. Böyle bir durum, uyumadan gerçekleştiği için rüyadan ayrılır. Bilinen maddî âlemin şartlarından uzak olmasıyla da uyanıklıktan ayrılır. Ruhun yükselerek ulvi makamlara ulaşmasıyla elde edilen bir sonuç olan bu duruma, Hz. Ömer’in cemaat önünde hutbe verirken komutanı Sâriye’ye “Dağa, dağa..” diyerek, harp anında önemli bir taktik vermesi örnek gösterilir.[6] Değerlendirme açısından yakaza, sâdık rüya kapsamındadır. Örneğin uyanık olduğu zamanda bir kişinin Hz. Muhammed gibi kimi büyük zevatı ya da velîleri müşahede etmesi böyledir. Varlığındaki öze ulaşanlar için bu oldukça normaldir. Çünkü bu seviyeyi elde eden Hz. Muhammed'in, uyku halinde bile kalbine gaflet gelmediği müsellemdir. Bu nedenle O'na hakkıyla vâris olanların yakaza halinde, rüyada görülenlere benzer şeyler görmesi normaldir. Çünkü bu hal yakînin neticesidir. Bu durum ise insan-ı kâmil seviyesine ulaşanların, doğrudan ötelere geçiş sağlayabileceğini gösterir.[7]

Sözlükte “uyanıklık” anlamındaki yakaza, Allah’a ulaşmayı, O’nu bilmeyi ve idrak etmeyi tüm varlığıyla arzulayan insan kalbinin Hak tarafından gelen bir uyarıcı, bir tembih, bir ışıltıyla uyanıklık hâline kavuşmasıdır. İnsan böylelikle Allah’tan uzaklığına işaret eden, Allah'la kendisi arasında kalın perdeler geren gaflet uykusundan uyanarak kendisi, çevresi, içinde bulunduğu âlem, dünyada meydana gelen olaylar ve tüm bunların biricik halikı Allah’a dair bir farkındalığa ve ayıklığa kavuşur. Bu farkındalık sayesinde kendisini Allah’tan uzaklaştıran geçmiş günahlarından tövbe eder, pişman olur, gözyaşı döker. Akıtılan gözyaşları insanın ferahlamasına nedeniyet verir. Bu ferahlık kulun Allah’a yakınlaşması için gayretini durmadan artırmasına yol açar.[8]

İrfana ermek ve eşyanın gerçeklerine dair bilgi sahibi olmak oldukça çileli bir yolculuktur. Yolculuğun başlangıcında yolcu öncelikle manevi bir farkındalık ve uyanış hâlindedir. Mutasavvıflarda bu agâhlık “yakaza” terimiyle karşılanmıştır. Yakaza gaflet teriminin zıddıdır ve gafletten uyanma hâlinde görülen ilk ürpertidir.[8]

Sufilere göre gaflet üçe ayrılır: 1.si, Allah’ı terk edip onun dışındaki şeylerle (mâsivâ) meşgûl olmaktır. Bu meşgûliyet, kişiyi Allah’tan uzaklaştırdığından Allah'la birliktelik anlamına gelen huzurun ortadan kalkmasına neden olur. Amelde gaye Allah'la birlikte olmaksa, gaflet hâlinde gerçekleştirilen ameller hedefine ulaşamamış demektir. 2. gafletle kastedilen, ölümü ve mâsivânın geçiciliğini unutup, tamamen dünya hayatına dalmaktır. 3. gaflet türü ise, fiilleri görüp fiillerin yaratıcısını unutmaktır. Diğer bir ifadeyle daima mahlukat âlemindeki çokluğu (kesret) itibara alıp, çoklukta Allah’ın birliğini (vahdet) müşahede etmemektir. İşte yakaza, bu 3 tür gafletten uzaklaşarak, kalp gözünün açılmasıdır.[8]

Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın da belirttiği gibi, Allah'a karşı duyulan sevgi, muhabbet ve tutku öyle bir hastalıktır ki, diğer bütün dertlerin devası ondadır. Çünkü Allah'a karşı duyulan bu sevgi, imanın nurudur. Bu nur arttıkça, iman kuvvetlenir. İman pekiştikçe de, kişi, nefsinin heva ve arzularına dayalı tutku ve bağımlılıklardan kurtulur. En büyük esaret olan, "benlik" zincirlerini kırmaya başlar. Yavaş yavaş bencillikten kurtularak "ben merkezli" kişiliğinin ötesine geçmeye başlar. Kendi dışında başka değerlerin de var olduğunun farkına varır. Kendinden başka hiçbir şeye değer ve önem vermezken, kendi nefsinin arzu ve heveslerinden başka hiçbir şey düşünmezken, kademe kademe, kendi nefsî hayal kurgu dünyasını yıkarak yeni gerçeklikler keşfetmeye başlar. En önemlisi de kendi nefsinin kendisine neler yaptığının birer birer farkına varmaya başlar. Bu, adım adım nefsini tanımak, Rabbini tanımak demektir. Bu durum kişinin gafletten kurtuluşunun başlangıcıdır. Buna tasavvufta "yakaza hâli" denir.[9]

Peygamberlerin ve veli zatların rüyaları yakazadır. Fakat kimi rüyaların tabiri gerekmektedir. Bunun için de asfiye denilen zatların bu rüyaları tabir etmesi gerekir ki maksat ve mana anlaşılsın. Sekr haliyse, manevi bir sarhoşluk hali olduğundan, bu durumdaki bir velinin söylediği kimi sözler ölçüsüz olabileceğinden tefsir ve tabiri gerekebilir. Bu açıdan sekr halinin tam bir yakaza olmadığı, kimi şeylerin mutlaka tabir ve tefsiri lazım geldiği açıktır. Yakaza ehli, seyr-i sülûk-i ruhânînin hemen her mertebesinde basiret üzere hareket eder ve her davranışıyla: “De ki: İşte benim yolum budur! Ben basiret ve idraklerine seslenerek insanları Allah'a çağırıyorum." (Yûsuf, 12/108) gerçeğini temsil eder. Duyup işittiği her şeyden kendine göre bir nasihat çıkarır. Gördüğü her nesne ve her hâdiseyi farklı bir ibret levhası gibi değerlendirir ve sürekli tezekkür, tefekkür ve tedebbür ufuklarında dolaşır. Sözlerinde hikmet, susmasında ibret, tavırlarında da mehâbet vardır. Karşılaştığı her çehrede Hakk'ı hatırlar ve ürperir, onun sîmâsının müşahedesinde de hep Hak hatırlanır. Göz ve gönlün yakazası, Hakk'ın her ân, her halimizi görmesi, bilmesi ve yaratması bilincini sürekli korumakla, his, idrak, irade ve kalplerimizle O'na yönelerek, ömrümüzü hep O'nun huzurunda bulunma âdâbıyla sürdürmektir.[10]

Yakaza; Allah'tan korkan kimselerin kalbine Allah tarafından ihsan edilen ve onları tövbe etmeye yönlendiren ilahi bir ikazdır.[11] Kalp kapısı çalınır ve ruh, gaflet kabuğundan sıyrılmaya başlar...” Bu merhale, benliğin kendi içine kıvrılmaya hazır hâle gelişini ifade eder.[12]

Yakaza hali, mânâ körlüğünden kurtulup mânâ gerçekliklerini (Hakk'ı) gören bir uyanıklığa geçiş halidir. Uyur uyanık bir insan, gerçek âlem ile nasıl bir ilişki içinde olursa, yakaza halindeki bir insan da mânâ gerçeklikleriyle işte öyle bir ilişki içinde olur.[9]

Rivâyet olunur ki: Tövbe ve pişmanlık içindeki bir günahkâra, yakaza hâlinde iken günahlarının listesi verilmiş: “Oku bunu!” denmişti. Bu hâl karşısında mücrim o kadar ağladı ki, gözyaşlarından listedeki günahları göremez oldu. Nihâyet bu samîmî gözyaşları, o günahların tamamını yıkadı, temizledi. Böylece o mücrim affoldu.[13]

Varlık, suretler âlemidir ve her bakana önce suretler görünür. Oysa hükümler âlemine ulaşmakla yakaza bakış sahibine hükümleri fiillerin önüne taşır. Bu hale göre hükümler fiillerden önde ve daha nettir. Hükmü görmek yüzünden eylem gölgede kalır. Yakaza sahipleri bu hal üzere olup daima hükme nazar ederler. Bundan dolayı onlar gözünde hükmü değiştirmeden fiilde ısrar fayda vermez.[3]

Rüya, ikidir.Gaflet ehlinin rüyası ve ariflerin rüyası. Gaflet ehlinin rüyası gündüz gördüğün etkisindendir. Rüyalarında bundan başkasını görmezler. İster manevi kasıtlardan olsun ister her ne kasıttan olursa olsun, Onların rüyalarına giren ancak suretlerdir. Rüya görenin hayalini ancak his âleminde olan şey doldurur, ondan başkası değil. Gaflet ehli nasıl ki gözünü kapatır nefsinden geçerek görür, ariflerse rüyasını histen geçerek görür. Onların uyumaya ihtiyacı yoktur. O rüyayı yasarken görür. Bu yüzden ona yakaza denilir. Onun için Muhammedi olan ve onun varislerinin ilmiyle Yusuf’un durumu arasında fark vardır.[3]

İbrahim Hakkı da rüyayı yalancı rüya ve gerçek rüya şeklinde 2 grupta değerlendirir. Gerçek rüyayı kendi içinde, gerçek rüya ve uyanıklık halindeki rüya (yakaza) olarak ikiye ayırır. Mârifetnâme’de ruhların mânâ, melekût, arş, kürs, semâ (7 kat gök) ve mülk âlemlerini (kavs-ı nüzûl) geçtikten sonra rüya aracılığıyla bu âlemleri zaman zaman tekrar ziyaret edebildiklerini anlatır.[14][15]

Suretler âleminde eylem hükümden önde görünür. Bu sayede fiili isleyenlerin niyeti muhatabından gizlenir. Oysa hükümler âleminde niyetler fiillerinden ayandır. İşte bu yakazadır. Arifler âleme hakim olan hükümleri görmek yüzünden fiil telaşları dinmiştir. Hükümleri fiillerden önce görürler. Onların gördükleri hüküm kendilerinden neset eden hükümler değildir. Varlığın onlar gözünde topyekun bıraktığı nispet olup, vukuflarının kaynağıdır.[3]

Yakaza halinin yaşandığı yer, misâller âlemidir. Vehim kuvvetinin müdahalesi çok olur.[16] Ulemanın çoğunluğu mi’racın da yakaza halinde ruh ve cesetle birlikte gerçekleştiğini söylemektedir. Delil olarak İsrâ âyeti ve Mi’rac hadisini zikredip şöyle diyorlar: “Nassların, aklen bir imkansızlık söz konusu olmadığı sürece, zahirî üzerine bırakılması vaciptir” [17]

Yakazanın hatalarından bazıları şunlardır; Yakaza da tam uyku olmadığı için akıl ve hayal çok rol oynar. Görenin hali saf olmamıştır fakat gördüğünü safiyet sanır ve aldanır. Sürekli suya bakanın hayali suyla dolar da o gözünü yumunca hep su görür. Bu hayaldir ve hayal zuhuratta rol oynar. Kendisinin velilerle arasının hep iyi olduğunu düşünen kişi hayal yoluyla velilerin kendisine iltifatlar ettiğini görür durur. Hayal, bu görüntüleri film şeridi gibi oynatır durur. Bu hallerin gerçek olanı da vardır elbette ancak bunlar Mürşidinin terbiyesine hakkıyla teslim olup usul ve erkâna uyanlarda görünür.[16]

İnsanları genelde küçük yaşlarda kandırıp ele geçiren CİNLER, ya İSLÂM’ı kullanarak bu işi gerçekleştirirler; ya İslâm dışı yolları empoze ederek!.. Kişiyi ele geçirmeleri genelde şu 2 yoldan biriyledir: Eline kalem almış kişiye kendi iradesi dışında yazı yazdırarak… Veya geçmişte yaşamış din büyüklerinin kisvesine bürünmek suretiyle rüya ya da yakaza halinde görünerek!..[18]

Şeyh Muhammed el-Mağribî Rasûlüllâh’ın yakaza halinde görülmesi konusunda şunları söylemiştir: “Kim Rasûlüllâh’ı, sahâbenin onu gördüğü gibi gördüğünü iddia ederse o yalancıdır. Fakat kalp gözüyle sanki yakaza halindeymiş gibi görmesi mümkündür” [19]

Kaynaklar

[1] terzibaba13. org/dosya/ses/13. pdf
[2] Toshiko İzutsu, " İbn Arabi'nin Füsûs'undaki Anahtar Kavramlar" , çev. Ahmet Yüksel Özemre, Üsküdar 1997.
[3] ?, " Yusuf Kelimesindeki Nuri Hikmetin Aslı" (makale)
[4] Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, " TASAVVUF TERİMLERİ VE DEYİMLERİ SÖZLÜĞÜ"
[5] Dr. Yasin Yılmaz, " Rüyada bir hitabeye tarihî açıdan bir bakış" (makale)
[6] Atilla Arıkan, “Messai Gelenek Baglamında bn Rüsd Felsefesinde Rüya”, Divan, sayı 2, st.-2003, s. 116.
[7] Doç. Dr. İsmail Köksal, " Rüyaların Fıkhî Boyutu" , İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 13:2, SS.35–54
[8] Doç. Dr. Semih Ceyhan, " Tasavvufta Yakaza Hâli" , Diyanet (aylık dergi), Ağustos 2013, Sayı 272, s.10-11.
[9] Dr. İsmail Ulukuş, " İNSANI VE İSLÂM'I DOĞRU ANLAMAK" , Antalya, 2013, s.186.
[10] sorularlaislamiyet.com/article/16044/yakaza-alemi-ne-demektir-bu-alemde-kimler-bulunabilir-yakazada-gorulen-seyler-de-ruya-gibi-halis-batil-vs-gibi-bolumlere-ayrilir-mi-yakazayi-kimler-gorebilir.html
[11] Şihabuddin Sühreverdi, " Avarif-ül Me´arif"
[12] Dr. Mehmet Sürmeli, " MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM" (makale).
[13] Osman Nûri Topbaş, " GÖNÜL BAHÇESİNDEN SON NEFES"
[14] İbrahim Hakkı, Marifetname, (sad.: Turgut Ulusoy), Bahar Yayınları, İstanbul 1974, c. I, s. 86.
[15] Arş. Gör. Kadriye Yılmaz-Arş. Gör. Kamile Çetin, " RÜYALAR VE NİYAZÎ-İ MISRÎ’NİN TA‘BÎRÂTÜ’L-VÂKI‘ÂT ADLI ESERİNDE RÜYALARIN DİLİ" , Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007.
[16] H. İbrahim Durgutluoğlu, " Rüya, Keşf ve Müşahededeki Yanılgılar" , Zuhur Dergisi, s.33.
[17] Doç. Dr. Fikret Karaman, " YENİ KELAM İLMİ DÜŞÜNCESİNİN İNŞÂSI VE ABDULLATİF HARPUTÎ’NİN ROLÜ" (makale)
[18] Ahmet Hulusi, " CİN VE BÜYÜ NEDİR? NASIL KORUNULUR?"
[19] Yrd.Doç.Dr. Mehmet Özşenel – Yrd.Doç.Dr. Erdinç Ahatlı, " 12/18 Asır Hint Alkıtası’nda Hâdis-Fıkıh Merkezli Tartışma Konuları" , Usul.

islam

 


NEFİS VE DERECELERİ
Ulvî olan ruh, bu karanlık cesetle birleşince yedi perde ile aslî hâlinden perdelenmiştir. Bu perdelerden her birine nefsin dereceleri veya makamları denir.
Tam yedi perdeli hâli “Nefs-i emmâre”dir. Bir perdenin kalkmasıyla “Levvâme”, iki perdenin kalkmasıyla “Mülhime”, üç perdenin kalkmasıyla “Mutmainne” gibi isimler alır. Daha sonra “Râziye”, “Mardiyye”, “Sâfiye” gibi dereceler gelir.
Birinci nefisten yedinci nefse doğru gelindikçe ve her perde kalktıkça; cismâniyet, zulmâniyet, kesafet azalırken, derece derece ruhâniyet, nûrâniyet ve letâfet artar, ruha mânevî âlemden ışıklar sızar. Tam perdeli hâlinde ise hiç ışık sızmaz. Perde sayısı azaldığı nisbette nefis saflaşır.
Farz-ı muhal ki bir şeyin üzerine örtü örtülmüş. Bu örtüyü yağmur, rüzgar, güneş yıkıp yakıp yıpratıyor. Perde zayıfladıkça örtülen şey yavaş yavaş belirmeye başlıyor.
İşte kişinin kalbi de yedi kalın perde ile örtülüdür. Bütün perdelerin kalkması hâlinde ise tamamen nur kesilir. Bu makam, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin makamıdır.
Altı derecenin ismi Kur’an-ı kerim’de açık olarak zikrediliyorsa da, “Nefs-i sâfiye” Âyet-i kerîme’lerin işaretlerinden anlaşılmaktadır.
Her nefsin bir âlemi, bir seyri, bir hâli, bir vâridi, bir yeri, bir müşâhedesi, bir ismi, bir nuru vardır.

1. Nefs-i Emmâre:
İnsanı zorla kötülüğe sürükleyen nefistir.
İnsânî ruh, hayvânî ruhun şehvânî arzularına boyun eğerek ona itaat eder, bütün hallerinde ona muvafakat edip hükmü altına girerse, onun bu hâline “Nefs-i emmâre” denir.
Nefs-i emmâre hâlindeki insanın kalbi, cisme âit nimetlerle şehvetlere dalar, hâlini değiştirir. Mevlâ’dan uzaklaşır. Daha önce âmir iken, memur durumuna düşer. Eğer kalp, bu mertebede uzun müddet beklerse, onun artık gayb âlemine yönelmeye gücü de kalmaz. Zira gayb ayna gibidir. Toz ve pastan arınmış oldukça, insan onda şekilleri net ve berrak olarak görür. Uzun zaman parlatılmazsa, pas onun cevherini büsbütün kaplar. Parlatmak da körlüğünü gidermez. Böylece aynalık özelliğini kaybetmiş olur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Şüphesiz ki her şeye cilâ verecek bir âlet vardır, kalbin cilâsı ise zikrullahtır.” (C. Sağir)
Kalp, gayb âlemine yönelerek mâsiyetlerden kaçarsa, zikirle-fikirle perdeler açılmaya gayret edilirse, pas ve bulanıklıklar tamamen silinir. Eşyanın hakikatlerine, ince mânâlara ve ilâhî tecellîlere istidat kazanmış olur. İndiği makamlara tekrar yükselir.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Hadîs-i kudsî’de:
“Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.” buyurmuştur. (K. Hafâ: 2256)
Mümin kulun kalbine sığmaktan maksat, “Kalbine tecellî eder.” demektir. Yoksa “Allah kulların kalbine girer.” demek değildir.
Birinci makamda insânî ruh, şehvânî nefse yenilip kötülüğü emredici olduğundan emmâre adını almıştı.
Âyet-i kerime’de:
“Nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder.” buyuruluyor. (Yusuf: 53)
Çünkü nefis iradeyi emer. Yuları taktığı zaman, bilse de bilmese de çeker götürür.
Beşerin nefsi aslında daima fenâlık tarafına meyleder, bütün gücüyle kötülüğü telkin eder. Onun tabiatında şehvete, günaha, her türlü kötülüğe meyil vardır. Nefis kendi gücünü ve emrindeki silahlarını o yönde kullanır. Bundan dolayıdır ki insan sırf kendi nefsinin arzularında kalırsa fenalığa sürüklenir.
“Ancak Rabbimin merhamet edip koruduğu hariç.” (Yusuf: 53)
Allah-u Teâlâ rahmet edip hidayetini eriştirdiği vakit, Rahmânî kuvvet nefsânî kuvvete galip gelir, onun emrini hükümsüz kılar ve gücünü kırar. Böylece nefis ilâhî emre uyar, kendi emrini terkeder, kötülükten uzak kalır.
“Şüphesiz ki Rabbim bağışlayandır, merhamet edendir.” (Yusuf: 53)
Birçok hallerde nefislerin tabiatları icabı uğradıkları meyil ve istekleri Allah-u Teâlâ kendi mağfiretiyle örter ve önler, onların fiiliyata çıkmasını engeller, günahını itiraf edip bağışlanma dileyenleri de bağışlar.
Böyle bir kimse rehbere ulaştığı zaman, nefsin çektiği ipi koparır, onu nefisten sıyırır, lâzım gelen tâlim ve terbiyesini verir ve o kimse uyanır. Artık var gücüyle temizliğe girişir, nefis işgali altındaki kalp evini kurtarmaya çalışır.
Bu nefsin seyri “İlâllah”tır, yani Allah’a doğrudur. Âlemi, bu görünen şehâdet âlemidir. Yer’i göğüstür. Hâli meyildir. Yolu şeriatın dış ölçüleridir.
Sıfatları: Cehâlet, cimrilik, hırs, kin, kibir, gadap, şehvet, tamah, hased, kötü huyluluk, boş ve faydasız şeylerle uğraşmak, istihzâ, ahmaklık, unutkanlık, buğz, çabuk isyan, çok yemek, çok içmek, çok konuşmak, fazla neşe, âvârelik, şımarıklık, din ehlinin hâlini inkâr... ve benzerleridir.
Nefs-i emmâre de Rabbânî bir latîfedir. Şu kadar var ki, kötülüklere meyletmesi, şehvetlere düşkün olması sebebiyle pislenmiştir. Şehvet düşkünü hayvânî nefsin hükmü altında kalıp ona uymakla hayvanların yoluna girmiştir. İnsan için de en büyük düşman hâline gelmiştir. Şeytan onun askerinden olup, ondan kuvvet bulmuştur.
Hâdis-i şerif’te:
“En şiddetli düşmanın, iki yanın arasındaki nefsindir.” buyuruluyor. (Beyhakî)
Çünkü zâhirî düşman ikram ve ihsanlar karşısında dost olup sadâkat gösterebilirken, nefis lütuf ve ihsandan anlamayıp zararını daha da çoğaltır.
Nefs-i emmâre’deki bir insan, kötülük yapmaktan en ufak bir pişmanlık duymaz, yaptığından hiçbir pişmanlık duymayan hayvana benzer.
Fâsıklar, kâfirler ve münâfıklar nefs-i emmâre grubuna girerler.

Nefs-i Emmâre Derecesinde Bulunan İnsanlar Üç Sınıftır:
1. Allah-u Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmeye çalışır, nehiylerinden kaçınmaz.
“İstediğini yap ölümü tadacaksın,
Dilediğin gibi yaşa sonunda ayrılacaksın.”
2. Allah-u Teâlâ’nın emirlerine itaat etmediği gibi, nehiylerinden de kaçınmaz. Fakat itaat edenleri sever.
“Dünyânın muhabbeti âhiret saâdeti,
Hangisini tercih edersen nefsini ona satmış olursun.”
3. İsmi İslâm’dır. Fakat İslâm’ın hiçbir emrini yerine getirmediği gibi, İslâm’ı ve müslümanları sevmez.
“O ki tasdik etmez sünneti kitabı,
Susmak konuşmamaktır onun cevabı.”
Nefs-i emmâre derecesinde bulunup da oradan uzaklaşmak için herhangi bir gayret sarfetmeyenler, kendilerinde ıslah alâmetleri görülmeyenler cehennemde bulunmaya devam edenlerdir.
İnsanın belli bir süreye kadar yaşama garantisi olmadığı gibi, nerede ve ne zaman ne şekilde öleceğini de hiç kimse bilemez. Bunun içindir ki gelecek için şimdiden hazırlık yapmalı ve insanoğlu bulunduğu yolun “Hidayet yolu” olup olmadığını enine boyuna tahkik etmelidir. Gittiği yolun “Allah yolu” olduğunu gösterecek sağlam delilleri olmalıdır. Kendisinden önce, bulunduğu yola koyulmuş insanların hedeflerine emniyet içinde varabildiklerini müşahede etmiş olmalıdır.

2. Nefs-i Levvâme:
İnsânî ruh, emmâre iken işlediği günahlardan ve kötülüklerden pişmanlık duyar ve kendisini kınamaya başlarsa, onun bu hâline “Nefs-i levvâme” denir.
İkinci makama yükselen sâlikin artık kalbindeki yedi perdeden birisi kalkmıştır. İbâdetlerini yapar, yasaklardan kaçınmaya, emr-i ilâhi’yi yerine getirmeye çalışır. Buna rağmen yine günah işler, fakat hemen arkasından da pişman olup tevbe eder.
Bu gibi kimseler için de iyi vaadler vardır:
“Onlar ki günahın büyüklerinden ve hayâsızlıklardan kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar işleyebilirler. Şüphesiz ki Rabbinin mağfireti geniştir.” (Necm: 32)
Bu makamın seyri “İlallâh”tır. Âlemi, berzah âlemidir. Yeri gönüldür. Hâli muhabbettir. Yolu tarikattır.
Sıfatları: Kınama, haset, kötü fikir, ucb, işret, halkla çekişme, kahır, temennâ, körü körüne tevekkül, gizli riyâ, makam sevgisi ve şehvet tutkusudur.
Nefs-i emmâre’nin bir kısım sıfatları hâlâ mevcut olmasına rağmen hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak görür ve bilir. Şeriat ameli ve muhabbeti eksilmez. Kötü hallerinden dolayı üzülür. Fakat o kötü sıfatlardan kurtulması gücünün dışındadır.
Zâhidler, nefsin emmâre ve levvâme derecesindedirler.
Levvâme olan nefis de kendisine zulmettiğinden dolayı ona “Zâlim” denilmiştir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Onlardan kimi nefsine zulmedendir.” buyuruyor. (Fâtır: 32)
Eğer tevbe ederse, Allah-u Teâlâ’nın onların günah ve kusurlarını bağışlayacağı, tevbelerini kabul buyuracağı umulur.
Nefs-i levvâme’de gizli bir riyâ ve kendini beğenme hastalığı vardır. İyi amellerini halkın bilmesini ister. Övülmekten memnun olur. Başkalarına üstün gelip ezme arzusu duyar. Bu kötü huyundan hoşlanmamasına rağmen, kalbinden de söküp atamaz.
Nefs-i levvâme’de bulunan bir kimse takvâ ehlinden sayılır. Bu makamın en yüksek derecesi ihlâstır. Ancak amellerinde ihlâs da olsa, sâlik yine de tehlikeden kurtulmuş değildir.
Buna rağmen Allah katında kudsiyet ifâde eden bir makamdır.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerîme’sinde:
“Kendisini alabildiğine kınayan nefse yemin ederim ki!” buyuruyor. (Kıyâmet: 2)
Bu kınama övünülecek bir hususiyettir.
Bir insan Tarikat-ı aliye’ye kabul edildiği zaman nefs-i emmare ile girer. Bir taraftan ilim-irfan ile meşgul olurken, diğer taraftan da daimi surette nefisle mücadele halindedir. İlim cihad, ilim cihad... Ve bu suretle nefs-i emmare’yi yendiği zaman bir sıfatı küçülmüş ve bir perde kalkmış olur. Fakat Nefs-i emmare’nin büyük arzuları kökleşmiş olduğu için, bu arzuları birden söküp atamaz.
Tekrar mücadeleye mücahedeye devam eder. İlmiyle irfanıyle nefs-i levvame’yi de katettiği zaman bu perde de kalkar. İnsan nisbeten mülayimleşir, hilm sıfatına bürünür, nefs-i mülhime halini alır.
Nefs-i emmare artık o kötü sıfatlarını kaybetmiştir. Bu kayıpların sebebi de şudur:
Allah-u Teâlâ lütfuyla ona ezelden Mürşid-i kâmil’i nasip ettiği için, nasibini aldıkça ruhu kuvvet bulur. Elinden geldiği kadar hakikatı öğrenmeye gayret eder. Bir taraftan da nefsi ile mücadelesini ve mücahedesini devam ettirir.
Nefs-i levvâme’nin iki yüzü vardır. Bir yüzü nefs-i emmâreye, diğer yüzü de nefs-i mülhimeye bakar. Nefs-i emmâre’den bir bakıma yüzünü çevirmiştir, fakat tekrar meyletmesinden korkulur.

3. Nefs-i Mülhime:
İbâdet, zikir ve riyâzetlerin artması, nefisle şiddetli bir mücâdeleye girişilmesi neticesinde kalp üzerindeki perdelerden birisi daha kalkarsa, nefsin üçüncü makamına çıkılmış olur ki, bu makama “Nefs-i mülhime” denir.
Allah-u Teâlâ’nın insânî ruha isyan ve itaatını vasıtasız olarak ilham etmesinden dolayı bu dereceye “Mülhime” ismi verilmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Hidayeti kabul edenlere gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve onlara takvâ yollarını ilham etmiştir.” (Muhammed: 17)
Ruh terakki edip kuvvet buldukça nefse hâkim olmak ister. Birçok mücâhede ve mücâdeleden sonra, bu mertebede nefis ıslah olmuştur. Artık vücutta hâkimiyet ruhun eline geçmiştir.
Müminle kâfir iki ordunun mütemadiyen birbirleriyle çarpıştıkları gibi, vücutta da aynı şekilde ruhun ve nefsin yeri vardır ve bunlar zaman zaman iki ordu gibi çarpışırlar. Fakat bu çarpışmalardan kişinin haberi olmaz. Bu çarpışmalar esnasında gerçekten tutulanlar; manevî destekle, ruhanî terbiye ile nefsin arzularını bastırır. Bu noktada nefis mülayimleşir ve sakinleşir. Fakat hiçbir zaman hile-i desiselerinden emin olunmaz.
Bir insan buraya kadar kendi ihlâs ve gayreti ile çıkabilirse de, buradan ileriye ancak bir Mürşid-i kâmil’in kılavuzluğu ile gidebilir.
Bir subayın kurmay olabilmesi için nasıl ki hususi bir eğitime ihtiyacı varsa, Nefs-i mülhime’den sonraki terakkiyat için de mutlaka Fenâfillah’a çıkmış bir kâmil mürşide ve onun mânevî terbiyesine ihtiyaç vardır. Zira vuslat mürşidsiz olmaz. Mürşid onu şüphe karanlıklarından kurtarıp tecelli nurlarına çıkarır.
Bu makamda kalanların bazısı yarı deli yarı velidir, bunlara meczub denir.
Nefs-i mülhime’nin seyri “Alellah”tır. Bu makamda sâlikin kâlbinde hakikat nurları doğduğundan, onları müşâhede etmekten dolayı içinde mâsivâ kalmaz. Âlemi, ruhlar âlemidir. Yeri ruhtur. Hâli aşktır. Kendisine gelen mânâ mârifettir.
Sıfatları: İlim, cömertlik, kanaat, tevâzu, sabır, ezâya tahammül, özürleri kabul, güzel zan, hoşgörü...
Bu makamda sâlik, bütün varlıkların Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kudret elinin altında olduğunu müşâhede ettiğinden, hiçbir mahlûka itirazı olmaz. Fâil-i mutlak’ın fiillerini seyreder. Aslâ geri dönmemeye gayret eder.
Nefs-i mülhime’nin diğer vasıfları da şunlardır:
Hayretle şaşkınlığa düşmek, makamlara ermek, kabz ve bastın gelişi, havf ve recânın gidişi, zikrullahı sevmek, güler yüzlülük, hikmetle konuşmak, müşâhede ve murakaba...
Bu makamda mürid zayıftır, Hakk’a gidemez. Celâl ve Cemâl’i fark edemez. Beşeriyetin gereği haller ondan tamamen silinmediği için, gafil olduğu bir anda nefsi hemen geriye dönüp aşağıların aşağısına iner ve eski kötü alışkanlıklarına devam eder. İtikadı bozulup ibâdeti terkeder. Şeytâni hayalleri Rahmânî tecelliler sanır. Böylece helâka gider.
Bu makamdaki sâlike en mühim ve gerekli olan şey, bağlı bulunduğu Mürşid-i kâmil’e öz irâdesi ile ve titizlikle itaat edip, her emrine tam teslim olmaktır. Ayrıca nefsin istek ve arzularına şiddetle muhalefet etmelidir. Çünkü bu makamda yükselmek mümkün olduğu gibi, her an düşmek tehlikesi de vardır.
Nefs-i mülhime Kur’an-ı kerim’de şu şekilde geçmektedir:
“Her bir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona isyanını ve itaatını ilham edene yemin ederim ki, nefsini temizleyen kurtulmuştur.” (Şems: 7-8-9)
Âyet-i kerime’lerde nefse iyilik ve kötülüklerin ilham edildiği bildirilerek, ilham alan nefse dikkat çekilmiştir.
Buradaki temizlenmekten maksat, ahlâk-ı zemime adı verilen “Şehvet, gadap, kin, kibir, riyâ, hased...” gibi kötü huylardan temizlenmektir. “Temizlenen kurtulmuştur.” Beyan-ı ilâhi’si de bu mânâdadır. Yoksa zâhiri temizlik, ya da “Oruç tuttum temizlendim.” gibi basit bir mânâ çıkarılmamalıdır.
Bu makamda kalanların bazısının yarı deli yarı veli olduklarını söylemiştik. Bunun mânâsını size üç noktada izah edelim:
1. Fenâfillah’a ulaşmış bir Mürşid-i kâmil müridi yürütür, yürü demez.
Binâenaleyh bir müridin ezelde böyle bir Mürşid-i kâmil’de nasibi varsa; “Emmâre”yi ve “Levvâme”yi geçip “Mülhime”ye geldiği zaman “Fenafişşeyh” olur ve “Fenâfirresul” kalesine alınır, tahsile başlar. Bundan haberi bile olmaz, icabederse duyururlar, icabetmezse duyurmazlar. Kimisini açık kimisini kapalı götürürler.
2. Fenâfillah’a çıkmamış bir mürşid ise müridi yürütemez, ders verir yürü der. O da Fenâfirresul’e kadar gelir, önüne koca bir kale çıkar ve burada durur. Onu içeriye alacak bir fert olmadığı için öteye geçemez. İlim, amel ve ihlâsı nisbetinde ibadetine taatına devam eder ve Allah-u Teâlâ’nın sevgilisi olabilir.
3. Bu ikinci sınıfta olan kimselerin bazıları da o kalenin önünde bocalar. Bocalayınca şeytan zaten onun peşindedir, hemen yuları ona takar. Evden eve, bayırdan bayıra, dağdan dağa dolaşır. Şeytan onu bu güç noktalara sokunca, bu sefer küfretmeye başlar. Şeytan bu hâli ona sevdirdiği için, marifet yapıyormuş gibi hoşuna gider. İhlâsı da elinden alınır. Artık onun orada tutunması Mevlâ’ya kalmış. Kimisi de en aşağı dereceye kadar düşer. Allah’ımız cümlemizi muhafaza buyursun!
Hülâsa edecek olursak; birisi Fenâfirresul kalesine giriyor ve tahsiline devam ediyor, ötekiler kaleye gelince içeriye alınmadığı için -çünkü orası girme yeri değil, alınma yeridir- kimisi ihlâsıyla devam ediyor, kimisi de bocalayıp aşağıya kayıyor.

4. Nefs-i Mutmainne:
Şirkten, şüpheden, isyan ve hatadan temizlenmiş, Mevlâ’nın hitâbıyla ıstıraplardan kurtulup huzura kavuşmuş nefis demektir. Kalp üzerindeki dördüncü perdenin kalkmasıyla, ruh mutmainne makamına yükselir.
Nitekim Allah-u Teâlâ bu dereceye yükselmiş nefse:
“Ey mutmainne olan nefs!” kelâmı ile hitap etmiştir. (Fecr: 27)
Nefs-i mutmainne’de müridin seyri “Seyr-i maallah”tır. Âlemi, hakikat-ı Muhammediye’dir. Yeri sırdır. Hâli, sâdık bir tatmin hâlidir. Kendisine gelen mânâ şeriatın bazı sırlarıdır.
Nitekim bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onları hidayete erdirecek ve hallerini düzeltecektir.” (Muhammed: 5)
Sıfatları: Cömertlik, tevekkül, sabır, şükür, hilm, teslimiyet, rızâ, sıdk, ibadet, rifk, güleryüzlülük, tam müşâhede, sürekli huzur, büyüklere tâzim, kalp sevinci, tatlı dil, kusurları örtme, hataları bağışlama...
Sâlik bu makamda Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniye’ye tam olarak uyar. Bu makamda olan kişiyi görenlerin gözleri, dinleyenlerin kulakları zevk duyar. Sözleri bıkkınlık değil, sıdk ve safâ verir. Dilleri şeriat hikmetlerine, hakikat sırlarına ve mânâ inceliklerine tercümanlık eder. Oysa ki, ne bir kitap mütâlâa etmiş ne de kimseden bilgi istemiştir. Söyledikleri Kur’an-ı kerim’e ve Hadis-i şerif’lere uygun gelir. Çünkü o “İlhâmât-ı ilâhî”ye mazhar olmuştur. Bundan dolayı edep ve hayâ deryasına dalmıştır. Ona haşyet ve heybet hâli verilmiş, vakar elbisesi giydirilmiştir.
İnsanlarla ara sıra görüşüp, iç âlemine doğan hikmetlerden onlara söyler. Dostlarını istidatları kadar irşad eder.
Çoğu vakitlerini ibâdetle geçirir. Tâ ki daha yüksek derecelere ulaşmaktan mahrum kalmasın.
Nefsi terbiye ederek mutmainne derecesine kavuşturmak için Allah-u Teâlâ’ya niyazda bulunmalıdır.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir duâlarında şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’ım! Senden itminana kavuşmuş bir nefs-i mutmainne dilerim ki, sana kavuşmaya iman etsin, takdirine râzı olsun, verdiklerine kanaat etsin.” (Taberânî)
Bu mertebe, saâdet ve bahtiyarlık mertebesidir.
Bu makamda duâ ve virdlere devamla, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in sevgisi bambaşka bir hâl alır.
Bu makama gelindiği zaman, nefis artık teslim bayrağını çeker.
Tevhidin; vücudî tevhid, şuhudî tevhid, meşhud tevhid olmak üzere üçe ayrıldığı ve bunların izahları daha önce yapılmıştı. Ancak nerede olduğu izah edilmemişti.
Şuhûdî tevhid Nefs-i mutmainne’de tecelli der. Artık teslim olduğu, itminan olduğu için, Allah-u Teâlâ’nın kudretini seyretmeye başlar.
Kör göz, şaşı göz, bir de gören göz var demiştik. Nefs-i emmâre’de olan bir insan zâlim ve câhil olduğu için, ancak zahiri ilimlerle yani satır ilimleri ile kulaktan duyduğunu alır. Zannı ile, dış duygusu ile icraatını yapar. Kendi içtihadı ile hareket eder. Bir müddet hakikata kördür.
Nefs-i mutmainne’ye geçen bir insan ise şaşıdır. Allah-u Teâlâ’nın azametini seyrederken, kendi varlığını da seyreder. Allah-u Teâlâ’nın ulûhiyet sırlarını her zerrede temâşâ ettiği gibi varlığı ile temâşâ ettiği için biri çift görüyor, körlükten kurtulamamış, fakat şaşı olmuş.
Tasavvur buyurun Tarikat-ı aliye nasıl bir ilim-irfan mektebidir ki, körlükten kurtulup şaşı haline geliyor. Daha da çok çalışabilirse, Allah-u Teâlâ onu gören göz de yapar. Binaenaleyh nefs-i mutmainne’de nefis ruha teslim olur, Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine rızâ gösterir.
Ârifler, nefsin mülhime ve mutmainne derecelerindedirler. Bu dereceler Fenâfillâh makamında tecelli eder.
Burada ihlâsla ibadet ve taatına devam ederse, Allah-u Teâlâ’nın bütün emirlerine boyun büktüğü zaman; Râziye’ye, Mardiyye’ye çıktığı gibi, Nefs-i sâfiye’ye dahi çıkabilir.
“Ey mutmainne nefis!” diye başlayan Âyet-i kerime’nin sonunda:
“Gir cennetime!” (Fecr: 30)
İfadesi yer almaktadır. İşte gerçek saâdet ve selâmet bundan ibarettir.

5. Nefs-i Râziye:
Allah-u Teâlâ’nın bütün imtihan ve ibtilâlarına sadâkat göstermiş, gelmiş ve gelecek her şeye râzı olmuş, bütün gayret ve arzusu Mevlâ’nın hoşnutluğunu kazanmak olan nefsin haline “Nefs-i râziye” denir.
Bu makamda sâlik denize düşen çöp gibi olmuştur. Deniz onu istediği tarafa çalkaladığı gibi, o da hükm-i ilâhi’ye öylece teslim olmuştur. İrâdesini Hakk’ın irâdesine bağlamış, reyini de O’na vermiştir.
Bu nefsin seyri “Fillâh”tır. Âlemi, lâhut âlemidir. Yeri, sırrın sırrıdır. Hâli, fenâya varmış olmaktır.
Sıfatları: Verâ, ihlâs, muhabbet, Mevlâ ile dostluk, ilâhi huzur, kerâmet, mâsivâyı terk, teslimiyet, rızâ, eziyetlere sabır, halkı irşad, en ince edeptir. Duâsı reddedilmez. Herkes tarafından saygıyla karşılanır.
Râziye ile bundan sonra gelen Mardiyye makamlarında olan nefisler Kur’an-ı kerim’de şu hitâb-ı ilâhî ile taltif edilmişlerdir:
“Dön Rabbine! Sen O’ndan râzı, O senden râzı olarak.” (Fecr: 28)
Öyle bir halde dön ki, sen Rabbinden hoşnut, Rabbin de senden hoşnut.

6. Nefs-i Mardiyye:
Bu makama yükselen nefisten Hazret-i Allah râzı olduğu için “Nefs-i Mardiyye” adını almıştır. Râzı olunmuş nefis demektir.
Bunun seyri “Anillah”tır. Âlemi şu görünen şehâdet âlemidir. Yeri Hafâ’dır. Hâli hayrettir. Yolu şeriattır.
Sıfatları: Allah ve Resul’ünün ahlâkı ile ahlâklanmak, hataları bağışlamak, ayıpları örtmek, güzel zanda bulunmak, herkese lütuf ve şefkat göstermek, insanları karanlıklardan kurtarmak için onlara meyl ve muhabbet...
Ancak bu meyl ve muhabbet sadece Allah için olup, acıma ve şefkatten ibarettir. Görünüşte insanlardan ayrılmaz, fakat bâtında Hakk iledir. Kalbi mâsivâdan kurtulmuştur.
Muhtaç olduğu ilimleri Allah-u Teâlâ’nın izniyle mânâ âleminden madde âlemine taşır ki, insanlar istifade etsin.
İfrat ve tefritten kaçınır, orta yolu takip eder.
“Vâkıflar”, nefsin Râziye ve Mardiyye derecelerindedirler. Bu dereceler Fenâfillâh makamında tecelli eder.
Allah-u Teâlâ o nefsi daha dünyada iken cennetle müjdeliyor.

7. Nefs-i Sâfiye:
Bu makamda nefis artık sâfileşmiş, süzülmüş, vücudun en kötü yeri iken en iyi yeri olmuş, yani taş iken elmas olmuştur.
Bu makamda sâlik Hakk’ın elindedir. Hakk’ı bilir ve her şeyini de Hakk’tan bilir. Ne kendisini ne de rızkını düşünür. “Neme lâzım, o Sâhibime aittir.” der. Çünkü o çok iyi bilir ve görür ki Allah-u Teâlâ evin sâhibi, kendisi ise misafirdir. “Hû komşu!” denir ya, buradaki “Hû!..” bizzat ev sahibine seslenmektir.
Ondan başkasını tanımaz, her şeyini sadece O’ndan ister. Çıkacak hükm-i ilâhî’ye peşin olarak râzıdır.
“Meşhud tevhid” nefsin sâfiye derecesinde tecelli eder.
Hiç olduğu zaman, perdeler aralandığı zaman, O’nu gördüğü zaman, O’ndan başka bir şey görmediği zaman meşhud tevhid tecelli eder.
Fakat bu göz onun değildir. Bunu kör göz nasıl görebilir?
Onların vasıfları kısaca şöyledir:
1. Onlar Hakk’ın kölesidir. İyi bilirler ki, Mevlâ dilerse tutar, dilerse atar. Dilerse muhafaza eder, dilerse etmez.
2. Bir damla rahmet-i ilâhî’ye muhtaç olduklarını bilirler.
3. Bildirilmedikçe, bildirilmeyen hiçbir şeyin bilinmeyeceğini bilirler.
4. Mevlâ dilerse bunları dâire-i saâdetine alır ve dâire-i saâdetine ancak bunlar alınmışlardır.
Bunlar birer hakikat ölçüsüdür. Hareketler buradan anlaşılır.
Herkes nefsinin derecesine göre bu ilmi anlar.
Âyet-i kerime’de:
“Her ilim sahibinin üstünde daha üstün bir bilen vardır.” buyuruluyor. (Yusuf: 76)

İlâhî Vaad:
Allah-u Teâlâ nefsi ile cihad yapan kullarına yardımda bulunacağına dair Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz.
Şüphesiz ki Allah ihsan erbabı ile beraberdir.” (Ankebut: 69)
Azami gayret mânâsı çıkıyor. Allah-u Teâlâ azmi ve ihlâslı niyeti nisbetinde kulunu destekler, yolunu açar, hidayetini arttırır, imanını kemâlleştirir.
Bu Âyet-i kerime’nin içinde birçok ince sırlar vardır.
Yolunu açtığı zaman önünü görüyorsun, hidayetini artırdığı zaman O’nu görüyorsun. Bu ise o hâle erdirdiği kimselere mahsustur.
O noktaya vardığın zaman sen artık bir robot, bir perde oluyorsun. Doğrudan doğruya: “Ben seninle beraberim.” buyuruyor. “Ben seni destekliyorum, yürü!” buyuruyor.
Yolunu açmazsa önünü göremezsin, hidayete erdirmezse bilemezsin, imanını kemâlleştirmezse göremezsin.
Bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruluyor:
“Bana bir karış yaklaşan kimseye ben bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşan kimseye ben bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben de koşarak gelirim.” (Buhârî - Müslim)


NEFİS DERECELERİNİN
DAHA İYİ ANLAŞILABİLMESİ İÇİN
BİR TEMSİL
Nefis derecelerinin daha iyi anlaşılabilmesi için bir cevizi temsil olarak arzedeceğiz. Herkes kendisini ölçsün.
“Ümmetim benden sonra yetmişüç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna, diğerleri hep ateştedir.
Onlar kimlerdir Yâ Resulellah?
Benim ve Ashâbımın yolunda olanlardır.” (Ebu Dâvud)
Yetmişüç fırkadan yetmişikisi cehennemlik olduğuna göre, yetmişüç cevizden yetmişikisinin çürük olduğu anlaşılıyor.
Bu kesin bir beyân-ı Peygamberî’dir ve ne kadar korkunç bir şeydir!
Bunların hepsi onun ümmetidir, amma yetmişikisi cehennemliktir, ancak bir tanesi kurtuluş fırkasıdır.
Bizim mevzumuz şimdi o sağlam bir ceviz üzerinedir. Bu sağlam olan cevizin de nasıl döküleceğini dikkatle takip ederseniz öğrenmiş olursunuz.
Nefs-i Emmâre:
Cevizin yeşil kabuğu Nefs-i emmare’dir. O yeşil kabuk da Allah-u Teâlâ’nın yarattığı bir latîfedir. Fakat kötü işlere meyledip o kötü işleri işlediğinden ötürü, cevizin kabuğu gibi, Nefs-i emmâre de acıdır. En kalın perde odur.
Nefs-i Levvame:
Cevizin yeşil kabuğundan sonraki sert kabuktur. İçeriye nüfuz etmediği için hep benlik davasında bulunur. Nefsin arzularını o ceviz kabuğunu kırar gibi kırmadıkça, gerçekten içeriye nüfuz etmek mümkün değildir.
İşte bütün benlikler burada toplanır. Çok mühim bir noktadır. “Ben!.. Ben!.. Ben!..” diyenlerin yeri ve durağı burasıdır.
Bu benliği cevize temsil ediyorum:
Kim ki duyarsanız “Ben, ben!..” diyor, onların hepsi kabukta kalmıştır, kendi içine nüfuz edememiştir, içinden istifade edemiyorlar. Nefis içeride “Ben, ben!..” diyor, “Sen giremezsin buraya!..” diyor.
Nefs-i Mülhime:
Enelik kabuğunu kırmış, içeriye nüfuz etmiştir. Ve fakat içten içe geçmek için, arzu ve istekleri perde mesabesindedir. İçindeki haşaratı temizlemesi gerekmektedir.
Nefs-i Mutmainne:
Haşaratı temizlemiş, zarı kalmıştır. Hakk’a hayli yaklaşmıştır. O zarın da kalkması için Râziye merdivenine çıkması lâzımdır ki “Lüb” yani cevizin özü husule gelsin.
Daha önce “Makam”dan bahsederken Râziye’ye gelince “Merdiven” ismini verdik. Çünkü insan büyüdükçe küçülür, küçüldükçe büyür. O zaman kişi merdivenden hep aşağıya iner ve küçülür, azamet-i ilâhî’yi o zaman görmeye başlar.
Nefs-i Mardiyye:
Artık haşaratı temizlemiştir. Mutmainne’den sonra Râziye’ye ermiştir, o zar kalkmıştır. Nefs-i mardiyye’de “Lüb” kalır, o zaman cevizin iç tarafının özü kalmıştır.
Mardiyye merdivenine çıkanların dahi dilediğini tutar, dilediğini atar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Allah dilediğini mağfiret eder, dilediğine azap eder.” (Bakara: 284)
Bunun böyle olduğunu bilmek gerekir. Mahlûkun hiç hükmü yoktur. Hüküm ve değer yalnız ve yalnız Zül-celâl vel-kemâl olan Allah-u Teâlâ’ya mahsustur.
Nefs-i Sâfiye:
Ceviz burada boşalmış olur. Artık o zaman içinde yalnız Allah-u Teâlâ’nın varlığını görür.
Çok açık ifade ediyorum, kendisinin de, kâinatın da kabuktan ibaret olduğunu görür. Kendisi de aslında böyledir, kâinat da böyledir.
İşte gerçek mânâda Kelime-i tevhid’i söyleyebilen bunlardır.
İkinci temsil:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır.” (Ahzâb: 4)
Ki, birini Muhabbet-i Mevlâ’ya, diğerini muhabbet-i mâsivâya hasretsin. Bir kalpte iki sevgi yaşamaz.
Kimin kalbinde yalnız Allah-u Teâlâ var, o Hakk iledir. Kimin kalbinde mâsiva var, o halk iledir.
Kelime-i tevhid’in cevizin üzerine ayrı bir temsili:
Bir insan “Lâ ilahe illâllah” der, fakat yeşil kabuk var, kalbin üzerinde yedi perde var. Diyor amma ağızda kalıyor, boğazdan aşağıya inmiyor.
“Nefs-i Levvâme”de “Lâ ilâhe illâllah” diyor amma, içeride nefis “Ben, ben!..” diyor, sert kabuğu delememiş.
“Nefs-i mülhime”de “Lâ ilâhe illâllah” diyor, burada cevizin kabuğunu yani kalbi deliyor, amma içinde Hakk’tan gayrı birçok muhabbet var. Çok muhabbet olduğu için çok uğraşıp ahlâk-ı zemimeleri temizlemesi gerekir.
“Nefs-i mutmainne”de “Lâ ilâhe illâllah” diyor, bu noktada Kelime-i tevhid biraz daha rahat iniyor. Orada öyle bir iniş yapıyor ki, şirkten şüpheden kalp artık kurtuluyor. Gerçek iman sahibi olma vukûfiyetini kazanıyor.
“Nefs-i râziye” de öyle bir hale gelir ki, o artık Allah-u Teâlâ’dan râzı olmuştur. “Beni O yarattı.” diyor, “Beni O yaşatıyor, beni O yediriyor, beni O içiriyor.” diyor. Her haline râzıdır. Acı da gelse, tatlı da gelse, O’nun her hükmüne râzıdır. Çünkü artık iman kökleşmeye başlamıştır. Kelime-i tevhid tohumu artık kalbe düştü, yavaş yavaş çimleniyor, o çim bütün vücuda yayılıyor, her âzâsına iman salınıyor ve artık onu yaratanı biliyor, şirkten şüpheden kurtuluyor, Yaratan’dan memnun olduğu için her şeyine râzı oluyor.
Bu hâl uzun zaman devam eder, sonra ibadet ve taatlarını samimi bir şekilde yaptığından ötürü Allah-u Teâlâ ondan hoşlanır.
Ve fakat “Nefs-i sâfiye”ye gelince, artık burada hiçbir şey kalmamıştır. Kabuk kalmamış, haşarat kalmamış, cevizin üzerindeki zarı kalmamış, “Lüb”ü de kalmamış ve boşalmış olur.
O “Lâ ilâhe illâllah” dediği zaman Allah-u Teâlâ’yı hem görür, hem de içinde O’ndan başka bir mevcut olmadığını da görür. Kelime-i tevhid’i gerçek mânâda söyleyen ancak bunlardır.
Bu sırr-ı ilâhî, yani Kelime-i tevhid’in sırrı açılmış oldu.

KURTULUŞ KAPISI
Tarikat-ı âliye bir ilim-irfan mektebidir. Bu yolun ilim-irfan mektebi olduğunu anlayabilmek için “Nefis dereceleri”ni çok iyi tetkik etmek gerekmektedir.
Mektebe kaydını yaptıran bir insan, devam etmeyip sınıflarını geçmediği zaman, nasıl ki onun mektebe kaydını yaptırması bir mânâ ifade etmediği gibi; Tarikat-ı âliye’ye intisap eden bir kişi de, sınıfları geçmediği müddetçe, nefsini izale edemez, hayvanî sıfatlardan sıyrılamaz, dereceleri katedemez.
Letâifleri bitirecek, dereceleri geçecek ki, insan sıfatına bürünsün.
Emmâre’nin ıslahından sonra Levvâme’ye geçildiği zaman büyük çarpışmalar olur. Mülhime’ye geçildiğinde insan sakinleşir, koyun sıfatına bürünür, güzel ameller yapar, nisbeten rızâ-i Bârî’ye kavuşur. Bu arada az da olsa bazı ilhamlar da gelir. O şimdi artık yolcudur. Nereye yolcu? Hakikata yolcu.
Bir mertebe daha geçerse Mutmainne olur. Kurtulanlar burada kurtulur. Vuslat-ı ilâhi buradan gelir.
O bir fırkaya âit kurtuluş kapısını tarif ediyoruz.

TERAKKİYÂT İLE HELÂKİYÂT NOKTASI
Bir kimse Tarikat-ı aliye’ye intisap ettikten sonra epey yol alır. Mürşid-i kâmil müridin ruhunu yükseltir. Birinci tepeyi geçirir, orada yol ikiye ayrılır. Cenâb-ı Hakk lütfuyla tecelli ettiği zaman mürid yukarıdan aşağıya doğru kendisini küçültmeye, varlığını yok etmeye çalışır. Mahviyet haline bürünür.
Yani ihlâslı olanlar yürüdükçe varlıklarını yitirirler. O tepeden aşağıya doğru Allah’ın lütfuyla iner. Yani çıkar, çıkar, çıkar ve hiçliğe iner. O hiçlik onun Daire-i saadet’ine delâlet eder. Bunlar Allah-u Teâlâ’nın kurtardığı kimselerdir. Senelerden beri nazargâh-ı ilahi olan kalbine sardığı varlık tellerini, Allah yoluna düşmesiyle yavaş yavaş sermeye başlar. Diğer taraftan da hiçlik tellerini toplar. Mahviyyet kısmına geçince artık yükü azalmıştır. Yapıcılık, bilicilik, öncülük gibi sıfatlar bir bir zâil olmaya başlar. Kendilerine şevk, teslimiyet, muhabbet, murakaba, tevekkül, vahdet ve hal gibi lütuflar ihsan olunur. Bunlar “Nuriye fırkası”na ayrılmış olanlardır.
Şimdi bir insan manen yükseldikçe Allah-u Teâlâ dilediğini indirir, indirir, indirir, herşeyi yerde arar. Yerin altında arar.
İhlaslı kimsenin yürüyüşü böyledir. Nasibini aldıkça gider, terakki eder. Nasibi varsa bir gün muradına erer.
“Muradına ermek” ne demektir?
Üç noktada; Fenâfişşeyh, Fenâfirresul ve Fenâfillâh’ta olur. Bu merhalelerden geçenler benliklerini eritirler.
Yüz binler yola çıkar da, ancak murad olmaya namzet fertler kalır. Yani yürüdükçe azalırlar. Allah-u Teâlâ’nın lütfu eriştiği zaman mürid de murad olur.
Âyet-i kerime’de:
“Kim inanır, nefsini ıslah ederse, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” buyuruluyor. (En’am: 48)
Bir de şeytana tutunanlar vardır.
O tepede ya, şeytan o anda onu kaydırmaya çalışıyor ve kaydırıyor. “Herkesten daha üstünüm.” demeye, herkese tepeden bakmaya başlar. Her şeyi kendisine maleder. Çok yükseldiğini zanneder. Herkesi küçük kendisini büyük görür. “Ben yürüyorum, ben biliyorum, ben söylüyorum, ben çalışıyorum.” diyerek sivrilmiştir, içine kurt düşmüştür. Bu gibi haller geldikçe yanıbaşındakileri küçümsemeye başlar. Artık o yolunu değiştirmiştir. Sola kaymıştır. Kaydığı yetmez, orada plan çevirmeye çalışır. “Ben bu işi daha iyi yürütebilirim, daha lâyıkım.” der. Plânını tatbike koyarken Allah-u Teâlâ da onun kalbini çevirir. Kalbini çevirdiği anda mukallit sınıfına düşer. Artık o bir yıkıcıdır. Bunlar da Nâr fırkası’dır. Onlarda şekavet, gadap, harislik, tûl-i emel, gönlü boş şeylere bağlamak gibi haller vardır.
Âyet-i kerime’de:
“Nefsini tertemiz yapıp arındıran felah bulmuş, kurtulmuştur, onu kirletip örten kişi elbette ziyana uğramıştır.” buyuruluyor. (Şems: 9-10)
Birisi mahviyyete doğru iniş yapıyor, birisi varlıktan kayıyor. Burası mihenk taşıdır.
Öyleyse alındıktan sonra Allah-u Teâlâ’ya sığınmalı, ihlas ve samimiyetle yola devam etmelidir. İnsan manevi yolda yürüyüp terakki ettikçe kendisini küçük görmeye, küçülmeye, süzülmeye başlar, davalardan geçer. Gayesi Hakk olup rıza için hareket eder. Fakat terakki edemezse kendisini beğenme hali husule gelir ve eneye kapılır. Kendisine paye verdiği anda olduğu yerde çakılır, hem düşer hem helâk olur. Başkasını da helâk eder. Şöyle ki, çürüyen bir meyvanın yanındaki meyveleri de çürütmesi gibi o anda başkalarını hemen çürütür. Niyetini bozmakla kendisini ihraç etmiştir, başka bir şey yapmamıştır. Çünkü Mevlâ her şeyi biliyor. Allah-u Teâlâ’dan başka onu kimse kurtaramaz. Ancak O murad ederse kurtarır. Bunların durumu ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere dikkat etmekle ortaya çıkar.
Enes -radiyallahu anh- buyururlar ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu duâyı çok yapardı:
“Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.”
Ben bir gün kendisine:
“Yâ Resulellah! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?’ dedim.
Bana şöyle cevap verdi:
“Evet! Kalpler, Rahman’ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği tarafa çevirir.” (Tirmizi: 2141)
Allah-u Teâlâ bir anda parmağıyla çeviriverir. Müslüman iken münafık olur.
Hatta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in:
“Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Kalplerimizi senin taâtına çevir.” (Buharî) diye niyazı vardır.
Şeytan iki yerden avlar.
Saf, cahil insanlar kısmına, “Sen artık oldun, tamam senin işin, çıktın.” der. O da: “Tamam” der. “Artık ben oldum.” İlmi olan okumuş insana da: “Senin ilmin var, sen her şeyi bildin, bunların içinde ne işin var.” der. O da: “Tamam” der. “Ben her şeyi bildim.” Ona da oltayı böyle takar. Bunlar şeytana kulak verdiklerinden gerçekten şeytan fırkasından olurlar.
Bir kişinin kalbine nefis girdi mi, nefse uydu mu “Ben” dediği zaman, “Ben biliyorum” dediği zaman kaymıştır. Bütün terakkiyat ve kaymalar bu hal üzeredir. Onun için bakıyorsunuz, “Oldum, oldum, oldum.” Ne oldun? Helak oldun. Ötekisi ise, yavaş yavaş hiçliğe iner, yok olur.
İkinci bir sır daha var.
Hazret-i Allah’ın işine karışmayacaksın. Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimizin işine karışmayacaksın. Mürşid-i kâmil’lerin işine karışmayacaksın. Karıştın, gittin! Çünkü bilmeyerek bir yere, düğmeye basarsın, berhava olur gidersin.
Mürşid-i kamil’lerin işine nasıl karışılır?
Mürşid-i kamil’in işini Hazret-i Allah görür. Arzu ve irade yaşamaz. Bunu karşıdaki ölçemez. Mürşid-i kamil’in işine karışırken, bilmeyerek Hazret-i Allah’ın işine karışır. Duâ ederken: “Allah’ım hükmün arzumdur. Hakkımdaki hükmünü sevdir.” diye niyaz ederiz.
Mürşid-i kamil’in mühim işlerine, hususi işlerine karışılmamalıdır. Sor, tarifini al, devam et, geç git, yürü...
Çünkü: “Allah’ım iraden üstümdedir.” diyoruz.
Bunu karşıdaki bilmez, düğmeye basarsa helâk olur. Bilmeyerek Allah-u Teâlâ’nın işine karışılmış olur.

Şeytanın Hileleri:
Rüyada Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz görülürse o rüya doğrudur. Şeytanın aldatmasından korunmuştur. Çünkü şeytan onun şekline giremez.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
“Rüyada beni gören hakikatta görmüştür. Çünkü şeytan benim şeklime giremez.” (Camiüs-sağir)
Şeytan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin sıfatına giremediği gibi vekili olan Mürşid-i kâmil’in sıfatına da giremez. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve onun vekili olan Mürşid-i kâmil hidayete ermişlerdir. “Hâdi” ism-i şerif’inin mazharı olmuşlardır. Şeytan ise onun zıddı olan “Mudill” ism-i şerif’inin tecellisine uğradığı için o nuru temsil edemez, o aynada görünemez. Ateş suya giremiyor daha doğrusu.
Şu kadar var ki, onun kendi şekline, aynı suretine giremez, fakat oyum diye görünür, ona benzemeye çalışır. Bu ise aynı sahte paraya benzer. Aynı para gibidir, fakat bir yeri noksandır. O bir yeri noksan olmazsa cesazı çok ağırdır. Şeytan sûret-i haktan görünerek insanları yoldan çevirmeye, bunun için de her surete girmeye çalışır. Fakat aynı surete girmesi mümkün değildir. Çünkü o sıfat sadece ona verilmiş, şeytana verilmemiştir.
Bu noktada çok dikkatli ve uyanık olmak gerekmektedir. İnsanların aldandığı nokta işte budur.
Cinler çeşit çeşit suretlere giriyorlar, kendilerine birer isim takıyorlar ve kendilerini böyle tanıtıyorlar: “Ben Resulullah Aleyhisselâm’ı gördüm!” diyor. “Bana böyle söyledi!” diyor. Artık ona hiçbir söz fayda vermez. Halk böylece çok rahat bir şekilde göz göre göre yolunu şaşırıyor.
Şeytan rahmânî surete girer, o şekilde görünür. Olmayan şeyi olmuş gibi gösterir. Kendi sözlerini ve işaretlerini rahmânî imiş gibi gösterir. Rüya göreni şaşırtır, zehirini eker gider. O kimse o zehirden ya kurtulur hayat bulur, veyahut ölüme mahkum olur. Artık onun mürşidi şeytan olur.
Rüya ile iş bitseydi, rüyada görülenlere güvenilseydi, müridlerin mürşidlere hiç ihtiyaçları olmazdı. Allah yolunu bulmak, mârifetullaha ulaşmak için Tarikat-ı aliye’ye bağlanmak lâzım gelmezdi. Herkes rüyada gördüğüne göre hareketlerine yön verirdi. Her câhil, her ahmak kendi görüşüne göre hareket ederdi.
Sâdık bir mürid, başında mürşidi varken binlerce rüyâya on paralık değer vermez. Akıllı ve uyanık bir tâlip, böyle bir nimete kavuşmuş iken rüyâları hayâl sayar, hiçbirini hatırına bile getirmez.
Şeytan güçlü ve kuvvetli bir düşmandır. İnsanları cehenneme çağıran simsar ve tellâldır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Şeytan şüphesiz ki sizin amansız bir düşmanınızdır, siz de onu düşman tutun. O kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem halkından olmaya çağırır.” buyurmaktadır. (Fâtır: 6)
Sona varanlar bile onun hile ve desiselerinden, aldatmasından korkusuz değildirler. Durum böyle olunca yolun başlangıcında olanlar ne olur? Halbuki Allah-u Teâlâ sondakileri korumaktadır. Şeytan bunları aldatamaz.
İmam-ı Gazâlî -kuddise sırruh- Hazretleri buyurur ki:
“Kişinin kalbi nur haline geldiğinde, bütün mânâları idrâk eder, kendisine geniş ufuklar açılır. (.....) Melekten gelen ilham ile şeytanın vesvesesini ayırdedecek hassayı elde eder.” (İhyâ-u Ulûm’id-dîn)
Bu ise mârifeullah ehlinin hass’ül-has’larına âittir. Allah-u Teâlâ’nın kalbini nur ettiği kimseleri O idare ettiği için, şeytanın o andaki sızıntısını bilir, Allah-u Teâlâ’ya sığınarak o sızıntıdan kurtulur.
Başlangıçtakiler ise böyle değildir. Bunun içindir ki onların rüyâlarına güvenilmez. Düşmanın aldatmasından korunmuş değillerdir.
Daha evvelki sözlerimize dikkat edin. “Rüyalara ve rüyacılara itibar etmeyin, aksi halde şeytanın askeri olursunuz.” demiştik. Hatta size bir temsil vereyim. Bu mevzunun bir kısmını bir kardeşe izah ediyorduk. O meyanda sanki birisi uçarak geldi. O kadar heyecanlı idi ki: “Efendim dedi, bir rüya gördüm, arabayı durdurttunuz ve bana validanımı getirin dediniz.!”
O anda kardeşe dedim ki: “İşte şeytanın uçurduğunu görün, rüyâya ve rüyacılara suret-i katiyede inanmayın.”
Çünkü şeytanın hilesi çoktur. Onun hilelerinden bazılarını size izah etmiştim. Hatta bir defasında Makam-ı İbrahim’de bulunuyordum, baktım sol tarafımda oturuyor. Şeytan olduğunu biliyorum, Allah’ım tanıtıyor. Kaç defa gördümse yine tanıdım. Bu defa para istedi, vermedim. Bir daha istedi, bir daha istedi. Orada hem para verilmez, hem de ona itibar edilmez. Fakat gayesi beni meşgul etmek, huzurdan alıkoymak. Artık o huzursuzluktan kurtulmak için ufak bir para verdim. Sonra kendi kendime hayret ettim. Tanıdığım halde niye ilgi gösterdim diye. Şeytanın hileleri o kadar çoktur.
Bunlardan bir tanesi kitapta da var, tekrar arzedeyim.
Bir gece ibadet ediyordum. Kıyamda iken bir ses geldi. “Sen artık en yüksek makama çıktın!” O anda bu sesin şeytandan geldiği bilindi. Allah-u Teâlâ’nın lütf-u ihsanı, ikramı yetişirse, herşey kolaylaşıyor. Bir an tereddüt ettiğin zaman helâk olursun. Fakat Allah-u Teâlâ daha evvel lütfettiği için, bu sesin şeytana ait olduğunda bir an bile tereddüt edilmedi. Meğer insan ibadet esnasında çok yükseklerde imiş, bundan kimsenin haberi yok. Gayr-i ihtiyari iniş yapmak istedik. Fakat o kadar bilgi sahibi ki, belki inişe geçer diye hesaplamış, ayağımın altına yuvarlakça bir masa hazırlamış. İndiğim zaman ayaklarım o masaya değdi. Daha uçları değer değmez Allah-u Teâlâ onun şeytana ait olduğunu duyurdu. O anda Allah-u Teâlâ’ya sığındım, istediğim yere iniş yaptırdı. Eğer Allah-u Teâlâ’nın lütfu olmasaydı kurtuluş imkânsızdı. Bunların hepsi bir an içinde oluyor. Bu kadar hilekârdır.
Bunun içindir ki “Şu rüyâ, bu rüyâ!...” diyerek kimseye itibar edilmemelidir. Çünkü şeytânî rüyâ ile Rahmânî rüyâyı ayırmak gerçekten zordur. Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz dahi rüyâ gördükleri zaman Rahmânî mi şeytânî mi diye tereddüt ettiler. İşte İbrahim Aleyhisselâm’ın rüyâsı meydanda.
Kişi ancak Allah-u Teâlâ’nın kurtarmasıyla kurtulur. Ancak Allah için hareket edenleri, Allah-u Teâlâ uyandırır, ikaz eder, yolunu gösterir. Onlara hakikatı bildirir ve duyurur. Onları nefsin ve şeytanın hilelerinden kurtarır. Nefsin ayrı hilesi vardır tükenmez, şeytanın ayrı tuzakları vardır bitmez.
Fakat Allah-u Teâlâ bir kula lütfu ile tecelli ederse, bütün bu hileler ve tuzaklar hükümsüzdür. Yemin ederim ki kişi ancak Allah-u Teâlâ’nın kurtarmasıyla kurtulur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurdu ki:
“Allah’ın hidayet edip doğru yola sevk ettiği kimse doğru yolu bulmuştur. Kimi de sapıtırsa, işte onlar mahvolanlardır.” (A’raf: 178)
Benim bildiğimi siz bilseniz kurtulamayacağınızı anlarsınız. Bu hakikatların birçoklarını Allah-u Teâlâ bize gösterir. Onun için çok iyi biliyorum ki, ancak ve ancak Allah-u Teâlâ murad ettiğini kurtarıyor. Diğerleri bir fırtınaya tutuluyor ve ebedi hayatı gidiyor. Artık onun şeyhi şeytan oluyor, onu artık o irşad ediyor, o kendisinin Hakk yolunda olduğunu zannediyor.
“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola hidayet ettikten sonra, kalplerimizi saptırıp döndürme.” (Âl-i imran: 8)


islam

MARI themes

Blogger tarafından desteklenmektedir.