help 2.30.38.1 01-Taharet1 previous next
HADİS KİTAPLARI > SÜNEN-İ İBNİ MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHİ > taharet > 01-Taharet1
1. TAHARET VE SÜNNET (HADÎS)LERİNİN BEYÂNI KİTABI
1 _ Abdest Ve Cünüplük Dolayısıyla Gusül İçin Gerekli Su Miktarı Hakkında Gelen Hadîsleri Beyânı Babı
Bu Babtaki Hadîslerin İzahı
Allah'ın Taharetsiz Namaz Kabul Etmiyeceğini Beyân Babı
Namazın Anahtarı Taharettir, Babı
4 — Abdesti Muhafaza Etmek Babı
Abdest İmanın Yarısıdır, Babı
6 — Abdestin Sevabının Beyânı Babı
7 — Sivâk Babı
8 — Fıtrat Babı
Adam Helâ'ya Girmek İsteyince, Söyliyeceği (Duâ) Babı
10 — Heladan Çıktığı Zaman Okuyacağı Duâ Babı
11 — Helâ'da Allah Cazze Ve Cellej'yi Zikretmek Ve Yüzük (Taşıma) Babı
12 — Gusül Yerinde Su Dökmenin Kerâhati Babı
13 — Ayakta Su Dökmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı
14 — Oturarak Su Dökmek Hakkındaki Bab
15 — Sağ El İle Zekere Dokunmanın Ve Sağ El İle İstinca Etmenin Kerâhat Babı
16 — Taş İle İstinca; Revs Ve Rimme'den Nehiy Babı
17 — Küçük Ve Büyük Abdest Bozarken Kıbleye Doğru Durmanın Yasaklığı Babı
18 — Helada Kıbleye Doğru Veya Sırt Çevirmek Hakkında Ruhsat Ve Mübahlık Verildiği, Fakat Çöllerde Mubah Olmadığının Beyanı Babı
19 — Küçük Abdestten Sonra Îstibrâ1 Babı
20 — Küçük Abdest Bozup Su İle Tahâretlenmeyenin Babı
21 — Yol Üstünde Kazâ-İ Hacet Etmekten Nehiy Babı
22 — Faza (= Açık Yer) De Abdest Bozmak İçin Uzaklaşmak Babı
23 — Büyük Ve Küçük Abdest Bozmak İçin İrtiyad Babı
24 — Abdest Bozmak Üzerinde Toplanmaktan Ve Orada Konuşmaktan Nehiy Babı
25 — Durgun Suda Küçük Abdest Bozmaktan Nehiy Babı
26 — Sidik Hakkında Teşdîd Babı
27 — Küçük Abdest Bozarken Kendisine Selâm Verilen Adamın Durumunun Beyânı Babı
28 — Su İle Îstincâ Babı
29 — Îstincâ'dan Sonra Elini Toprağa Sürenin Beyânı Babı
30 — Yemek Ve Su Kabının (Üstünü) Örtmek Babı
31 — Köpeğin Yalamasından Dolayı Kabı Yıkama Babı
32 — Kedi Artığı İle Abdest Almak Ve Onun Hakkındaki Ruhsat Babı
33 — Kadının Abdest Suyu Artığının (Kullanılmasına) Ruhsat Babı
34 — Ondan Nehiy Babı
35 — Erkek Ve Kadının Bir Kabtan Gusletmeleri Babı
36 — Bir Kabtan Abdest Alan Erkek Ve Kadın Babı
37 — Nebîz İle Abdest Almak Babı
38 — Deniz Suyu İle Abdest Alma Babı
Deniz Meyteleri Hakkındaki Âlimlerin Fetvaları
39 — Abdesti İçin Yardım İsteyip Kendisine Su Dökülen Adamın Beyânı Babı
40 — Uykudan Uyanan Adam, Elini Yıkamadan Önce Kaba Sokabilir Mi? Babı
41 — Abdestte Tesmiye (Allah'ı Anmak) Hakkında Gelen Hadîsler Babı
42 — Abdestte Sağdan Başlamak Babı
43 — Bir Avuçtan Mazmaza Ve İstînşak Babı
44 — Îstinşak Ve İstinsabda Mübalağa Etmek Babı
45 — Birer Defa Abdest (Uzuvlarını Yıkamak) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
46 — (Abdest Uzuvları) Üçer Defa (Yıkayarak) Abdest Almak Babı
47 — Birer, İkîşer Ve Üçer Defa(Uzuvları Yıkayarak) Abdest Almak Hakkında Gelen Hadîsler Babı
48 — Abdestte Îktisad Ve Bunda İsrafın Keraheti Hakkında Gelen Hadisler Babı
49 — Abdest İsbağı (= Tam Alınması) Hakkındaki Hadîslerin Beyânı Babı
50 — Sakal Tahlili Hakkındaki Hadisler Bâb1
51— Başa Meshetmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
Başın Ne Kadarını Meshetmek Vâcibtir?
Kaç Defa Meshedîlir ?
52 — Kulakların Meshi Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
El-Menhel'de Bu Konudaki Görüşler Şöyle Anlatılıyor
53 — Kulaklar, Baştandır, Babı
54 — Parmakları Hilallamak Babı
55 — Arâkıybı Yıkama Babı
56 — Ayakları Yıkamak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
57 — Allah Tealâ'nın Emri Üzerine Abdest Almak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
58 — Abdestten Sonra Su Serpmek Hakkında Gelen (Hadisleri Babı
Hadîsleri Çıkaranlar
59 — Abdest Ve Gusülden Sonra Mendil (Kullanmak) Babı
Çeşitli Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler
Kurulamayı Mekruh Görenler
Kurulamayı Mubah Görenler
Şâfiîlerin Görüşü
Suyu Silkelemek
60 — Abdestten Sonra Söylenen (Duâ) Babı
61 — Sarı Bakır (Kab) İle Abdest Almak Babı
62 — Uyumaktan Dolayı Abdest Almak Babı
Uyku Hakkında Âlimlerin Görüşleri
63 — Erkeklik Uzvuna Elin Dokunmasından Dolayı Abdest Almak Babı
64 — Erkeklik Uzvuna Dokunma Hakkındaki Ruhsat Bâb1
65 — Ateşte Pişen Şeyler (İ Yemek) Ten Dolayı Abdest Almak Babı
66 — Ateşte Pişen Şeyleri Yemekten Dolayı Abdest Almama Hakkındaki Ruhsat Babı
67 — Deve Etlerin (I Yemek) Den Dolayı Abdest Almak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
68 — Süt İçmekten Dolayı Mazmaza (Ağza Su Almak) Babı
69 — Öpmekten Dolayı Abdest Almak Babı
Dokunmanın Abdesti Bozduğunu Söyleyenler
Şehvetle Dokunmanın Abdesti Bozduğunu Söyleyenler
Hanefi Ve Şafii Mezheblerine Göre Abdesti Bozan Dokunma
70 — Mezi'den Dolayı Abdest Almak Babı
71 — Uyumak İçin Abdest Almak Babı
72 — Her Namaz İçin Abdest Almak Ve Bütün Namazları Bir Abdestle Kılmak Babı
İki Hadîsten Çıkarılan Fıkhı Hükümler
73 — Abdest Üzerine Abdest Almak Babı
74 — Abdest Almanın Ancak Abdestsizlikten Dolayı Gerekliliği Babı
75 — (Necasetin Girmesiyle) Necislenmeyen Su Miktarını Beyân Babı
76 — Havuzlar Babı
77 — Henüz Yemek Yemeyen Çocuğun Bevlî Hakkında Gelen Hadîsler Babı
78 — Bevlin İsabet Ettiği Yerin Nasıl Yıkanacağı Babı
79 — Yer Yüzünün Bir Kısmı Diğer Bir Kısmı Temizler, Babı
80 _ Cünüb İle Tokalaşmak Babı
81 — Elbiseye Dokunan Meni Babı
82 — Elbiseden Meniyi Ovalamak Babı
Menî Hakkındaki İhtilâf:
1. TAHARET VE SÜNNET (HADÎS)LERİNİN BEYÂNI KİTABI
Kitab: Toplamak ve katmak mânasında masdardir. Bir arada toplanmış olan şeylerin tümüne de kullanılır. İstılahta ise; ekseriyetle bablar ve fasıllardan meydana gelen ve ilmin bir bölümüne aid mes'elelerin mecmuudur. Bir kaç kitap bir cild içinde olabildiği gibi bir kitap müstakil bir cild halinde de olabilir.
Taharet i Sözlükte maddî ve ruhi pisliklerden, kirlerden, ayıp ve kusurlardan temizlenmek ve nezâfet demektir. İstılahta ise; kişinin, necaset denilen hakîkî pisliği ve hades denilen mânevi pisliği gidermek için özel bir şekilde suyu ve toprağı veya yalnız bir tanesini kullanması demektir.
Sünnet: Bu kelimenin lügat ve İstılah mânası hakkında Mukaddimenin birinci babında gerekli malumat verdiğimiz için burada tekrar etmiyelim. Ancak şunu ifade edelim ki; buradaki sünnetten murad Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kavli, fili ve takriri hadisleridir.
Müellif, Sünenini bir Mukaddime ve 37 kitap halinde telif etmiştir. Muhakkik Muhammed Fuad Abdülbakî'nin tetkik ve kontro-lundan geçirilerek bastırılan ve tercemede esas tuttuğumuz nüsha iki cild halinde olup birinci cildinde Mukaddime ve 11 kitap bulunur. İkinci cildinde ise 26 kitap vardır. Kitapların birincisi taharet le ilgili hadisleri ihtiva eder. [1]
1 _ Abdest Ve Cünüplük Dolayısıyla Gusül İçin Gerekli Su Miktarı Hakkında Gelen Hadîsleri Beyânı Babı
267) Sefine[2] (Radiyallahü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) bir müd (miktarı su) ile abdest alırdı ve bir Sâ' (miktarı su) ile gusederdi."
268) Âİşe (Radiyallahü anh)\]en şnyle söylediği rivayet edilmiştir: Resûlullah (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) bir müd (miktarı su) ile abdest alırdı ve bir Sâ' (miktarı su) ile guslederdi."
269) Câbİr (Radiyallahü atıh)\]vn şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Rosûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir müd (miktarı su) ile abdest alırdı ve bir sâ' (miktarı su) ile guslederdi."
270) Muhammed bin Akıl bin Ebî Tâlib[3] (Radiyallahü rivayet edildiğine göre babası Akıl bin Ebî Tâlib, Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemy'm şöyle buyurduğunu söylemiştir :
-Abdest için bir müd (miktarı su) ve gusül için bir sâ' (miktarı su) yeterdir.»" :
Akil'in bu hadîsi rivayet etmesi üzerine (tabiinden) bir adam i «Bu miktar su bize kâfi gelmez» deyince, Akil i «Bu rnifttar su senden daha hayırlı ve saçı daha çok olan zata şüphesiz yetiyordu.» dedi. Akil (zat derken) Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem)'i kas-dedi yordu.[4]
Bu Babtaki Hadîslerin İzahı
Mudi Bir hacim ölçüsü birimidir. İmam-ı A'zam ve Irak fıkıhçılanna göre; bir müd iki Bağdat rıtılma tekabül eder. Bağdat rıtılı ise 130 dirheme denk gelir. Bu duruma göre ölçüsü ve tartısı bir birine denk olan mercimek gibi bir mahsulün 260 dirhemini istiab eden ölçeğe müd denir.
Maliki, Şafii, Hanbeli imamları ile Hicaz fıkıhçılanna göre ise; bir müd bir tam ve 1/3 rıtıla tekabül eder. Bir rıtıl 130 dirhem olduğuna göre bir müd 173 tam ve 1/3 dirheme
denk gelir. Ve bu kadar mercimeği istiab eden kaba müd denir. Şafiî âlimlerinden Nevevi'ye göre bir rıtıl 130 dirhem olmayıp 128 tam ve dört böJü yedi dirhemdir. Onun incelemesine göre bir müd 171 tam ve üç bolü yedi dirheme denk olur.
Sâ': Dört müd demektir. Müd hakkındaki ihtilâf Sâ'da da mevcuttur. Irak âlimlerine göre bir sâ1 1040 dirhem ağırlığındaki mercimek gibi bir mahsulü istiab eden ölçektir. Hicaz âlimlerine göre bir sâ' 693 tam ve bir bolü üç dirhem ağırlığındaki mahsulü istiab eden ölçektir.İmam Nevevi' ye göre birsâ' 685 tam ve beş bolü yedi dirhemlik mahsulü istiab eden ölçektir.
Müddün en amelî ölçüsü iki avuç birleştirilerek hapazlamaktır.
Bu arada şunu da ifade edeyim: Sindî diyor ki, Resûl-i Ekrem efendimizin mübarek vücudu ve boyu normal olduğundan O'nun gibi boyu normal olanlar için abdest ve gusülde bu kadar su kullanmak sünnettir. Kısa veya uzun boylu olanlar için bu nisbette su miktarı azalır veya çoğalır. Muhakkik âlimlere göre abdest ve gusüîde kullanılan su miktarı için belirli bir sınır yoktur. Çünkü bu hadislerde belirtilen miktarlardan daha az ve daha çok su ile taharet yapıldığına dair hadisler vardır. Gaye sünnetlere va âdaba riâyet ederek israf etmeden ve noksanlık da bırakmadan zaman ve su durumunu dikkate alarak normal taharet yapmaktır.
Müd ve Sâ'ın neler olduğunu kısaca arz ettim. Ancak sâ' hakkında muhtelif rivayetler bulunduğu için bu hususta geniş malûmat veren «Tecridi Sarih» mütercimi Ahmed Naim'in «Abdest» kitabında 151 nolu hadisin izahında sunduğu tafsilâtı buraya aynen nakletmeyi uygun buldum. Anılan merhum zât, fıtır sadakası bahsinde (5'nci cild, 3'ncü baskı, sahife 372 - 830'de) 249 nolu hadisin açıklamasını yaparken çok uzun malûmat vermiştir. Arzu edenler oraya baksınlar.[5]
«Sâ' i Beş Ritl-ı Bağdadî ile bir sülüs rıtıl (1/3) istiab eden kaba denir. Bir müd de bir sâ'ın dörtte biri miktarıdır. Bu, safilerden Nevevî' nin verdiği hesaptır. Ancak bu ölçek pek ihtilaflı olduğundan ihtilâfların derecesini anlamak isteyenler «Kamus Tercemesinden müdsâ' mekûk, ntl kelimelerine müracaat edebilirler. (Aleyhisselâtü Vesselam) Efendimiz hazretlerinin muhtelif miktarlarda su ile abdest alıp gusül ettiğine dair diğer pek çok rivayetler de vardır. Buradaki miktarlar orta yapılı bir kimsenin yıkanacak âzası üzerinden su aktıktan sonra bu miktarlardan az su ile hades giderilebilir, îsraf dedirtmiyecek ziyadesiyle de caizdir. M e d î n e - i Münevvere'de kullanılan müdd-ki fukahâ arasında «Müdd-ü Nebevi» namı ile maruftur. (1 1/3) rıtıl miktarı olan bir hacım ölçüsüdür. Dört müdd bir sâ'dır. Ancak müdd ile sâ'ın miktarlarını anlamak, mikyas tutulan ntlm ne miktar olduğunu bilmeye bağlıdır. Rıtlın ise Bağdadisi, Şâmisi vardır. Yani birinin küsuru İran, di-ğerininki Roma ölçüleri olup hesap edilince takribi bir miktar gösteren iki ölçektir. Rıtlı Bağdadî (130) daha doğrusu îmam Ne v evî'nin tahkikine göre (128 4/7) dirhemdir. Esah olan ikinci takdir ise de kesirli olduğundan buna (1 3/7) dirhem; diğer tabirle bir miskâl katarak kesirsiz (130) . dirhem itibar edilmiştir, deniliyor. (1 1/3) rıtıl olan bir müdd-ü Nebevi bu hesaba göre (171 3/7) veya (130) dirhem hesabına göre (173 1/3) dirhem eder ki; en doğru hesap ve takdire göre bir dirhem (3.0898) gram ettiğinden bu miktar su (0.530) yani yarım litreden biraz ziyadesi bir şey tutar. Bu miktar bugün sucuların kullandıkları bu bardaklarından üçünün aldığı sudan azdır. Bu, İmam Şafiî ile Hicaz fukahâsımn takdiri olup Ebû Hanîfe ile Irak fukahasma göre ise müdd, iki rıtıl olduğundan abdest suyunun miktarı (1.06) litre eder ki; beş kadehten biraz ziyadecedir.
Rttl-ı Şâmî ı Kamus tercemesinin ntl maddesinde beyan edildiğine göre (12) okiyye ve her okiyye (40) dirhem olduğundan bu hesaba göre (480) ve bir müdd (620) dirhem olmak lâzım gelirse de yine Kâmus'un mekkûk maddesinde tefsir edildiğine göre bir okkiyye (1 2/3) istâr; bir istâr (4 1/2) miskâl; bir miskâl de (1 3/7) dirhem olduğundan bir rıtl îmam Nevevî'nin bildirdiği üzere (128 3/7) ve bir müdd (171 3/7) dirhem olmuş olur. Bu hesaba göre okiyye Kamus müterciminin rıtl maddesinde dediği gibi kırk dirhem değil, Hicazlılann takdirine göre (10 5/7) ve Iraklıların takdirine göre (21 3/7) dirhem olmuş olur. Meğer ki o madde de dirhem nâmiyle gösterdiği, başka ölçü ola.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz hazretlerinin buradaki rivayete nazaran abdest suyu işte bu kadar az miktardadır. Gusül için kullandıkları su da bu rivayete nazaran dörtten beş müdd kadardır, ki; o da (685 1/7) dirhem eder ki aşağı yukarı (2.120) den (2,650) litreye kadar eder. Irak fukahâsımn müddû iki rıtl itibâr etmelerine göre ise bu miktar takriben (4,24) den (5,3) litreye kadardır.
270 nolu hadîsin râvilerinden Hibbân ve Yezidi zayıf oldukları için isnadının zayıflığı Zevâid'de belirtilmiştir. S indîdiyor ki burdaki isnad zayıf ise de bu fiili hadis Enes' in rivayeti ile Buharı,Müslim ve başka sahih kitaplarda mevcuttur. [6]
Hadîslerden Çıkarılan Hüküm
Müslim'in Enes' ten rivayet ettiği bir hadise göre Resul-' Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir sâ'dan beş müdd'e kadar su ile gusül ederdi. Şu halde bazen bir sâ', bazen de bir sâ'dan fazla su ile gusül ederdi.;Bu durum gösteriyor ki; gusül için yetecek asgari su miktarı tayin ve tahdit edilmemiştir. Buna binâen vücudun her tarafını ıslamak şartı ile az veya çok su ile gusletmek caizdir. Ancak gusül ve abdeslte hadislerin bildirdiği miktarlardan daha az su kullanmamak müstahaptır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir müd ile abdest alırdı. Bir müd Hanefilere göre iki rıtıldır. Şafii'lere göre ise bir ntıl ile onun üçte biridir. Sâ'da Mâlik, Şafiî, Hanbelî fikıhçıları ve Hanefilerden Ebû Yûsuf'a göre beş tam ve bir bolü üç rıtıldır. Ebû Hanif e ve Muhammed'e göre sâ' 8 rıtıldır. [7]
Allah'ın Taharetsiz Namaz Kabul Etmiyeceğini Beyân Babı
271) Usâme b. Umeyr el-Hüzelî [8] (Radiyallahü anhyden, Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu dediği rivayet olunmuştur:
-Allah ancak tahareti! olarak (kılınan) namazı kabul eder. Ve ganimetten aşınlan maldan hiç bir sadaka kabul etmez.»
îbn-i Mâceh hadisin râvilerinden Şu'be'den sonra başka bir se-nedle de hadîsin kendisine intikal ettiğini ifadeyle bu senedde Ebû Bekir bin Ebi Şeybe, Abdullah bin Said ve Şebâbe bin Savvân'm bulunduğunu belirtmiştir."
272) Tbn-i Ömer (Radiyallahü anhyden rivayet edildiğine göre Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Allah ancak taharetli olarak (kılınan) namazı kabul eder. Ganimetten hıyanetle alınan maldan hiç bir sadaka kabul etmez.»"
273) Enes bin Mâlik (Radiyaliahü anh)'den rivayet edildiğine göre kendisi : Ben Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyururken işittim, demiştir:
«Allah taharetsiz hiç bir namazı ve ganimetten hıyanetle alınan maldan hiç bir sadaka kabul etmez.[9]
274) Ebû Bekr'e (Radiyaliahü anJt)'âen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcnt) şöyle buyurmuştur :
«Allah taharetsiz hiç bir namazı ve ganimetten aşınlan hiç bir maldan sadakayı kabul etmez.»" [10]
Bu Hadislerin İzahı
Burdaki hadisler, namazın sıhhati için taharetin ve abdest almanın şart ve farz olduğunu bildiren nasslardır. Zaten namaz için taharetin şart olduğuna dair icma-ı ümmet vardır. Miftahü'l-Hace'de Kadı Iyâz'dan şöyle dediği nakledilmiştir:
Namaz için taharetin ne zaman farz olduğunda ihtilâf vardır, îbn-i Cehm'e göre îslâmiyetin başlangıcında abdest sünnet olarak meşru' kılındı. Sonra farziyeti teyemmüm âyeti ile nazil oldu. Cumhur ise abdestin teyemmüm âyetinin nüzulünden önce farz kılındığını söylemişlerdir. Bazı âlimler, teyemmüm âyetini delil göstererek her namaz için abdest almanın farz olduğunu söylemişlerdir. Bazı âlimler de abdestli olan kimsenin her namaz için abdest almasının farz değil, müstehap olduğunu ve teyemmüm âyetindeki emrin mendupluk için olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Ibn-i Ömer' den rivayet, edilen bir hadise göre abdest üzerine abdest alan kimse için Allah 10 hasene verir. Diğer bir kısım âlimler de ilk zamanlarda her namaz için abdest almak farz kılındı. Fakat sonra bu hüküm neshedildi, demişlerdir.
Su ile abdest alınmadan ve gerektiğinde toprakla teyemmüm yapılmadan yani taharetsiz olarak namaza durmanın haram olduğu hususunda ümmetin icmaı olduğunu yukarda söyledik. Bu hususta farz ve nafile namazları, cenaze namazı, tilâvet secdesi, şükür secdesi arasında hiç bir fark yoktur.
Bir kimse özürsüz olarak kasden namazı abdestsiz kılsa bizim mezhebimiz ve Cumhûr-u ulemâya göre büyük bir günah işlemiş olmakla beraber kâfir olmaz. Ebû Hanife' den yapılan bir rivayete göre kâfir olur. Sebebi de böyle yapan kimsenin namazla oynamış olmasıdır. Bizim delilimiz ise şudur: Küfür itikaddan doğar. Bu adamın itikadı bozuk olmadığı için kâfir olmaz.
Bir kimse su ve toprak bulamamak gibi meşru ve ciddi bir mazerete binaen taharetsiz olarak farz namazlarını kılmak zorunda kalırsa nasıl hareket edeceğine dair imam Şafiî1 nin 4 kavli vardır. Bu kaviller âlimlerin mezhebleri durumunda olup her kavil ile fetva verenler olmuştur.
Bizim arkadaşlarımız olan âlimlerce en sahih kavil şudur:
Su ve toprak bulamıyan kimsenin vakite hürmeten bu hali ile namaz kılması farzdır, bilâhare abdest veya teyemmüm imkânını bulunca namazını iade etmesi de farzdır.
İkinci kavle göre: Su ve toprak bulamıyan kimsenin bu haille namaza durması haramdır. Taharet imkânına kavuşunca geçirdiği namazı kaza etmesi farzdır.
Üçüncü 'Havle göre: Bu adamın taharetsiz hali ile namaz kılması müstehap olup bilâhare kaza etmesi farzdır.
Dördüncü kavle göre : Taharetsiz hali ile namaz kılması farzdır. Bilâhare kaza etmesi de gerekmez.
Müzeni bu kavli tercih etmiştir. Delîl bakımından en kuvvetli olan kavil de budur. Çünkü bu kişinin namaz kılması zorunluluğu Resûl-i Ekrem'in :
-Ben size bir şey emrettiğim zaman ondan yapabildiğinizi yapınız», hadisidir. Bu hadis gereğince mükellef su ve toprak bulamadığı için yapabildiği abdestsiz namaz görevini yapmış olduktan sonra su veya toprak bulunca namazını iade etmesi mecburiyeti yeni bir emre bağhdır. Böyle bir emrin olmayışı asıldır. Diğer taraftan, bir nevi kusurla beraber vaktinde kılınması emredilen hiç bir namazın bilâhare kaza edilmesi gerekli kılınmamıştır. Allah daha ıyı bilir.[11]
Su ve toprak bulamıyan kimse İmam-ı A'zam'a göre namazlarını kazaya bırakır. îmameyn'e göre ise namazını kılanlar gibi yatıp kalkar, sonra kaza eder. Mamafih îmam-ı A'zam, lmameyn'in kavline rücû etmiştir,imam Ah-m ed'e göre su veya toprağı bulamıyan kimse şayet bu hali ile namaz kılarsa kaza etmesi gerekmez, kazanın gerekliliği için ayrı delil lâzımdır.
Hadislerdeki -Ganimetten aşırılan hiç bir maldan sadaka Jta-bul edilmez», fıkrasına gelince bu fıkrada geçen -Ğulül» kelimesi hıyanet demektir. Aslında gulûl, ganimet taksim edilmeden önce ondan çalman mala denir. Sindi: Burada gulûl'deri maksad haram olan maldır. İster ganimetten çalınsın, ister başka şekilde gayri meşru olarak elde edilsin.
Bu bâbta geçen hadislerin metni ayni mânayı ifade etmekte olup lâfızları da hemen hemen aynıdır. Müellif ayrı ayrı senedleri zikretmekle hadisin kuvvetini ifade etmek istemiştir. Müslim de müteaddit senedlerle aynı mânayı ifade eden hadisi rivayet etmiştir. Sindi' nin beyanına göre Üsâme bin Umeyr e1-Hüze1i'den rivayet edilen (271 nolu) hadisi Nesâi ve Ebû Davud da rivayet etmişlerdir. Ancak oralardaki metinde «bi gayri tahûrin- tabiri kullanılmıştır. [12]
Namazın Anahtarı Taharettir, Babı
275) Muhammed bin el-Hanefiyye'nin babası (Hz. AH) (RadiyaUa-hü anhümaydan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) şöyle buyurmuştur:
«Namazın anahtarı taharettir, onun tahrimi, (iftitah) tekbiridir. Onun tahlili de selâm (vermek) dir.»"
276) Kbû Saîd-i Iludrî (Radiyalhhü anh)\\en rivayet edildiğine göre Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellrm) şöyle buyurmuştur :
-Namazın anahtarı taharettir. Onun tahrimi, (iftitah) tekbiridir. Onun tahlili de selâm (vermek) dir.»" [13]
İzahı
İki ayrı sened ile Hz. Ali ve Hz. Ebû Said-i Hud-ri (Radiyallahü anhümâ)'dan rivayet edilen metinler ayni olup üç cümleden ibarettir.
Birinci cümlede hadesten taharetin namazın anahtarı olduğu ve taharet anahtarı olmaksızın namaz kapısının açüamiyacağına dikkatler çekiliyor.
İkinci cümle de şunu ifade eder: Namazın tahrimi yani namaz içinde yapılması haram kılınmış olan her türlü söz ve fiillerin ha-ramlığı iftitah tekbiri ile başlar. İftitah tekbiri ile namaz dışında yapılması helâl olan bir çok fiillerin ve konuşulması mubah olan bir çok sözlerin yasak kılınması sebebi ile ona tahrim (= haram kılma) tekbiri ve taharrüm (haramhğı kabullenme) tekbiri denmiştir.
Üçüncü cümle de namazın bitiminde verilen selâm ile namaz esnasında haram kılınmış olan söz ve fiillerin mubah kılındığını ifade eder.
Namaza durmadan Önce yemek yemek, meşrubat içmek, başkasıyla konuşmak, çeşitli vücut hareketleri yapmak helâl iken namaza durmak istendiğinde alman iftitah tekbiri ile bu gibi hareketler haram kılmıyor. Namaz kapısının ancak taharet anahtarı ile açılabildiği gibi namazın içindeki yasaklara da ancak iftitah tekbiri ile girilebilir. Keza bu yasaklardan ancak selâm vermekle çıkılır.
Mihtâhü'I-Hace'nin bildirdiğine göre diğer Sünen sahipleri de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Yine O'nun verdiği bilgiye göre Maliki, Şafii ve Hanbelî mezheblerinde namazdan selâm ile çıkmak farzdır. Yani başka bir söz veya hareketle namazdan çıkılamaz, çıkılırsa namaz bozulmuş olur. Hanefi mezhebine göre ise namazdan selâm ile çıkmak vaciptir. [14]
4 — Abdesti Muhafaza Etmek Babı
277) Sevhân (Radiyaîlahü ank)'ı\en, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivayet edilmiştir :
«(Her işte) doğru dürüst olunuz. Bunu tam tutup başaramıya-caksmız. (O halde) biliniz ki sizin en hayırlı ameliniz namazdır. Ve kâmil mü'min'den başkası abdesti muhafaza etmez.[15]
278) Abdullah Hin Amr (bin el-As) (Radiyaîlahü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«İstikâmet üzerine olunuz. İstikâmeti tam başaramıyacaksmız. Şüphesiz amellerinizin en faziletli terinden birisinin de namaz olduğunu biliniz ve ancak (olgun) mü'min abdesti muhafaza edebilir.[16]
279) Ebû Ümâme (Radiyaîlahü anh)'den rivayet edildiğine göre kendisi hadîsi merfû kılarak şöyle demiştir :
«İstikâmeti! olunuz. Eğer istikâmetli olursanız o ne güzeî bir şeydir. Amellerinizin en hayırlısı da namazdır. Ve kâmil mü'müV-den başkası namazı muhafaza edemez. [17]
Üç Hadîsin İzahı
Hadisler istikâmetli olmayı emrederler. Kur'ân-ı Kerim de istikâmetli olmayı emrederek müstakim mü'minlerin erişecekleri sevabı müjdeler.Sindi istikâmeti şöyle tarif eder:
İstikâmet, hakka uymak, adaletli olmak, Allah tarafından emredilen hizmetleri tam yapmak, yasaklanan bütün günahlardan sakınmaktır.Tarif edilen istikâmetin büyük ve ağır iş olduğu görülmektedir.Bunu hakkıyla yapmak herkesin kârı değildir.Kimsenin gücü buna yetmez.Ancak kalbi, kutsal nurlar ile aydınlanarak beşeri karanlıklardan kurtulan ve Allah'ın yardımına mazhar olan zatlar tam mânası ile istikâmet üzerinde olabilirler. Böyle simalar da az bulunur.
Hadîste istikâmetli olma emri verildikten hemen sonra da -Bunu tam mânası ile tutup başaramıyacaksınız», fıkrası ekleniyor, ki kendisini müstakim gören insanlar mağrur olmasın, gerçekten istikâmetin ne olduğunu düşünüp gaflete dalmasın. Diğer taraftan istikâmetin tam hakkını vermiyen ve kusurlu olan müslümanlar da ümitsizliğe düşüp Allah'ın rahmetinden kendilerini mahrum saymasınlar.
Hadîsin ikinci fıkrasında, amellerin en hayırlısının namaz olduğu bildiriliyor. Bu fıkranın, istikâmeti ermeden ilk fıkra ile olan ilişkisi şöyledir:
Eğer emrolunduğunuz istikâmeti tam olarak yapmaya gücünüz yetmezse hiç olmazsa istikâmetin farz olan kısmına sanlın. O da ibâdet nevilerini içinde toplayan namazdır. Çünkü namazda kıraat, teşbih, hamd, zikir, dua ve Allah'tan başkası ile konuşmayı bırakmak vardır.
En hayırlı ve faziletli amelin hangisi olduğu hususunda hadisler arasında zahiri bir ihıilâf vardır. Görülen bu zahiri ihtilâfı ber-tnr-Tf etmek için hadîslerde rastlanan -En hayırlı amel şudur» seklindeki ifadenin «En hayırlı amellerden birisi şudur» diye yorumlanması gerekir. Bu bahta geçen 277 ve 279 nolu hadislerde :
«Amellerinizin en hayırlısı namazdır-, tabiri kullanılmıştır. 278 noiu hadiste ise :
-Amellerinizin en faziletli olanlarından birisi de namazdır», ifadesi kullanılmıştır. Bunlar arasında uyumluk ancak belirttiğimiz yorumla sağlanır.
Hadislerdeki Ancak (olgun) mü'min abdesti muhafaza eder.»
fıkrasında geçen muhafazadan maksad, namaz vakitlerinde abdest-li olmak ve namaza hazırlıklı olmaktır, diye yorum yapılmıştır. Çünkü Sindi' nin belirttiğine göre Sünen sahiplerinin ve başka hadis âlimlerinin rivayet ettikleri bir hadis-i şerife göre bir defa Re-sûl-i Ekrem, tuvaletten çıktı, bu esnada yemeği de sofraya konmuştu. Sahabîler O'na: Size abdest suyu getirmiyelim mi? diye sordular. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise :
-Ben sadece namaza durmak istediğim zaman abdest almakla emrolundum-, diye cevap verdi.
Abdesti muhafaza etmekten maksad, namaz vaktinde ve dışında devamlı abdestli durmaktır, diye yorumlamak da mümkündür. Resûl-i Ekrem'in demin anlatılan mes'elede abdest almayışı, namaz vakti dışında abdestsiz durmanın câizliğini beyan etmek ve faziletli şeyi farz olan şeye karıştırmamak içindir. Zira bu durumu açıklamak ona vâcibtir, doiayısı ile O'nun abdest almayışı daha hayırlı idi, denilebilir.
Her iki yorum şekline göre; abdestli olmak mü'min'in şiarıdır. Çünkü dışın tahareti kişinin içinin temizliğine alâmettir. Bilhassa soğuk hava gibi ağır şartlar altında ve müsaid olmıyan ortamda ab-deste devam etmek ancak imanlı olanın kârıdır.
Câmiü's-Sağir'de (277 nolu) hadis, Abdullah bin Amr bin e1-Âs (Radiyailahü anh)'den rivayet edilmiş ve şerhi El-Azizi'de şöyle denilmiştir.
A1kami demiş ki; istikâmet: Lügatta eğriliğin zıddidır. Yani düzgünlük ve doğruluktur. îstilâhta ise; bir tarafa sapmadan dosdoğru gitmektir. İstikâmet: Kulun hiç bir şeyi Allah rızasına tercih etmemesidir, diye tarif edenler de vardır, tstikâmet'in Allah'a itaat etmekten ayrılmamak olduğu da söylenmiştir. Bâzıları da istikâmet, sözlerde, gıybet, koğuculuk, yalancılık ve benzerinden; fiillerde bid'at olan şeylerden ve ibadetlerde gevşeklikten uzak durmakla gerçekleşir, demişlerdir.
Hadisin cümlesini: -İstikâmeti tam olarak başaramıyacaksınız», diye terceme ettik. El-Azizî ve El-Hafnî ise; bu cümleyi «istikâmetin sevabını veya istikâmetin nevilerini sayamazsınız», diye yorumlamışlardır.
Hafni'nin El-Alkami1 den naklettiğine göre es - Sühey1i şöyle demiştir:
Ben bir defa Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'i rüyamda görerek O'na: Yâ Resûlallah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hud sûresi beni ihtiyarlattı», buyurduğun senden rivayet edilmiştir.Hûd sûresinin hangi âyetleri seni ihtiyarlattı? Acaba Peygamberlerin kıssaları ve geçmiş ümmetlerin helak olması haberi mi seni ih-
tiyarlattı? dedim. O da: "Hayır, Allah'ın
«Emrolunduğun gibi îstikâmetli ol.[18]emri beni ihtiyarlattı", buyurdu.
Çünkü, «Emrolunduğun gibi» sözü istikâmet durumunun Allah'ı tanımak ölçüsüne .göre değiştiğine delâlet eder. Bu itibarla Allah Teâlâ'yı kemâliyle tanıyan bir kimseye göre Allah'ın emir ve yasaklarının Önemi çok daha büyük olur. Bu önemi anlıyan bir zâtın anılan emir karşısında yaşlanması normaldir. Çünkü ilâhi azamete lâyık bir kulluk görevinin ifasına kimsenin gücü yetmez. Bilâkis yapılan ibadet ve kulluk Allah'ın azameti muvacehesinde küçümsen-
melidir.Nitekim:«Gerçek takvaya yaraştığı gibi Allah'tan korkup sakınınız. [19]âyeti nazil olduğu zaman Sahabiler bu emri tam mânasıyie yerine getiremiyeceklerin-den korkarak telâşlandılar.Allah Teâlâ da onlara merhamet ederek; «Onun için gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun.[20] âyetini indirdi. [21]
Abdest İmanın Yarısıdır, Babı
280) Ebû Mâlik [22] el-eş'Arî (Radıyallahii an?ı)\\vn rivayet edildiğine göre Krsûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sıilrm) şöyle buyıırınuşlur :
-Abdestin ikmali, imanın yarısıdır. Elhamdülillah, mizanı dol durur. Teşbih ve tekbir, gökleri ve yeri doldurur. Namaz nurdur. Zekât delildir. Sabır ışıktır. Kıır'an senin lehinde veya aleyhinde olan bir hüccettir. Her insan çalışıp da neticede kendi nefsini satar. Artık kimisi nefsini Uaatla Allah'a satarak azabtan) azad eder, kimisi de nefsini (arzularına ve şeytana peşkeş edip satarak) helak eder.» [23]
İzahı
Bu hadisi, Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Müs1im'in Taharet» kitabının ilk babına aldığı bu hadisi açık layan Nevevi şöyle der:
Bu hadis, cnomli İslâm kaidelerini ihtiva eden dinin temellerin den muazzam bir tanesidir.
Hadisin: «Abdcslin ikmâli imanın yarısıdır.- fıkrası çeşitli s o killerde yorumlanmıştır. Adabına riâyet edilerek mükemmel bir şe kilde alınan abdestin faziletine âid bu fıkranın yorum çeşitleri şunlardır :
1. Onun sevabı katlanarak öyle çoğaltılır ki; imanın sevabının yansı kadar olur.
2. İman, daha önce yaşanan imansızlık döneminde işlenmiş olan hataları giderdiği gibi abdest de hataların giderilmesinin bir belirtisidir.Çünkü abdest imanın bulunması halinde geçerlidir.
3. îman kalb ile tasdik ve açıkça dine uymaktır.Demek ki; imanın yarısı tasdik, diğer yansı itaattir.Abdest, itaatin bir örneği ve en önemli ibadet olan namazın bir gereği olduğu için imanın yansı sayılmıştır.
4. Fıkradaki imandan maksad namazdır.Nitekim :
«Allah sizin imanınızı (namazınızı) zayi edecek değildir.[24]
âyetinde iman, namaz anlamında kullanılmıştır. Abdest de namazın önemli bir şartı oduğu için yarısı gibi sayılmıştır. Böyle söylenebil-mesi için hakikatan tam yarısı olması gerekmez.
Nevevi son yorum şeklinin daha uygun olduğunu söyler.
«Elhamdüliilâh mizam doldurur.» cümlesinden maksad onun sevabının büyüklüğü ve mizam dolduracak kadar çokluğudur. Kitab ve Sünnet'in nassları, amellerin tartılacağını, mizanın bazen ağır, bazen de hafif geleceğini ifade etmektedir.
-Teşbih ve tekbir de gökleri ve yeri doldurur.» cümlesindeki teşbihten murad «Süphaneliah — Allah'ı her türlü noksanlıktan tenzih ederim demiştir.Tekbirden maksad ise «Allahu Ekber = Alîah her şeyden büyüktür- demektir. Cümlenin mânası şöyle olabilir : Eğer teşbih ve tekbirin sevabının maddileştiği farzedilirse yerle gökler arasını dolduracak kadar çoktur. Çünkü teşbih ve tekbir, Allah Teâ-lâ'nın her türlü noksanlıktan nezahetini, kemâl sıfatları ile mutta-sıf olduğunu ve her şeyden yüce ve büyük olduğunu ifade eder. Müs1im'in rivayetinde bu cümlede tekbir yerine hamd tâbiri bulunur.
Hadisin: «Namaz nurdur.» cümlesinin mânası şudur: «Işık, etrafını aydınlattığı ve karanlığı giderdiği gibi namaz da günahların karanlığına dalmaya engel olur, münker ve çirkin şeylerden alıko-yar ve dosdoğru yola yöneltir.» Nevevî bu yorumu beyan ettikten sonra cümlenin şöyle de yorumlandığını nakleder.
1. Namazın sevabı kıyamet günü sahibi için nur olur.
2. Namazın kendisi kıyamet günü sahibinin yüzünde apaçık bir nur olacak, ayrıca namaz kılan mü'minin yüzü dünyada da nurlu olur Fakat namaz kılmayanın yüzü ne dünyada ne de âhirette böyle nurlu olmaz.
3. Huzur ve huşu ile eda edilen namazda gönül her şeyden fe-ragatla Allah'a yöneldiği için basiret gözü açılır, hakîkatlar onda inkişâf eder. Marifet nurları tecelli eder.
Hadisin «Zekât delildir- cümlesini Sindi şöyle açıklar:
Zekât, sahibinin imanlı oluşunu isbatlayan bir delildir. Çünkü; gönüllü ve ihlaslı olarak zekât dağıtmak, ancak imanında samimî olan kişinin işidir.Müs1im'de bu cümle «Sadaka delildir» diye geçer. Müs1im'in Şârihi Nevevi bu cümleyi açıklarken; tahrir sahibinin bu cümleyi şöyle yorumladığını nakleder: İnsan ihtiyaç halinde delillere baş vurduğu gibi kişi verdiği sadakaya sığınır. Kıyamet günü kul malım nereye harcadığı sorusuna muhâ-tab tutulduğu zaman, verilen sadakalar sahibine yöneltilen sorunun cevâbını teşkil eder. Sahibi de ben malımı hayır yolunda harcadım, şu sadakaları delil gösteriyorum, der. Yahut da sadaka verenlerin yüzünde bir alâmet bulunacak, bunlar simaları ile tanınacakları için malın harcama yerleri bunlara sorulmaya lüzum kalmayacaktır.
Şabir bir ışıktır.» cümlesindeki sabırdan maksad şer'an makbul ve sevimli olan sabırdır ki; Allah'a itaat etmek hususunda direnmek, O'nun yasakladığı günahlardan uzak kalmaya tahammül etmek, çeşitli belâlara, musibetlere göğüs germekle gerçekleşir. Cümleden maksad da şudur: Sabır övgüye lâyık bir meziyettir. Sahibinin yolu daima aydınlık ve doğru oîur, hidayet ve hak üzerinde yaşar. Yine Nevevî' nin beyânına göre İbrahim El-Havvâs; Sabır, kitap ve Sünnet yolunda sebat etmektir, demiştir.1bn-i Atâda sabır, belâya uğrandığı esnada edep ve terbiyede kusur etmemektir, der.Üstâd Ebû Ali ed-Dakkâk; Sabrın hakikati, kaderin cilvelerine itiraz etmemektir, şikâyetçi olmamak kaydı ile başa gelen belâyı açığa vurmak ise sabra aykırı değildir. Nitekim Allah Teâlâ Hz. Eyyûb (Aleyhisselâm) hakkında;
«Biz onu sabırlı bulduk. O ne iyi kuldur...»[25] (buyurmuştur. Halbuki Eyyûb (Aleyhisselâm)«Hakikaten hastalık bana dokundu.[26]diyerek hâlini arz etmişti.
«Kur'ân senin lehinde...» fıkrasının mânası açıktır. Yani Eğer Kur'an'ı okuyup onunla amel edersen ondan menfaatlanırsın. Aksi takdirde Kur'an senin aleyhinde bir hüccet ve delildir. Şöyle de yorumlanmıştır:Kur'an niza ve ihtilâflarda baş vurulması gerekli bir mercidir.Ona baş vurulunca çıkarılan hüküm ya senin lehinde veya senin aleyhinde olur. [27]
6 — Abdestin Sevabının Beyânı Babı
Taharet kitabının şimdiye kadar anılan G babında geçen «Tu-hûr ve Vudû» kelimeleri Arapçada abdest almak, abdestin kendisi, abdest almakta kullanılan su ve temizleme mânalarında kullani lir. Tahûr ve Vadû kelimeleri de mezkûr mânalarda kullanılır. Ancak ekseriyetle «Vadû- abdestte kullanılan su, Tahûr da taharette kullanılan su mânasına gelir, Vudû ise abdest almaya ve abdeste denir. Tuhûr da temizleme işine denilir. Bu bablarda zikredilen bu iki kelime abdest ve abdest almak mânasında kullanılmıştır.
281) Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)\\en rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Biriniz abdest almak istediğinde güzelce abdest alıp sonra mescide varır ve yalnız namaz onu evden çıkarır durumda olunca mescide girinceye kadar attığı her adım ile Allah azze ve celle onu bir derece yükseltir ve onun bir hatasını afv eder. [28]
İzahı
Hadisin: -Güzelce abdest...- tâbirinden maksad, sünnetlerine ve adabına riâyet etmek suretiyle alınan abdesttir. Müs1im'in abdestin faziletine âid babta zikrettiği hadisleri açıklayan Nevevî: «Güzelce abdest...» cümlesindeki «Güzellik» tabiri hakkında şunları söyler:
Yâni adabına riâyet ederek tam ve mükemmel bir abdest alır. Hadis, abdestin şartlarını ve adabım öğrenmeye, buna göre abdest almaya, abdest alırken ihtiyatlı davranarak bütün âlimlere göre sıhhatli bir abdest almaya gereken önemi vermeye teşvik eder. Âlimler arasında bulunan ihtilâfları fırsat bilerek bunlar arasında en kolayını ve ruhsatları seçmeye girişmemelidir. Daima ihtiyatlı davranıp azimetlerden ayrılmamalıdır. Bu noktadan hareketle âlimler arasında ihtilaflı olan: Abdest almaya başlarken Besmele çekmek, abdest için niyet etmek, ağıza su almak, buruna su çekmek, başm tamamını meshetmek, kulakların tamamını meshetmek, abdest uzuvlarını oğuşturmak, bunların yıkanması ve mesh işini ara vermeden tamamlamak, abdestte tertibe (sıralamaya) riayet etmek ve benzeri hususları yerine getirmeli, temizleyici olduğu icmâ' ile sabit olan suyu tercih etmelidir.
Hadisin; «Yalnız namaz onu hareket ettirerek, evden çıkarır* cümlesi ibâdetlerde ihlaslı olmaya teşvik eder. Evinde abdest alan bir mü'min sırf mescidde namaz kılmak için evinden çıkıp mescide gittiği zaman evinden camiye kadar attığı her adım başına bir derece yükselir ve bir küçük günahı afv olur. Evinden başka iş için çıkan kimse bilâhare camiye varsa bile bu yüce sevabı alamaz.
282) Abdullah cs-Sünâbıhî [29](Radİyoilahu antı)den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallalluhu Aleyhi ve Srl/nn) şöyle buyurmuştur:
«Abdest alarak mazmaza ve istinşak eden kimsenin ağzından ve burnundan (bu ikiorganla işlediği) hataları çıkıp gider. Yüzünü yıkadığı zaman da onun yüzünden, hatta iki göz kapak kenarlarının altından hataları çıkar. Ellerini (ve kollarını) yıkadığı vakit (elleriyle işlediği) hataları ellerinden çıkar. Başını mesh ettiği zaman (başı ile işlediği) hataları başından, hatta kulaklarından çıkar, gider. Ayaklarım yıkadığı zaman (ayakları ile işlediği) hataları ayaklarından hatta ayak tırnaklarının altından çıkar. Onun kıldığı namaz ve mescide kadar yürümesi de nafile (fazla) olur.» [30]
İzahı
Müslim de Taharet kitabının 10'uncu babında Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)'den aynı mânayı ifade eden ve lâfız bakımından az farklı olan bir hadis rivayet etmiştir.
Müellifin bu babta rivayet ettiği hadisler abdestin sevabını bil-diriiken; abdest uzuvları ile işlenmiş olan hataların abdest almakla afv edildiğini ifade ederler. Fakat abdest, vakit namazları, Cuma namazı ve Ramazan orucunun faziletine âid olan bâzı sahih hadislere göre bu nevi ibadetler küçük günahlara keffaret olur. Onun için Sindi, bu hadis ile ilgili olarak şöyle der: Hadisin zahirine göre abdest, her tür hatâya keffaret olur. Ama âlimler bu hataları küçük günahlar ile yorumlamışlardır. Çünkü diğer bâzı hadisler, bu hataların küçük günahlar ile yorumlanmasını gerektirir.
Müs1im'in mezkûr babındaki hadisleri açıklayan Nevev î: Hatalardan murad küçük günahlardır, der.Yine Nevev i-Taharet» kitabının 4'üncü babında Kadı Iyaz' dan naklen şöyle söyler: Hadiste bahis konusu edilen günahların afıv mes'eîesi küçük günahlara mahsustur.Eh1-i Sünnet' in mezhebi budur. Büyük günahlar ise, ya tevbe etmekle veya Allah'ın rahmet ve fazlı ile afv edilir.
Nevevî bu arada şöyle bir soru ve cevâbı kaydeder: Soru :Burada anılan hadislere göre abdest, vakit namazları, Cuma namazı ve Ramazan orucu ayrı ayrı, küçük günahlara keffaret olur Halbuki abdest keffaret olunca, namaz neye keffaret olur, Namaz günahları giderince; Cuma namazı neyi giderir. Cuma namazları hafta arasındaki hataları afv ettirirse Ramazan orucu neyi afıv
ettirir?
Cevâp:Âlimler şöyle cevap vermişlerdir: Mezkûr ibadetlerin her birisi küçük günahların afvma yarar. Şayet küçük günah bulursa onu giderir. Eğer ne küçük ne büyük hiç bir günah yok ise; o ibadet karşılığında sahibi için derece ve hasene yazılır. Şayet bir veya daha fazla büyük günaha tesadüf ederse ve küçük günah yok ise, tesadüf ettiği büyük günahı hafifletmesi umulur.
Nevevi' nin Kadı Iyâz'dan naklen beyan ettiğine göre günahların abdest suyu ile çıkması mecazi mânadadır. Çünkü madde ve cisim halinde değiller ki, su ile giderilsin.
Yine Nevevi'nin de beyan buyurduğu gibi bu hadisler, ayakların yıkanması değil, meshedilmesi gerekir, diyen Râfizilerin sözünün bâtıl olduğunu ve abdestte ayakların yıkanmasının gerekliliğini isbatlar.
Bâzı âlimler bu hadis'e dayanarak abdest almakta kullanmış olan az su ile tekrar abdest alınamaz. Çünkü böyle bir su günahların mânevi pisliği ile kirletilmiştir, demişlerdir. Hatta bazıları bu su necistir, demiştir. Nitekim İmam A'z a m ' dan bir rivayete göre müstamel (abdestte kullanılmış olan) su pistir.
Hadisin:Onun kıldığı namaz ve mescide kadar yürümesi de nafile olur.» fıkrasından maksad şudur: Abdest uzuvları ile işlediği hatalar abdest suyu ile çıkıp gittiği ve hatta kalmadığı için namazla ve mescide kadar yürümekle hataların gitmesine mahal bulunmuyor, dolayısı ile namaz ve yürümek karşılığında gidecek hata bulunmadığı için bunlar artmış oluyor, fazla kalmış oluyor. Nafile: Artan ve fazla kalan anlamında kullanılmıştır. Çünkü mü'minin kıldığı farz veya vacip namazın nafile namaza dönüşmesi gibi sakat bir mâna düşünülemez.
Sindi diyor ki namaz ve mescide kadar yürümek karşılıksız ve fazla kaldığı için abdest uzuvları dışında kalan organlar ile işlenmiş hatalar var ise namaz ve yürümek ibadetleri o hatalara keffâ ret olur. Şayet bu tür hatalar da yok ise derecelerin yükselmesi sağlanır.
283) Amr bin Abasa [31](Radiyallahü anh)'âen rivayet edildiğine göre Resûiııllah (Sallallahü Aleyhi vc'Scllem) şöyle buyurdu demiştir:
Şüphesiz kul abdest aldığında ellerini yıkadığı zaman hatâları ellerinden düşüp gider. Yüzünü yıkayınca da yüzünden hatâları düşüp gider. (Yüzünden) sonra kollarım yıkadığı ve başını meshet-tiği vakit kollarından ve başından hataları düşüp gider. Ayaklarını yıkayınca ayaklarından hataları düşüp gider.» [32]
İzahı
Sindi diyor ki, eğer işlenen hatalar anılan organlara taallûk edip gerektiğinde yapışabilen ve ayrılabilen cinsten ise bunların mübarek abdest suyu ile giderilmesi normaldir. Bu nevi tâbirlerin mahiyetini Allah'ın ilmine havale etmek daha uygundur. Bâzıları da bu tür ifadeleri istiare ve mecaz olarak izah etmişlerdir.
Bu hadis mâna ve metin bakımından bir önceki hadis'e benzer. Sadece şu farkla ki burada yüzden önceki el yıkama ile de hatalann giderildiği bildiriliyor.Diğer taraftan mazmaza ve istinşaktan bahsedilmiyor.
284) Abdullah îbn-i Mes'ıVt (Ha d i yallah ti anh)\\cn rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: (Resûl-i Ekrem'e) ;
— Yâ Resüîullah! Ümmetinden olup görmediğin kimseleri (kıyamette) nasıl tanıyabilirsin? diye soruldu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— (Ümmetim) Abdest izleriyle gürr, mühaccel ve bulkturlar.-. Ebü'l-Hasan el-Kattân dedi ki : Bize Ebû Hatim, ona da Ebü'l- Velıd rivayette bulundu dedi ve (mezkûr) sened ile metni zikretti.[33]
İzahı
Gurr: Agarr'ın çoğuludur. Agarr: Alnında beyazlık bulunan at demektir. Masdarı gurret'dir. O da atın alnındaki beyazlıktır. Bir çok yerde buna sakar denilir.
Muhacce! î Ayaklarında beyazlık bulunan ata denir. Bâzıları: 3 ayağında beyazlık bulunan ata muhaccel denilir, demiştir. Masdarı tahcil'dir. Bu da atın ayağındaki beyazlıktır. Bazı yerlerde buna sekir denir.
Bulk : Eblak'ın çoğuludur. Eblak: Beyazlığı ve siyahlığı olan ata denir. Bazıları, Eblak; ayaklarındaki beyazlık oyluklarına kadar uzanan ata denir, demiştir. .Bunun masdarı ise Balak ve Bulka'dır.
Hadiste mü'minler, abdest uzuvlarında parhyacak olan nur bakımından alnında ve oyluklarına kadar ayaklarında beyazlık bulunan atlara benzetilmişlerdir. Abdest alan mü'minler: Yüzlerindeki nur bakımından alnında beyazlık bulunan ve gurr denilen atlara, kollar ve ayaklarındaki nur yüzünden de oyluklarına kadar ayaklarında beyazlık bulunan ye muhaccel, eblak denilen atlara benzetilmişlerdir.
Hadis, abdestin faziletini belirtiyor, ümmet-i Muhammediyenin yüz, kol ve ayaklarında parlayacak olan nur ile kıyamet günü diğer ümmetlerden ayırt edileceklerini bildiriyor.
Müslim Gurre ve Tahcil için ayırdığı bir babta müteaddit hadisleri rivayet etmiştir. Ebû Hüreyre' den rivayet ettiği bir hadis'e göre Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
— Abdesti tam ve yerli yerince aldıklarından dolayı kıyamet ö alınları sakar, kol ve bacakları sekir olanlar ancak sizlersiniz, un için sizden kim yapabilirse sakar ve sekirliğini uzatsın.»
Gurre ve tahcili uzatmaktan maksad, abdest uzuvlarını yıkarken farz olan yerin ötesine geçmektir.
Gurre ve tahcilin müstahab olan miktarı hususunda âlimlerin muhtelif kavilleri vardır: Bâzılarına göre kollar omuzlara kadar, ayaklar da dizlere kadar yıkanmalıdır.Bu rivayet Ebû Hüreyre' den sabit olunmuştur. Diğer bâzı âlimlere göre kollar ba-zuların yarısına ve ayaklar da baldırların yansına kadar yıkanmalıdır. Bir kısmı da bunun biraz daha uzatılmasını istemişlerdir. Bu kavil Bağavi'den menkuldür. Gurre ve tahcilin uzatılması hakkında âlimlerden rivayet edilen kavillerin izahı ve karşılaştırılması bir hayli zaman ve zemin ister Biz sadece şunu söyliyelim :
Gurre ve tahcilin uzatılması memleketimizde mensubu bulunan Hanefi ve Şafiî mezheblerine göre sünnettir. Hanefi kitaplarından olan İbni Âbidin haşiyesi Ed-Dürrin-Muh-târ'ın Taharet kitabının;
«Gurresini ve tahcilini uzatmak abdestin adabındandır.» ibaresi üzerine Ebû lîıirey re' nin hadisini delil olarak zikrettikten sonra şöyle söyler:
"Bahır'da: Gurre'nin uzatılması yüzden, yıkanması farz olan miktardan biraz fazla yıkamakla tahakkuk eder, denilmiştir. El-Hıl-ye'de de : Tahcil kollarda ve ayaklarda olur. Bunun uzatılması için bir sınır var mı? Ben bu hususta Hanefi âlim arkadaşlarımın her hangi bir sözüne rastladım Nevevi, Şafii âlimlerin muhtelif üç kavil söylediklerini nakletmiştir:
1. Dirseklerle topukların biraz ötesine geçmek müstahaptır, bunun belirli bir sınırı yoktur
2. Kollar ve bacaklar bazularm ve baldırların yansına kadar yıkanmalıdır. (Mustahap olan budur.)
3. Kolların omuzlara ve bacakların dizlere kadar yıkanması müstahaptır.
Nevevi sözlerine devamla, bu kavillerin hepsini gerektiren hadisler vardır, der.
Şerhö'ş-Şir'a'da yalnız ikinci kavle uygun görüş beyan edilmiştir.[34]
Nevevi' nin Şafii fıkhına âid «Mmhâcü'l-Âbidin» adlı kitabının şerhi Nihayetü'l-Muhtaç'ta Abdestin sünnetleri bahsinde gurre ve tahcil'in uzatılmasının sınırı hakkında şöyle söylenir:
Gurre'nin uzatılması yüz yıkanırken her tarafından farz olan kısmı geçmekle tahakkuk eder. Sınırının sonu ise başın ön kısmı ve çene altının devamı olan boğaz kısmının sağ ve sol yanlan ile beraber yıkanması ile gerçekleşir.
Tahcil'in uzatılmalıda kol ve ayak yıkanırken farzın dışında kalan dirsek ve topuk ötesinden bir kısmının yıkanması ile hasıl olur. Bunun nihayeti de omuz ve diz kapağıdır.
Hadîsin baş kısmında Resûl-i Ekrem (Sallaîlahü Aleyhi ve Sel-lem)'e: Ümmetinden olup da görmediğin kimseleri (kıyamet günü) nasıl tanıyabileceksin? sorusunun sorulması, Peygamberin kıyamet günü ümmetini tanıdığının soru sahiplerince bilindiğini gösteriyor. Sindi diyor ki : -Soru sahiplerinin Peygamber'in ümmetine şefaat "edeceğini bildikleri için O'nun ümmetini tanıması gereğini an-lıyarak bu soruyu yöneltmiş olmaları muhtemeldir. Yahut o mecliste Resûl-i Ekrem'in kıyamette ümmetini tanıyacağını belirten bir konuşma geçmiş olup bunun üzerine sorunun sorulmuş olması da mümkündür.»
Bu hadisin aslının Buharı ve Müslim'de Ebû Hü-reyre ve Huzeyfe' den rivayet edildiğini ve hasen hadis türünden olduğunu belirten Zevâid, râvilerden Hammâd'm İbn-i Seleme olan Hammkd olduğunu ve Asım'in da İbn-i Ebi'n-Necûd künyesini taşıyan zat olduğunu ifade öder. Bu anıda Asım, Kufi ve çok sadık olmakla beraber hafızasında biraz zayıflık vardır, demiştir. [35]
Hadisten Çıkarılan Hükümler
1. Abdestte gurre ve tahcilin uzatılması müstahabtır
2. Abdosti mükemmel ve âdap ile sünnetlerine riâyet etmek suretiyle almak müstahabtır.
3. Abdestte ayakların yıkanması kesin olarak farzdır.
4. Resûl-i Ekrem'e, ümmetinin kıyametteki durumu Allah tarafından bildirilmiştir.
5. Resûl-i Ekrem, o gün ümmetini tanıyacaktır.
6. Hadis kıyametin olacağına delildir.
285) Osman bin Af fan'in azadlısı Humrân (Kadiyalîahü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Osman bin Affân'ı Makaid'e otururken gördüm. Kemimi abdest suyunu istedi ve abdest aldıktan sonra : Ben Resülullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'i şu oturduğum yerde, bu abdestim gibi abdest alırken gördüm. Resülullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) abdestaldık-tan sonra şöye buyurdu :
-Kim benim bu abdestim gibi abdest alırsa geçmiş günahı örtülür.» Resülullah (Sailallahü Aleyhi ve Seliem) şunu da buyurdu :
«Ve sakın mağrur olmayınız- demiştir.
Müelliîdiyor ki; bize. Hişam b. Ammâr, Abdülhamid bin Habib, Evzâî, Yahya, Muhmnmed bin İbrahim, İsa bin Talha, Humrân ve Osman yolu ile de bu hadis rivayet edilmiştir.[36]
İzahı
Hadiste geçen «Makâid- kelimesi, bıızılarına göre,Hz. Osman (Radiyallahü anh)'ın evinin yanında bulunan dükkânların adıdır. Bâzıları da: Bu kelime Mescid'in yakınında Hz.Osman'in hazırladığı ve içinde oturup bâzı işler gördüğü ve abdest aldığı yerin adıdır, demişlerdir.
«Mağrur almayınız» cümlesinden başka hadis metninin Müs1im'de rivayet edildiği. Zevâid'de belirtilmiştir. Sindi de: Hadisin: «Benim bu abdestim gibi...» fıkrası. Buharı, Müs1imve diğer kitablarda tafsilâtlı olarak geçmektedir. Eğer musannif tafsilâtlı olan bir rivayeti zikretseydi daha iyi olurdu. Çünkü o zaman Resûi-i Ekrem'in almış olduğu ve günahların mağfiretine sebep olduğunu bildirdiği abdest sureti bildirilerek ona riâyet edilmesi imkânı sağlanmış olurdu, demiştir.
Buharî ve Müslim'in Hz. Osman (Radiyallahü anhl'den rivayet ettikleri bu hadisin tafsilâtlı olan metninin terce-mesini buraya alalım ki Resûl-i Ekrem'in almış olduğu abdest şekli de anlatılmış olsun :
''... Osman b. Affân'm azadhsı Humrân (Radiyallahü anfıümâydan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Hz. Osman (bir kere) bir kab (su) istedi. Bu kabtan ellerine üç defa su dökerek ellerini yıkadı. Sonra sağ eli ile kabtan su alarak maz-maza ve istinşak etti. Sonra yüzünü, ondan sonra da her iki elini dirsekleri ile beraber üçer defa yıkadı. Bundan sonra başını meshetti. Sonra iki ayağını topukları ile beraber 3 defa yıkadı ve bunun nihayetinde, Resûlullah (Salallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Her kim benim bu abdestim gibi abdest alıp iki rek'at namaz kılar ve bu iki rek'at namaz içinde hiç bir şey hatırına getirmezse geçmiş günahı örtülür», buyurduğunu söyledi."
Bu hadisi Ebû Dâvud ile Nesaîde «Taharet» kitabında zikretmişlerdir.
Hadis, abdestin şeklini beyan eden büyük bir temeldir.
Mazmaza : Ağıza su alıp çalkalamak ve dökmektir. Oruçlu olmayana mazmazada mübalâğa yani gargara yapmak da sünnettir.
İstinşak : Burnuna su çekmek ve nefesle dışarı almaktır. Müslim ve Ruhari1 nin rivayetinde «İstinsar- da geçiyor.
İstinsar: Burundan suyu dışarı atmaktır. Bu hal, suyu burnuna çektikten sonra gerçekleşebildiği için istinşakı da gerektirir. Bazı rivayetlerde istinşak geçmiyor.Yalmz istinsar bulunuyor.Netice değişmez. îstinşakta mübalağa yine oruçlu olmayan kimse için sünnettir. Mübalağa genize kadar su çekmekle hasıl olur.
Hadiste mazmaza ve istinşak'ın kaçar defa yapıldığı belirtilmemiş ise de bunların da üçer defa yapılmasının sünnet oluşu diğer rivayetlerle sabittir. Abdestin hadiste bildirilen sıraya göre alınmasına fıkıhta tertip adı verilmiştir. Tertip Hanefi âlimlerince farz görülmemiş ise de Şafii âlimlerince abdestin bir farzı olarak sayılmıştır.
Abdest almaya başlanırken önce suyun avuçlanması, sonra ağıza alınması, daha sonra da buruna çekilmesi sebebini bazı âlimler şöyle açıklamışlardır.
Abdest suyunun renk, tat ve koku vasıfları bakımından temiz olması gerekir. Suyun avuçlanması ile rengi, ağıza alınması ile tadı ve buruna çekilmesi ile kokusu tesbit edilmiş olur.
Hadisin : «... Namaz esnasında hiç bir şeyi hatırına getirmezse...» şartı ile neyin kasdedilmiş olduğu hususu âlimler tarafından tetkik ve tahkik edilmiştir.
Kadı Iyâz'a göre maksad, düşünerek ve istiyerek bir şeyler hatırlamamaktır. Kendiliğinden ve istemiyerek hatıra gelen şeyler murâd değildir. Bu itibarla kendiliğinden ve arzu dışında hatıra gelen bir şey namazın kemaline bir halel getirmez.
Buharı' nin Sarihi Aynî de : Hatırdan geçen şeyler iki kısımdır. Bir kısmı istemiyerek hatıra gelir. Bunları getirmemek mümkün değildir. Yapılacak şey, hatıra gelen bu tür şeyleri hatırdan çıkarmaya çalışmaktır. Hadis bu çalışmayı ön görüyor. Bir de istiyerek bir şeyleri hatıra getirmemeyi istiyor. Fakat kendiliğinden hatıra gelen şeyleri hiç hatıra getirmemek elde olmadığı için kişi bununla mükellef tutulmamıştır.
Bahis konusu şart ile ihlas kasdedilmiş olabilir. Buna göre mânâ şudur: «Sonra riya, gösteriş, böbürlenme ve benzeri şeyleri düşünmeden ihlash olarak iki rek'at namaz..."
Şunu da belirtelim : Namazda hatıra gelen şeyler dünyaya âit olabildiği gibi âhiretle de ilgili olabilir. Hadis yalmz dünya ile alâkalı şeylere yorumlanmıştır. Çünkü Tirmizi nin rivayetinde :
«... Kıldığı iki rek'at namazda dünyaya âit bir şey düşünmezse»
Duyurulmuştur. Sonra, namazda âhirete âit bir şeyi düşünmek namazın huzur ve huşuuna aykırı değildir. Bilâkis namazda okunan Kur'an âyetlerinin mânâsını düşünmek matluptur. Okunan parça neye âit ise haliyle o şey hatıra gelecektir. Dünyâ ve âhiret ahvaline âit olup mendup bir şeyi hatırlamak namazın faziletini zedeler mi? Hattâ Hz. Ömer (Radıyallâhü anh) 'in : «Ben ordumu namazda iken hazırlarım.» dediği rivayet edilmiştir.
«Geçmiş günahları...» Bundan maksad küçük günahlardır.Evvelce de belirttiğim gibi büyük günahlar tevbe ile veya Allah'ın sırf rahmeti ile afv edilir. Kul hakkı ise ancak helallaşmakla ve tevbe ile afvı beklenebilir.
Hadîsin sonundaki: «Sakın mağrur olmayınız.»Cümlesinden maksad şudur: «Abdestin fazileti bu derece büyük ve sevabı bu kadar çok olduğuna göre başka hayrat için çalışmaya lüzum yoktur veya bunca sevab alındıktan sonra günah işlense dahi pek tehlikesi yoktur diye aldanmayınız.»Çünkü günahları gideren ve sevapları kazandıran abdest ve namaz,. Allah katında makbul olanıdır. Hangisinin makbul olduğunu bilmek ise hiç kimse için mümkün değildir.O halde mağrur olmak tamamen yersizdir. [37]
7 — Sivâk Babı
286) Huzeyfe (b. el-Yamânî) (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teheccüd namazını kılmak için gece kalkınca ağzını sivak ile ovardı. [38]
İzahı
Bu hadisi; Buharı Taharet, namaz ve teheccüd namazına kalkmanın faziletine âit bahislerde olmak üzere 3 yerde; Müslim, Ebü Dâvûd ve Nesâi de Taharet bahsinde rivayet etmişlerdir.
Sivâk: Misvak dalma denir. Bir de o dalı dişlere sürmek anlamında kullanılır.Müs1im'in Şârihi Nevevî, Sivak'm lügat mânâsını bu şekilde açıkladıktan sonra: «Âlimlerin İstılahında ise, misvak veya benzeri bir şeyi dişlere sürerek temizleme işine sivak denir, der.Nevevi sözlerine devamla şunları söyler:
Misvak kullanmak ne namazda ne de başka hallerde vacip değildir. Sözleri makbul olan âlimlerin icmâ'ı ile onun sünnet olduğu sabittir. Ebû Hâmid el-Isfarâinî1 nin anlattığına göre Dâvud-ı Zahiri namaz için misvakı vâcib kılmıştır.E1-Mâverdi' de anılan Dâvûd' dan misvakın namaz için vacip olduğunu, fakat terki halinde namazın bozulmadığını söylediğini nakleder. Fakat müteahhirin âlim arkadaşlarımız, Davud'a atfen Ebû Hâmid1 in ve başkasının yaptığı rivayeti kabul et-miyerek Dâvûd' un mezhebine göre de misvak sünnettir, demişlerdir.
İshâk bin Râhevey' den rivayet edildiğine göre; kendisi misvak kullanmayı namaz için gerekli görerek bile bile terke-denin namazı bozulur demiştir.Nevevi sözlerine devamla İs-hâk'tan yapılan rivayet sabit ve sıhhatli görülmemiştir.Dâvüd-i Zahirî' nin de misvakı namaz için gerekli gördüğü sabit değildir. Faraza böyle söylemiş olsa bile onun bu görüşü icmâa gölge düşürmez.
Misvak kullanmak her zaman için müstahaptır. Bilhassa şu beş vakitte daha fazla müstahaptır:
1. Abdest alırken,
2. Namaza başlarken,
3. Kur'an okumaya başlarken,
4. Uykudan kalkarken,
5. Ağzın tadı veya kokusu değişirken.Bu değişiklik de çeşitli nedenlerden olabilir.Meselâ:Uzun süre bir şey yememek, içmemek, susmak, çok konuşmak, kokusu hoş olmayan bir şey yemek.
İmam Şafii ye göre oruçlu adamın öğle vaktinden akşama kadar misvak kullanması mekruhtur. Çünkü oruçlu adamın öğleden sonra ağzından duyulan koku Allah katında çok sevimlidir. Bu hususta sahih hadisler vârid olmuştur.
Hanefî âlimleri misvakın abdest alınırken mazmaza sıracında kullanılmasını ve dişlere yalnız genişliğine sürülmesini müs-tahap görmüşlerdir. Namaza durulduğunda misvak kullanılırsa diş etlerini kanatıp abdestin bozulmasına yol açabilir endişesi ile namaz zamanı misvak kullanmayı öngören hadisleri abdest zamanına yorumlamışlardır.
Misvak işi, hacıların hicazdan getirdikleri ve erâk denilen ağacın dalı ile yapılmalıdır. En müstahap olanı budur. Buharı' nin tarihinde anlatıldığına göre, bazı sahabîler, anılan ağaçtan bir çubuğu Resûl-i Ekrem'e sunmuşlar. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'da : «Bununla misvaklarım» buyurmuştur. Tabarânî'-nin Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadis'e göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zeytin ağacından yapılan misvakı pek beğenerek ve tavsiye ederek:
«Bu benim ve benden önceyi peygamberlerin misvakıdır* buyurmuştur.
Nevevi:Misvak, diş etlerini tahriş edecek derecede sert veya dişleri temizliyemiyecek derecede yumuşak olmamalıdır.Erâk ağacı elde edilemezse dişleri temizleyici başka bir cisim ile misvak işi yürütülebilir.Sert bir bez parçası ile misvak yapılabilir.Kişinin kendi parmağı ile misvak yapmasının hükmü de şudur:Eğer parmak yumuşak ise misvak işinde kullanılmaz. Şayet sert ise âlim arkadaşlarımızın 3 görüşü vardır. Meşhur olan kavle göre kullanılmaz.İkinci kavle göre kullanılabilir.Üçüncü görüşe göre eğer kullanılabilecek bir şey varsa parmakla misvak yapılamaz.Elverişli bir şey bulunmadığı takdirde parmakla misvak yapılabilir.Misvak dişlerin enine sürülmeli uzunlamasına kullanılmamalıdır.Çünkü bu takdirde diş etleri tahriş edilebilir.Misvak kullanılırken ağzın sağ kısmından başlanmalıdır, der.[39]
Teheccüd : Geceleyin namaz kılmaktır. Hz.Âişe'den rivayet edildiğine göre gece namazı peygamberimize bir ara farz kılındı. Sonra sünnet oldu. Ümmeti için de sünnettir.
287) Ebû Hüreyre (Radıyallahu anh)'den Resûlullah. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivayet edilmiştir :
«Ümmetime meşakkat vermem (endişesi) olmasaydı, her namaz zamanı misvak kullanmalarını emrederdim. [40]
İzahı
Bu hadisi Buharı Cuma bahsinde ve Müslim Abdest bahsinde rivayet ettikleri gibi diğer sahih hadis kitap sahipleri tarafından da rivayet edilmiştir.Tirmizi bu hadisi yine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikten sonra Ebû Hüreyre' den başka, isimlerini zikrettiği 17 sahabi'den de rivayet edildiğini beyan eder.
Nevevi: «Bu hadis misvak kullanmanın vacip olmadığına delildir.İmam Şafii:«Eğer misvak kullanmak vacip olsaydı ümmete meşakkat olsun olmasın.Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara misvakı emredecekti.» demiştir.
Hadis, Allah tarafından emir indirilmeyen hususlar hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ictihad yapmasının caiz olduğuna delâlet eder. Fıkıhçılarm çoğunun ve usul âlimlerinin mezhebi olan bu kavil sahih ve muhtar olanıdır.
Hadis, her namaz için misvak kullanmanın faziletini beyan ediyor. Namaz için misvak kullanma zamanı ise bir önceki hadisin izahında belirttiğimiz gibi Hanefi âlimlerine göre abdest alınırken mazmaza sırasındadır. Namaza dururken ayrıca misvak kullanılmamalıdır. Çünkü diş etlerini kanatıp abdestin bozulması tehlikesi vardır. Ş â f i İ âlimlerine göre ise hem abdest alınırken hem de namaza durulurken misvak kullanmak sünnettir.Çünkü burivayette;er namaz kılınışında» tabiri kullanıldığı gibi Buharı' nin Oruç kitabında yine Ebû Hürey-re (Radıyallâhü anh)den yaptığı rivayette;
«Her abdest alınışında» ifadesi kullanılmıştır. Ibn-i Huzey-me, Hâkim ve Ahmed bin Hanbel de böyle rivayet etmişlerdir. Her iki rivayetin gereğini yapmak üzere Şafii'-ler, farz ve sünnet her türlü namaza durulurken ve abdest alınırken misvak kullanmayı müstahap görmüşlerdir. Hanefî âlimlerinin çoğu namaz için olan rivayeti abdest için olan rivayete yorumlama yoluna gitmişlerdir.
Hadîsin metninde geçen «...Emrederdim.» tâbirinden maksad uyulması mecburi olan emirdir ki bu tür emre vücup emri denir.Re-sûlullah bu mânâda misvak kullanma emrini vermemiştir. Fakat nedib ve sünnet anlamında misvak kullanmayı emretmiştir.Şu halde hadis misvak kullanmanın farz olmadığına ve ancak sünnet olduğuna delâlet eder.
Hadis, Resûl-i Ekrem'in, ümmetine olan merhamet ve şefkatinin büyüklüğünü gösteriyor. Allah cümlemizi O'nun şefaatine kavuştursun.
288) îbn-i Abbas (Radıyallahu anhuma)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin ikişer ikişer rek'at namaz kılardı. (Her iki rek'atten) sonra gidip misvak kullanırdı. [41]
İzahı
Hadîs her namaza başlarken misvak kullanmanın müstahap olduğuna delâlet ediyor. Sindi diyor ki: «Resûl~i Ekrem'in her iki rek'atten sonra gidip misvak kullandığı Ebû Davud'un rivayetinden anlaşılıyor. Şu farkla ki; oradaki rivayette Resûl-i Ekrem'in her iki rek'atten sonra uyuduğu da bildiriliyor.» Burdaki rivayetin zahirine göre Resûl-i Ekrem teheccüd namazını bitirdikten sonra gidip misvak kullanırdı. Ancak muradın bu olmadığı Ebû Dâ-vûd 'un rivayetinden anlaşılıyor.
Hadîsin beyânına göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teheccüd namazını ikişer rek'atten selâm vermek suretiyle kılardı. Bizim için de en faziletli olanı bu şekilde kılmaktır.
289) Ebû Ümâme (Radıyallahu ank)Jden rivayet edildiğine göre, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Misvaklenin. Çünkü misvak ağızı temiz tutmaya yarar, Rabb'm razı olmasına sebep olur. Cibril bana her gelişinde misvakı tavsiye etti. Öyleki bana ve ümmetime farz olacağından gerçekten korktum. Ümmetime meşakkat vermekten korkum olmasaydı misvaki onlar için farz kılardım. Ben misvaki o kadar çok kullanırım ki; Öndeki dişlerimi köklerinden oynatacağımdan (veya) Öndeki dişlerimin etlerini köklerinden gidereceğimden korktum.[42]
İzahı
Hadis, misvak kullanmayı açıkça emreder.Misvakin vacip olduğunu söylediği rivayet edilen Dâvûd Zahirî ve îshak îbn-i Râhevey'in bu hadisteki emri delil gösterdikleri söylenmiştir. Halbuki hadisin son kısmı misvak kullanmanın farz kıhn-madığım ispatlıyor.Şu halde bu iki zat eğer hakikaten bu hadis ile
istidlal etmişler ise hadisin son kısmının onlara intikal etmediği anlaşılıyor. Kaldı ki 286 nolu hadisin izahını yaparken bu iki zâttan yapılan rivayetin sabit görülmediğini naklettik.
Hadisteki emir nedib içindir. Yani kullanılması müstehaptır. Hadis, misvakın hem sıhhi yönden faydalı olduğuna hem de Allah Teâlâ'nm rızasına vesile olacağına dikkatleri çeker.İbn-i Dakiki'1-İyd , misvakın meşruluğundaki hikmeti şöyle izah eder : Namaz, Allah'ın huzuruna çıkmak anlamını taşıdığı için her yönden olduğu gibi ağız temizliği ile de divana durmak ve ibadetin yüce şerefini göstermek için misvaklanmak istenmiştir. Hattâ H z.Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den Ahmed bin Hanbel ile Hâkim ve İbn-i Huzeyme' nin yaptıkları rivayete göre merfu' bir hadiste şöyle buyuruluyor:
«Misvak kullanılarak kılınan namazın misvaksız kılınan namazdan üstünlüğü 70 kattır.*
Kuşeyri' nin Ebü'l-Derdâ (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyuruluyor:
«Misvak kullanmaya devam ediniz.Çünkü misvakın 24 meziyeti vardır. Bu meziyetlerin başında Allah'ın rızâsına vesile olması gelir.Misvakle kılınan namazın sevabı 77 derece katlanır. Misvak insanı zenginleştirir. Ağız kokusunu temizler.Diş etlerini kuvvetlendirir.Baş ve diş ağrısını giderir.Yüzü ve dişleri parlattığı için Melekler misvaklenenle tokalaşır.»
Misvakın faziletinin yüceliğinde âlimler ittifak halindedirler. Hattâ İmam Evzâî: Misvak, abdestin yarısıdır, demiştir.
Hadîsin metnindeki: «Mekâdimü'I-Fen» ile ön dişler veya onların etleri muraddır. Diş etlerinin kasdedilmiş olması ihtimali daha kuvvetlidir. Metindeki «İhfâ» ise kazımak demektir. Fazla misvak kullanmak neticesinde ön dişlerin kazınması ve köklerinden oynatılması veya diş etlerinin kazınması endişesi Resûl-i Ekrem'de belirmiştir.
290) Şüreyh bin Hâni1 (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir:
Ben Âîşe (Radıyallâhü anhâ)'ya.: Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) senin odana girdiği zaman ilk iş olarak ne yapardı? bana haber ver!.diye söyledim. Âişe O (odama) girdiği zaman önce misvak kullanırdı, dedi. [43]
İzahı
Miftahü'I-Hâce'de beyan edildiğine göre Müslim,Ebû Dâvûd, Nesâi ve İbn-i Hibbân da bu hadisi rivayet etmişlerdir. Hadis namaz veya abdest zamanı dışında kalan her zaman misvak kullanmanın faziletini, buna ehemmiyet verilmesini ve sık sık misvak kullanmanın tekrar edilmesini ifade eder. Çünkü eve girmek için muayyen bir vakit bahis konusu değildir.
Sindi de, eve girmek belirli bir zamana bağlı olmadığından misvak kullanmak için de belirli bir zamanın olmadığı hadisten anlaşılır, dedikten sonra misvakın yalnız ibadete başlarken kullanılmasının müstahap olduğunu söyliyenler bu hadisi şöyle yorumlamaktadır, der:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî evde nafile namazla iştigal ettiği için eve girdiği zaman misvak kullanırdı. Bazıları da: Resûlullah halktan ayrılarak eve vardığı zaman vahye hazırlanırdı. Bunun için ilk iş olarak misvak kullanırdı, demişlerdir. Başka şekilde yorumlayanlar da olmuştur.
291) Ali bin Ebî Tâlib (Radtyallahu ank)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
(Ey müslümanlar!) Şüphesiz ağızlarınız Kur'an'ın yollarıdır. Onun için ağızlarınızı misvak ile temizleyiniz."[44]
İzahı
Sindî diyor ki Hz. Ali' nin hitabı müslümanlaradır.Müslümanlardan beklenen durum,Kur'an okumaları ve ağızlarının Kur'an'ı Kerim için açık ve işlek yol halinde tutulmasıdır. Miftâhü'1-Hâce yazarı da: Misvak ağzı temizlediği ve Rabbim rızâsına vesile olduğu için Kur'an'ı Kerim1 in okunmasına başlanılırken, kullanılmasının müstahaplığı hadîsten anlaşılıyor. Misvak, Sünnet-i Müekkededendir. Hiç bir durumda vacip değildir, der. [45]
8 — Fıtrat Babı
292) Ebû Hüreyre (Radıyallahü ank)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Fıtrat beş (haslet) tir. Yahut beş (haslet) fıtrattandır. Sünnet olmak, kasıkları tıraş etmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak ve bıyıkları kısaltmak.»"
293) Âişe (Radıyallahü anhâydzn rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«On şey, Fıtrattın hasletlerin)dendir. Bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, buruna su çekmek, tırnakları kesmek, parmak mafsallarını yıkamak, koltuk altını yolmak, kasıkları tıraş etmek ve su ile taharetlenmek.»
(Râvilerden) Zekeriyya dedi ki: (Râvî) Mus'ab : Ben 10'uncu has-.leti unuttum meğer ki mazmaza ola, dedi."
294) Ammâr bin Yâsir (Radtyallâhü ankumâ)'den rivayet edildiğine
göre Resûlulîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Ağıza su almak, buruna su çekmek, misvak kullanmak, bıyığı kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak, kasıkları tıraş etmek, parmak mafsallarını yıkamak, taharetlendikten sonra ferce su serpmek ve sünnet olmak fıtrattandır.»(Müellif diyor ki) bize bu hadisi Câ'fer bin Ahmed bin Ömer de Affân bin Müslim, Hammâd bin Seleme, Ali bin Zeyd yûlu ile rivayet etti."
295) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
«Bıyıklan kısaltmak, kasıkları tıraş etmek, koltuk altını yolmak ve tırnakları kesmek hususunda (bu işleri) kırk geceden fazla bırakmamanız tayin ve tesbit edildi.» [46]
Dört Hadisin İzahı
îlk hadisi Buhari «Libas» kitabında ve Müslim de Taharet bahsinde yine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.Müslim aynı bahiste 293 ve 295 nolu hadisleri de almıştır.Miftâhü'l-Hace'nin beyânına göre mezkûr iki hadisi Ahmed, Nesâi, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da tahriç etmişlerdir. 294 nolu hadisin metni diğer metinlere mânâ ve lafız bakımından benzemektedir. İlk hadisteki «... yahut...» tereddüdü ravidendir.
Hadislerin açıklamasında Müs1im'in şârihi Nevevi'-nin taharet bahsinde verdiği izahatı dinleyelim :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in: «Fıtrat beştir» buyruğunun mânâsı: «Anılan şu beş şey fıtrattandır.» Çünkü diğer hadiste:«On şey fıtrattandır* buyurmakla fıtratın hasletlerinin 10'dan bile fazla olduğuna işaret buyurmuş oluyor.
«Fıtrat» kelimesi ile kasdedilen mânâ hususunda âlimler çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. (Aslında fıtrat yaratılış demektir.) Ha ttâbi: Âlimlerin ekserisinin dediğine göre burada fıtrat ile sünnet mânâsı kasdedilmiştir, der. Hattâbi'den başka bir cemâat da âlimlerin bu yorum şeklini naklederek, Allah'ın peygamberler için seçmiş olduğu ve ötedenberi onların takip etmiş oldukları sünnet, âdet ve yoldur. Öyle ki peygamberlerin yaratılışında o yolu izlemek mayası bulunduğu için ona yaratılış mânâsına gelen Fıtrat ismi verilmiştir, denilebilir. Burada fıtrat din mânâsında kullanılmıştır, diyenler de vardır. Kadı Beyzâvi ise, bu mânâları içinde tophyan bir tarif ile : Fıtrat bütün peygamberlerin benimsedikleri ve şeriatlarının ittifakla kabul ettikleri müşterek ve eski bir sünnettir ki sanki bütün insanlar bu sünnet üzerinde yaratılmışlardır, der.[47]
Nevevi, sözlerine devamla; bu hadislerde Fıtrat olarak sayılan hasletlerin hepsi âlimlerce vacip görülmemiştir. Meselâ, ağıza su almak, buruna su çekmek ve sünnet olmak mes'elelerinin vacip olup olmadığı hakkında âlimler arasında ihtilaf vardır. Vacip olan hasletler ile vacip olmayan hasletlerin bir arada anlatılmasının mahzuru yoktur. Nitekim En'â m sûresinin 141'inci âyetinde:
«Mahsul verdiği zaman ürününden yeyiniz. Hasad (devşirme) günü de hakkını (zekât ve sadakasını) veriniz...» buyurulmuştur. Bi-. lindiği gibi mahsulün zekâtını vermek vaciptir, ondan yemek ise vacip değildir.
Fıtrat hasletlerinin tafsilatı ise :
1. Hitan = Sünnet olmak: Şafii ve bir çok âlimlere göre vacip, Mâliki ve âlimlerin ekserisine göre de sünnettir. Ş â-fii'ye göre sünnet olmak erkek ve kadın her müslüman için vaciptir. Erkek hakkında vacip olan sünnet, haşefenin tamamı açıkta kalacak derecede onu örten deriyi kesmekle gerçekleşir. Kadın hakkında ise fercin yukarısmdaki deriden birazını kesmek suretiyle vacip yerine getirilmiş olur. Bizim (Şâfiilerin) Cumhur âlimlerimizin ittifak halinde bulundukları ve mezhebimizin sahih olan kavline göre erginlik çağma varmadan önceki dönemde sünnet olmak vacip değil, sünnettir. Bâzı Şafii âlimleri: Çocuğu, henüz baliğ olmamış iken sünnet ettirmek velisinin üzerine vaciptir, demişlerdir. Başka bir kavle göre ise 10 yaşma varmadan çocuğu sünnet ettirmek haramdır. Sahih olduğunu belirttiğimiz kavle göre çocuğu doğumunun 7'nci günü sünnet ettirmek nıüstahaptır. Sünnet olmadan ölen bir müslümanla ilgili olarak da 3 kavil vardır. Sahih ve meşhur olan Şafii âlimlerinin kavline göre ölen kişi çocuk olsun büyük olsun sünnet edilmez. İkinci kavle göre sünnet edilir. Üçüncü kavle göre çocuk ise sünnet edilmez, büyük yaşta ise edilir. (Burada Nevevî' nin sözlerine ara vererek Hanefi mezhebine göre sünnet olmanın şer'i hükmünü anlatalım.)
(Hanefi âlimlerine göre hitan ( sünnet olmak) şer'an sünnettir ve müslümanlığın alâmetidir. Hatta bir şehir halkı çocuklarını sünnet ettirmemek hususunda ittifak etseler, devlet kuvvetleri onlarla savaşır. Sünnet olmanın yaşma gelince, rivayete göre İmam-ı Â'zam'a sorulmuş ve kendisi: «Bu hususta bilgim yoktur,» diye cevap vermiştir. İki imamdan da bir şey nakledilme-miştir. Çocuğun 7 yaşında, 10 yaşında ve son olarak 12 yaşında sün-
net edilebileceğine dair kaviller vardır. Bazı âlimler de çocuğun gücüne göre sünnet edilme yaşı tesbit edilir, demişlerdir.Hane-fî âlimlerine göre kadını sünnet ettirmek erkeğe bir ikram mahiyetindedir. Onlardan da kadın için sünnet olmak dinen sünnettir, diyenler olmuştur.)
Tekrar Nevevî'yi dinliyelim:
2. İstihdâd = kasıkları tıraş etmek : Bu iş sünnettir. Tıraş, ustura gibi demirden mamul bir âletle yapıldığı için demir anlamında olan hadid kelimesinden alınma istihdad ismi bu işe verilmiştir. Bundan maksad kasıkların temiz tutulmasıdır.Temizleme işi için en sevaplı olan tıraş etmek ise de makasla kılları kısaltmak veya yolmak da caizdir.Hadiste geçen «Ânet» ise erkek ve kadının ön ve arka edep yerlerinin etrafındaki kıllardır.Hepsini tıraş etmenin müstahap olduğu anlaşılıyor.
Etek tıraşının vakti ise tercihe şayan kavle göre bu vaktin tes-biti kılların uzaması durumuna bağlıdır. Uzaymca tıraş edilmelidir. Bıyık tıraşı, koltuk altını yolmak ve tırnakları kesmek zamanının tayin ve tesbiti için de durum aynıdır.Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edilen hadis (295 noludur.) te: «...Tıraşları için 40 gece bırakmamak...» tabirinden murad, 40 günden fazla bir süre tıraşa ara vermemektir. Yoksa sanıldığı gibi 40 güne kadar tıraş etmemek talimatı verildi, gibi sakat bir mânâ verilemez.
«El-Fıkıh Ale'I-Mezâhibi'I-Erba» da belirtildiğine göre:Şafii mezhebinde cuma günü yapılması matlub olan sünnetlerden birisi de erkeğin eteğini tıraş etmesi ve kadının da bu yerdeki kılları yol-maşıdır. Kocasının emretmesi halinde bu kılları temizlemek kadın üzerine vacip oluyor. Hanefî mezhebine göre de erkeğin tıraş ve kadının yolmak suretiyle bu yeri temizlemeleri müstahaptır. Ancak bu işin kaç günde bir ve hangi günde yapılmasının müstahap-lığı hususunda bir sarahat yoktur.[48]
3. Taklimü'l-Azfâr = Tırnakları kesmek:Parmaklara zarar vermemek kaydı ile tırnaklan dipten kesmek sünnettir. Nevevi, tırnak keserken şu sıraya riayet edilmesinin müstahap olduğunu söyler:
Önce el, sonra ayak tırnaklan kesilmelidir.Ellerin tırnakları kesilirken, sağ elin şehadet parmağından başlıyarak, sonra orta, yüzük ve serçe parmaklarının ve daha sonra baş parmağın tırnakları sırayla kesilmelidir. Sağ elin tırnakları bu sırayla kesildikten sonra sol elin serçe parmağından başlıyarak sırayla bütün parmakların tırnakları kesilir. El tırnakları böylece kesildikten sonra ayak tırnakları da sağ ayağın küçük parmağından başlamak suretiyle sırayla 5 parmağın tırnakları kesilir. Sonra sol ayağın büyük parmağından başlıyarak sırayla 5 parmağın tırnakları kesilir.
(Hanefî âlimleri, tırnakların kesimine 40 günden fazla bir zaman ara vermenin tahrimen mekruh olduğunu söylemişlerdir. Fakat haftanın hangi günü ve nasıl bir tertip ile kesilmesi hakkında bir şey söylememişlerdir. Şafii âlimleri ise yukarda açıklanan sırayla tırnak kesilmesini ve kesmek için haftanın cuma, pazartesi ve perşembe günlerinden birisini seçmeyi müstahap görmüşlerdir.)
4. Netfü'l-İbt = Koltuk altını yolmak:Koltukların altındaki kılları yolmak âlimlerin ittifakı ile sünnettir. Yolamıyanlar tıraş etmek ve ilâç kullanmak suretiyle bu kılları temizliyebilirler.
Yûnus bin Ab di'1-A'lâ' dan: Şöyle söylediği nakledilmiştir :
«Ben Şafiî' nin yanma girdim. Berber onun koltuklarının altını tıraş ediyordu. Şafiî: «Koltukların altını yolmanın sünnet olduğunu bilirim. Ama acısına dayanamıyorum» dedi.»
Önce sağ, sonra sol koltuk altını temizlemek müstahaptır.
5. Kassü's-Sârib = Bıyığı kısaltmak:Bu da sünnettir.Yine sağ tarafından kısaltmaya başlamak müstahaptır. Kişi, bizzat bıyığını tıraş etmesi veya başkasına tıraş ettirmesi hususunda serbesttir. Çünkü bir günaha girmeden ve mürüvvete aykırı bir duruma düşmeden temizlik gayesine iki şekilde de ulaşılmış olur. Fakat etek tıraşını bizzat yapmak gerekir. Başkasına yaptırılamaz. Muhtar olan kavle göre üst dudağın kenarları iyice açık kalacak şekilde bıyık kısaltılmahdır. Bıyığı kökünden kazımak veya kılları dibine kadar makas gibi aletle kısaltmak mekruhtur. Bıyıkların kesilmesi hakkında vârid olan; hadîsi zahiren bıyıklan kazıyın mânâsını ifade ediyor ise de bundan kasdedilen mânâ bıyıktan dudaklar üzerine gelen kısmı kazımaktır.
(Bıyık kesmek hususunda Hanefî âlimlerinin iki kavli vardır. Bir kavil Şafii âlimlerinin görüşüne uyar. Yani bıyıkları kısaltmak ve üst dudağı tamamen açık tutmak sünnettir.Tahavi:
Medine' lilerden bir cemaat bıyıkları kısaltmanın muhtar olduğunu söylemişlerdir, diyor. Tahavi, cemâat sözüyle şu zâtları kas-detmiştir: Salim, Said b. el-Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Câ'fer b. Zübeyr, Ubeydullah b. Ab-dillah ve Ebû Bekir b. Abdirrahman (Radıyallâ-hü anhüm) hazretleri. Hasan-ı Basri, Muhammed b. Sirîn ve At â1 b. Ebi Rabâh'ın mezhebi de budur. İmam Mâ1ik'in kavli de budur. İmam Mâlik'e güre bıyığı kazımak mekruhtur. Hatta bıyığı kazımayı bir âfet sayarak, böyle yapanların te'dip edilmesini emredermiş.
Sindi de: -Bıyık kesmek hakkında vârid olan hadîslerin ekserisinde «Kass = kısaltmak» tabirinin kullanıldığı Hafız İbn-i Hacer tarafından beyan edilmiştir, dedikten sonra î m a m Mâlik'in yukarda belirtilen görüşünü bildirir ve : Bence Mâli k'in bıyıkla ilgili olarak vârid olan hadisleri böyle yorumlamasının sebebi kendisinin Me dîne halkının tatbikatını böyle görmüş olmasıdır. Çünkü merhum bu gibi hususlarda Medine halkının amelini esas alırdı. Muhtar olanın da bu olduğunu umarım» demiştir.
Hanefi mezhebinin ikinci görüşü ise bıyıkları kökünden kesmektir, sünnet olanı budur, kısaltmak değildir. Hattâ Ebû Ha-nîfe, Ebü Yûsuf ve Muhammed'e bu görüş isnad edilmiştir.Tahavî de bu görüşü destekliyerek bir çok âlime göre bıyığı kazımanın kısaltmaktan afdal olduğunu söylemiştir. Sa-habilerden Abdullah bin Ömer, Ebû Said-i Hud-ri, Raf i bin Hadic, Câbir bin Abdillah ve Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anhüm) hazretlerinin bıyıklarını traş ettiklerini İbn-i Ebi Şeybe rivayet etmiştir.)
6. İ'faü'l-Lihye = Sakalı uzatmak:
(EI-Fikıh A'le'l-Mezâhibi'l-Erbaa'nin Kitabü'l-Hazar Ve'1-İbaha
bölümünün kılları kesmenin hükmü başlığı altında açılan kısmında beyan edildiğine göre sakalı kökünden kazımak Hanefi, Mâlik ve Hanbeli âlimlere göre haramdır. Hanefî' lere göre sünnet olanı da bir tutam kadar uzatmaktır. Bundan fazla olanı kesilir. Sakalın etrafını alıp düzeltmekde beis yoktur. Hanbeli âlimlerine göre de bir tutamdan fazla olanı almakta beis yoktur.
Şafii âlimlerine göre ise sakalı kazımak veya çok kısaltmak mekruhtur. Bir tutamdan fazlasını kesmekte ise mahzur yoktur. Bilhassa uzunlamasına veya genişlemesine çirkin söz söylemesini mucip bir vaziyet alırsa onun etrafını alıp düzeltilmesi uygundur.)
( Tabari de: İ'f a çoğaltmaktır.Hadîslerde vârid olan;
«Sakalları çoğaltın- ve benzeri ifadelerin zahirine bakarak sakalının kıllarını kendi haline bırakıp uzunluğuna ve genişliğine çirkinle ştiren insanlar vardır. Onların bu durumu bazı kimselerin dillerine destan olur. Halbuki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVdan rivayet edildiğine göre sakalın fazla uzatılması yasak ve kısaltılması gerekir. Yalnız kısaltma miktarı hususunda selef âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Bâzı âlimler bir tutamdan fazlası ve genişliğine de etrafa dağılıp çirkin bir manzara arzeden kısım alınır, demişlerdir. Bu kavil Hz. Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilmiştir. Rivayete göre Hz. Ömer (Radıyallâhü anh) sakalını fazla uzatmış olan bir adamı görmüş onun bu halini tasvip etmiyerek bir tutamdan fazlasını kestirmiş sonra da
ona:
«Git saçını düzelt yahut berbat et, sizden bazınız kendisini yırtıcı bir hayvan gibi başı boş bırakıyor» diye îkaz etmiştir, diyor.
Ebû Hüreyre ve îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhü-mâ)'in bir tutamdan fazla olan sakallarını kestikleri rivayet olunmuştur.
Bâz: âlimler de, sakalın ne kadar uzatılacağına dair kesin bir delil bulamadıklarını, bu nedenle belirli bir sınırla tahdid etmek imkânına sahip olmadıklarını ifade ederek uzunluğu ve genişliği bakımından çirkin bir durum arzetmiyecek şekilde uzatılması görüşünü benimsemişlerdir.
Ata' da: Sakal fazla uzadığı zaman onu eninden ve boyundan bir parça almakta beis yoktur. Çünkü kendi haline bıraktığı takdirde sahibi başkalarının alay ve istihzalarım üzerine çekmiş olur, demiştir.Atâ' bu görüşünü,Tirmizî' nin Usârae bin Zeyd yolu ile rivayet ettiği ve garip diye vasıflandırdığı şu hadise dayandırmaktadır:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sakalının eninden ve boyundan bir parça alırdı.»
Nevevî sakalın uzatılması ile ilgili olarak şöyle söyler: Sakal kesmek acemlerin âdeti idi. Şer-i Şerif bu âdeti yasakladı. Âlimler sakalda, birbirinden çirkin ve dînen hoşlanılmayan 12 durum bulunabilir, diyerek bunları şöyle sıralamışlardır:
1. Cihad için niyyetli olmamak kaydı ile sakalı siyaha boyamak. (Savaşta genç görünerek düşmanı yıldırmak maksadı ile ağarmış sakalı siyaha boyamak caiz olduğu için burada cihad durumu dile getirilmiştir.)
2. Sünnet'e uymak için değil de kendisini salihlere benzetmek için sakalı sarıya boyamak.
3. Kendisini yaşlılara benzeterek çevrenin saygısını kazanmak ve başkanlığa geçirilmek için sakalını kibrit veya başka bir şeyle ağartmak.
4. Gençlikte sakal kılları çıkmaya başladığında henüz sakalı bitmeyen daha genç adam gibi görünmek niyeti ile çıkan kılları yolmak veya tıraş etmek.
5. Sakal içinde ağarmış olan kılları yolmak.
6. Kadınlara ve başkalarına güzel görünmek için sakalı perçem perçem yapmak.
7. Sakal ile baş saçının bitiştiği nokta olarak kulak yumuşağının kıyısındaki semt esas iken sakaldan sayılmayan ve başa ait sayılan saçların bir kısmını sakala eklemek suretiyle sakalı daha yukardan başlamış olarak göstermek veya kulak hizasının altında kalan yanağın bir kısmını traş ederek sakalı çene kemiklerine inhisar ettirmekle noksanlaştırmak.
8. Halka güzel görünmek için yapmacık olarak sakalı tarayıp salmak.
9. Sakalı karmakarışık ve keçelenmiş gibi bir halde bırakmak suretiyle kendisini zâhid göstermek ve sözde kendisine bakmadığı havasını estirmek.
10. Sakalının beyaz ve siyah kısımlarına bakarak, siyahlığı ile kendisini genç görüp, gururlanmak, kibirlenmek, beyazlığı da istismar ederek gençlere karşı büyüklük taslamak ve böbürlenmek.
11. Sakalı örmek.
12. Sakalı tıraş etmek. Ancak kadının sakalı çıkacak olursa onu kazımak mustahabtır.
N e v e v î sakalın âfetlerini böylece izah ettikden sonra fıtratın diğer hasletlerini açıklamaya devamla:
7. Berâcim'i yıkamak : Berâcim kelimesi bürcüme'nin çoğuludur.
Bürcüme, parmakların mafsalına denir. Âlimler bundan murad yalnız parmakların mafsalları değil kirin toplanıp biriktiği kulak kıvrıntıları yerleri gibi vücudun muhtelif taraflarında bulunan ve toz, ter ve pasın toplandığı yerlerdir.
8. İntikasül'-Mâ': 293 nolu hadiste fıtratın hasletlerinden birisi olarak geçen bu tabir hadisin bitiminde istinca yani su ile taharetlenmek diye tefsir edilmiştir. Müellif bu tefsirin hangi rivayete âit olduğunu açıklamamıştır. Fakat bu hadisi Müslim'e rivayet eden Kuteybe, bu tabirin, râvî Veki tarafından istinca ile tefsir edildiğini bildirmiştir. Müslim bu tabirin başka türlü de yorumlandığını şöyle beyan eder:
Ebû Ubeyde ve başkalarına göre bundan maksad avret mahallini yıkamak suretiyle bevli kesmektir. Esas mânâ suyu azaltmak olan «İntikasü'I-Mâ' sözü bazı âlimlerce «İntidâh = su serpmek» şeklinde yorumlanmıştır. Zâten başka bir rivayette bu tabir yerine «İntidâh» kelimesi, kullanılmıştır. (294 nolu hadîste de bu durum olmuştur.) İntidâh ise Cumhur'a göre taharetlenme işi bitince vesveseye mahal bırakmamak için avret mahalline biraz su serpmektir.
Râvî Mus'ab'in : «Onuncuyu unuttum. Meğer ki mazma-za (ağıza su olmak) ola» sözü kendisinin tereddüdünü ifade ediyor. Kadı Iyâz diyor ki, Musab 'm unuttuğu şey sünnet olmak hususu olabilir.
Bu babtaki hadislerde fıtratten sayılan mazmaza, istinşak (ağıza ve buruna su almak) ve sivak hasletleri 6. ve 7'nci bâblarda açıklanmıştır. [49]
Adam Helâ'ya Girmek İsteyince, Söyliyeceği (Duâ) Babı
296) Zeyd bin Erkam (Radtyallâkii anh)'âen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Hakikaten bu helalar şeytanların hazır bulundukları yerlerdir. Bunun için biriniz (anılan yerlere) girmek istediği zaman: Allahim! ben hubus ve habâis'ten şüphesiz sana sığınırım, desin.»
Müellif hadisin başka senedlerle de Zeyd bin Erkam'dan rivayet edildiğini belirterek senedlerdeki râvileri şöyle zikreder: Bize, Cemil bin Hasan El-Mütteki', Abdü'1-A'lâ bin Abdi'1-A'lâ, Said bin Ebî Arube, Katade'den; .Keza bize Harun bin îshak, Abde, Said, Katade'-den rivayetle o da El-Kasım bin Avf Eş-Şeybâni aracılığı ile Zeyd bin Erkam'den rivayet ettiğine göre Resûlullah (Salalllahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu diyerek (geçen hadisi zikretti." [50]
İzahı
«Hubus» kelimesi hafifletilerek «Hubs» diye de okunabilir. Bu kelime «Habîs»in çoğulu, «Habâis» kelimesi de «Habîse»nin çoğuludur.Habis, erkek şeytan, habise de dişi şeytan olarak yorumlanmıştır, îbn-i Battal'a göre hubustan murad küfür, habâisten maksad da şeytanlardır. İbnü'l-Arabi şöyle bir tafsilât verir:Hubus, aslında hoşlanılmayan ve kerih görülen şey demek olup söz hakkında kullanılırsa sövmek, din hakkında kullanılırsa küfür, yemek hakkında kullanıldığında haram, içecek hakkında kullanılınca zararlı, mânâlarına gelir. Bâzı âlimler ise daha başka mânâlar vermişlerdir.
Yukarda işaret ettiğimiz gibi kuvvetli yorum şekline göre bu iki kelimeden maksad şeytanların erkek ve dişileridir. Hadisin duâ kısmında bütün şeytanlardan ve onların şerrinden Allah'a sığınmak isteniyor. Bu duânm helaya girilmek istendiği zaman okunmasının sebebine hadisin baş kısmı işaret ediyor. Çünkü metnin ilk cümlesi şudur:
«Helalar şeytanların bulundukları yerlerdir» Yani şeytanlar devamlı surette orada bulunurlar. Çünkü oralarda Allah'ın zikri yapılmaz. Allah'ın anılmadığı yerlerde şeytanlar rahat ederler. Başka yerler böyle değildir. Devamlı veya aralıklı olarak Allah'ın zikri yapılır, ibadet edilir, Kur'an okunur. Allah'ın anıldığı yerlerde şeytanlar duramayıp kaçarlar.
297) Ali (bin Ebî Talib (Radtyallâhü ank)'den, Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivayet edilmiştir:
«Cinler ile âdem oğullarının avret yerleri arasındaki perde kişinin helaya girmek istediği zaman «Bismillah» demesidir.» [51]
İzahı
Hadis, müslümanm helaya girmek istediği zaman «Bismillah» demesini istemektedir. Bismillâh'ın mânâsı: Şeytanın şerrinden Allah'ın adına sığınırım. Bâzı Şafiî âlimler, besmele çekilirken «Er-Rahmâni'r-Rahîm» ilâve edilmemelidir.Çünkü orası zikir yeri değil, sonra hadiste vârid olan lâfız yalnız «Bismillâh»dır.Vârid olanın zahiri üzerinde durulmalıdır, demişlerdir, Sindî' nin açıklamasına göre hadisteki «Cin» kelimesi ile şeytan kasdedilmiştir. Şeytanın cin taifesinden olduğu Kur'an'm nassı ile sabittir.Cinlerden insan oğluna zarar verenlerin hepsi murad olabilir. Hadis, besmelenin, insan oğlu ile cin arasında bir perde ve engel teşkil ederek bir zararın şeytan tarafından insana dokunmasına mâni olduğunu ifade etmiş olur.
Câmiü's-Sağîr'de îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'den alınan rivayette:
«Cinlerin gözleri ile âdem oğullarının avret yerleri arasındaki perde, onlar (insanlar) dan birisi helaya girmek istediği zaman «Bismillah» demesidir,» diye geçer.
Buna göre «Besmele» Cinlerin, helaya giren müslümanlarm avret yerlerine bakıp görmelerine mâni olur. Dolayısı ile zarar vermelerine set çeker.
298) Enes.bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helaya girmek istediği zaman:
«Hubus ve Habâisten (bunların şerrinden) Allah'a sığınırım.» derdi. [52]
İzahı
Bu hadisi Buhârî, «Vudu» ve «Daavât» kitaplarında, Mus1im «Hayız» kitabının 32'nci babında, Ebû Dâvûd,Tir -mizî, ve Nesâi de «Taharet» kitabında rivayet etmişlerdir.
«Hubus» ve «Habîs» kelimelerini 296 nolu hadisin izahında açıkladık. Oraya müracaat edilebilir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, şeytanların şerrinden Allah'a sığındığını beyan etmesi, kulluğunu izhar etmesi içindir. Çünkü Allah Teâlâ O'nun koru-yucusudur. Yahut da Ümmetinin böyle dua etmesini sağlamak ve onlara mürşidlik yapmak için bu duayı okumuştur.
Helaya girileceği zaman hadislerde belirtildiği gibi istiazede bulunmak, bütün âlimlere göre müstahaptır. Bu husus için mesken-
lerdeki helalar ile çöldeki ayak yolu arasında bir fark yoktur. Çünkü evlerin dışında abdest bozulan yer hela hükmündedir. Helaya girerken istiaze etmeyi unutan kimsenin helada istiaze etmesi İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve bazı âlimlere göre mekruhtur, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ve bazı âlimlere göre caizdir. Unutan kimsenin kalben istiaze etmesi bazı Hanefî ve Şafiî âlimlerce uygun görülmüştür.
299) Ebû Umâme (Radtyallâhü anhy&tn rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Sakın! sizden birisi helâsma girmek istediği zaman şöyle söylemek (duâ etmek)ten âciz kalmasın!
Allahım! Pis, necis, habîs ve muhbis olan şeytanı recîm'den şüphesiz sana sığınırım.»
Ebü'l-Hasan dedi ki: Ebû Hatim de İbn-i Ebî Meryem'den (o da mezkûr seneddeki râvilerden) bu hadisi rivayet etti. Ancak Ebû Hatim, hadisinde; *Pis ve necis olan» parçasını söylemedi.[53]
İzahı
Hadiste geçen Muhbis kelimesi çeşitli şekillerde mânâlandırılmıştır:Sindî bu kelime ile ilgili olarak şunları söyler:
Muhbis: Başkasına habisliği öğreten ve onu bozan, demektir. Muhbis: Habis arkadaşlar edinen kişiye de denir. Sıhâh adlı lügat kitabı mezkûr iki mânâyı beyân etmiştir.
Nihâye'de ise : Muhbis, yardımcıları habîs olan kimsedir.Bir de muhbis, yardımcılarına habisliği öğreten ve onları bu kötü yola düşürene denir, demiştir.
Hadiste geçen : «Recim» ise kovulan demektir.Şeytan, Allah'ın rahmetinden ve dergâhından kovulduğu için ona «Recim» denmiştir.
Hadiste geçen "... Şu duayı okumaktan âciz kalmasın» fıkrasındaki âciz kalmaktan maksad: bunu okumaktan geri kalmak, fırsatı kaçırmak ve ihmal etmek olabilir.Âciz kalmamak: Allah indin-deki değerleri sayesinde müslümanlarm bu duayı okumak ve sevabını almak imkân ve fırsatına sahib bulunduklarından kinaye olabilir. [54]
10 — Heladan Çıktığı Zaman Okuyacağı Duâ Babı
300) Aişe (Radiyallâhü anhâ)'den şöyle rivayet edilmiştir: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) büyük abdestini bozup (helâ'dan) çıktığı zaman «Ğufrâneke» diye dua ederdi."
Ebü'l-Hasan bin Seleme dedi ki: Ebû Hatim de Ebû Ğassân En-Nendi aracılığı ile İsrail'den hadîsi rivayet etmiştir." .
301) Knes bin Mâlik (Radiyallâhü anh)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helâ'dan çıktığı zaman şöyle duâ ederdi:
«Benden sıkıntıyı gideren ve bana afiyet bahşeden Allah'a hamd
olsun.[55]
Hadislerin İzahı
Birinci hadisten anlaşıldığına göre Resûlulîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) büyük abdestini bozduğunda heladan çıkınca «Ğufrâne-ke» diye duâ ederdi. «Ğufrâneke»nin kelime mânâsı «Senin mağfiretin» demektir. Tabii bu tabir cümlenin bir parçasıdır. Başından fiil ve failin atılmış olduğu kabul edilir. Takdiri «Es'elu ğufrâneke — senin mağfiretini talep ederim» veya «İğfir ğufrâneke = Sana lâyık bir gufranla mağfiret eyle» demektir. Yani ben mağfirete müstahak değil isem de sen şanına lâyık ve kereminle bahşedeceğin bir ğufrân ile mağfiret eyle. Gufran ve mağfiret günah ve kusurların örtülnıe-sidir. Resûl-i Ekrem her türlü günahtan pâk idi. Hiç; bir kusuru yoktu. Burada olduğu gibi bazı âyetlerde ve hadislerde rastlanan ve Resûl-i Ekrem'in mağfiret dilemesini, istiğfar etmesini ifade eden cümleler, kulluğun izharı için böyle buyurmuştur, diye yorumlanır. Yahut mü'minlere yol göstermek ve irşad etmek için bu nevi dualarda bulunmuştur. Veyahut bu istiğfarlar ümmeti içindir.
Heladan çıkılırken mağfiret dilemenin hikmeti ise Sindi1 nin naklen beyan ettiğine göre şöyle izah edilmiştir:
Mü'min helada kaldığı süre zarfında Allah'ın zikrine ara verdiği için Allah'tan bağışlanmasını diler. Yahut yediği ve içtiği gıda maddelerinin, vücudunda sindirilip iyi kısmın vücûdu beslediğini ve bir işe yaramıyan kısmın dışarı çıktığını görünce Allah'ın verdiği bunca nimetlerin şükrünü edâ edemediğini düşünür ve şükür görevinde gösterdiği aksaklık ve yaptığı kusur muvacehesinde Allah'tan mağfiret diler.
ikinci hadîste ise; heladan çıkan mü'minin, dışarı çıkmadan önce duyduğu sıkıntı, daralma ve eziyetten kurtulduğunu, rahatladığını ve afiyet kesbettiğini mülâhaza ederek Allah'a hamd etmesini öngörüyor. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu duaları devamlı okurdu, ümmetinin de O'na uyarak bu dualara devam etmesi müs-tahaptır.
Mü'min her iki hadisteki duaları birleştirerek önce «Ğufrâneke» sonra da ikinci hadisteki duayı okumalıdır. [56]
11 — Helâ'da Allah Cazze Ve Cellej'yi Zikretmek Ve Yüzük (Taşıma) Babı
302) Aişe (Radıyallâhü anhâyden şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zamanlarının hepsinde Allah'ı zikrederdi. [57]
İzahı
Hadis Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in her zaman Allah Teâlâ'yı andığını ifade eder. Câmiü's-Sağîr'in şerhi Azîzî'de A1kami'den nakledildiğine göre Ed-Demiri, şöyle demiştir :«Hadisten maksad, Resûl-i Ekrem'in abdestli iken, abdestsiz iken, yaya yürürken, binek üzerinde giderken, yatarken, otururken ve ayakta iken v.s. bütün hallerinde Allah'ı andığını ifade etmektir. Ancak âlimler cünüp bir kimse ile hayız halindeki kadının Kur’an okuyup okuyamaması hakkında ihtilaf etmişlerdir. Cumhur, bunların Kur'an okumalarının haram olduğuna hükmetmiştir.» Remli, bunların Kur'an niyeti ile okumaları haramdır; zikir niyeti ile okumaları veya ne Kur'an ne de zikir niyeti olmaksızın okumaları haram değildir, demiştir.[58]
Sindî de diyor ki: «Hadiste geçen : «Zamanlarının hepsinde...» tabirinden maksad, örf ve âdete göre anlaşılan genel zamandır. Çünkü, tuvalet yaparken ve cinsi temas halinde dil ile zikir yapmaya ara verdiği bu hallerde kalben zikretmekle yetindiği söylenmiştir. Hadisteki «zamanlarının hepsinde...» tabirinden maksat bu gibi hallerin dışında kalan vakitlerdir, diye yorum yapıldığı gibi «zamanlar» kelimesini tevil etmeyip istisnasız bütün zamanlar mânâsına almak da mümkündür. Bu takdirde hadisteki: «Zikir» den murad kalben yapılan zikirdir. Çünkü istisnasız her zaman kalben Allah'ı anmak için bir mâni yoktur.»
Hülasa: Eğer hadisteki zikirden maksad dil ile Allah'ı anmak ise hadisteki zamanlardan murad vakitlerin ekserisidir. Şayet zikirden maksad kalben Allah'ı anmak ise «zamanlar» tabiri olduğu gibi bırakılır, teviline lüzum kalmaz.
303) Enes bin Mâlik (Radıyattâhü anh)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Nebi tSallallahü Aleyhi ve Sellem) helâ'ya girmek istediği zaman yüzüğünü (dişarda) bırakırdı." [59]
İzahı
Sindi diyor ki: «Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in helâ'ya girmek istediği zaman yüzüğünü çıkarmasının sebebi yüzüğü üzerinde cümlesinin yazılmış olmasıdır.» kanaa-tındayım.
Hadis, üzerine zikir ve benzeri mukaddes şeylerin yazılı olduğu eşyanın helâ'ya götürülmemesinin gereğine delâlet eder.Bunun için helaya giren kimsenin bu gibi eşyayı yanında bulundurması mek-. ruhtur. Miftahu'l-Hace'nin beyanına göre bazı âlimler, zaruret olmadıkça Kur'an-ı Kerim'i helâ'ya götürmek haramdır, demişlerdir. [60]
12 — Gusül Yerinde Su Dökmenin Kerâhati Babı
304) Abdullah bin Muğaffel (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiği- göre Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir :
«Sakın her hangi biriniz guslettiği yerde su dökmesin. Çünkü vesvesenin tümü bundandır.»
Ebû Abdillah bin Mâceh dedi ki, Muhammed bin Yezid'den şöyle söylerken işittim : Ben Ali bin Muhammed Et-Tanâfisî'den:Hadiste*, işemenin yasaklandığı gusül yeri, kazılmış toprak çukurudur. Ama bugün öyle değil. Çünkü bugünkü insanların yıkandıkları yerler, kireç, alçı ve zift ile yapılmıştır. Bunun için adam işeyip de o yer üzerine bol su salıverdiği zaman bir mahzur olmaz' dediğini işittim. [61]
13 — Ayakta Su Dökmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı
305) Huzeyfe (b. El-Yemân) (Radıyallâhü anhümâydzn : Şöyle demiştir :
ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa Ensar'dan) bir kavmin süpürüntülüğüne varıp onun üstünde ayakta su döktü."
306) El-Muğire bin Şu'be (Radtyaîlâhü anh)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) bir kavmin süpürüntülüğüne varıp ayakta su döktü."
Şu'be dedi ki, Âsim bu hadîsi rivayet ettiği gün şöyle söyledi:
Bu El-A'mes de hadisi Ebû Vâil'den o da Huzeyfe'den rivayet etmekte ise de metnini tam hıfzetnıemişti. Bunun için ben hadisi Man-sur'a sordum. Bunun üzerine kendisi Ebû Vâil'den o da Huzeyfe'den rivayet etti ki:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kavmin süpürüntülüğüne varıp ayakta su döktü.» [62]
İzahı
Bu hadisin metnini Buhârİ, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesei de rivayet etmişlerdir. Buharı' nin Taharet kitabından Ayakta ve Otururken Su Dökmek başlığı altında açtığı babta Huzeyfe (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği metnin sonunda şu fıkra vardır:
«Sonra su istedi. Ben bir miktar su götürdüm. Onunla abdest aldı.»
Sindi: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in âdeti oturarak su dökmek idi. Bunun için âlimler bu hadiste bahis konusu yerde O'nun ayakta su dökmesine sebep olabilen ihtimaller üzerinde durmuşlardır: Oturmaya elverişli bir yerin olmayışı veya oturmasına mâni bir rahatsızlığının bulunuşu muhtemeldir, diyor.
Kastalâni'de belirtildiğine göre âlimlerden bir cemaat ayakta su dökmeyi mubah görmüşlerdir.Hz.Ömer, oğlu Abdullah, Zeyd bin Sabit, Saîd bin El-Müsey-yeb, îbn-i Şîrîn, Nahai, Şa'bi ve Ahmed bu cemaattandır. İmam Malik'e göre eğer ayakta su döktüğü takdirde üzerine su sıçraması endişesi varsa ayakta işemesi mekruhtur. Aksi takdirde mekruh değildir. Umum âlimlere göre ise ayakta su dökmek tenzihan mekruhtur.
Yine Kas talânî1 nin beyanına göre sahih bir sened ile sabit olduğu üzere hadiste belirtilen ayakta su dökmek işi Medine'de olmuştur. Ensar-ı Kiram'dan bir kavme ait süpürüntülük veya çöplük üstünde Resûl-i Ekrem su dökmüştür.
Resûl-i Ekrem, neden daha uzaklara gitmemiş diye bir soru hatıra gelebilir. Buna şöyle cevap verilmiştir. Muhtemelen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanların işleriyle meşgul idi, bu meşguliyet uzun sürdüğünden fazla uzak yere gitmesi sıkışmasına yol açabilirdi. Sıkışmak ise sağlık yönünden sakıncalıdır.
Hadis, sıkışmanın mekruh olduğuna ve zaruret halinde evlere yakın yerlerde su dökmenin caiz olduğuna delâlet eder.
Resûl-i Ekrem'in anılan kavme âit süpürüntülük üstünde su dökmesinin câizliği hususunda ise şöyle denmiştir:
Bu yer, kimsenin mülkü değildir.Yahut o kavmin mülkü olmakla beraber arzu edenlerin orada su dökmeleri serbest idi.Nevevi diyor ki en iyi cevap şudur:Resûl-i Ekrem'in orada su dökmesine içtenlikle rızaları vardı, hatta bundan hoşlanmışlardır.Kişinin, râzi olduğuna kanaat ettiği bir kimseye âit yerde abdestini bozması yve onun yemeğinden yemesi caizdir. [63]
14 — Oturarak Su Dökmek Hakkındaki Bab
307) Şüreyh bin Hâni' (Radıyallâhü ankümâ)'dan rivayet edildiğine göre Âişe (Radtyallâhü anhâ) kendisine şöyle demiştir :
Kim sana, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta su döktü, dese sen onu doğrulama. (Çünkü) Ben O'nu oturarak su döker, gördüm." [64]
İzahı
Sindî diyor ki Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin maksadı Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m âdetinin oturarak su dökmek olduğunu ifade etmektedir. Nadiren ayakta su dökmüş olması buna mâni değildir. Dolayısı ile bu hadis ile Hz. Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen (305 nolu) hadis arasında bir çelişki yoktur.Tir mizi' nin rivayeti de bu yorumu teyid ediyor. Çünkü oradaki rivayet şöyledir:
«Kim size, Resûlullah ayakta su dökerdi dese siz onu doğrulâma-yınız...»
Hanefî ve Şafii fıkıhçıları da şer'i bir mazeret olmadıkça ayakta su dökmenin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Hanefi fıkıh kitaplarından İbn-i Âbidin «Taharet» kitabında İstincâ babında özürsüz olarak ayakta su dökmenin mekruhluğu bahsinde aynen şöyle söyler:
Çünkü ayakta su dökmek hadislerle yasaklanmış ve Tirmizî, Ahmed ve Neseî1 nin rivayet ettiklerine göre Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ) şöyle demiştir:
«Kim size Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta su dökerdi, dese onu tasdik etmeyiniz. Resûlullah ancak oturarak su dökerdi.» Bu hadis Nevevî de Müslim1 in şerhinde : «Ayakta su dökmenin yasaklığı hakkında sabit olmayan hadisler rivayet edilmiştir.Lâkin bunlardan birisi olan Hz.Âişe nin hadisi sabittir. Bunun için âlimler, özürsüz olarak ayakta su dökmek mekruhtur, demişlerdir. Âlimlerin dediği kerâhat tahrimi olmayıp tenzihidir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'm bir kavmin evleri civarındaki süpürüntüîüğünün üstünde ayakta su sökmesi mes'e-lesine gelince, Kadi lyâz'ın beyanına göre o günkü meclis konuşması uzadığından dolayı Resûl-i Ekrem'in daha uzaklara gitmesi ve oturarak su dökmesi mümkün olmamıştır.»İbn-i Âbi-dîn daha sonra rivayet edilmiş olan diğer mazeretleri sıralamıştır.
308) Ömer (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Ben ayakta su dökerken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni gördü ve:
«Yâ Ömer! Ayakta su dökme» buyurdu. Ben de o günden sonra ayakta su dökmedim.[65]
İzahı
Hadisin senedindeki râvilerden Abdülkerim'in zayıf olduğu hususunda hadis âlimleri müttefiktirler. Miftâhü'1-Hâce ve Sindi'nin naklettiklerine göre Hz. Ömer (Radıyallâhü ahh) 'den rivayet edilen:
«Ben müslüman olduğum zamandan bu ana kadar hiç ayakta su dökmedim., hadisi daha sahihtir. Allah daha iyi bilir.
309) Câbir bin Abdillâh (Radtyallâhü anhumâ)3den söyle dediği rivayet edilmiştir.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adamın ayakta su dökmesini yasakladı."
İbn-i Mâceh, Muhammed bin Yezîd Ebû Abdillah'tan, o da Ah-med bin Abdirrahman El-Mahzumî'den işittiğine göre, Hz. Âişe'nin «Ben Resûlullah'ı oturarak su döker gördüm.» hadisi ile ilgili olarak Süfyân-ı Sevri şöyle demiştir: «Bu durumu erkek kişi Âişe'den da-Jıa iyi bilir.»"
(Süfyan-ı Sevri'nin bu sözünü nakleden) Ahmed bin Abdirrahman jda: Arapların âdeti ayakta su dökmek idi. Gördüğün gibi Ab-durrahman bin Hasane'nın hadisinde bir yahudî, Peyganıber'e saygısızlık etmek maksadıyla: *Kadm oturarak su döktüğü gibi O da oturup su döktü» diyerek oturarak su dökmeyi tuhaf görmüştür.[66]
15 — Sağ El İle Zekere [67] Dokunmanın Ve Sağ El İle İstinca Etmenin Kerâhat Babı
310) Ebû Katade (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellemyden şunu işitmiştir :
«Sizden birisi su döktüğü zaman sağ eliyle zekerine dokunmasın ve sağ eli ile istinca etmesin.»
Abdurrahman bin İbrahim, El-Velîd bin Müslim ve EI-Evzâî'nin isnadı ile de bu hadis bize intikal etti."
311) Osman bin Affân (Radtyallâhü û«A)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Ben hiç teğannî etmedim, bile bile yalan söylemedim ve sağ elimle Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve-Sellem)'e biat ettiğim (müslüman olduğum) andan şimdiye kadar sağ elimle zekerime dokunmadım."
312) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Sizden birisi istincâ ettiği zaman sağ eliyle istincâ etmesin. Is* tincasını sol eliyle yapsın.» [68]
Üç Hadisin İzahı
Buhâri, sağ el ile istinca etmek için ayrı ve sağ el ile zekere dokunmak için de ayrı olmak üzere iki bâb açmıştır. Bu bâb-larda Ebû 'Katâde' den rivayet ettiği hadisler de sağ elle is-tincâyı ve zekere dokunmayı yasaklıyor. Kastalâni bu hadisleri açıklarken şöyle söyler: Sağ el ile zekere dokunmak ve onunla istinca etmek yasaklanmıştır.Çünkü sağ el ile yemek yenir.Sağ el ile istinca yapılırsa icabında yemek esnasında durum hatırlanır ve tiksinti verir. Bu yasak Cumhur'a göre tenzihen kerahat içindir, tahrim için değildir. İstincânm sağ el ile yapılmaması hususunda erkekler ile kadınlar arasında bir ayırım, yoktur.
Müs1im'in sarihi Nevevi de «Taharet» kitabının «ts-titabe» babında sağ el ile istinca etmenin yasaklığı ile ilgili olarak şunları yazar:
Âlimler, sağ el ile istinca etmenin yasaklanmış olduğu hususunda icma' etmişlerdir. Cumhur'a göre bu yasak haram anlamında olmayıp tenzihen kerâhat içindir. Zahiriye mezhebinden bâzı âlimler bu yasağı haram olarak yorumlamışlardır. Bizim arkadaşlarımızdan bir cemaat da aynı görüşü savunmuşlar ise de bu görüş tutarlı değildir. Sağ elin mümkün mertebe pislikten korunması hadislerde öngörüldüğü için âlimler istinca işinde mümkün mertebe sağ eli temiz tutmayı müstahap görmüşlerdir. Su ile istinca edilince sağ el ile suyu tutup sol el ile temizlenmeli, taş ve benzeri ile istinca yapıldığında taşı sol el ile tutmalı, zeker taş ile istinca edilmek istendiği zaman da taş sağ el ile tutulup hareket ettirilmeden sol el ile tutulacak zeker o taşa sürülüp temizlenmelidir, demişlerdir. [69]
16 — Taş İle İstinca; Revs Ve Rimme'den Nehiy Babı
313) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre Re* sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Şüphesiz (eğitim ve öğretim bakımından) benim size olan yakınlığım ancak babanın çocuğuna olan yakınlığı gibidir. Size (dininizi) öğretiyorum. Abdest bozacak yere vardığınız zaman kıble'ye doğru durmayınız, sırtınızı da kıble'ye vermeyiniz» buyurdu ve 3 taş ile (istinca etmeyi) emretti, Revs (= hayvan tersi) ve Rimme C=)ke-mik) ile istinca etmeyi yasakladı ve adamın sağ eli ile istinca etmesini yasakladı.»" [70]
İzahı
Hadîsin baş kısmında abdest bozmakla ilgili âdabın açıkça öğretilmesi ve bu hususta çekingen davranılmaması gereğine işaret buyurularak bir baba, sıkılmadan kendi çocuğuna gerekli bilgiyi verdiği gibi Resül-i Ekrem'in de ümmetine bu talimi yapmak durumunda olduğu ifade edilmektedir. Bu girişten sonra da kazâ-ı hacet yapılırken nasıl durulacağı belirtiliyor. Daha sonra 3 taş ile istinca yapma emri veriliyor, hayvan tersi ve kemik ile istinca yapılamıya-cağı ifade ediliyor. Son olarak da sağ el ile istinca yapılması yasaklanıyor.
Buhârî'nin şerhi Kastalânî'de kemik ve hayvan tersi ile istinca edilmesinin yasaklığı sebebi şöyle açıklanmıştır:
Çünkü kemik ve hayvan tersi cinler için yiyecek maddesidir.Nitekim Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadiste, Resûl-i Ekrem istinca için Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den taşlar istemiş ve kemik ile hayvan tersini getirmemesini tenbih etmiştir.Resûî-i Ekrem istincâsını yaptıktan sonra Ebû Hüreyre O'na kemik ve hayvan tersinin neden istincâda kullanılamıyacağım sormuş, Resûl-i Ekrem de: Bu iki madde cinlerin yiyeceğidir, diye cevap vermiştir. Ebû Davud'un İbn-i Mesûd' den rivayet ettiği bir hadise göre cinlerden bir cemâat Resûl-i Ekrem'e gelerek:
Yâ Muhammedi Ümmetini kemik ve hayvan tersi ile istinca etmekten men et. Çünkü Allah bu iki madde de bize rızık kılmıştır, dediler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu yasağı koydu.
Bâzı âlimler de yasağın nedenini şöyle anlatmışlardır:
Kemik, pürüzsüz olduğu için pisliği gidermez. Eğer hikmet bu ise cam ve benzeri maddeler de kemik hükmündedir. Diğer taraftan kemikler genellikle yağlı olurlar. İstincâda kullanılmamalıdır. Hayvan tersi ise kuru olsa bile yine pistir, pisliği gidermez, bilâkis sürüldüğü yeri daha da kirletir. Hikmet onun pisliği ise; pis olan bütün maddeler onun hükmüne tâbidir.
Hanbe1i1er'in bir kısmı ile Zâhiriyye mezhebine göre istinca baştan başka bir madde ile yapılamaz.Fakat diğer âlimlere göre hadîste yasaklanan iki madde ve onların hükmündeki şeyler hariç başka maddelerle de istincâ yapılabilir.[71]
Hanefi ve Şafiî mezheplerine göre istincâ taşla yapıldığı gibi temiz olan kerpiç, tuğla, ağaç ve benzen pürüzlü şeylerle yapılabilir. Önce böyle bir madde ile temizlenmek ve ondan sonra da su ile yıkanmak daha efdaldır. Çıkan necaset, menfezin çevresine yayılırsa taşlar ve benzeri şeyler ile temizlemek kâfi değil; su ile istincâ etmek farzdır. Hanefî' lere göre taş ve benzeri maddeler ile istincâ yapılırken 3 taneyi kullanmak şart değildir. Daha az da olabilir. Fakat Şafiî mezhebine göre enaz üç taş veya bir taşın üç kenarı ile istincâ gerekir.
314) Abdullah İbn-i Mes'ûd (Radtyallâhü anh)'den şöyle söylediği rivayet olunmuştur :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helâ'ya gitti ve 3 taş getir buyurdu. Bunun üzerine ben O'na 2 adet taş ve bir parça (merkep) tersini götürdüm. İki taşı aldı ve tersi atarak «Bu pistir» buyurdu." [72]
İzahı
Miftâhü'l-Hâce'nin beyânına göre bu hadîsi Buhâri, Ah-med,Tirmizi ve Nesei de rivayet etmişlerdir,İbn-i
Huzeyme'nin rivayetinde, getirilen tersin merkep tersi olduğu tasrih edilmiştir. Biz de tercemede parentez içi ifade ile durumu belirttik. Ahmed'in rivayetinde Resülullah fışkıyı atarken onun yerine bir taş getirilmesini İbn-i Mes'ûd'a emretmiştir.Buhârî' nin rivayetinde îbn-i Mes'ûd:
«Ben üç taş aradım 2 tane buldum 3'üncüsünü bulamadım. Bunun üzerine 3'üncü taş yerine bir ters aldım...» diyor.
Bu hadis de 3 taş ile istincâ etmenin meşruluğunu ve hayvan pisliği ile istincâ edilemiyeceğini ifade ediyor.
Hadisin senedindeki râvilerden Ebû İshak dedi ki bu hadisi bana Ebû Ubeyde (Âmir bin Abdillah bin Mes'ûd) zikretmedi.(Yani ben bu hadîsi ondan rivayet etmiyorum.) Bana bu hadîsi Abdurrahman bin El-Esved rivayet etti. îbn-i Mâceh'in aldığı senedin râvilerinden Ebû Is-hak'm burada belirttiği durum Buharı' nin rivayet ettiği senedde de aynen mevcuttur.[73]
315) Huzeyme İbn-i Sabit [74](Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«İstincâda 3 taş bulunur. Bunlar arasında reci' ( insan ve hayvan tersi) bulunmaz. [75]
İzahı
Sindi diyor ki: «Yâni istincâ yapılırken en az 3 taş kullanılmalıdır. Daha az olamaz. îstincâ taşları tek olmalıdır. Şayet üç taş iyice temizlemezse 5,7... taş kullanılmalıdır. Taş sayısının en az üç ve tek oluşu bu hadîsten anlaşılmaktadır. Bu hususu daha açık bir ifâde ile belirten hadîsler de vardır.»
Kuruyup sertleşen insan veya hayvan tersinin istincada taş yerine kullamlaımyapağı bir önceki hadîste bildirildiği gibi burda da ifâde ediliyor.
316) Selmân (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre müşrikler kendisi ile istihza ederken bir müşrik Selmân'a :
Sizin arkadaşınız (yani Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem))'in size herşeyi hattâ kazâ-i hacet için oturma âdabını bile öğrettiğini gerçekten görüyorum, dedi. Selmân:
Evet, O, Kıble'ye doğru durmamamızı, sağ ellerimizle istincâ etmememizi, içinde reci (= insan veya hayvan pisliği) ve kemik bulunmamak kaydı ile üçten az taş ile yetinmememizi emretti." [76]
İzahı
Tercemede «oturma âdabı» diye açıkladığım kelimesi hırâat, harâat, hır'at ve har'at diye okunabilir. Nihaye'de bu kelime «kazâ-ı hacet için oturmak ve zakâ-ı hacet fiili anlamına gelir, denilmiştir. Sindi de bu iki mânâyı almakla beraber, abdest bozmak için oturuş şekline de denir, demiştir.Tıybi ise burada kazâ-ı hacet âdabı anlamındadır, demiştir.
İstihza eden müşriklere Hz. Selmân'm verdiği cevapla ilgili olarak Tıybi şöyle söylemiştir:
Se1mân'm cevabı hakimane bir uslub taşır. Çünkü soru sahibi müşrik, istihza mahiyetinde ona bu soruyu yöneltince beklenen davranış, sorunun cevapsız bırakılması veyahut soru sahibinin terslenmesi idi. Lâkin Selmân müşrikin istihzasını kaale almıyarak samimiyetle aydınlanmak için soru soran kimseyi irşad edercesine cevap vermiştir. Selmân bu tarz cevapla: Şu husus, alay konusu edilmemesi gereken hak ve ciddî bir mes'eledir. Sana düşen görev inatçılığı bırakıp hakka teslim olmaktır, demek istemiştir.
Sindi yukarıya aldığım Tıybi' nin yorumunu naklettikten sonra şöyle söyler:
«Bence Se1mân'm cevabı, soru sahibinin istihzasını reddetmek mahiyetindedir. Selmân bu cevapla şunu haykırıyor : Ey müşrik! Senin alay konusu etmek istediğin husus hiç de sandığın gibi alay etmeye vesile olamaz. Müslümanlar, bu hususları düşmanlarının yanında açıkça ifade etmekten çekinmezler. Çünkü bu âdab, ayrıntıları ile bilindiği takdirde akıl ve mantığın tasvip ettiği iyi şeylerdir. Helâ'ya girmekle ilgilidir, diye alay konusu edilecek bir şey değildir. Böyle bir cevap red mahiyetinde olup hakimane diy"B vasıf landırılmamahdır. »
Hadisin sonunda geçen «...üçten az taş ile yetinmememizi...»
fıkrası ile ilgili olarak Sindi şöyle söyler:
«Yani bir veya iki taş ile istincâ etmek kâfi değildir. Şer-i şerife göre en az üç taş ile temizlenmek gerekir. Bu görüşte olan fıkıhçı-lar bu hadisi delil olarak göstermişlerdir. Üçten az taş ile de istincâ yapılabilir, diyen fıkıhçılar, bu hadîsi şöyle yorumlamışlardır. Umumiyetle üçten az taş ile istenen temizlenme sağlanmadığı için üç taş emri verilmiştir. Hadisin üç taşı şart koşan fıkıhçılara delil olması daha yakındır.»
Miftâhü'1-Hâce müellifi de şöyle söyler:
Taşların en az üç olması şart değildir, diyen Hanefi âlimleri bu hadise karşı, kendi görüşlerine îbn-i Mes'ûd 'un hadîsini (314 nolu) delil göstermişlerdir.Tahavi demiş ki «İbn-i Mes'ûd'un hadîsinde Resûl-i Ekrem'in iki taşı alması ve üçüncü olarak verilen hayvan tersini atması, taş sayısının şart olmadığına delâlet ediyor. Çünkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) taş
bulunmayan bir yerde kazâ-ı hacet için oturmak istediğinde İbn-i Mes'ûd' da» taşlar istemişti. Getirilen hayvan tersini atınca; iki taşın yeterli olduğu anlaşılıyor. Eğer iki taş yeterli olmasaydı üçüncü bir taş isteyecekti.» Fakat Abdullah Ibn-i Mes'ûd'un hadîsi delil olamaz. Çünkü Ahmed' in sıka olan ricâldan ibaret işnâdmdaki İbn-i Mes'ûd'un:
"Hayvan tersini atarak: «Bu pistir»" buyurduktan sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m şöyle buyurduğuna dâir ilâve vardır:
«Bana bir taş getir.»
Diğer taraftan îbn-i Mes'ûd'un hadîsindeki bu ilâve olmasa bile iki taşın yeterliği kesinlikle ispatlanamaz.Bu, mücerred bir ihtimaldir. Halbuki Se1mân'm hadîsinde üçten az taş ile iktifa edilmemesi nassı mevcuttur.Ayrıca Selmân'ın hadîsi kavlî delîl, İbn-i Mes'ûd' unki ise fi'lî delildir.Kavli ve fili delil arasında bir taarruz bulunduğu takdirde kavli deiil öncelik ve tercih kazanır.»
Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre istincâmn yeterliliği için 3 defa taş veya benzerini sürmek şarttır. Bu şart 3 adet taşla yerine geldiği gibi bir taşın 3 ayrı kenarıyla da tahakkuk eder. [77]
17 — Küçük Ve Büyük Abdest Bozarken Kıbleye Doğru Durmanın Yasaklığı Babı
317) Abdullah bin el-Hâris bin [78]Cez'i'z-Zübeydî (Radtyallâhü anh)>-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Sakın hiç biriniz Kible'ye doğru durarak su dökmesin!» emrini O'ndan ilk işiten benim, bunu halka ilk bildiren de benim.[79]
İzahı
Sindi, Bu hadisle ilgili olarak şöyle söyler: Bu hadis küçük abdest bozarken Kıble'ye doğru durmayı yasaklayınca büyük abdest bozarken bu yasağın oluşu haliyle anlaşılır. Dolayisı ile hadîs, küçük ve büyük abdest bozarken Kıble'ye doğru durmanın yasaklığına ait bâb'm başlığına uygundur. Hadîsin isnadının sahih olduğu ve bir cemâat tarafından hadisin sıhhatma hükmedildiği, Ze-vâid'de ifade edilmiştir.
318) Ebû Eyyûb El-Ensârî[80] (Radıyallâhü anh)'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kazâ-i hacet etmeye giden kimsenin kıble'ye doğru durmasını yasakladı ve :
«(Medine'nin) doğu veya batısına doğru durunuz.» buyurdu. [81]
İzahı
Bu hadîs, kıble'ye doğru durup kazâ-i hacet etmenin yasakhğı-na delâlet eder. Hadisin «Doğuya veya batıya doğru durunuz» emri, Medine-i Münevvere'de bulunanlara aittir. Çünkü orada doğu veya batıya doğru duran kimsenin ne yüzü ne de arkası kıble'ye gelir. Başka bölgede bulunanlar ise kıble'ye hürmeten başka yöne doğru durmaları gerekir. Önleri ve arkalan kıble yönüne düşmemek esastır. İcabında kıble yönü bir bölge halkının doğusu veya batısına da düşebilir. Bu takdirde doğu veya batıya dönmelerinin yasaklığı aşikârdır.
«Biriniz abdest bozmaya gittiği zaman kıble'yi ne karşısına alsın, ne arkasına» buyurulmuştur. Görüldüğü gibi Buhâri' nin rivayetinde kıble'ye sırt çevirme de yasaklanmıştır. Halbuki müellifin rivayetinde bu hüküm yoktur.
Müslim'in Ebû Eyyûb El-Ensarî (Radıyallâhü anh)'den aldığı rivayet ise mânâ bakımından B u h â r î' nin rivayeti gibidir. Yani orada da kıble'ye arka çevirmek yasaklanmıştır. Buhâri ve Müslim'in hadisleri istincâ bâbmdadır. Oraya bakılabilir.
319) Resülullah (SaUallahü Aleyhi ve SeUem)'\n sohbetinde bulunmuş olan Ma'kıl bin Ebî Ma'kıl el-Esedî [82] (Radtyallâhii anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
«Büyük veya küçük abdest bozarken iki kıble (= Kâ'be ve Mescid-i Aksa) ya doğru durmamızı Resûlullah (Sallaalahü Aleyhi ve kellem) yasak kıldı.[83]
Izahı
Sindî şöyle söyler: «Hadisin senedindeki râvilerden Ebû Zeyd' in halinin meçhul olduğu söylenmiştir. Buna göre hadis zayıf sayılır. Şayet sıhhatli olarak kabul edilirse şöyle yorumlanır: Hadîs, Medine-i Münevvere'de bulunanlar hakkındadır. Çünkü bu bölgede olanlar Mescid-i Aksa' ya döndükleri zaman arkalan Kabe yönüne düşer. Bu nedenle Medine halkının Mescid-i Aksa'ya doğru durmaları yasaklanmıştır. Ama başka bölgelerde bulunanlar için abdest bozarken Mescid-i Aksa ya doğru durmalarında bir sakınca yoktur. Hadis bunu yasaklamıyor.
Bâzı âlimler de: «Mescid-i Aksa bir süre müslüman-ların kıblesi idi. O esnada ona doğru durup abdest bozmak yasaklanmış, bilâhere kıble Kâbe'ye tahvil edilince,Kâ'be'ye doğru durup kazâ-i hacet edilmesi yasaklanmış, râvi de her iki yasak hükmünün devam ettiğini sandığı için böyle rivayette bulunmuştur, diye yorum yapılabilir» demişlerdir. Bir kısım âlimler ise : «Mescid-i Aksa bir müddet, müslümanîarın kıblesi olduğu için, Kabe, kıble kılındıktan sonra da Mescid-i Aksa yönüne durup kazâ-i hacet edilmesi yasağı ibka edilmiş olabilir, demiştir.»
320) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre kendisi:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), büyük veya küçük abdest bozarken Kible'ye dönmemizi yasakladı.» diye şehâdette bulunmuştur.[84]
İzahı
Hülâsa'nın 211'inci sahifesinde verilen malûmata göre 1bn-i Lahîa bin Ukbe El-Hadrami El-Gaf iki Ebû .Abdirrahm an'm adı Abdullah' dır. Mısır'lı olup buranın âlimi, kadısı ve mesnedi idi. Kendisi Atâ, El-A'rac, 1kri m e ve bir cemaatten rivayette bulunmuştur. Kavilerin ise Şu'be, Amr bin EI-Hâris, El-Leys, İbn-i Veli e b ve bir cemâattir.Ahmed, bu zatın kitablarınm sahih olduğunu fakat kitablarınm yandığını ve ilk zamanlarda kendisinden alman rivayetlerin sahih olduğunu söylemiştir. Lâkin Yahya bin Muin, İbn-i Lahia' nın kuvvetli olmadığını söylemiştir. Müslim' de, Vekî, Yahya El-Kattan ve İbn-i Mehdi' nin bu zatın rivayetini terk ettiklerini beyan etmiştir. Hicri 174 yılında vefat ettiği söylenmiştir. Müslim, îb-ni Lahia ile beraber ikinci bir râvi olduğu takdirde onun rivayetini almış, aksi takdirde almamıştır. Buhârî ve Neseî ise onun rivayetini nakletmekle beraber ismini açıklamamışlardır.
321) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü ank)'âen şöyle söylediği rivayet edilmiştir :
«Gerçekten, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), beni ayakta içmekten ve kıble'ye doğru küçük abdest bozmaktan menetti.[85]
İzahı
Sindi:Ayakta içmek naklen sabittir. Bu nedenle ayakta içmenin yasakhğı tenzihi kerâhat içindir. Ayakta içilmiş olduğuna dâir
gelen delil ise bunun câizliğini beyan içindir, Allah daha iyi bilir, demiştir. [86]
18 — Helada Kıbleye Doğru Veya Sırt Çevirmek Hakkında Ruhsat Ve Mübahlık Verildiği, Fakat Çöllerde Mubah Olmadığının Beyanı Babı
Bu bâbta rivayet edilen hadîsler, küçük veya büyük abdest yaparken kıble'ye dönmenin veya arka çevirmenin helada mubah ve çölde caiz olmadığına delâlet eder.
322) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü ankümâ)'dzn şöyle söylediği rivayet edilmiştir :
Bâzı insanlar: «Sen büyük abdesti bozmak için oturduğun zaman kıble yönüne dönme, derler. Halbuki ben günlerden bir gün evimizin damına (bir iş için) çıktım. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (kazâ-i hacet için) Beytü'I-Makdis'e karşı iki kerpiç üzerine oturmuş olarak (gözümle) gördüm.» Bu hadîs, Yezîd bin Harun'un rivayet ettiği hadîstir. [87]
İzahı
Sindi bu hadîsin açıklamasını yaparken şöyle söyler:
Ibn-i Ömer: «Bazı insanlar...» diye başlanan fıkra ile şunu anlatmak istiyor: «Bazı insanlar, evlerde olsun çöllerde olsun ab-dest bozmak istediğin zaman kıble yönüne durma ve kıbleye arkanı da çevirme, derler. Halbuki böyle durmanın yasaklığı çöllere aittir, evlere şümulü yoktur.» Hadîsin metninde bir kısaltma vardır. "Ve kıble'ye arkanı çevirme» cümlesi mukadderdir. Çünkü hadisin son kısmından da anlaşıldığı gibi hadîste söz konusu edilen asıl mes'e-le kıble yönüne sırt çevirmektir.
îbn-i Ömer, daha sonra: «Halbuki ben...» sözü ile Re-sûl-i Ekrem'in Hz.Hafsa'nın evinde helada Mescid-i Aksâ' ya doğru oturduğunu yani kıble'ye arkasını döndürerek oturduğunu müşahade ettiğini beyan ediyor ve kıble'ye dönme veya sırt çevirme yasağının çöllere ait olduğunu, evlerde abdest bozulurken böyle bir yasağın bulunmadığını ifâde etmek istiyor.
Hadîsin;«Evimizin damına» tabiri yerine; 'Hafsa'nın evinin damına»tabiri Müslim ve diğer bâzı hadisçilerin rivayetinde mevcuttur. Kastalanı, Sindi ve benzerî âlimler bu iki tâbir ile aynı evin damı kasdedümiştir. Bahis konusu evin mülkiyeti Resûl-i Ekrem'e aitti! Haremi Hz. Hafsa'ya tahsis etmişti. Bilâhare Hz.Hafsa vefat edince bu ev miras yolu ile kardeşi îbn-i Ömer'e intikal etmişti, derler.
323) (Abdullah) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhüma)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i kendi helasında kıble'ye doğru oturduğu halde gördüm.
Hadisin râvisi İsâ dedi ki: Ben bu rivayeti Şâ'bi'ye söyledim. Bunun üzerine Şâbî şöyle cevap verdi:
İbn-i Ömer doğru söylemiş, Ebû Hüreyre de doğru söylemiştir. Ebû Hüreyre'nin sözüne gelince, O, kişi çölde (abdest bozarken) kıble'ye dönmesin, sırtını da vermesin, demiştir. İbn-i Ömer'in (mezkûr) sözü (nün hikmeti) de şudur: Helâ'da kıble yoktur. Sen helâ'da istediğin yöne dön.
Ebü'l-Hasan: Bize Ebû Hatim, ona da Ubeydullah bin Musa tah-dis etti, dedi ve bu hadîsin metninin mislini anlattı.
324) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
«(Evlerde abdest bozarken) Kâ'be'ye doğru durmaktan kerahat eden bir kavim Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanında anıldı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Bu kavmin hakikatan kıble'ye doğru durmaktan hoşlanmadığını sanıyorum. Benim abdest bozmak için oturduğum yeri kıble yönüne döndürün.»
Râvi Ebü'l-Hasan El-Kattan bu hadîsin metnini şu senedle rivayet ettî: «Yahya bin Ubeyd, Abdulazîz bin El-Muğîre, Hâlid El-Haz-zâ\ Halid bin Ebi's-Salt.[88]
İzahı
Nevevî, El-Mecmû' adlı kitabında hadîsin isnadının Hasen olduğunu ve râvilerinin sıka ve mâruf zatlar olduğunu söylemiştir.
Sindi burada şunları yazar:
Abdest bozarken kıble'ye doğru durma yasağı aslında çöle mahsus olduğu halde burada söz konusu edilen kavmin bu yasağı evlere ve çöle şümullü bir tarzda yorumladıkları anlaşılıyor. Onlar evlerde de kıbleye doğru durmaktan hoşlanmadıkları için bu durumları Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından red ediliyor, gönüllerinin yatışması için Resûl-i Ekrem kendi helasının kıble'ye doğru değiştirilmesini emrediyor ve böylece mevcut yasağın çöle mahsus olduğunun onlarca da anlaşılmasını istiyor. Kıble'ye doğru durma yasağının konulduğu andan beri çöle mahsus olduğu bu hadîsten açıkça anlaşılıyor. Dolayısıyla önce evlere ve çöle umumî bir yasak konup bilâhare evler için cevaz verildiği yorumunun isabetsiz olduğu da anlaşılıyor. Çünkü eğer ilk konan yasak umumî olmuş olsaydı söz konusu kavmin evde kıble'ye doğru abdest bozmadan kerâhat duymalarının normal karşılanması ve Resûl-i Ekrem'in tepkisine mâruz kalmamaları gerekirdi. Zira bu şekil yoruma göre sonradan yasağın umumîliğinin neshedilerek çöle tahsisi durumu bu kavim tarafından duyulmadıkça ilk yasağa göre hareket etmeleri gayet normal bir şeydir. Hattâ onlardan beklenen tek şey bu olmalıdır.Hâl böyle iken Resûl-i Ekrem'in onların bu davranışını hoş karşılamayışı nasıl yorumlanır?. Demek ki bu kavim çöle âit olarak konan yasağı evlere, de teşmil etmek hatasına düştüler ki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hatâlarını red ederek yanlış anlamalara meydan vermemek için evdeki helasını kıble'ye doğru değiştirtti.
325) Cabir (Radtyallâhü anh)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bizim su dökerken kıble'ye dönmemizi yasakladı. Vefatından bir yıl önce de kendisini, kıb-le'ye doğru durup su dökerken gördüm.[89]
İzahı
Sindî diyor ki, Resül-i Ekrem'in (helâ'da) kıble'ye doğru durup su dökmesi, konan yasağın çöle mahsus olduğuna delâlet eder. Hadîsin zahirine bakılırsa, önce umumî bir yasak konmuş, sonra da yasağın umumîliği neshedilerek çöllere âit yasak kalmıştır. Bu hadisin zahirine göre yorum yapılması hatalıdır. Çünkü daha önce hadislere uygun olmaz. Tirmizi, Câbir'in bu hadîsini Hasen olarak göstermiştir.
Nevevî, Müslim'in «Taharet» kitabının «İstitâbe» babında, abdest bozarken kıble'ye doğru durmaya ilişkin âlimlerin görüşlerini şöyle nakleder:
«Büyük ve küçük abdest bozarken kıble'ye doğru durmaya âit yasak hakkında âlimler değişik yollara gitmişlerdir.
1. Mezheb-i Mâlik ve Şâfiî' ye göre küçük veya büyük abdest bozarken kıble'ye dönmek çölde haramdır. Binalarda ise haram değildir.Abbâs bin Abdulmuttalib, Abdullah b.Ömer (Radıyallâhü anhümâ),Şâ'bî ve İshâk b. Raheveyh (Radıyallâhü anhümVden rivayet olunan hüküm budur.Ahmed b.Hanbel (Rahimehullah) 'den alınan rivayetlerden birisi de böyledir.
2. Mezheb: Binalarda olsun, çölde olsun kıble'ye dönüp abdest bozmak caiz değildir.Ebû Eyyûb--i Ensârî, Mücâhid, İbrahim En-Nahai, Süfyân-ı Sevri ve Ebû Sevr' in kavli budur.Ahmed bin Hanbel' den alman ikinci rivayet de böyledir.
3. Mezheb: Binalarda ve çölde kıble'ye dönüp abdest bozmak caizdir.Urve bin ez-Zübeyr ve Mâlik'in hocası Rabîa ve Dâvûd-i Zahirî' nin mezhebi budur.
4. Mezheb: Binalarda ve çölde kıble'ye dönmek caiz değil, fakat kıble'ye sırt çevirmek caizdir.Ebû Hanif e' den nakledilen iki rivayetten birisi ve Ahmed bin Hanbel' den alınan üçüncü rivayet budur.
îmam Nevevî bu mezhebleri sıraladıktan sonra hepsinin delillerini beyan eder ve daha sonra sözlerine devamla şöyle söyler:
Sahih olan bu hadisler, binalarda kıble'ye dönüp kazâ-i hacet etmenin câizliğini sarahaten belirtir. Ebü Eyyûb El-Ensârî, Ebû Hüreyre, Selmân ve başkalarının hadisleri de ab-deşt bozarken kıble'ye dönmeyi yasaklıyorlar. Yasaklayıcı olan bu hadisler çöle hamledilmek suretiyle diğer hadîslere olan muhalefeti kaldırılmış olur. Hadisler arasında zahiri bir ihtilâf görüldüğü zaman bunların bir kısmının terk edilmemesi ve hepisi ile amel edilmesi hususunda âlimler arasında ittifak vardır. Yukarda belirttiğimiz gibi yorum yapmak suretiyle mevcüd sahih hadîsleri telif etmek ve aralarında görülen zahirî ihtilâfı bertaraf ederek hepsi ile amel etmek mümkündür. Artık bu yola gitmek gerekir.»
Hanefî ve Şafiî Mezheblerine Göre Hüküm:
Hanefi mezhebine göre binalarda olsun, çölde olsun küçük veya büyük abdset bozarken kıble yönüne dönmek veya sırt çevirmek tahrimen mekruhtur. Ebû Hanife' den alman bir rivayete göre kıble'ye sırt çevirmek caizdir.[90]
Şafiî mezhebine göre helâ'da kıble'ye dönmekte veya sırt çevirmekte mahzur yoktur. Hela dışında 2/3 zira yüksekliğinde du-v.ar, taş ve benzeri bir sütre (siper) arkasında ise mekruh değil, evlâya muhaliftir. Hela ve benzeri yerler dışında olup sütre de yok ise kıble'ye dönmek veya sırt çevirmek binalarda mekruh ve çölde haramdır.[91]
19 — Küçük Abdestten Sonra Îstibrâ1 Babı
326) Yezdâd El-Yemânî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Sizden birisi küçük abdest bozduğu zaman (idrar kesildikten sonra) erkeklik uzvunu 3 defa çeksin.»
Ebü'l-Hasan bin Seleme : Bize Âli bin Abdülaziz, Ebû Nuaym'den o da Zamaa'dan tahdis etti, dedi ve bu hadîsi zikretti.[92]
İzahı
İstibrâ': Küçük abdesti bozduktan sonra sidik eserinin tamamen kesilmesini beklemektir. Erkeklik uzvunun içinde kalması ve abdest aldıktan sonra dışarı çıkması muhtemel idrar eserinin tama-mile kesilmesini sağlamak, kişilerin âdetlerine ve tabiatlarına göre değişir. Bu iş erkeklik uzvunu kök tarafından başına doğru çekmekle olabilir. Hadis üç defa çekmeyi emreder. Biraz sıkıca çekmek suretiyle istibra' yapılabildiği gibi öksürmekle veya bir kaç adım yürümekle yahut da ayakları hareket ettirmekle de olabilir. İdrarın tamamen kesildiği kanaatma varıldıktan sonra istinca' yapılmalıdır. İstibrâ etmeden istinca yaptığı takdirde bilâhare idrar damlamasını kuvvetle muhtemergören kimsenin istibrâ' yapması zorunlu ve vâcibtir. Çünkü istinca ettikten sonra veya abdest aldıktan sonra sidik damlasının dışarı çıkması elbise ve vücudun pislenmesine ve abdestin bozulmasına sebep olur. Dolayısı ile bu hâl ile namaza durulamaz. Fakat istibrâ' etmeden istinca yaptığı takdirde, sonradan sidik eserinin dışarı çıkmasına ihtimal vermeyen kimse için istibrâ' etmek sünnettir, vâcib değildir. Şafii âlimleri, kadının da sol elini eteğine koyup biraz sıkmak suretiyle istibrâ etmesini öngörmüşlerdir.[93]
20 — Küçük Abdest Bozup Su İle Tahâretlenmeyenin Babı
327) Âişe (Radtyallâkü anhâ)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdestini bozmaya gitti. Ömer (Radıyallâhü anh) de biraz sonra su alarak O'nu takip etti. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu Csu) nedir? Yâ Ömer!» buyurdu. Ömer: Sudur, diye cevap verdi. Peygamber:
«Ben küçük abdest bozduğum her defada vudû' almakla emrolunmadım. Eğer (emrolunmadığım halde her defasında) vudû' almış olsaydım, bu (vudû'} sünnet olurdu.» buyurdu. [94]
İzahı
Sindi diyor ki hadîste geçen «Vudû'» kelimesi ile sözlük mânâsının kasdedildiği muhtemeldir ki su ile taharetlenmek demektir. Bu takdirde hadisin mânâsı şöyledir: «Küçük abdest bozduktan sonra avret mahallini behemehal yıkamakla emrolunmadım. Yani taş ile istincâ etmekle yetinmek de caizdir.» Bu yorum şekli müellifin açtığı bâb'ın başlığına uygundur. Vudû', kelimesi ile ıstılahı mânâsı olan abdest kasdedilmiş olabilir. Bu ihtimale göre hadîs şöyle yorumlanır : Ömer (Radıyallâhü anh) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için abdest suyunu hazırladı.Resûl-i Ekrem ise abdest bozunca behemhal abdest almak zorunluğunun bulunmadığını ifâde etmiş oldu.Sindî bu arada:Bence açık olan yorum şekli budur.Çünkü Ebû Davud'un rivayetinde şöyle buyuruluyor:
Sonra Ömer bir kupa su ile O'nun arkasında durup bekledi. Bunun üzerine Resûlullah, Ömer'e: «Bu nedir? Yâ Ömer!» diye sordu. Ömer de«Su'dur, onunla vudû* al!, dedi. Resûlullah da «Ben küçük abdest...» hadîsini buyurdu.
Hadîsin: «Eğer vudû' almış olsaydım bu, sünnet olurdu» fıkrasına şöyle mânâ verilmiştir: «Eğer her abdest bozmadan sonra abdest almayı devamlı ve kesintisiz âdet hâline getirmiş olsaydım bu, uyulması vacip bir yol olmuş olurdu,» Bu takdirde sünnet kelimesi izlenmesi gerekli din yolu demektir. Sünnet kelimesi fıkıhçılarm lisanında meşhur olduğu Sünnet-i Müekkede mânâsında kullanılmış olabilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir şeyi devamlı yapması ile o şey ümmeti için vacip olmaz. Ancak bir delil ile teyid edilirse gereklilik hükmü verilir. Aksi takdirde sünnet-i müekkede olur.
Hadisteki vudû' kelimesi su ile taharetlenmek mânâsına yorumlandığı takdirde hadisten çıkan sonuç şudur:
Küçük abdest bozunca mutlaka su ile taharetlenmek zorunlu değildir. Taş ve benzeri şeylerle istincâ etmek de mümkündür. 16. ve 28'inci bâblarda geçen hadîslerin izahında belirttiğim gibi gerek küçük ve gerek büyük abdest bozduktan sonra taş ve benzeri bâzı maddelerle istincâ etmek caizdir. Bunun şartları ve tafsilâtı fıkıh kitab-larında bulunur. Su ile taharetlenmek de caizdir. En makbulü önce taşla ve onun arkasında su ile istincâ yapmaktır. [95]
21 — Yol Üstünde Kazâ-İ Hacet Etmekten Nehiy Babı
328) Ebû Saîd-i Himyerî (Radıyalîâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Muâz bin Cebel (Radıyalîâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabının işitmediği hadîsleri rivayet ederdi ve sa-hâbüerin işitmiş oldukları hadîslerden söz etmezdi. Onun rivayet ettiği hadîsler bir ara Abdullah bin Amr (bin el-Âs (Radıyalîâhü an-hümâ) 'ya ulaştı. Bunun üzerine Abdullah bin Amr:
«Vallah'i, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bu hadîsleri ben (şahsen) işitmedim. Kazâ-i hacet hususunda Muaz sizi güçlüğe ve zahmete sokmak üzeredir.» dedi. Bu söz, Muâz'a ulaştı. Daha sonra Muâz O'na rastladı ve :
«Ey Abdullah bin Amr! Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) '-den yalan hadîsi bile bile rivayet etmek münafıklıktır, (münafıkların şanıdır.) Vebalı da uydurana aittir. Şüphesiz ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu işittim» dedi:
«Lanete sebep olan (şu) üç şeyden sakınınız: Su mecralarında, gölgelikte ve yol üstünde abdest bozmak.[96]
İzahı
Sindî diyor ki: 'Abdullah bin Amr'm: «... bu hadîsleri ben işitmedim.» sözünden maksadı çok hadîs işittiğine rağmen bu hadîsleri duymadığını ifade etmektir. Yoksa sanıldığı gibi Muâz (Radıyalîâhü anh) hazretlerini hadis uydurmakla itham etmek için değildir. (Muâz gibi Ashab-ı Kiram'm ileri gelenlerinden bir zatın yine tanınmış bir Sahabİ tarafından hadis uydur-
makla itham edilmesi iki taraf için de imkânsızdır. Hadis'e böyle bir yorum yapmaktan Allah'a sığınırız.) Abdullah bin Amr (Radıyalîâhü anhümâ) şunu demek istemiştir:Ben çok hadis duyduğum halde anlattığınız bu hadîsleri duymadım. Muâz' m yanılmış olması muhtemeldir.Yanılmak ise insanların tabiî bir halidir.'
Miftâhü'1-Hâce müellifi de: Hadîste geçen «Gölgelik»ten nıak-sad halkın oturup kalktığı ve dinlendiği gölgeliktir.Bu gibi yerlerde kazâ-i hacet etmekle halka eziyet edilmiş olur. Ama kimseye eziyet edilmesi söz konusu olmayan gölgelikte abdest bozmanın bir sakıncası yoktur. Peygamber'in bir hurma bahçesinin duvarı dibinde abdestini bozduğu Müs1im' de rivayet edilmiştir. Duvarın gölgesinin bulunduğu tabiidir, der.
329) Câbir bin Abdillah (Radıyalîâhü anhumâyâen rivayet edildiğine göre Resûluîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Sabaha karşı dinlenmek ve uyumak için caddeler üstünde ko-noklamaktan, bu yerler üstünde namaz kılmaktan sakının. Çünkü buralar (geceleyin) yılanların ve yırtıcı hayvanların barınağıdır. Bu yollar üstünde abdest bozmaktan da sakının. Çünkü buralarda abdest bozmak lanet etmeye sebep olan şeylerdir.[97]
İzahı
Bu hadîs de yol üstünde kazâ-i hacet etmeyi yasaklıyarak lanete sebebiyet veren çirkin bir şey olduğuna işaret ediyor. Ayrıca (işlek olmasa bile) yollar üstünde geceleyin konaklamayı ve dinlenmeyi, keza buralarda namaz kılmayı yasaklıyor ve yasağın sebebini de
zararlı hayvanların geceleyin yollar üstünde barınmalarını gösteriyor. İşlek olan yollarda ise konaklamak veya namaz kılmak halinde gelen gidenlere eziyet verildiği cihetle ayrıca sakıncalıdır.
330) Salim [98] (Radtyallâkü anh)'âen rivayet edildiğine göre babası şöyle söylemiştir :
Resûlullah tSallallahü Aleyhi ve Sellem) yol üzerinde namaz kılmayı, küçük veya büyük abdest bozmayı yasakladı.[99]
İzahı
Daha önce geçen hadislerde olduğu gibi burda da yol üstünde namaza durmak veya küçük abdest yahut da büyük abdest bozmak yasaklanıyor.
Bu bâbta yer alan hadîsler halkın oturduğu gölgelikte ve yol üzerinde küçük veya büyük abdest bozmayı, yol üstünde namaz kılmayı yasaklıyorlar. Hanefî ve Şafii mezheblerine göre bu işler mekruhtur. Bir kısmı tahrimen mekruhtur. Tafsilât için fıkıh kitablanna müracaat edilsin.[100]
Son hadiste anılan Sâ1im'in hangi Salim olduğu hususunda bir kayda rastlamadım.Hulâsa'nın îbn-i îshak' tan
îsnadların en sağlamı Zührî'nin Sâlim'den O'nun da babasından olanıdır» sözü ve burada da aynı isnadın bulunuşu karinesinden hareket ederek bu Salim ile Abdullah b. Ömer'in oğlu olan S âl i m' in kasdedildiği kanısına vardım. Diğer taraftan babasının râvîsi olup ismi Salim olan zatlardan Zühr i (îbn-i Şihâb) 'in başka şeyhinin bulunmayışı bu kanâatimi teyid ediyor. [101]
22 — Faza (= Açık Yer) De Abdest Bozmak İçin Uzaklaşmak Babı
331) El-Muğire bin Şu'be (Radıyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest bozmaya gittiği zaman (zatını veya ihtiyacını halkın gözlerinden) uzaklaştırırdı."
332) Enes b. Mâlik (Radtyallâhü ank)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Bir yolculukta ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde idim. Kazâ-i hacet için uzaklaştı. Sonra gelerek bir kab su istedi ve abdest aldı.[102]
333) Ya'lâ bin Mürre (Radıyallâhü ank)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest bozmaya gittiği zaman (zatını veya ihtiyacını halkın gözünden) uzaklaştırırdı."
334) Abdurrahmân bin Ebî Kurâd (Radtyallâhü ank)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber hacca gittim. (Bu yolculukta) abdest bozmaya gidince (zatını veya ihtiya-cmı) uzaklaştırdı." [103]
İzahı
Bu bâbta geçen 6 hadîsin metinleri ve senedleri aynı olmamakla beraber hepsi açık yerlerde abdest bozmak istendiğinde halktan uzaklaşmayı emreder. Müslim «Hayız» kitabının 20. babını «Su dökerken örtünme» başlığı ile açarak Abdullah bin Ca'fer (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği halde Cafer ezcümle şunu söyler:
«Resûlüllah abdest bozmak istediği zaman ya yüksekçe bir yerin arkasında veya hurma bahçesi duvarının arkasında oturmak (suretiyle gözlerden gaip olmak) tan çok hoşlanırdı.»Nevevî de bu arada şöyle söyler: «Hadis, abdest bozmak için insan vücudunun tamamının halkın gözünden saklanacağı bir duvar veya kaya ve benzen bir şeyin arkasına geçmenin müstahab olduğuna delâlet eder. Bu, Sünnet-i Müekkededir. Müellifimiz de bu hadîsi bundan sonraki bâbta (340 nolu) zikretmiştir. [104]
23 — Büyük Ve Küçük Abdest Bozmak İçin İrtiyad[105] Babı
337) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Taş ile istincâ eden kimse (taş sayısını) tek yapsın. Kim böyle yaparsa şüphesiz iyi etmiş olur. Kim taş sayısını tek yapmazsa günaha girmez. Dişlerinin arasını (kürdan ve benzeri ile) kurcalayan kimse (dişleri arasından çıkardığım yutmayıp) dışan atsın. (Dişleri arasında kalan veya diş etleri ile damak üzerinde duran yemek kırıntısını) dili ile çıkaran kimse (çıkardığını) yutsun. Kim böy^ le yaparsa iyi etmiş olur. Böyle yapmıyan için günah yoktur. Abdest bozmaya giden kimse gizlensin. Şayet kum yığınından başka bir siper bulamazsa ondan faydalanmaya çalışsın. Çünkü şüphesiz şeytan insan oğlunun mak'adları (= belden aşağı bedeni) ile (veyahut) mak'adları (= abdest bozmak için oturdukları yerler) de oynarlar. Kim (böyle) yaparsa iyi etmiş olur. Böyle yapmayana da günah yoktur.» [106]
İzahı
Abdest bozmaya elverişli yer aramaya âit bu bâb'a alman bu hadîsin ilk fıkrası istincâ işinde kullanılacak taş sayısının tek olmasının daha uygun olduğunu hükme bağlıyor. Sindi diyor ki: «Bu fıkranın zahirine göre yalnız bir adet taşın istincâda kullanılması yeterli görülüyor ise de bir taş ile gerekli temizliğin yapılamı-yacağı tabiîdir. Diğer rivayetlerde asgarî taş sayısı 3 olduğu için burada mutlak geçen tâbir, kayıtlı olan diğer rivayetlere göre yorumlanır.» Şu halde fıkranın mânâsı şöyle olur: Taş ile istincâ yapan kimse kullandığı taş sayısının çiftini tek yapsın. Meselâ 3 taş ile temizlenirse ne âlâ. Şayet 4'üncü taş kullanma ihtiyacını duyarsa bu takdirde 4 taş ile yetinmeyip 5'inci taşı da kullanmak suretiyle taş sayısını teklesin.
Hadisin ikinci fıkrasında kürdan ve benzeri bir şeyle dişini kurcalayarak dişleri arasında kalmış olan yemek kırıntılarını çıkaran kimsenin bunu yutmamasını ve dışarı atmasını emrediyor. Çünkü bu şekilde dişler arasından çıkarılanı yutmak tiksindiricidir. Fakat dil ile çıkarılan kırıntıları yutmak tiksindirici olmadığından yutulması uygun görülüyor. Mamafih aksi hareket yasaklanmıyor. Bâzıları fıkrayı şöyle yorumlamışlardır: Dişler arasında kalan kırıntıları ister dil ile ister kürdan gibi bir şeyle çıkaran kimsenin bunu atması isteniyor. Ama yemekten sonra diş etleri üzerinde veya damağa yapışan yemek kalıntısını dilini dolamak suretiyle çıkaran kimsenin bunu yutması arzulanıyor. Çünkü dişler arasında kalıp da bilâhare çıkarılan kırıntılar genellikle tiksindirici olur. Bunun atılması daha uygun sayılıyor.
Hadîsin üçüncü fıkrasında ise abdest bozmaya varıldığında gizlenmek ve halkın gözlerine görünmemek tavsiyesi yapılıyor. Normal ve tabiî bir sığmak bulunmadığı takdirde kum tepeciğinin arkasında oturmak suretiyle gizlenme yolu gösteriliyor. Bu fıkranın sonunda gizlenmenin hikmeti anlatılıyor. Bu da şeytanın abdest bozma yerinde bulunması ve burada insana kötülük yapmaya çalışmasıdır. Abdest bozma yerinde Allah'ın zikri yapılmadığı için şeytan burada rahatça cirit oynar. Bu yorum şekline göre fıkrada geçen «Makâid» kelimesi ile kazâ-i hacet için oturulan yerler kasdedilmiş olur. «Makâid» tâbiri ile insanın belden aşağı bedeni kasdedilmiş olabilir. Yani belden aşağı vücud örtülü olmadığı takdirde şeytan bununla oynar. Sahibine vesvese verir.
338) Bize Abdurrahmân bin Ömer, Abdülmelik bin es-Sabbâh'tan, (yukarda geçen) isnadı ile ayni metni rivayet ederek bu fıkrayı da ilâve etti:
«Gözüne sürme süren kimse de (sürme sayısının çiftini) tek yapsın. (Bunu) yapan kimse iyi etmiş olur. Böyle yapmıyan da günaha girmiş olmaz. (Dişler arasında veya diş etleri ve damak üzerinde kalan yemek kırıntılarını) dili ile çıkaran kimse onu yutsun.» [107]
İzahı
33? ve 338 nolu hadislerin metni aynı olup 338 nolu hadîste göze sürülen sürmenin de çift değil tek defa yani birer veya üçer veyahut beşer defa... sürülmesinin daha iyi olduğu hüküm bulunuyor. İki hadîsin senedi yani râvilerî aynidir. Yalnız müellife bildiren yahut beşer defa... sürütmesinin daha iyi olduğu hükmi bulunuyor. diğerinin râvisi ise Abdurrahman bin Ömer' dir.
339) Ya'lâ bin Mürre (Radıyallâhü ankümâ)'âen rivayet edildiğine göre babası (Mürre bin Veheb) (Radıyallâhü anh) şöyle söylemiştir :
Bir yolculukta ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde idim. Bir ara abdsetini bozmak istedi de bana şöyle buyurdu :
«Şu iki eşâe'ye git (Vekf dedi ki eşâe ile küçük hurma ağaçlarını kasdediyor) ve onlara de ki: Gerçekten Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir araya gelmenizi emreder.» Bunun üzerine o iki hurma ağacı bir araya geldi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bu ağaçların arkasında gizlenerek ihtiyacını giderdi. Sonra bana şunu buyurdu •.
«Bu iki ağacın yanma git ve onlara eski yerlerine dönmelerini söyle.» Ben de (gidip) söyledim. Ağaçlar da eski yerlerine döndüler.[108]
İzahı
Bu hadîs de abdest bozmak istendiğinde bir siper arkasında durmanın ehemmiyetini belirtiyor. Burada dikili yeşil iki hurma ağacının bir mucize kabilinden bir araya geldikleri ve tekrar yerlerine döndükleri ifade ediliyor. Hadîsin senedinde, olayı anlatan ilk râvi Mürre bin Veheb (Radıyallâhü anlı) ve onun râvisi de oğlu Ya'lâ' dır. Sindi şöyle der: «Zevâid müellifi Ya'lâ'dan babasına dayalı hadîs işitilmemiştir.Buhârî,bu rivayet bir yanılmadır. Ebû Bekir bin Ebî Şeybe bu hadîsi Vekî'den rivayet etmiş fakat Mürre'ye dayatmamıştır. (Yani ilk râviyi Mürre değil, onun oğlu olan Ya'1â' yi göstermiştir. Doğru olan sened de budur, der. (Şu halde Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) ile yolculuk eden ve anlatılan olaya şâhid olan zât Mürre değil, yine Sahâbe'den olan oğlu Ya' Iâ'dır.)Ahmed'in aynı hadîs için naklettiği sened de Ya'lâ bin Siyabe'ye dayanır. îbn-i Siya be bahis konusu Ya'-1 â' nın künyesidir. Siyâbe onun anasının adıdır.» Yine Ze-vâid'in beyânına göre bu hadîs'e şâhid durumunda olan ve birisi Enes (Radıyallâhü anh) 'den, diğeri de îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'den rivayet olunan iki hadîsi Tirm izi rivayet etmiştir.
340) Abdullah bin Ca'fer (Radtyallâhü anhümâ)'âen şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest bozmak için daha ziyade, yüksekçe bir şey veya hurma duvarı (veya sık hurma ağaçları) arkasında saklanmak isterdi. [109]
İzahı
Hadiste geçen «Hedef» kelimesi ile bina, kaya ve kum tepeciği gibi yüksekçe yer kasdedilmiştir.
Yine hadîste bulunan «Hâiş-u Nahl- ise Sindi bunu toplu hurma ağaçları diye açıklamıştır. Nevevi ise hurma bahçesi duvarı olarak izah etmiştir.
341) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhumâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir sefer ana yoldan çıkarak dağ yoluna girip gitti. Biraz sonra küçük abdestini bozdu. Abdestini bozarken (Gözlere pek görünmemek ve yere yaklaşmak amacı ile bacaklarını o derece açtı ki) iki uyluk kemiği yerinden çıkar diye gerçekten O'na acıyordum.[110]
Zevâid'de : Bu hadisin isnadının zayıf olduğu belirtilmiştir. Buharî de : (Senedin râvilerinden) Muhanımed bin Zekvân'in hadisleri münkerdir, demiştir. İbn-i Hibbân da önce onu sikalardan saymış ise de bilahare onu zayıflardan saymış ve : Artık onun rivayeti hüccet sayılmaz, demiştir. Neseİ ve Darekutni de onu zayıf görmüşlerdir. [111]
24 — Abdest Bozmak Üzerinde Toplanmaktan Ve Orada Konuşmaktan Nehiy Babı
342) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«İki kişi abdest bozmak üzerinde birbirinin avret yerine bakarak fısıldaşamazlar (= Fısıldaşmasmlar). Çünkü Allah (Azze ve Cel-le) buna çok kızar.» [112]
İzahı
îbn-i Mâceh bu hadîs için üç sened zikretmiştir. Birinci senedde Muhanımed bin Yahya, Abdullah bin Recâ', İkr ime bin Anımâr, Yahya bin Ebi Kesir, Hilâl bin Iyâz ve Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anhüm) bulunur. Diğer senedde ise Muhammed bin Yahya, Selm bin İbrahim el-Varrâk, İkrime, Yahya bin Ebi Kesir, Iyaz bin Hilâl ve Ebû Saîd-i Hudri bulunur. Muhammed b. Yahya dedi ki: «Doğru olan bu (ikinci) seneddir.»
Müelliften itibaren üçüncü râvî, birinci senedde Abdullah bin Recâ' dır, diğer senedde ise Selm bin İbrahim el-Varrâk1 dır. Diğer râviler ayni zatlardır.Yalnız Ebû Said-ı Hudri' nin râvisi olan zatın isminde ihtilâf vardır. Bâzılarına göre bu râvinin adı Hilâl bin Iyâ z'dır ki; birinci senedde böyle anılmıştır. Diğer âlimlere göre ise ismi Iyâz bin Hilâl' dır. Burada müellifin şeyhi Muhammed bin Yahya da «Iyâz bin Hilâl» ismi doğru ve diğer ismin yanlış olduğunu ifâde etmek istemiştir. Nitekim Hulasa müellifi de 301'inci sahifede şöyle söyler:
Iyâz bin Hilâl veya Hilâl bin Iyâz, Ebü Saİd-ı Hudrî' nin râvisidir. Kendisinin râvisi de Yahya bin Ebi Kesir' dir. İbn-i Hibban sıka râviler bahsinde demiştir ki: Doğru olan ismim Iyâz bin Hilâl' dır.
Müellifin" üçüncü senedindeki Iyâz bin Abdillah ise başka bir zattır. Bu da Ebû Said-ı Hudrî ve Ebû Hüreyre' nin râvîsidir. Sikadır. (Hulasa Sah. 301)
Sindi diyor ki: Kişilerin abdest bozarken birbirleri ile konuşmaları ve yek diğerinin avret mahalline bakmaları bu hadîsle yasaklanıyor. Ancak abdest bozmakta olan kişinin abdest bozmakla meşgul olmayan şahıslarla da konuşmasının yasaklığı bu hadîsten
anlaşılıyor mu? Eğer hadiste yasağın dönüm noktası kişinin abdest bozması vaziyeti ise, bu da yasaktır. Maksad, bu halde kimse ile konuşmamaktır. Abdest bozma yerinde genellikle abdestini bozanlar bulunduğu için hadiste özellikle bunların birbirleri ile konuşmaları yasaklanıyor. F unların başka kimselerle de konuşmaları aynı durumdadır.
Abdest bozma yerinde birbirlerinin avret mahalline bakmaları çok çirkin bir şey olduğu için takbih maksadı ile zikredilmiştir. Bilindiği gibi yalnız abdest bozarken değil, her yerde ve her durumda kişilerin birbirlerinin avret mahalline bakmaları haramdır. (Dinen caiz görülenler müstesna).
Hanefi ve Şafiî mezheblerine göre abdest bozarken her hangi bir kimse ile konuşmak mekruhtur. Ancak zaruret halinde meselâ gözü görmeyen bir kimsenin tehlikeyle karşılaşması hâlinde onu uyarmak için konuşmak mekruh değil, bilâkis icabında vacip olur.[113]
Üçüncü senedde ise Muhammed bin Hamîd, Ali b. Ebî Bekir, Süfyân-i Sevrî, İkrime b. A m -mâr, Yahya b. Ebi Kesir ve Iyâz bin Abdillah bulunur. [114]
25 — Durgun Suda Küçük Abdest Bozmaktan Nehiy Babı
343) Câbir (Radtyallâhü ank)'dtn rivayet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) durgun suda küçük 1 abdest bozmayı yasakladı."
344) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) den rivayet edildiğine göre, kendisi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Sakın hiç biriniz durgun suda küçük abdest bozmasın.»"
345) Ibn-i Ömer (Radıyaltâhü anhilmâ)'dan rivayet edildiğine göre kendisi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Sakın hiç biriniz birikmiş suda küçük abdestini bozmasın.[115]
Üç Hadisin İzahı
Durgun suda küçük abdesti bozmayı yasakhyan bu hadîslerin metinleri aynı mânâyı ifade ederler. Lafızlarındaki farklılık mânâya tesir etmez.Buharı ve Müslim' deki rivayette: tâbiri bulunur ki; o da «Durgun suda- diye açıklanmıştır.
Müs1im'in Taharet Kitâbı'nın 27'nci babında rivayet edilen benzer hadîsin açıklaması bahsinde Nevevî ezcümle şöyle der:
«Durgun suda küçük abdest bozmak hakkında, konan bu yasak bâzı sular için haram, diğer bir kısım sular için de kerâhat mânâ-smdadır. $öyle ki:
1. Akan çok su içinde küçük abdesti bozmak haram değildir.Çünkü yasak, durgun suya aittir.Fakat akan ve çok olan su içinde küçük abdesti bozmaktan sakınmak daha iyidir.
2. Akan su az ise; arkadaşlarımızdan bir cemaate göre içinde işemek mekruhtur.Fakat muhtar kavle göre haramdır.Çünkü Şafiî ve başka müctehidlerin mezheplerine göre o su necis olmuş olur, kirletilmiş olur. Başka adamlar o suyu temiz sanarak kullanabilir ve aldatılmış olabilirler.
3. Eğer su durgun ve çok ise arkadaşlarımıza göre içinde işemek mekruhtur, haram değildir.Eğer haramdır demiş olsaydı isabetli olmaktan uzak sayılmazdı.Çünkü muhakkik âlimlere ve usûl-cülerin ekserisine göre yasaklama haram kılınmayı gerektirir.Ayrıca yasaklama nedeni olan kirletme burda da mevcuttur. Yasaklamanın diğer nedeni olan necis etme hususuna gelince, eğer işeme ile bu suyun evsafı değişmiş ise necis sayılması, icmâ ile sabittir.Ebû Hanîfe ve ona muvafakat eden âlimlere göre bir tarafı hareketlendirildiği takdirde karşı tarafında da hareket görülen su, içine necasetin düşmesi ile pis olmuş olur.
4. Durgun ve az su içinde abdest bozmaya gelince, arkadaşlarımızdan bir cemâate göre mekruhtur. Fakat doğru ve muhtar olan kavle göre haramdır. Çünkü, karışan sidik, onu necis eder, kullanılmaz hale sokmakla mal olmaktan çıkarır, bilmeden başkasının onu kullanıp aldanmasına sebep olur.
Âlimler demişler ki suda büyük abdesti bozmak küçük abdesti bozmak gibidir, hattâ daha çirkindir. Bir kab içinde abdesti bozup onu su içine dökmenin hükmü de su içinde abdest bozmak hükmü gibidir. Keza, bir su kenarında küçük abdest bozmak suretiyle sidiğin akıp suya karışmasına sebebiyet vermenin hükmü de aynidir. Bütün bunlar mezmum,çirkin ve yasaklanan kötü şeylerdir. Hattâ âlimler, su yollarında ve suya yakın yerlerde suya kanşmasa bile abdest bozmayı mekruh görmüşlerdir. Çünkü Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) su yollarında abdest bozmayı yasaklamıştır. (328 nolu hadise müracaat). Sonra bu pisliğin suya karışması tehlikesi vardır. Bir de gelen geçenlere eziyet verilmiş olur.» [116]
26 — Sidik Hakkında Teşdîd Babı
346) Abdurrahman bin Hasana [117] (Radtyallâhü ank)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (bir defa) elinde bir daraka[118] bulunduğu halde bize-çıkıp geldi. (Bu arada) elindeki kalkanı siper yaparak oturdu ve ona doğru dönüp küçük abdestini bozdu. Orada bulunanların birisi: O'na bakınız kadın gibi küçük abdestini bozuyor, dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu duydu da bunun üzerine şöyle buyurdu:
-Sana yazıklar olsun! Benî İsrail'in sahibinin başına geleni bil-medin mi? Onlara sidik isabet ettiği zaman, sidiğin dokunduğu yeri makaslarla keserlerdi (çünkü şeriatları bunu gerektirirdi). Sonra Benî İsrail'in sahibi, onları, kesmek,işinden menctti. Bunun neticesinde kabrinde tazib edildi.»
Ebü'l-Hasan bin Seleme dedi ki: Bize EbîLHatim, ona Ubeydul-lah bin Mûsâ, ona El-A'meş (Radıyallâhü anhümKden rivayetle aynı hadîs metnini zikretti.» (Yani el-A'meş'ten sonra- ikinci bir se-nedle de hadis, müellife rivayet edilmiştir. [119]
İzahı
Sidik damlalarından şiddetle kaçınmanın gereğine ait hadîsler için açılan bu bâb'ın ilk hadîsinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in küçük abdestini bozması için halkın gözünden gizlenmek ve üzerine sidik damlalarının sıçramasından sakınmak isteği ile elindeki kalkanı kendisine siper yaptığı, sipere doğru oturup su döktüğü ifâde ediliyor. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m edep ve haya örneği olan bu davranışını kadınların davranışına benzetmek suretiyle ayıplayan şahsın münafıklardan olduğu söylenmiştir. Bu şahıs, Resül-i Ekrem'in koyduğu bir mârufu (Fi'li sünnetini) kınamak suretiyle nehiy etmiş olduğu için mârufu nehiy eden Benî İsrail'in sahibine benzemiş olur. Sindi diyor ki: Rivayetlerin tetkiki, bu şahsın münafıklardan olmayıp mü'minlerden olduğu ihtimaline ağırlık veriyor. Mü'min olan bu şahıs, alışkın olduğu câhi-liyet âdetine muhalif gördüğü bu duruma hayret etmiş ve yeni müs-lüman olduğu için hayret ettiği durumun değerini kavrıyamadığı için bu sözü söylemiş olmuştur.
Hadîsin «Kadın gibi küçük abdestini bozuyor» fıkrasındaki benzetme ile ilgili olarak da Sindî şöyle söyler:
Nevevi'ye göre bu benzetme, halkın gözünden gizlenmek bakımındandır. Çünkü Araplar, erkeklerin abdest bozarken gizlenmelerinden hoşlanmazlardı ve gizlenmenin erkeklerin onuruna yakışmadığını sanırlardı.
Bahis konusu benzetmenin küçük su dökerken oturmak bakımından olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bazıları da: Hem oturmak hem de gizlenmek hususu benzetme yönünü teşkil eder, demiştir.
Arapların âdeti küçük abdesti ayakta bozmak idi. Onların oturarak su dökmeyi yadırgadıkları bâzı rivayetlerde belirtilmiştir.»
Hadisin: «Onlara sidik isabet ettiği zaman sidiğin dokunduğu yeri- fıkrası... ile ilgili olarak Sindi diyor ki: «Sidiğin dokunduğu yer elbiseden olduğu takdirde o yeri makasla keserlerdi. Bu yer elbiseden olsun bedenden olsun keserlerdi, diyenler de vardır. Bu kesmek işi şeriatlarının bir emri idi. Onların sahibi, kendilerini bu mâruf (dinî vecibe) den nehiy ettiği ve bevilden kaçınmalarını engellediği için kabir azabına müstahak oldu... Peygamberlerin küçük abdest bozma âdabım yadırgayarak bundan nehiy edenin durumu onun nehyine benzer, dolayısıyla ta'zibine sebep olabilir.
347) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâyden şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) yeni iki kabrin yanından geçti ve :
Şüphesiz bu iki kabir sahibi tazib ediliyorlar. Hem de muaz-zeb olmaları büyük bir şeyden dolayı değildir. Bunlardan birisi sidikten sakınmazdı, diğeri ise koğuculuk ederdi.»"
348) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'âen ResüluIlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivayet olunmuştur:
«Kabir azabının ekserisi sidik(ten sakınmamak)tan dolayıdır.[120]
349) Ebû Bekre (Radtyallâhü anh)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki kabrin yanından geçti ve!
«Gerçekten bunlar azab edilmektedir. Azabları da büyük bir şeyden dolayı değildir. Bunların birisi sidik (ten sakınmadığı) için tazib ediliyor. Diğeri ise gıybet (ettiği) için muazzebtir.[121]
İbn-i Abbâs' tan rivayet edilen (347 nolu) hadîs Buhâ-rî ve Müs1im'de daha uzun metinle rivayet edilmiştir. Müslim'in «Bâbu Necâseti'1-Bevl...» bölümünde rivayet olunan bu hadîsin açıklamasını yapan Nevevî ezcümle şöyle söyler:
"Ve bu iki kabir sahibinin azabı büyük bir şeyden dolayı değildir.» fıkrasına gelince, Buhârî' nin Edeb kitabının En-Nemî-me bâbmdaki rivayeti şöyledir:
= «Ve bu iki kabir sahibinin azabı büyük bir şeyden dolayı değildir. Halbuki o şey aslında büyük (günah)tır...» Buhar î' nin Vudû kitabındaki rivayetinde de fıkra şöyledir:
= «Ve bu iki kabir sahibinin azabı büyük bir şeyden dolayı değildir. Bilâkis o şey şüphesiz büyük (günah)tır...» Anılan kabir sahiplerinin tazibine sebep olan suçun büyük olduğu, Buharı' ninbu iki rivâyetindeki; cümlesi ile sabittir. Bu duruma göre hadîsin;
= «Ve bu iki kabir sahibinin azabı büyük bir şeyden dolayı değildir...» fıkrasının tevili gerekir. Âlimler bu hususta iki tevil zikretmişlerdir :
Birinci tevil: Kabir sahihleri bu suçun büyük olmadığım sanmışlardı.
İkinci tevil: Bu suçtan sakınmak kabir sahihleri için büyük bir sorun değildi. Rahatlıkla bu suçtan uzak kalabilirlerdi. Merhum Kadı Iyâz şu üçüncü tevili de nakletmiştir: Azablanna sebep olan suç büyük günahların en büyüğü değil idi. Bu son tevile derim ki; Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu söz ile maksadı halkı sakındırmaktır. Yani kimse sanmasın ki tazib ancak en büyük günahlardan dolayıdır. Çünkü tazib başka günahlar yüzünden de olabilir.Nitekim işte oldu.
Bu iki suçun büyük günahlardan olduğunun sebebine gelince, sidikten sakınmamak, namazın bozulmasını gerektirir. Kılman namaz kılınmamış sayılır. Bu nedenle sidikten kaçınmamak büyük günahtır. Koğuculuk ve fesatlık ise en çirkin şeylerdendir. Bilhassa bunu itiyad haline getirmek çok kötü bir şeydir. Kabir sahibinin bu çirkin şeyi defalarca işlediği hadisin: «Koğuculuk ederdi» tâbirinden anlaşılır.
Buhâri ve Müslim'in rivayetinde hadis metninin devamında râvî İbn-i Abbas (Radıyallâhü anh) şöyle buyurur:
«... Sonra Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) taze bir hurma dalını istedi. Getirilen dalı ikiye bölerek bu iki kabir üzerine birer parça dikti. Bunun hikmeti sorulunca da Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Bu dallar yaş kaldığı müddetçe azablarının hafif kılınacağı umulur» diye cevap verdi.»
Kabir üzerine yaş hurma dallarının bırakılmasının hikmetine gelince âlimler şöyle yorumlamışlar: Resülullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) kabir sahipleri için şefaat dilemiş ve bırakılan dallar ku-ruyuncaya kadar azablarının hafif kılınması kabul edilmiştir.
Konan dallar kuruyuncaya kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kabir sahihlerine dua etmesi muhtemel olup bu nedenle azablarının bu sürece hafifletilmesi umulmuştur, diye~yorum yapılmıştır.
Bâzı âlimler de dallar yaş durdukça teşbih ederler, kuru dal ise teşbih etmez, diye yorumda bulunmuşlardır.
Nitekim,Ve hi- bir varlık yoktur ki O'nu hamd ile teşbih etmesin...» buyurulmuştur.[122] Müfessirlerin çoğu böyle yorumlayarak demişler ki: Âyette geçen şeyden maksad yaşıyan şeydir. Her şeyin yaşaması kendisine özgü bir tarzdadır. Ağaç kurumadıkça, taş kesilmedikçe yaşarlar. Fakat muhakkik olan müfessir ve başka âlimler âyetteki Şey kelimesine yaşama kaydını koşmamışlardır. Buna göre yaş, kuru her şey Allah'ı teşbih eder. Her şeyin Allah'ı teşbih ediş tarzı hususunda iki görüş vardır. Bir görüşe göre her şey bir eser olup sânii (yapıcısı) na delâlet eder. Hâl lisanı ile Allah'ı teşbih ve tenzih eder. Yani her türlü eksiklerden pâk ve nezih olduğuna delâlet eder. Muhakkik âlimlerce desteklenen diğer görüşe göre yaş ve kuru her şey hakikaten Allah'ı teşbih eder. Allah Teâlâ taş hakkında:*Ve şüphesiz taşlardan öylesi bulunur ki, Allah korkusundan aşağıya düşüverir»...
[123]buyurmuştur.
Cansızların duygu sahibi kılınması aklen mahal değildir. Bu durum nass ile bildirilince ona dönülür.
Âlimler bu hadîse dayanarak kabir yanında Kur'ân-ı Kerim ' i okumayı müstahap sayarak demişler ki: Yaş hurma dalının teşbihi ile azabın hafifletilmesi umulurken Kur'an tilâveti ile azabın tahfifi daha çok umulmaya değer. Buhâri' nin beyânına göre Ashab'dan Büreyde bin El-Hasib El-£s1smi (Radıyallâhü anh), kabrine yaş olan iki hurma dalının konmasını vasiyet etmiştir. [124]
Hadîsten Çıkarılan Serî Hükümler
1. Kabir azabının varlığı isbat ediliyor. Hak ehlinin mezhebi de budur. Mutezililer buna inanmazlar.
2. Sidik damlaları necis ( pis) tir.
3. Koğuculuk ağır günahlardandır.
Nevevi (Rahimehüllah)'nin verdiği izah burada bitti.[125]
27 — Küçük Abdest Bozarken Kendisine Selâm Verilen Adamın Durumunun Beyânı Babı
350) EI-Muhâcir bin Kunfuz bin Umeyr bin Cuz'ân (RadtyaÜâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Nebî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdestini bozarken ben yanına varıp selâm verdim O, selâmımı hemen almadı. (Abdest aldıktan sonra selâmı cevapladı) ve abdestle meşguliyetini bitirince şöyle buyurdu:
«Senin selâmını (hemen) almama yegane mâni, benim o esnada abdestsiz olmam idi.»
Ebü'l-Hasan bin Seleme'de; Ebû Hatim, El-Ensâri, Sald bin Ebi Arûbe... senedi ile bu hadisi rivayet etti. [126]
İzahı
Hadisin; «O, abdest alırken» cümlesini «O, küçük abdestini bozarken» diye terceme ettik. Çünkü Nesei ve Ebü Davud'un rivayetinde; «O, küçük abdestini bozarken» diye geçer. İbn-i.Mâceh de hadîsi bu bâb'a almakla aynı yoruma işaret etmiş sayılır. Bu bâb'ta geçen diğer hadişlerde de cümlesi geçmektedir.
Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdestini tamamladıktan sonra selâm alıyor ve abdestsiz olduğu nedeni ile selâm almadığını belirtiyor. Abdest bozmakla meşgul iken selâm almayışı tabiîdir. Ancak bu meşguliyetten sonra ve henüz abdest almadan selâm alması beklenirken Peygamber, (Sallallahü Aleyhi ve Sellsm) bu arada selâm almayışının nedenini bildirmekle mazeretini beyan buyurmuş oluyor ve böylece selâm verenin gönlünü de hoş etmiş olmakla güzel ahlâk örneğini vermiş oluyor. [127]
Hadîsten Çıkarılan Fıkhı Hükümler
1. Abdest bozarken selâm almak veya başka türlü Allah'ı zikretmek mekruhtur.
2. Abdest bozarken selâm verilen kişi, işini bitirdikten sonra selâm alabilir.En faziletlisi abdest aldıktan sonra selâm almasıdır.
351) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdest bozarken; bir adam O'nun yanından geçti ve O'na selâm verdi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise onun selâmını hemen almadı. Abdest bozma işinden boşalınca iki elini toprağa vurup teyemmüm etti ve bundan sonra adamın selâmını aldı.[128]
İzahı
Ebû Dâvüd, bu hadisi Taharet kitabının 8'inci babında îbn-i Ömer' den az bir metin değişikliği ile rivayet etmiştir. Mânâ yönünden iki rivayet arasında bir fark yoktur. Ebû Dâ-vûd'un Sünen'inin şerhi El-Menhelde hadîsin açıklaması yapılırken şöyle söylenir:
«Resûî-ı Ekrem'in yanından geçen zât Ebu'l-Cüheym Abdullah bin El-Hâris' tir. Nitekim î m a m Şafii, E1-Arec tarîki ile yaptığı rivayette bunu belirtmiş ve Mişkâtü'l-Masâbih yazarı da Teyemmüm babında rivayet ettiği hadîste bu zâtın Ebü'l-Cüheym olduğunu açıkça belirtmiştir. E1-Ba-ğavî, bu hadîsi Şerhu's-Sünne'de rivayet ederek hasen olduğunu ifâde etmiştir.
Selâm, Allah'ın adlarından olduğu için abdest bozma hâlinde bunu dil ile söylemeyi hoş görmeyen Resûl-i Ekrem o esnada susmuştur. Kazâ-i hacetten sonra da abdestsiz olduğu için yine selâm almamıştır. Ancak teyemmüm edince selâm almıştır. [129]
Hadîsten Çıkarılan Hükümler
1. Selâm almak gibi aslında vacip olan zikir bile kazâ-i hacet esnasında mekruhtur.
2. Müslüman, bu durumdaki kimseye verdiği selâmın karşılığında selâm almaya müstahak değildir. Neden benim selâmımı almadın? diyemez.Resûl-i Ekrem'in teyemmüm alıp adamın selâmını alışı O'nun örnek ahlâkının bir eseridir; Vacip değildir. Âlimlerin çoğuna göre bu halde zikirle meşgul olmak tenzihen mekruhtur. Bâzılarına göre ise tahrimen mekruhtur.
3. Abdestsiz olarak selâm almak caiz ise de en faziletlisi ab-destli olarak selâm almaktır.
4. Bâzı Hanefî âlimleri buna benzer hadîslere dayanarak su bulunduğu halde mendup abdest yerine teyemmüm yapılabileceğini söylemişlerdir.Nevevi bu hadîsin şerhinde:«Resûl-i Ekrem su bulamadığı için teyemmüm etmiştir, diye yorum yapılır.Çünkü su varken ve kullanmaya mâni bir hâl yok iken teyemmüm yapılamaz. Hattâ (yine su varken) farz olan namaz vaktinin çıkması ve kazaya kalması tehlikesi bile olsa yine teyemmüm yapılamaz. Bu hususta cenaze namazı, bayram namazı ve benzerî namazlar arasında bir fark yoktur. Cumhur'un görüşü budur» demiştir.Nevevî'nin bu sözü taharetin şart olduğu ibâdetlere mahsustur. Selâm almak için taharet şart olmadığı için su varken bile teyemmüm yapılabilir, denilebilir.
5. Nevevi'nin beyan ettiği gibi gerektiğinde farz ibâdetler için teyemmüm yapıldığı gibi nafile namazlar, tilâvet ve şükür secdesi,Kur'an'ı ellemek ve benzen faziletler için de teyemmüm yapmanın caiz olduğu, bu hadîsten anlaşılıyor.Cumhur'un görüşü de budur».
352) Câbir bin Abdi\\ah( Radıyaltâhü an/tümâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdestini bozmakta iken bir adam O'nun yanından geçti ve O'na selâm verdi. Re-sûl-i Ekrem biraz sonra adama şöyle karşılık verdi:
«Buna benzer hâl üzerinde beni gördüğün zaman sakın bana selâm verme. Çünkü sen şunu yaparsan (selâm verirsen) şüphesiz ben senin selâmını almıyacağım.[130]
353) îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dzn rivayet edildiğine göre söyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük su sökerken bir adam O'nun yanından geçti ve O'na selâm verdi. (Fakat) Resûl-i Ekrem onun selâmını almadı.[131]
28 — Su İle Îstincâ Babı
354) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'nm şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i büyük abdestini bozup da su ile taharetlenmeden (heladan) çıktığını katiyyen görmedim. [132]
İzahı
Sindi bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle söyler: Tirmizi'de Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'den rivayet edildiğine göre kendisi: «Ey kadınlar, eşlerinize su ile taharetlenmelerini siz söyleyiniz. Çünkü ben erkeklere bunu söylemekten utanıyorum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) su ile taharetleniyordu» demiştir. Tirmizi bu hadisi naklettikten sonra hadîsin hasen sahih olduğunu ve ilim adamlarının taamülünün böyle olduğunu, yalnız taş ile istincâyı caiz görmekle beraber su ile yıkanmayı tercih ettiklerini söyler.
355) Ebû Süfyan [133] (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine gÖ-re şöyle söylemiştir
Bana Ebû Eyyûb El-Ensârî, Câbir bin Abdillah ve Enes bin Mâlik (Radiyallâiiü anhüm) haber verdiler ki şu âyet nazil oldu.
«...Orada (=Kuba mescisinde) pisliklerden iyice temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever.»
(Tevbe sûresi, âyet, 108),
Ve Resûlullah CSaîlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ey Ensâr otpluiuğu! Temizlik hakkında şüphesiz Allah sizi övdü. (Yukarıda meali verilen âyeti indirdi) Sizin övgüye lâyık temizliğiniz nedir?» buyurdu.
Onlar da:
Biz namaz için abdest alırız. Cünüplükten dolayı boy abdesti alırız ve (abdest .bozunca) su ile taharetleniriz, diye cevap verince Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İşte budur temizliğiniz. O halde bu temizliğe sımsıkı sarılınız.» buyurdu.[134]
356) Aişe (Radiyallâhü anhâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mak'admı üç defa yıkardı. İbn-i Ömer (Radiyallâhü anhümâ) dedi ki: «Biz (de) bunu yaptık ve bunu hem deva hem de temizlik bildik.
Ebü'l-Hasan bin Seleme dedi ki: Bize Ebû Hâtîm ve IbFâhim bin Süleyman el-Vâsıtî'nin dediklerine göre kendilerine Ebû Naîm ve Ebû Naîm'e de Şerik (kendisinden önceki mezkûr râviler senedi ile) hadîsi rivayet etmiştir.[135]
İzahı
Sindî'nin beyanına göre imam Ebû Hanif e: «Ben Câbir El-Ca'fi' den daha yalancı kimse görmedim» demiştir. Başka zatlar da Câbir'i tekzib etmişlerdir.
Bu hadîse göre gözle görülen necasetten taharet için üç defa yıkamak kâfi görülüp pisliğin eserinin kalması mahzurlu değil ise de fıkıhçılar bu hadîsi terketmişlerdir. Çünkü senedi zayıftır. Gözle görülen necasetten taharet için necasetin giderilmesi gerekir.
357) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre Re-lûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Kubâ halkı hakkında:Orada pisliklerden iyice temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da böylece çok temizlenenleri sever.»[136]âyeti indi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Onlar (Kubâ ehli) su ile tahâretlenirlerdi. Bu nedenle onlar hakkında bu (övücü) âyet indi.[137]
İzahı
Bu bâbta zikredilen hadisler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in su ile taharetlendiğini ve 16'ncı bâbta geçen hadisler de" O'nun taşlar ile istincâ ettiğini isbat etmektedir. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in taşla istincâ ve su ile hatâretlen-meyi beraber yapıp yapmadığı hususu ihtilaflıdır. Bununla beraber âlimlerin cumhuruna göre önce taş ile istincâ edip bunun arkasında su ile taharetlenmek efdaldır. Su veya taş ile temizlenmek isteyen kimse suyu tercih etmelidir. Mamafih yalnız taş ile veya yalnız su ile istincâ etmekle yetinmek de caizdir.
Tevbe sûresinin 108'inci âyeti ile övülmeye mazhar kılındığı burdaki 357 nolu hadîsle bildirilen Kubâ halkının taharetlenmelerine gelince, buna ait rivayetlerin çoğunda onların su ile taharetlendikleri belirtilmekle yetinilmiştir. Yani onların sudan önce taşla istincâ ettikleri durumu belirtilmemiştir.Bezzâr'm Müsned'inde beyân ettiği bir sened ile İbn-i Abbâs CRadıyallâhü anh)'-den yapılan bir rivayete göre Kubâ halkı taş ve su ile birlikte tahâretlenirlerdi. Nevevi, İbnü'r-Rif'at ve El-Muhıbbü't-Tabarî Kubâ halkının yalnız su ile taharetlendiklerine dâir rivayetlerin sıhhatli olduğunu ve diğer rivayetlerin sahih olmadığını söyleyenlerdendirler.
357 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anlı)'in hadisini Ebû Dâvûd «Taharet» kitabının başında ve Tirmizi'de «Tefsir» bahsinde rivayet etmiştir.
355 nolu hadîsin : «Ey Ensâr topluluğu!» hitabı ile ilgili olarak Sindi der ki burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi, ve Sellem)'in Ensâr'a hitabetmesi Muhacirlerin çoğunun taş ile istincâ etmekle yetindiklerine delâlet eder.
Süneni Ebî Davud'un şerhi El-Menhel müellifi de Taharet kitabının su ile istincâ babında açıkladığına göre Ashâb-ı Kirâm'dan Huzeyfe bin El-Yemân, İbn-i Ömer, ve İbn-i Zübeyr su ile istincâ etmezlerdi.
Kubâ. Medine-i Münevvre'ye çok yakm bir dür. Hicrette Resûl-i Ekrem burada bir kaç gün kalmış ve İslâm'd ilk mescid burada inşa edilmiştir. Bu mescidin fazileti hakkında mi teaddit hadisler de vardır.Nesei' nin Sehl bin Hanif'de rivayet ettiği bir hadîste Resül-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
«Kim çıkıp Kubâ mescidine varsa ve orada iki rek'at namaz ki sa bir ömre kadar sevap kazanır.»
Tirmizi hariç diğer Kütüb-i Sitte'de İbn-i Ömer(Ri dıyallâhü anh)'den rivayet edilen diğer bir hadîse göre Resûl-i Ekreı her Cumartesi günü yaya veya binerek Kubâ mescidi] ziyaret eder ve içinde iki rek'at namaz kılardı. Müellifin 1411, 14] nolu hadîsleri bu mescidin fazileti hakkındadır. [138]
29 — Îstincâ'dan Sonra Elini Toprağa Sürenin Beyânı Babı
358) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)den rivayet edildiğine göre şö> le söylemiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) büyük abdestini boa duktan sonra bir kaptaki su ile taharetlendi ve bundan sonra d; elini toprağa sürdü."
359) Cerîr (bin Abdillah EI-Biclî) (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:
Peygamber CSallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ağaçlığa girip ab-destini bozdu ve biraz sonra Cerîr O'na deriden mamul bir kap su götürdü. ResûH Ekrem o sudan taharetlendi ve elini toprağa sürdü. [139]
İzahı
Birinci hadîste geçen «Tevr» kelimesi bakır veya taştan mamul olup su içmek, yemek yemek ve abdest almak için kullanılan kaba denir.
İkinci hadisteki îdavet ise deriden mamul su kabıdır.
Ebû Dâvûd ve Neseîde aynı mânâyı ifade eden ve lafız bakımından az farklı hadisi rivayet etmişlerdir.
Sindî diyor ki Resül-i Ekrem'in taharetlendikten sonra elini toprağa sürmesi, ümmetine öğretmek ve temizlikte titizlik içindir. Hoşlanılmayan bir kokunun izinin dahi kalmaması için ümmetinin temizlik hususunda azami gayreti göstermelerini bu hareketi ile istemiş oluyor. Yoksa mübarek elinden pis bir kokunun eserinin kalmaması için böyle yapmış değildir. Çünkü bilindiği gibi Resûl-i Ekrem'in vücudundan çıkan maddeler tahırdı ve pis koku yoktu. [140]
30 — Yemek Ve Su Kabının (Üstünü) Örtmek Babı
360) Câbir (Radtyallâhü anh)'âen şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eskıyâ (= su, süt ve benzerleri için deriden mamul kablarıîmızın ağzını bağlamamızı ve kablarınuzın Cüstünü) örtmemizi emretti."
361) Âişe {Radıyallâhü anhû)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için üstü örtülü 3 kabı akşamdan hazırladım. Birisi abdesti için, birisi misvakı için, diğer kab da içme suyu için.[141]
İzahı
Sindi de diyor ki misvak abdest alındığı zaman kullanıldığı cihetle abdest için hazırlanan su kabından ayrı olarak misvak için de bir kabın hazırlanması akla uzak sayılabilir.
362) İbn-i Abbas (Radtyallâhü anhümâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi abdest suyunu kimseye hazırlatmazdı (veyahut) abdest almada kimseden yardım istemezdi. Verdiği sadakasını da kimseye bırakmazdı. Bizzat kendisi verirdi.[142]
İzahı
Hadîsin metninde;kelimesinin iki şekilde okunması mümkündür. Eğer Tahûr okunursa abdest suyu. mânâsını ifade eder ve fıkranın tercemesi:
«ResüluUah abdest suyunu kimseye hazırlatmazdı.» demektir.
Şayet bu kelime Tuhûr olarak okunursa abdest almak demektir. Fıkranın mânâsı da şöyle olur:
"Resûlullah abdest aldığında kimsenin ona yardım etmesini ve eline su dökmesini istemezdi."
Sindî bu iki ihtimali belirttikten sonra diyor ki: «Yani abdest suyunu hazırlamak veya abdestte eline su dökmek gibi işler için kimseye emretmezdi. Halkın kendi arzuları ile bu hizmetleri ifâ etmeleri ve Resülullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in buna mâni olmaması bu hadîse aykırı düşmez. Cerîr, Enes ve başka Sahâbîlerin O'nun için taharet suyunu hazırlamaları ve Muğire bin Şu'be' nin O'nun eline su dökmesi bu kabil işlerdendir.»
360 nolu hadîste deri ve benzeri maddelerden mamul içecek kab-lannın ağızlarının bağlanması ve diğer kabların üstlerinin örtülmesi yolunda Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in verdiği emrin hikmet ve önemi izahtan varestedir. [143]
31 — Köpeğin Yalamasından Dolayı Kabı Yıkama Babı
363) Ebû Rezîn (Radtyallâhü anh)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir :
Ben Ebû Hüreyre (Kadıyallâhü anh) 'ı, eliyle alnına vurarak şöyle söylerken gördüm:
— Ey Irak halkı! Siz zan ediyorsunuz kî sizler için sevap ve ecir, benim için de günah hasıl olsun diye ben Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) üzerine yalan söylüyorum. Ben Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyururken (bizzat) şüphesiz işittiğime şahadet ederim:
«Köpek, birinizin kabını yaladığı zaman o (kabı) yedi defa yıkasın.»"
364) Ebû Hüreyre (Radtyaltâkü anh)'âen şöyle dediği rivayet edilmiştir : Şüphesiz Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Köpek, birinizin kabını yaladığı zaman o (kabı) yedi defa yıkasın.'»"
366) İbn-i Ömer (Radıyallâhü atthümâyden rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir :
«Köpek sizden birisinin kabım yaladığı zaman o (kabı) yedi defa yıkasın. [144]
Bu Babtaki Hadîslerin İzahı
Bu bâbta iki ayrı senedle Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen, yine ayrı ayrı senedlerle Abdullah bin El-Muğaf f el' den ve Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâVdan rivayet edilen hadis-i şerif, köpeğin, diliyle bir şey yaladığı kabın yedi defa yıkatılmasım emreder.Buha-rî, Müs1im ve Ebû Dâvûd da Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsini müteaddit senedlerle rivayet etmişlerdir. Abdullah bin El-Muğaffel (Radıyallâhü anhümâ) 'in hadîsini ise Müslim, Ebû Dâvûd, Ahmed, Darekutnî, Tahâvî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Bütün rivayetlerde yedi defa yıkama emri bulunmaktadır. Ancak hangi defasında suya toprak karıştırılacağı hususunda değişik rivayetler vardır.Müslim ve Ebû Davud'un bir rivâyetinde; «tik defası topraklı su ile...
ruluyer. Bunlardaki diğer bir rivayet îbn-i Mâceh'deki rivâ yet gibi «Sekizinci olarak topraği
bulanmış su ile yıkayınız» şeklindedir.Ebü Dâvûd1 un sahil olan diğer bir rivayetinde ise; Yedinci defi topraklı su ile...» tabiri vardır.Ebû Dâvûd'un şerhi El-Men hel'de beyan edildiğine göre Tirmizi,El-Bezzâr ve Şafiî''nin sahih bir rivayetinde ise; «İlk veya sonuncu defa topraklı su ile...» ifadesi bulunur. Bezzâr'm başka bii
rivayetinde ise; Yedi defanın birisi topraklı su ile...» tabiri bulunur.
Müs1im'in şârihi Nevevî,Taharet kitabının konuya ilişkin 26'ncı babında ezcümle şöyle söyler:
«Bey haki ve başkaları (yukarıda belirtilen) bu rivayetlerin hepsini nakletmişlerdir. Bu rivayetlerin değişik oluşu gösteriyor ki; şart olan husus, yıkamaların birisinde suyun topraklı olmasıdır. Topraklı suyun birinci veya sonuncu defada kullanılması şart değildir.
«Sekizinci olarak toprağa bulanmış su ile yıkayınız» rivayetine gelince bizim mezhebimiz (Şafii mezhebi) ve Cumhûr'un mezhebi de budur ki: Bu fıkradan murad «Onu yedi defa yıkayınız. Bu defaların birisinde suya toprak karıştırılmış olsun. Toprak sanki sekizinci yıkama yerini tutarcasına ona sekizinci ismi verilmiştir.»
Ebû Davud'un Sünen'inin şerhi El-Menhel'de verilen bilgiye göre Hasan-ı Basrî ve bir rivayete göre Ahmed bin Hanbe1 hadisin zahiri ile hükmederek yedi defa safi su ile yıkatıldıktan başka sekizinci defa toprakla bulanmış su ile yıkatıl-ması gerekir, demişlerdir.
Nevevî aynı bâbta daha sonra şunları belirtir:
«Bizce köpeğin, dili ile bir kabtan sıvı bir madde alması ile köpeğin her hangi bir parçasının dokunması arasında bir fark yoktur.
Yani köpeğin sidiği, pisliği, kanı, teri, kılı, salyası veya her hangi bir tarafı temiz bir şeye dokunurken dokunan ve dokunulan şeylerden birisinde ıslaklık bulunursa aynı şekilde birisi toprakla bulanmış olmak kaydı ile yedi defa temiz su ile yıkamak gerekir.
Bir köpeğin defalarca veya birden fazla köpeğin anlatılan şekilde dokundukları bir kabı temizlemek için arkadaşlarımızın üç görüşü vardır : En sıhhatli görüşe göre hepsi için yalnız yukarda belirtildiği gibi yedi defa yıkamakla kab temizlenmiş sayılır. (Diğer görüşleri buraya almayı gerekli görmüyorum.)
Köpeğin dokunduğu kab başka nedenle de necis olmuş olsa bile yedi defa yıkamakla kab temizlenmiş olur. Yâni diğer necaset için ayrıca yıkamak gerekmez.
Toprakla bulanmış su ile yıkamak yerine sekizinci defa safi su ile yıkamak veya o kabı büyük bir göle batırıp yedi defa yıkamak için gereken süre kadar su içinde bekletmek en kuvvetli kavle göre kâfi sayılmaz.
Yine en sıhhatli kavle göre toprak yerine sabun ve benzeri temizleyici bir maddeyi kullanmak yeterli değildir.
Kullanılacak toprağın temiz olması gerekir.
Köpeğin necis ettiği ıslak bir madde başka bir maddeye arada ıslaklık varken dokunursa dokunduğu maddenin de aynı şekilde yedi defa yıkanması gerekir.
Köpeğin dokunduğu madde sıvı değil de donuk yağ gibi katı halde ise, dokunulan yeri ve etrafını iyice oymak suretiyle atmak gerekir. Kalan kısım temiz sayılır.
Köpek beslemek mes'elesine gelince: İhtiyaç olmadan sırf hoşlandığı veya böbürlendiği için kişinin köpek beslemesi haramdır. Ziraat, av. hayvancılık ve evleri korumak için ise caizdir.»
Hanefi âlimleri köpeğin salyası ile görülmeyen diğer necasetler arasında bir fark yoktur, diyerek üç defa yıkamayı kâfi görmüşlerdir. Onlar yedi defa yıkamaya âit hadis'i mendubluk anlamına yorumlamışlardır. Hanefi âlimlerin bu görüşünü nakleden Ebû Davud'un Sünen'inin şerhi El-Menhel yazarı ezcümle şöyle söyler:
-Hanefi âlimleri bu hususta Ebü Hüreyre'nin 3 defa yıkamakla yetinmiş olduğuna dair Tahavi ve Darekutni'nüı mevkuf olarak rivayet ettikleri hadîsi delil göstermişlerdir. Yedi defa yıkamaya âit hadîsin râvîsi de Ebû Hüreyre olduğu için Ebû Hüreyre'nin ameli (yani üç "defa yıkaması) yedi defa yıkama keyfiyetinin neshedildiğini gösterir. Bu yollu izah, hadîsin râvisinin yorumu ve tahsisi veya neshi ile amel etmenin gerekliliğine âit Hanefi âlimlerin usûlüne uygundur. Fakat cumhur'un usûlüne uygun değildir.
EI-Menhel yazarı iki tarafın görüşünü ve delilleri ile aralarındaki mukayeseyi uzun uzun izah etmektedir. Arzu edenler onun Taharet kitabının «El-Vudû* bi-Su'ril-Kelb» babına bakabilirler.
Köpeğin su içtiği kabtaki suyun hükmü hususunda Mali ki mezhebinde 4 rivayet vardır.
1. Tabirdir.
2. Necistir.
3. Beslenmesine izin verilmiş olanın temiz, diğerinin ise necistir.
4. Evcil köpek ile yabanî olanı ayırmaktır.»
363 nolu hadîsin baş kısmında Ebû Hüreyre (Radıyal-lâhü anh) 'in Irak halkına hitaben : «Ey Irak halkı siz zan ediyorsunuz ki...» fıkrası ile ilgili olarak Sindi diyor ki Ebû Hüreyre çok hadîs rivayetinde bulunduğu için bâzı kimseler onun rivayet ettiği hadîslerin sıhhat derecesini araştırırlardı. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), kendisi hakkında bir şüpheye mahal olmadığını ifade etmek için böyle hitap etmiş olabilir. Muhtemelen onun zamanında bile bazı Küfe' liler 3 defa yıkamanın yeterliğine hükmettikleri için böyle hitabta bulunmuş olabilir. [145]
32 — Kedi Artığı İle Abdest Almak Ve Onun Hakkındaki Ruhsat Babı
367) Kebşe bint-i Kâ'b [146](Radtyallâhü ankâ)'âan rivayet edildiğine göre :
Kendisi Katâde (Radıyallâhü anh) 'in abdest alması için (bir kaba) su döktü. Kebşe, Ebû Katâde'nin bir oğlunun (Abdullah'ın) nikâhı altında idi. Bir kedi gelerek o kabtan su içmek istedi. Ebû Katâde kabı kediye doğru eğip (kolayca su içmesini sağladı.) Ben de Ebû Katâde'ye bakıp durdum. Eunun üzerine Ebü Katâde bana şöyle dedi: Ey kardeşimin kızı! Sen hayret mi ediyorsun? Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Şüphesiz kedi necis (pis) değildir. (Çünkü o etrafınızda) çok dönüp dolaşan erkekler veya dişilerdendir.»" [147]
İzahı
Kebşe Bint-i Kâ'b Ebû Katâde' nin gelini idi. Abdest suyunu hazırladıktan sonra gelen kedi bu kabtan su içmek isteyince Ebû Katâde buna mâni olmamış, aksine kedinin rahatça su içmesine yardımcı olmuştur. Kebşe ise hayretle bu durumu seyredince Ebû Katâde, gelinine hitaben: *Ey kardeşimin kızı! Buna şaşıyor musun? sorusu ile şaşılacak bir şey olmadığını belirtmek istemiş ve bu husustaki Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in emrini rivayet etmiştir. Ebû Davud'un Süneni'nin şerhi El-Menhel'de belirtildiği gibi Kebşe, Ebû Katâde1 nin yeğeni değildi. Araplar, İslâm kardeşliği noktasından hareketle bu tür hitablarda bulunmayı itiyad etmişlerdi. Ebû Katâde de bu âdete göre gelinine «Ey kardeşimin kızı!» diye hitap etmiştir.
Ebû Katâde' nin bundan sonra neklettiği Resût-i- Ekrem'in buyruğuna gelince : Bununla kedinin necis (pis) olmadığı ve müslümanlarm çevresinde dönüp dolaşan bir hayvan olup ondan ev eşyasını, kab kaçağı, elbiseleri ve benzeri şeyleri uzak tutmanın güçlüğüne işaretle temiz sayıldığı hükmü veriliyor.
Hadîsin: «...Erkekler veya dişilerdendir.» fıkrasındaki «veya» tâbiri râvinin tereddüdünü ifade eder. Yahut kedinin erkek ve dişisi arasında temiz sayılmak bakımından bir fark olmadığını ifâde için olabilir. Ebû Dâvûd'un rivayetinde bu fıkra : «Erkekler ve dişilerdendir.» diye geçer.
Bu ve bunu takip eden iki hadîs kedinin ağzının temiz ve artığa nin tâhir olduğuna delâlet eder. El-Menhel, Ebû Dâvû d'un Sünen'inin Taharet kitabının «Babu Suri'l-Hırre Kedi Artığı Babı» bölümündeki ayni hadîsin açıklamasında ezcümle şöyle söyler :
Ashab-ı kirâm'm çoğu ve tabiiler kedinin ağzının temiz ve artığının tâhir olduğunu söylemişlerdir. İmamlardan Mâlik, Şafiî ve Ahmed bin Hanbel ile İshak (Radıyallâhü anhüm) de aynı şeyi söylemişlerdir. Ebû Hanîfe ve Ashabı da evcil kedinin temizliğine hükmederek hadîste temiz sayılmasının nedeninin çevrede çok dönüp dolaşması olduğu açıkça bildirilmiştir, derler.
Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre kedi necasetlerden sakınmadığı için başka su varken kedinin artığı olan suyu kullanmak tenzihan mekruhtur. Ağzının pis olduğu bilindiği zaman, meselâ: Bir fareyi yfidikten hemen sonra bir kabtan su içince onun necis olduğuna hükmedilir. Bu mes'elede Şafii mezhebinin kavli de böyledir. Diğer taraftan ağzının temiz olduğu kesin bilindiği takdirde meselâ: Büyük bir havuzdan su içtikten hemen sonra ağzını bir su kabına sokup ondan içerse kabtaki suyu kullanmakta kerahat yoktur.
Hadîs, hayvana karşı şefkatli olmanın, bilinmeyen dini hususların âlimlere sorulmasının gereğine de delâlet eder.
Hadîs, Mâlik, Ahmed, Ebû Dâvûd, Neseî, Tirmizî, Darekutnî, Beyhakî ve Daremi tarafından da rivayet edilmiştir.
368) Âişe (Radıyallâkü anhâ)7den şöyle dediği rivayet edilmiştir; Önceden kedinin su içtiği bir kabtan ben ve Resülullah CŞallal-lahü Aleyhi ve Sellem) abdest alırdık.[148]
İzahı
Bu hadis de kedinin artığının temiz olup bununla abdest dahi alınabildiğine delâlet eder. Râvilerden Harise bin Ebu'r-Ricâ1*in zayıf olduğu nedeni ile isnadın zayıflığı Zevâid'de belirtilmiş ise de kendinin artığı ile Resûl-i Ekrem'in abdest aldığı Ebû Dâvûd, Tahavî ve Beyhakî' nin rivayet ettikleri ve metin ile sened bakımından bu hadîsten başka olan hadîsle de sabittir. Bu rivâyetlerdeki Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin lafzı şöyledir:
= «Ve şüphesiz kedinin artığı ile Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest aldığını ben gördüm.>
369) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Kedi, namazı bozmaz. Çünkü şüphesiz o, evin eşyasıncîaftdır.[149]
İzahı
Namaza duran kimsenin önünden kedinin geçmesi ile namazın bozulmadığı hadîste hükme bağlanıyor. Sebebi ise kedinin (yararlı) ev eşyasından sayılmasıdır.
Sindi diyor ki «Bir de kedinin geçmesine mâni olmanın güçlüğü var. Bu durum açık olduğu için hadîste belirtilmemiştir.Hadîsteki maksad ise, kedinin; siyah köpek, merkep ve kadından farklı olduğunu belirtmektir. Kadın da kedi gibi dâima evde bulunduğuna rağmen namaza duranın önünden geçmemesi güç bir sorun arzetmez.Yahut hadîsten maksad kedinin, köpek ve merkepten farklı oluşunu ifâde etmektir.Böyle yorum yapıldığı takdirde, kedinin zaptedilmesinin güçlük durumunu dikkate almaya gerek kalmaz.»
Hadîsin açıklaması dolayısıyle kadın, merkep ve siyah köpeğin namaza duran kimsenin Önünden geçmesi halinde namazın bozulup bozulmadığı hususuna da değinmek gerekir kanaatindeyim.
Müs1im'de Namaz kitabının 49'uncu babında Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edilen bir hadis'e göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
= «Kadın, merkep ve köpek (önünden geçtikleri kişinin) namazını bozarlar.»"
Ebû Zer (Radıyallâhü anh)'m rivâyetindeki uzunca hadîsin bu fıkrası şöyledir:
= «Çünkü sütreye doğru durmayanın namazını, merkep, kadın ve siyah köpek bozar...»
Müslim'in sarihi Nevevi bu hadîsleri izah ederken ezcümle şöyle söyler:
«Âlimler, bunların namazı bozup bozmadığı hususunda değişik hükümler vermişlerdir: Bâzı âlimler bunların namazı bozduklarını
söylemişlerdir. Ahmed bin Hanbel (Radıyallâhü anh) : «Siyah köpek namazı bozar. Fakat kadın ve merkebin namazı bozdukları hususunda kalbimde tereddüt vardır, demiştir. Bu imamın siyah köpek hakkında kesin hüküm vermesinin sebebi, aksini bildiren bir hadisin olmayışıdır. Ama kadının geçmesi ile namazın bo-zulmadığı hakkında Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den bu hadîsten sonra Müs1im'in rivayet ettiği hadîs vardır. Keza merkebin geçmesi ile namazın bozulmadığına dâir İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'den Müs1im in rivayet ettiği hadîs bu hadîsten evvel geçmektedir.
İmamlardan Mâlik, Ebû Ha.nife ve Şafii (Rahi-rrtehumullah) ve selef ile halefin cumhuru : «Ne mezkûr canlıların ne de başka hiç bir canlının geçmesi ile namaza duran kişinin na-ması bozulmaz» demişlerdir. Bunlara göre kadın, merkep ve siyah köpeğin geçmesi ile namaz bozulur hükmünün çıkarıldığı hadîsteki kelime fiilidir.Bu fiil lügatta «keser, bozar» anlamını taşıyor ise de buradaki maksad namazın bozulması değil, noksan olmasıdır. Yani namaza duran kişinin kalbi, onun önünden geçen şeylere meşgul olmakla namazdaki huzur ve huşu zedelenir.
Bâzı âlimler, bozulur diyen hadîsin;
= «Hiçbir şey namazı bozmaz. Sizin gücünüz dahilinde namazınızın önünden geçmek isteyeni defedin» hadisi ile mensuh olduğu-nu iddia etmişler ise de bu iddiaya pek rıza gösterilmemiştir. Çünkü hadislerin nesih yoluna hemen gidilemez. Ancak yek diğerine görünüşte zıt olan hadisler arasında uzlaştırma ve hepsinin geçerliliği sağlanamaz, tevili mümkün görülemez ve hadislerin hangisinin* önce hangisinin sonra buyurulduğunu bilirsek o zaman nesih yoluna gidilir. Burada hadislerin tarihlerini bilmiyoruz, hepsinin geçerliliği ve tevili mümkündür. Nitekim yukarda tevil şeklini izah ettik. Diğer taraftan nâsih olduğu iddia edilen hadîs zayıftır.»
Hanefî mezhebine ait fıkıh kitaplarında îbn-i Abdin'in «Namazı bozan şeyler» e dâir olan bâbta şöyle der:
«Namaza duranın önünden geçen şey ne olursa olsun namazı bozmaz. Zahiriye mezhebine merisub âlimlerin : «Kadın, köpek ve merkebin geçmesi ile namaz bozulur» sözleri merduttur. Keza (Hanbelî îmamı) Ahmed'in siyah köpeğe mahsus benzer hükmü de Hanefî âlimlerince kabule şayan görülmemiştir.Bu hususta delil oiarak gösterdikleri hadîs mensuhtur.»
Şafiî fıkıh kitaplarından Minhac'ın şerhi Nihâyetü'1-Muh-tac'ın «Namazı bozan şeyler- babında aynen şöyle söylenir:
«Namaza duranın önünden kadm, merkep,köpek ve benzeri bir şeyin geçmesi ile namaz bozulmaz. Sahîh-i Müslim'deki:
«Kadın, köpek ve merkep namazı keser» mealindeki hadisten mu-rad bunların namaz kılanı meşgul etmekle namazdaki huşuu kesmeleridir.[150]
33 — Kadının Abdest Suyu Artığının (Kullanılmasına) Ruhsat Babı
370) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hanımlarından birisi (Meymûne) büyükçe bir çanakta (ki sudan bir miktarla) gusletti. Biraz sonra Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek (o sudan) gusletmek veya abdest almak istedi. Bunun üzerine hanım ı
Ya Resülullah! Şüphesiz ben cünüp idim. (Bu sudan guslettim) dedi. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de «Su necis olmaz buyurdu. [151]
İzahı
Hadis'i, Tirmizl, Nesei, Ebû Dâvûd, Ahmed ve BeyhakI de rivayet etmişlerdir.Ebü Dâvûd, Tahâret kitabının «El-Mau La Yücnibu = Su Necis Olmaz- başlığı ile açtığı bâbta, hadîsi aynı senedle rivayet etmiştir.Yalnız burada son râvi Ebû Bekir binŞeybe iken orada bunun yerine Müsedded var.
EI-Menhel yazarı, hadisi açıklarken şöyle söyler:
Hadîste ismi anılmayan hanım Meyraûne (Radıyallâhü an-hâ)'dır. Çünkü Darekutnî'nin İbn-i Abbâs' tan aldığı rivayette bu olay Meymûne'nin ağzından anlatılıyor. (İbn-i Mâceh'in (372 nolu) hadîsi de buna delâlet ediyor.)
(Annemiz) Meymûne (Radıyallâhü anhâ), büyükçe bir çanaktaki sudan bir miktarını avuçlanıak suretiyle boy abdestini aldıktan sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek çanakta kalan su ile abdest veya boy abdestini almak istiyor. Meymûne (Radıyallâhü anhâ) ise cünüp iken elini soktuğu çanaktan su almakla artan suyun artık abdest ve gusulde kullanılamıyacağım sandığı için durumu Resûl-i Ekrem'e haber veriyor. Resûl-i Ekrem ise cünüp bir uzvun necis bir uzuv gibi suyu necis etmediğini bildiriyor.
Hadîsteki; cümlesinin lügat mânâsı: «Su cünüp olmaz.» demek ise de bu cümleyi: «Su necis olmaz» şeklinde terceme etmek gerekir. Çünkü Nesei'nin rivayetinde bu cümle şöyledir: Şüphesiz bir şey (yani cünüp uzuv) suyu necis etmez.» Resûl-i Ekrem burada müşakele denilen edebî san'ata uygun olarak yani Meymûne'nin kullanmış olduğu cünüplük tabirine uysun diye *Lâ Yücnibu» tabirini kullanmıştır.
İmam Mâlik, Nahaî, Hasan-ı Basri ve Sev-ri bu hadîsi delil göstererek abdest' ve gusülde kullanılmış olan suyun, temizleyici olduğuna yani necasetin giderilmesinde ve abdest ile gusülde kullanılabildiğine hükmetmişlerdir. Fakat abdest ve gusülde kullanılmış olan ve fıkıh lisanında «Müstamel» adını alan suyun temiz olmakla beraber temizleyici olmadığına hükmeden fıkıh âlimleri bu hadîsin delil gösterilemiyeceğini beyân etmişlerdir. Şöyle ki: Meymûne, çanağın içinde gusletmemiştir. Çanaktan su avuçlayıp çanak dışında yıkanmıştır. Çünkü çanak içinde yıkanması çok zor ve uzak bir ihtimaldir. Muhtemel olan bir şey ise delil olamaz.Kaldı ki Bağâv î' nin Şerhu's-Sünne'de ve El-Mesabîh'teki îbn-i Abbfts'ın rivayeti[152] açıkça belirtiyor ki Meymûne çanaktaki suyun bir miktarını kullanmış ve bir miktar su artmıştır. Resûl-i Ekrem de artan su ile gusletmiştir. Gusül-den artmış olan suyun temizleyici oluşu gusülde kullanılmış olan suyun temizleyici olduğuna delâlet etmez.
El-Menhel yazarı, El-Mirkât' tan naklen yukardaki malûmatı verdikten sonra hadisten alman fıkhı hükmü şöyle beyan ediyor:
Kadının abdest veya gusülde tek başına kullandığı sudan artan kısım ile erkek abdest ve guslünü alabilir. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiİ ve âlimlerin cumhuru bu hükme katılmışlardır.
371) îbn-i Abbâs (Radryallâhü anhümâ)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden bir hanım cünüplükten gusletti. Onun kullandığı sudan artan su ile bilahare Resûl-i Ekrem abdest aldı ve gusül etti.
372) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m zevcelerinden Meymûne [153](Radtyallâhü anhâyâsm rivayet edildiğine göre:
Kendisinin cünüplükten dolayı aldığı boy abdestinden artan su île Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldı." [154]
34 — Ondan [155] Nehiy Babı
373) El-Hakem bin Amr (el-Akra') (Radıyallâhü onA)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kadının abdest suyunun artığı ile erkeğin abdest almasını yasakladı."
374) Abdullah bin Sercis (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadının abdest suyunun artığı ile erkeğin gusletmesini ve erkeğin (abdest suyu) artığı ile kadının gusletmesini yasakladı. Velâkin erkek ile kadın (bir sudan) beraberce gusüllerini yapabilirler.
Abdullah bin Mâceh (müellifimiz) dedi ki sahih olanı birinci hadistir. (El-Hakem'in hadisi) İkincisi (Abdullah bin Sercis'in hadîsi) ise zayıftır.
Ebü'l-Hasan bin Seleme dedi ki: Ebû Hatim ve Ebû Osman el-Muharibi bize tahdis ederek : El-Müâllâ bin Esed (mezkûr yolla) aynı hadisi bize rivayet etti." [156]
İki Hadîsin İzahı
İki hadîste geçen «Vadü» kelimesi abdest için kullanılmaya şer'an elverişli su demektir. Böyle bir su gusül için de kullanılabilir. Aynı şekilde necasetten taharette de kullanılabilir.Vadû1 adı verilen suya fıkıh lisanında «Tahûr» da denilebilir. Temizleyicilik vasfı bakımından aynidir.
Şunu da belirtmek isterim: Abdest için elverişli olan bir su gusül için de kullanılabilir. Keza gusül için kullanılabilen bir su ile abdest de alınabilir. Bu duruma göre:
İlk hadîs, kadının abdest veya gusül için bir kısmını kullandığı sudan artan (yani kullanmadığı) kısım ile erkeğin abdest veya gusül almasını menediyor.
İkinci hadîs ise erkeğin gusül veya abdestinden artan su ile kadının veya bunun aksine kadının gusül (veya abdestinden artan su ile erkeğin abdest veya gusül) almasını yasaklıyor ve erkek ile kadının bir kabtaki suyu, beraberce abdest veya gusül almak için kullanmalarına cevaz veriyor.
Kadın veya erkeğin taharette ( abdest veya gusülde) taslandığı sudan artan kısmın diğeri tarafından taharette kullanılıp kal-lamlamıyacağı hususunda Sünen-i Ebî Davud'un şerhi El-Menhel'de 6 mezhebin bulunduğu belirtilerek şöyle bir izah yapılıyor:
1. Kadının taharetinden artan su ile erkek taharet yapamaz. Bunların beraber taharetlenmesi veyahut önce kadının taharetini yapıp ondan sonra erkeğin taharetlenmesi farketmez. Kadının ister cünüplükten ister aybaşı âdetinden ötürü gusül etmesi veya başka nedenle taharetlenmesi neticeyi değiştirmez.Ömer binEl-Hattâb, Abdullah bin Sercis, El-Hakem bin Amr, Saîd bin El-Müseyyeb ve İbn-i Hazm (Radıyalîâhü anhüm)'ün mezhebi budur.Bunların delili ise E 1-Hâkera'in hadîsi (373 nolu)dur.
2. Kadın ile erkeğin aynı kabtan beraberce su alıp taharetlenmeleri caizdir.Fakat önce kadının taharetlenmesi halinde ondan artan su ile erkeğin taharetlenmesi caiz değildir.Dâvûd,İshak ve bir rivayette Ahmed (Radıyalîâhü anhüm)'ün kavli budur. Onlar, bu hususların caiz olup olmadığı hususunda hadisler vardır. Kadının kullandığından artan su ile erkeğin tahâretlenemiyecsği hususunda ise bir kaç Sahâbi'den sahih hadîs rivayet edilmiştir, demişlerdir.Bunlara şöyle cevap verilmiştir:«Yasaklamaya âit hadisler, tenzihan kerahete yorumlanmak suretiyle hadisler arasında görülen zahiri ihtilâfın kaldırılması mümkündür.Diğer taraftan, ne şekilde olursa olsun caizdir, diyen sahâbiler de vardır.Ezcümle, Ali, İbn-i Abbâs, Câbir, Ebû Hüreyre, Enes, Âişe,, Ümmü Seleme, Meymûne ve Ümmü Hâni (Radıyalîâhü anhüm) böyle söylemişlerdir.»
3. Kadın, cühüplük veya aybaşı âdeti dolayısıyla guslettiği takdirde artan suyun erkek tarafından taharet işinde kullanılması yasaktır. Başka durumlarda yasaklık yoktur. Bu görüş îbn-i Ömer, Şa'bî ve Evzâi'ye isnad edilmiştir. Bu görüşü destekliyen bir delil yoktur
4. Ne erkek, kadının taharetinden artan suyu, ne de kadın, erkeğin taharetinden artan suyu taharette kullanamazlar. Fakat be-rabet kullanabilirler. Bunların delili (374 numarada geçen) Abdullah bin Sercis (Radıyalîâhü anhümâ)'den ve bir rivayete göre başka sahâbi'den rivayet edilen hadistir. Fakat bu hadis (bir önceki bâbta geçen 370, 371 ve 372 nolu) hadislere zahiren muhaliftir,
5. Kadın ve erkek gusül veya abdestlerini beraber bile alsalar hiç birisi diğerinin, artığını taharette kullanamaz. Bu görüş Ebû Hüreyre ve Ahmed (Radıyalîâhü anhümâ)'ya nis-bet edilmiş ve İbn-i Abdi'1-Ber tarafından bir gruptan hikâye edilmiştir.Fakat söz konusu artık su ile taharetin yapılmasının caiz olduğuna delâlet eden hadîslerin açıklığı karşısında bu görüş reddedilmiştir.
6. Bahis konusu artık su ile kayıtsız şartsız taharet yapılabilir. Bu hususta erkek - kadın ayırımı yoktur.Yani kadının taharetinden, artan su ile erkek taharetlenebilir.Erkeğin taharetinden artan su ile de kadın taharetlenebilir.Bunların beraber veya birbirinden sonra gusül veya abdest almaları farketmez. Cumhur'un mezhebi budur. Ahmed' den böyle bir rivayet yapılmıştır. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, bazı hanımlarının taharetlenmesinden artan su ile taharetlendiği (370, 371, 372 nolu) hadîsler ve benzerleri ile sabittir. Keza bazı hanımları ile beraber taharetlendiği (376, 377, 378, 379, 380nolu> hadîsler ve benzerleri ile sabittir.
iki Hâl Tercemesi
İlk hadisin râvisi El-Hakem bin Amr el-Gıfarî'ye el-Hakem bin el-Akra' da denilir. İbn-i Sa'd'in dediğine göre Resûl-i Ekrem (S.A.V.) vefat edincsyc kadar el-Hakem, O'nun yanından ayrılmadı. Bilahare Basra'ya gitti ve bir ara Horasan valiliğini yaptı. Ravileri: Abdullah bin es-Samıt, Şirin, Hasanı Basrî, Ebü'ş-Şa'sa ve başkalarıdır. Radıyalîâhü anhûm.
Hasan-i Basrî (R.A.) demiştir ki; Ziyâd, el-Hakem'i Horasan valiliğine atadı. El-Hakem oralarda büyük bir ganimet almaya muvaffak oldu. Ziyâd, bunun üzerine kendisine bir mektup yazarak ganimet dolayısıyla elde edibn altın ve gümüşün halife Hz. Muâviye (R.A.) tarafından istendiği için g'öndcrilmesini ve diğer malları dağıtmasını talep etti. Fakat el-Haksm, Ziyâd'a yazdığı cevapta Allah'ın kitabı Halîfenin zatınıza yazdığı emirnameden Önce gelir. Gökler vs yer bir kulun başına yığılsa bile kul takvadan ayrılmazsa Allah onun her güçlüğüne bir çözüm yolunu ihsan buyurur, dedi. Daha sonra bütün ganimet malını halka dağıttı. Bilahare : «Allah'ım! Şayet huzuruna gelmem hayırlı iss canımı al» dedi ve çok zaman geçmeden hicretin 50. yılı Merv'de vefat etti.
Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ncseî ve İbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Buhar! ds bir hadisini rivayet etmiştir. (Bak : El-Menhel Cild 1, Sah. 274-275)
İkinci hadisin râvisi Abdullah bin Sercis el-Müzeni el-Mahzûmî el-Basrî'nin 17 hadisi vardır. Kendisi Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den, Hz. Ömer'den ve Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet etmiştir. Râvîleri ise Osman bin Hakim, Asım sl-Ahvel, Katâde ve Müslim bin Meryem'dir.
Müslim, Nesel, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve îbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Buharî, İbn-i Hibbân ve İbn-i Abdi'1-Ber onun Resûl-I Ekrem (S.A.V.)'in sohbetinde bulunduğunu beyan etmişlerdir. (Bak: El-Menhel Cil 1, gah. 114)
Artık sayılan mezkûr su ile taharetlenmenin yasağına âit hadîslere gelince cumhur âlimleri şu çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır:
1. Abdest veya gusül yapılırken yıkanan uzuvlardan veya vücuttan ayrılan ve düşen su müstameldir.Bir daha o su ile abdest veya gusül alınamaz.
2. Yasağa âit hadîslerdeki yasaklama kabta artmış olan su ile taharet yapmak tenzihen kerahat manasınadır.
Hattâbî ise yasaklamaya âit hadîsler mensuhtur, demiştir.
İlk hadis, Ahmed, Beyhakî, Darekutnî, Tir-mizî ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir.Tir-mizî; bu hadîs hasen'dir, demiştir. îbn-i Mâceh de bundan sonra gelen hadîse tercih etmiştir. İbn-i Hibbân ve Ebû Muhammed El-Fârisi de bunu sahih saymışlardır.
îkinci hadîsi de Ahmed, Beyhakî, Ebû Dâvûd ve Neseî de rivayet etmişlerdir.[157]
375) Ali (Radıyallâhü anfı)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile hanımı aynı kabtan (beraber) guslederlerdi ve birisi arkadaşının (guslünden) artanı ile gusl etmezdi.[158]
35 — Erkek Ve Kadının Bir Kabtan Gusletmeleri Babı
376) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den :
Söyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem-) ve ben bir kabtan guslederdik." [159]
İzahı
Hadîsi Buhârî. Müslim, Nesei, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de bir kaç senedle rivayet etmişlerdir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve hanımlarının bir kabtan boy abdesti aldıkları hususunda Ali, Enes, Câbir bin Ab-dillah, İbn-i Ömer, Ümm-ü Hâni, Ümm-ü Ha-bibe, Meymûne ve Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhüm)'den ayrı ayrı rivayetler vardır. Bunların bir kısmı bu bâbta geçecektir.
Buhâri' nin bir rivayetinde; «Her ikimiz de cünüp iken» ve Ebü Davud'un rivayetinde aynı mânâyı ifâde eden-, cümlesi bulunur. Şu halde yapılan gusül cünüplük dolayısıyla idi. [160]
Hadîsten Çıkarılan Fıkhî Hükümler :
1. Cünüp olan birden fazla erkek ve kadın bir kabta bulunan suyu boy abdestinde kullanabilirler. (Ama karı ve koca durumunda olmayanların bir yerde bulunmalarının veya birlikte gusletmelerinin haramhgı hususu ayrı bir mes'eledir.)
2. Cünüp adam necis sayılmaz.(Yani necis olan bir uzuv kab-taki suya batırılınca o su pislenmiş sayılır, gusül veya abdest işinde kullanılmaz. Fakat cünüp olup da başka sebeple necis olmamış olan bir uzuv kabtaki suya —gusül niyeti olmadan— batırılınca o su pislenmiş sayılmaz. Onunla gusül ve abdest alınabilir.
377) (Mü'minlerin annelerinden olan) Meymûne (Radtyallâhü anh):
Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ben bîr kabtan guslederdik."
378) Ümmü Hâni'[161] (Radıyallâhü anhâ)'den şöyle demiştir:
Şüphesiz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve (hanımı) Meymûne (Radıyallâhü anhâî, içinde hamur eseri bulunan bir çanaktan guslettiler."
379) Câbir bin Abdiîlah (Radtyallâhü anhümâ)'dan :
Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve hanımları bir kabtan guslederlerdi.[162]
380) Ümm-ü Seleme (Radtyallâhü anhâ)'den rivayet edildiğine göre :
Kendisi ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kabtan guslederlerdi." [163]
36 — Bir Kabtan Abdest Alan Erkek Ve Kadın Babı
381) (Abdullah) İbn-i Ömer (Radtyallâhü ankümâ)'den göyle rivayet edilmiştir:
Erkekler ve kadınlar, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bir kabtan abdest alırlardı. [164]
İzahı
Hadîs Ebû Dâvûd,Neseî, Beyhakî ye îbn-i Huzeyme tarafından ayni sözlerle rivayet edilmiştir.EI-Menhel'de hadîsle ilgili olarak şu izah var:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında...» tabiri, hadisin hükmen merfû olduğunu ifâde eder. Çünkü Sahâbî, bir fi'li Resûl-i Ekrem'in zamanına isnad edince merfû hükmünde olur.
Hadîsin zahirine göre erkekler ile kadınlar bir kabtan aynı zamanda abdest alırlardı. Eğer böyle mânâlandırıhrsa hadis eş durumunda olanlara ve mahremlere âit olur. Çünkü yabancı erkeklerle kadınların bir kabtan ayni zamanda abdest almaları uzak bir ihtimaldir.
îbnü't-tin'in dediği gibi şayet hadîs mahrem olanlara tahsis edilmeyerek genel olarak kabul edilirse hadisden maksad şu olur: «Erkekler kendi aralarında toplu halde kadınlar da kendi aralarında toplu halde aynı kabtan abdest alırlardı.» Bu takdirde erkekler ayrı, kadınlar da ayrı olmuş olur. Ebû Dâvûd'un Mü-sedded'den bir rivayetinde bulunan "Cemîan = toplu halde" kelimesi de Îbnü't-Tîn tarafından bu şekilde açıklanmıştır. Erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı zamanlarda ama toplu halde aynı kaptan abdest almış olduğu burada anlatılmış oluyor.
Bâzıları da kadınların örtünmesine âit «Hicâb» emri gelmeden önceki zamanda erkeklerle kadınların bir arada ve aynı zamanda bir kaptan abdest aldıkları bu hadîste ifâde edilmiş olabilir, demişler ise de bu yorum pek kabule şayan görülmemiştir. Çünkü bu hâl akıldan bile uzaktır.
Sindi de bu hadîsle ilgili olarak- ezcümle şöyle söyler:
«Suyuti, Râfii' den naklen beyan ettiğine göre bu hadis, eş durumunda olan erkek ve kadının bir kabtan beraber abdest aldıklarını, bu durumun Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) zamanında yoğun olduğunu, Peygamberin bu duruma itiraz etmediğini ve değiştirmediğini belirtmek içindir.»
El-Menhel yazarı daha sonra hadîsten çıkarılan fıkıh hükmünün şu olduğunu ifâde eder:
1. İki ve daha çok kimsenin bir kabtan suyu avuçlayarak (kabın dışında) abdest almaları caizdir.
2. El-Hâfız, El-Fetih'de demiştir ki: Kabtan su avuçlamak-la, kabta kalan suyun müsta'mel sayılmayacağı hükmü bu hadisten çıkar. Çünkü onların kabları küçük idi.Nitekim Şafiî bu hususu El-Ümm'ün müteaddit yerlerinde sarahaten belirtmiştir.
3. Sindî'nin beyânına göre, bâzı âlimler: «Bu hadîs, kadının abdest artığı ile erkeğin abdest almasının caiz olduğuna delâlet eder.» demiştir. Şöyle ki: Erkek ile kadın bir kabtan abdest alınca icabında kadm erkekten önce abdestini tamamlar, dolayısı ile erkek kadın artığı sayılan kabtaki su ile abdest almış sayılır. Eğer bu artık ile erkeğin abdest alması memnu olmuş olsaydı sahâbîler bu artıkla abdest almayacaklar idi.
382) Ümmü Subyetü'l-Cüheniyye (Radıyallâhü ankâ)'den :
Şöyle söylemiştir: «Tek bir kabtan abdest alırken bazen benim elim ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in eli gelip giderdi.»
Ebû Abdillah bin Mâçeh dedi ki: «Ünımü Subye'nin Kays kızı Havlete olduğunu Muhammed'den işittim, sonra Ebû Zur'a'ya anlattım. Ebû Zur'a: Muhammed doğru söyledi, dedi." [165]
İzahı
EI-Menhel yazarı, Ebû Dâvûd'-un rivayet ettiği bu hadîsi açıklarken ezcümle şunları söyler:
Ümmü Subye (Radıyallâhü anhâ) 'nın maksadı:Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bazen kendisinden önce ve bazen de kendisinden sonra suyu avuçla kabtan aldığını belirtmektedir. Ümmü Subye, Kays kızı Havlete' dir. Resûl-i Ekrem'e biat edenlerdendir. Hâvileri de Harrabüz'un oğulları Salim ve Nâfi' dir. Ebü Dâvûd ve îbn-i Mâ-ceh, onun hadîslerini almışlardır.
Ümmü Subye (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mahremi veya zevcesi olmadığı halde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile aynı kabtan abdest almaları nasıl caiz olur? denmesin, çünkü ikisinin arasında ve su kabı üzerinde bir perdenin gerilmiş olması ve perde arkasında durup sırayla suyu avuçlamış olmaları muhtemeldir. (Sindi bu ihtimalin yanında ikinci bir ihtimal olarak bu durumun «HÎCAB- emrinden önceki zamanda meydana gelmiş olmasıdır, der.)
El Menhel'de daha sonra hadîsten çıkarılan şu fıkhî hükümleri anlatılır:
1. Abdestsiz bir kimsenin (temiz olan) eli ile kabtan avucuyla su alması caizdir.
2. Abdestsiz bir kimse (temiz olan) elini kaba batırmakla kabtaki su müstamel sayılmaz (temizleyicidir, taharette kullanılır.)
3. Kabta kalan su ile abdest alınabilir.
4. Biri erkek, diğeri kadın bile olsa iki kişinin tek bir kabtan abdest alması caizdir. (Yabancı erkek ile kadının bir arada bulunup abdest almalarının başka yönlerden yasak olması ayrı bir husustur.)
Hadis, Ebû Dâvûd ve îbn-i Mâceh'ten başka Darekutnî, Ahmed, Beyhaki, îbn-i Ebi Şeybe, Tabarânî ve Tahavi tarafından da rivayet edilmiştir. Buhâri de El-Edebü'1-Müfred'de nakletmiştir.[166]
383) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SeWem)Jden rivayet edildiğine göre:
Kendisi ile eşi Âişe (Radıyallâhü anhâ) namaz için beraber abdest alırlardı." [167]
37 — Nebîz İle Abdest Almak Babı
Nebiz: Üzüm, hurma, bal, buğday, arpa ve benzeri maddelerden imal edilen meşrubat türüne denilir. Nebiz adı verilen meşrubat türü sarhoşluk verdiği takdirde içilmesi yasak olan içkilerden sayılıp necistir. Sarhoşluk vermiyen nebiz kısmı da fıkıhçılar tarafından bir kaç gruba ayrılmıştır. înşâallah «Kitabü'I-Eşribe- bölümünü terceme ederken sarhoşluk veren ve vermiyen nebîz çeşitlerinin hepsini ve bu husustaki fıkıh âlimlerinin görüşlerini tafsilâtı ile açıklayacağız.
384) Abdullah İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cinler gecesi ona:
— «Senin yanında abdeste elverişli su var mı?» diye sordu. Abdullah :
— Hayır! Csu yoktur.) Ancak bir su kabında biraz ncbîz (= hurma şırası) vardır, diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem:
— «(O), tertemiz hurma ve temizleyici sudur.» buyurdu. Sonra (Onunla) abdest aldı. Vekîin hadîsi budur.[168]
İzahı
Ebû Dâvûd, kısmen değişik bir senedle Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e âit metni aynen ve İbn-i Mes'ûd ' a âit sözü de mânâyı etkilemeyen az bir değişiklikle rivayet etmiştir.
Taharet Kitabının 42'nci babını bu konuya tahsis eden Ebû Dâvud' un Sünen şerhi El-Menhel'de hadîsin metni ile ilgili olarak şu bilgiyi verir:
Hadîsin «... Cinler gecesi...» tâbiri ile İslâm dinini öğrenmek için Nusaybin cinlerinin Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , yanında toplandıkları gece kasdedilnıiştir. Çünkü Kâ'bü'l-Ahbâr (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine göre Batn-ı Nah1e'den dönen ve aralarında El-Ahkab'ın da bulunduğu dokuz kişilik cin hey'eti kavmini uyardıktan sonra peygamberle görüşmek üzere üçyüz kişilik bir cemâat halinde Mekke'nin Cehûn adlı dağına geri geldiler. Cinlerden E1-Ahkab Resûl-i Ekrem'in huzuruna çıkarak selâm verdikten sonra cemâatin mülakat isteğini arzederek görüşmek için zaman ve yer göstermesini istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Cehûn dağında buluşmak üzere gecenin bir saatini tensip buyurdu. Kâ-bü'1-A'hbâr dan nakledilen bu haberi Ebü Naîm ve E1-Vâkıdî rivayet etmişlerdir.
Beyhakî'nin «Delâilü'n-Nubuvve»de îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de iken Ashabına:
. «Bu gece cinlerle yapılacak görüşme işinde bulunmak isteyenleriniz gelebilir.» buyurdu. Benden başka kimse bulunmak istemedi. Resûl-i Ekrem ve ben Mekke' nin üstündeki dağa çıktık. Orada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağı ile bir dâire çizdikten sonra içinde oturmamı emretti. Sonra biraz ileri gidip durdu. Kur' an okumaya başlayınca aramıza çok sayıda karaltı girdi...
Ahmed'in rivayetinde, İbn-i Mes'ûd bu olayı anlatırken; fecir vakti olunca Peygamber, durduğum yere gelerek, beraberimde abdest için suyun bulunup bulunmadığını sordu. Ben tulumda su bulunduğu kanaati ile evet, dedim. Tulumu açınca bir de baktım ki su değil, Nebîzdir. Bunun üzerine; ben: Su olduğunu sanıyordum. Fakat nebîzdir, dedim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Tertemiz hurma ve temizleyici sudur.» buyurarak ondan abdest aldı. Sonra namaza durmak istedi. Cinlerden iki kişi O'na yetişince, arkasında onları saf yapıp bize namaz kıldırdı. Daha sonra ben: Ya Resûlallah! bunlar kimdir? diye sordum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Nusaybin cinleridir» buyurdu.
Hadisin «Tertemiz hurma ve temizleyici sudur.» fıkrasının anlamı şudur: Nebîz dediğin şey hurma ve temizleyici olan sudan ibarettir. Suya hurmanın atılmış olması abdest almaya mâni teşkil etmez.
îbn-i Mâceh ve Tirmizî' nin rivayetinde bu fıkradan sonra îbn-i Mes'ûd'un şu sözü bulunur: «Sonra Peygamber nebizden abdest aldı.»Ahmed'in müsnedinde ise bu söz
«Sonra Peygamber nebizden abdest aldı ve namaz kıldı» şeklindedir
İmam Ebû Hanife ve İmam Sevri bu hadîse 'dayanarak: Su Jaulamayan bir kimse, abdest uzuvları üzerinde akıcı, tatlı ve çiğ-olup sarhoşluk vermiyen hurma nebizi (şırası) ile abdest alacak, teyemmüm edemez, demişlerdir. İmam Muham-med'e göre bu kimse hem anılan vasıfları hâiz nebîzle abdest alacak hennde teyemmüm edecektir. İmam Ebû Yûsuf'a göre ise bu kimse nebîzle abdest alamaz, teyemmüm eder. Ebû Hanife de bu kavle dönmüştür. Diğer mezheb imamlarının ve cumhur'un kavlimde budur. Tahâvi de bu kavli tercih ederek: îbn-i Me s1-vûd 'un (mezkûr) hadîsine dayanarak Ebû Hanife' nin ilkin söylediği sözün dayandığı bir asıl yoktur, demiştir. İmamın dönüştüğü son görüş mezhebin asıl görüşüdür. Çünkü, Et-Tevzîh'ten naklen El-Bahr'de beyân edildiği gibi bir müctehidin terkettiği fetvasını tutmak caiz değildir.
Tirmizîde: Nebiz ile abdest alınmaz» diyenlerin sözü kitap'a uygun olanıdır. Çünkü Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur.
= «... Sonra su bulamazsanız temiz bir toprakla teyemmüm ediniz...» (Mâide Sûresi, 6. âyet)
Yukarda verilen malûmattan anlaşıldığı gibi ihtilâf noktası çiğ, tatlı, ince ve abdest uzuvları üzerinde akıcı olup sarhoşluk vermeyen hurma nebizi hakkındadır. Çünkü içine hurma taneleri atılmış olmakla beraber henüz tatlılığı belirmemiş olan su ile abdest alınması ittifakla caizdir. İnceliğini kaybeden ve sarhoşluk veren nebîz ile abdest almamıyacağı hususunda âlimler ittifak halindedir...
(Hanefi fıkıh kitablarından olan) El-Bahr'ü-Raık'de de şöyle deniliyor : «Hulasa, bizim yanımızda sağlam, seçkin ve güvenilir mezhebimiz, anılan vasıfları taşıyan nebîzle abdest alınamamasıdır. Diğer üç mezheb imamlarının fetvasına katılıyoruz. Bu sebeple, nebîzle abdest alınabildiğine delâlet eden İbn-i Mes'ûd'un hadîsi ile meşgul olmaya ihtiyaç yoktur. Zira bazı âlimler bu hadîsin zayıf olduğunu söylemiştir. Hadîs sahîh olarak kabul edildiği takdirde bile (yukarda meâlı verilen) teyemmüm âyeti ile mensuhtur. Çünkü âyet Medine'de inmiştir. (İbn-i Mes'ûd'un hadîsinde anlatılan olay ise Mekke'de ve daha önce vuku bulmuştur.) Müteahhirîn âlimlerden bir cemaat hadîs'in teyemmüm âyeti ile mensuh olduğu yolunu seçmiştir.»
ElMenhel yazarı, Bahri Râık'ten bu nakli aldıktan sonra şöyle der: Faraza hadîs mensuh olmamış olsa bile söz konusu nebîz, içinde biraz hurma atılmış olmakla beraber vasıfları değişmemiş su idi. Zira tatlı olmayan içme suyunun acılığını gidersin diye içine biraz hurma atmak arabların âdeti idi. [169]
Hadisi Tahric Edenler
Ahmed, Beyhakî, Ebû Dâvûd, Tirmizi, îbn-i Ebî Şeybe,Darekutnî ve Tahâvî de hadîsi müteaddit yollarla rivayet etmişlerdir.
E1-Münziri şöyle demiştir:Ebû Zur'a, hadisin sahih olmadığını söylemiş, Ebû Ahmed El-Kerabisî de, bu bâbta anılan rivayetten bir hadîs sabit olmamış, bilâkis, Abdullah îbn-i Mes'ûd' dan rivayet edilen sahîh hadîsler bunun aksini (nebîzle abdest alınamıyacağmı) ifade etmektedirler.»
Hadis âlimleri bu hadisi 3 sebepten zayıf saymışlardır:
Birinci sebep: Senedindeki râvilerden Ebû Zeyd hadîs-cilerce meçhul bir kimsedir. Tirmizî ve başka zatlar bu nedeni zikretmişlerdir. Ancak, Ebû Zeyd'den başka 14 kişi, hadîsi îbn-i Mes'ûd1 dan rivayet etmiştir. Buhârî'nin üzerindeki EI-Bedrü'1-Ayni şerhinde 14 kişinin rivayetlerinin kimler tarafından tahriç edildiği belirtilmiştir.
İkinci sebep : Yine râvîlerden Ebû Ferâze' nin Râşid bin Keysân adlı zat mı, başkası mı diye tereddüt hasıl olmuştur. Fakat İbn-i Adıy, Darekutnî ve îbn-i Abdil-b e r, bu zatın Râşid bin Keysân olduğunu belirtmişlerdir.
Üçüncü sebep :Cinler gecesinde îbn-i Mes'ûd'un Pey-gamber'in beraberinde olmadığı hususudur. Çünkü Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvüd, Beyhakî ve Darekutni'-nin rivayet ettikleri sahîh ve Hasen bir hadis'te A1kame şöyle demiştir:
«Ben Abdullah İbn-i Mes'ûd'a: Cinler gecesi Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde sizlerden kim bulundu? diye sordum. Abdullah: Bizden hiç kimse O'nun yanında yoktu, diye cevap verdi.»
Bu üçüncü sebebe cevaben : Abdullah îbn-i Mes-üd'un cinler gecesi Peygamber'e refakat ettiği yedi yolla rivayet edilen hadiste belirtiliyor, demiştir. (El-Menhel'de yolların hepsi sırayla anlatılmıştır.)
El-Menhel yazarı daha sonra İbn-i Mes'ûd'un refakat-ta bulunduğuna dâir hadîs ile refakatta bulunmadığına dâir hadîslerin arasında görülen ihtilâfın zahiri olduğunu şöyle belirtmiştir:
İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) cinler gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e refakat etmiştir. Fakat Peygamber'in cinlerle olan görüşmelerine katılmayarak uzakça bir yerde Peygam-' ber'i beklemiştir.
Bâzı âlimler de şöyle yorum yapmışlardır: Cinlerle görüşme iki defa vuku buldu. îlk görüşmeye gidildiğinde ne îbn-i Mes'ûd ne de başkası Peygamber'e refakat etmedi.Nah1e denilen semtte yapılan görüşme Ninova cinlerine ait idi. İkinci defa Ce-h û n dağında Nusaybin cinleri ile yapılan görüşmede ise îbn-i Mes'ûd bulunmuştur.
Eş-Şib1i «Âkâmü'I-Mercan» adlı eserinde, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in 6 defa cinlerle görüşmüş olduğu, hadişlerin zahirinden anlaşılıyor, demiştir.El-Menhel bunları saymış ise de burada anlatmaya lüzum görmüyorum. [170]
Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri
1. Peygamber'imiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cinlere de gönderilmiştir.Bunun için cinler O'na gelmişler ve O da onlara İslâm dinini öğretmiştir.
2. Kişi, ilerde ihtiyaç duyacağını umduğu şeyleri önceden hazırlamalıdır.Hele ibâdeti için gerekeni önceden temin etmelidir,
3. Küçüğün büyüğe hizmet etmesi meşrudur.
4. Nimeti övmek meşrudur.
385) Abdullah İbn-i Abbas (Radtyallâhü ankümâ)'den rivayet edildiğine göre cinler gecesi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Abdullah îbn-i Mes'ûd'a :
— Senin beraberinde su bulunur (mu) ?» buyurdu. Abdullah da: Hayır yanımda su yoktur. Ancak bir tulumda bulunan nebiz vardır, diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Tertemiz hurma ve temizleyici sudur. Bana (— elime) dök» buyurdu. Abdullah dedi ki; Bunun üzerine O*na (= O'nun eline) döktüm. O da o (nebiz) ile abdest aldı.»"
Not : İbn-i Abbas (R.A.)'m bu hadisini yalnız musannifimiz rivayet etmiştir. Senedinde İbn-i Lahia bulunur. Halbuki bu zat zayıftır. Dolayısıyla sened zayıf sayılmıştır. [171]
38 — Deniz Suyu İle Abdest Alma Babı
386) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an*)'den:
Şöyle demiştir: Bir adam, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-İem) 'e gelerek: Yâ Resûlallah! Biz denize binerek beraberimizde (tatlı) az su taşırız. Eğer onunla abdest alırsak susamış (susuz) kalırız. Bu sebeple deniz suyu ile abdest alabilir iniyiz? diye sordu. Buna cevaben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Deniz, suyu tahür (temizleyici) dir, meytesi (murdarı) helaldir.»" [172]
İzahı
Hadîs; Mâlik, Ahmed, Neseî, Tirmizî, İbn-i Ebi Şeybe, îbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân, Daremî, El-Hâkim, Darekutnî, ve İUnü'1-Câ-r u d tarafından da rivayet edilmiştir. Tirmizî, hadîsin hasen -sahih olduğunu söylemiş, îbn-i Abdi'1-Ber, tbnü'l-Münzir ve Ebû Muhammed Ei-Bağavi de hadisin sıhhatma hükmederek âlimlerce makbul sayıldığını belirtmişlerdir.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat eden zatın Abdullah Kl-Müdlicî olduğu Darekutni'nin bâzı senedlerinde belirtilmiş, Daremî' nin rivayetinde de «Beni Müdlio kabilesinden bir adam... diye geçer. El-Hâkim'in rivayetinde ise : «Bir avcı geldi...» ifâdesi kullanılmıştır.
Soru sahibinin maksadı: El-Hâkim ve El-Beyhakî'-nin tafsilatlı olan rivayetinde açıklandığı gibi, avlanmak için denize açıldığında bazen abdest almak veya gusletmek gerekir. Beraber götürülen tatlı su az olup hem içme hem taharet için bazen yetmez. Abdest veya gusülde kullanıldığı takdirde içme suyu kalmaz. Deniz suyu acı olduğundan içmeye elverişli değildir. Acaba taharette kullanılabilir mi?
Verilen cevapta deniz suyunun temizleyici olduğu bildirilmekle, abdest ve gusüTde kullanılabildiği gibi necasetin (pisliğin), giderilmesinde de kullanılabileceği belirtiliyor.
Tahûr i Temizleyici demektir. Tahûr sayılan bir su hadesten taharette (abdest ve gusülde) ve necasetten (pislikten) taharette kullanılabilir. Soru sahibi, deniz suyunun abdest için kullanılıp kulla-nılamıyacağım sormuş, fakat Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) daha şümullü bir cevap vererek deniz suyunun taharetin her çeşidine elverişli olduğunu bildiriyor.
Meyte: Boğazlanmadan ölen hayvan demektir. Çekirgeden başka karada yaşayan bütün hayvanların meytesi necistir. Soru sahibi denizde yaşayan hayvanların meytesinin helâl olup olmadığını sormadığı halde önemine binâen Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meytenin hükmünü bildirmekle bunun açıklanmasını gereğine işaret buyurmaktadır. Deniz meytesine ait hükmün cevapta yer alması sebebi şöyle de olabilir: Genel olarak meyte, necis olup içine düştüğü az suyu da necis eder. Deniz meytesinin diğer meyte-lerden farklı olup necis sayılmadığı bildirilmekle, deniz suyunun,
içindeki meytesinden dolayı pislenmediği belirtiliyor. Böylece soru sahibinin ve emsalinin deniz meytesi ile deniz suyunun pislendiğini sanmaları önlenmiş oluyor.
îbnü'I-Arabî: Sorulan soru cevaplandırılırken, tam faydalı olmak mülahazasıyla sorulmamış olan fakat önemli görülen başka bir hususu da aydınlatmak fetva vermenin güzelliklerindendir, demiştir. [173]
Deniz Meyteleri Hakkındaki Âlimlerin Fetvaları
Taharet Kitabından bir babı konuya ayıran Ebû Davud'un Sünen şerhi EI-Menhel'de verilen geniş malûmat şöyledir:
«Deniz meytesi hakkındaki âlimlerin verdiği cevaplarda ayrıntılar vardır: Buhâri nin sarihi E1-Aynî şöyle demiştir: Mâlik, Şafii ve Ahmed, bu hadise dayanarak deniz hayvanlarının hepsinin meytesi helâldir. Ancak Şafiî ve Ahmed' den gelen bir rivayette kurbağa bu hükümden hariç tutulmuştur. Bu üç imama göre karada eti yenmeyen hayvanın denizdeki türünün meytesi de haramdır.
Bizim arkadaşlarımız (Hanefî âlimleri) ise; 'deniz hayvanlarından balık, bütün çeşitleri ile helâldir. Diğer deniz hayvanlarının eti yenmez. Çünkü Cenab-ı Allah;
= «... Ve murdar şeyleri de üzerlerine haram kılıyor ...» mealindeki E1-Araf sûresinin 157'nci âyetinde murdarları haram kılmıştır. Balıktan başkası murdardır. Hadisteki meyte (murdar) ise; balık ile yorumlanır. Nitekim Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bizim için iki meyte ve iki kan helâl kılınmıştır, İki meyte balık ve çekirgedir...» buyurmuştur; demişlerdir. (A yni'den yapılan nakil burada bitti).
Hanefî âlimlere göre zahiren sebepsiz olarak ve kendi kendine ölüp su yüzüne çıkan ve karın kısmı yukarı çıkan balıklar yenilemez. Ama sıcak, soğuk veya başka sebeple ölen balık anılan durumda su yüzüne çıkmış olsa bile yiyilir.
Kurbağa ve kaplumbağa gibi denizde ve karada yaşıyabilen de-
niz hayvanının yenilmesi hususunda Mâliki mezhebinde ihtilâf vardır. E1-Bâcî, Muvatta' şerhinde diyor ki: Deniz hayvanı iki kısımdır. Bir kısmı karada yaşıyamaz. Balık türleri gibi. Diğeri karada da yaşıyabilendir. Kurbağa, yengeç ve kaplumbağa gibi. Balık ne şekilde ölürse ölsün tâhirdir ve yenilir. Mâlik ve Şafiî böyle hükmetmişlerdir.E bû Hanîfe ise, kendi kendine ve sebepsiz ölen balık yinilmez, demiştir.
«Deniz avı ve taâmi sizler için helâl kılındı.» ( Mâide 96) âyeti ve (bu bâbta geçen) hadis bizim delilimizdir. Lügat ehli olan Ömer bin EI-Hattâb (Radıyallâhü anh) âyetin tefsirinde: Deniz avı senin avlandığındır. Taamı da denize atılandır, demiştir. Meyte kelimesi kayıtsız olarak şer-i şerifte kullanıldığı zaman boğazlanmadan ölen hayvan demektir.
Deniz kurbağası ve kaplumbağası gibi karada hayatını sürdürebilen hayvan Mâ1ik'e göre temiz ve helâldir. Boğazlanması gerekmez. îbn-i Nâfi ise; bunlar sebepsiz ölürse pistir ve haramdır, demiştir. İmam Mâlik'e göre bunlar balık gibi deniz hayvanı olup boğazlanmasına ihtiyaç yoktur. İbn-i Nâ-fi'e göre ise bunlar kuş gibi karada yaşıyabilen hayvandır. ( E1-Bâcî'nin sözü burada bitti.)
Hanbe1i âlimlerine göre deniz hayvanlarından kurbağa, yılan ve timsah yiyilmez, diğerlerin hepsi yiyilir.
Şafiî âlimlerince genel hüküm budur:
Yalnız denizde yaşayan ve karada yaşıyamayan hayvanlar balık şeklinde olmasa bile yinilir. Deniz köpeği ve deniz domuzu gibi.Fakat hem denizde hem karada yaşıyabilen hayvanların yinilmesi haramdır. Kurbağa, yengeç, yılan, kablumbağa ve timsah gibi. Min-hâc'ın şerhi Nihâyetü'l-Muhtaç müellifi El-Allâme Muham-med Er-Remlî konu hakkında şöyle der:
Karada yaşıyamıyan deniz hayvanlarından balık türü nasıl ölürse ölsün yenilir. Çünkü Cenâb-ı Allah : «Deniz avı ve taamı sizin için helâl kılındı» buyurmaktadır. (Mâide 96) Sahâbîlerin ve tabiîlerin cumhuru âyetteki «taamı» su yüzünde kalan, diye yorumlamışlardır. (Bu bâbta geçen) hadîs de sahihtir. Evet su yüzünde kalan balık şayet şişerek sıhhî yönden zarar verecek durumda ise yinilmesi haramdır.
Karada yaşıyamıyan diğer deniz hayvanları da nasıl ölürse ölsün en sahih kavle göre balık gibi helâldir. Er-Ravda'da belirtildiği gibi karada yaşayamayan bütün deniz hayvanlarına Semek balık» denilir.
Balıktan başka deniz hayvanlarının helâl olmadığına dâir bir kavil vardır. Bu kavlin delili:
= «Bizim için iki meyte helâl kılındı. Bunlar da balık ve çekirgedir.»
hadîsidir. Fakat «Semek - Balık» kelimesinin bütün deniz hayvanlarına verilen bir isim olduğu gerekçesi ile bu kavil reddedilmiştir.
Şafiî mezhebindeki diğer bir kavle göre deniz hayvanı, eğer karadaki benzeri yiyilen cinsten ise yenilir. Aksi, takdirde yenmez. Buna göre deniz merkebi ve deniz köpeği yenmez.
Kurbağa, yengeç, yılan ve kablumbağa gibi hem denizde hem de karada yaşıyabilen hayvan yinilmez. Çünkü bunlar ham habistir hem de zararlıdır. Mûtemed olan Kavil budur. (Nihaye'nin sözü burada bitti.) [174]
Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri
1. Kişi bilmediği bir sorunu ilim ehline sormalıdır.
2. Susuzluk korkusu bulunduğu takdirde içme suyunun abdest-te kullanılmaması mubahtır.
3. Acı olan deniz suyu ile abdest almak caizdir. Selef ve halefin cumhuru böyle demiştir.
4. Deniz hayvanları yenilir. Bunun tafsilâtını yukarda gördük.
5. Balığın boğazlanması gerekmez. Diğer deniz hayvanları da balık gibidir.
6. Müftü, sorulan soruya uzaktan veya yakından ilişkin hususlar soru sahibinin ihtiyacını sezdiğinde sorunun cevabını verirken bu hususları da anlatmalıdır.
Hulasa bu hadîs, bir çok hükümleri ve önemli kaideleri ihtiva etmektedir. Bu nedenledir ki Şafii (Rahimehullah) Bu hadîs taharet ilminin yarısıdır, demiştir.
387) Müslim bin Mahşî'nin İbnü'l-Fârîsî (Radtyallâhü anhüm)'den rivayet ettiğine göre şöyle söylemiştir :
Ben avcılık ederdim. Bir kırbam (= su kabım) vardı. Ona su koyardım ve ben deniz suyu ile abdest aldım. Sonra bunu Resûlullah (gallallahü Aleyhi ve Sellemî'e anlattım. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
Deniz, suyu tahûr ( temizleyicidir, meytesi (murdarı) helâldir.» buyurdu.[175]
388) Câbir (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Nebî (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'e deniz suyu(nun hükmü) sorulmuş, O da:
«Deniz, suyu tahûr (= temizleyici) dir, meytesi (murdarı) helâldir.» buyurdu.
Müellifimiz, yine Câbir bin Abdillah'a ulaşan ikinci bir senedin müellifin şeyhinden yukarıya doğru şu zatlardan ibaret olduğunu ifade ediyor:
Ebü'l-Hasan bin Seleme, Ali bin El-Hasan Eî-Hestecânî, Ahmed bin Hanbel, Ebü'l-Kasım bin Ebi'z-Zinad, İshâk bin Hazım, Ubeydul-lah İbn-i Mıksem ve Câbir bin Abdillah... (Radıyallâhü anhüm).
Not: Zevâid'de belirtildiğine göre İbn-i Hibbân ve Darekutnî de hadisi yine Câbir t>in Abdillah'e ulaşan birer senedle rivayet etmişlerdir. [176]
39 — Abdesti İçin Yardım İsteyip Kendisine Su Dökülen Adamın Beyânı Babı
389 El-Muğîre bin Şu'be (Radtyallâhü anh)'den :
Şöyle söylemiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ab-destini bozmak için dışarı çıktı. (Kazâ-ı hacetten) sonra dönünce ben bir su kabı ile O'nu karşıladım. Ve suyunu dökmeye başladım, önce ellerini, sonra yüzünü yıkadı. Bundan sonra kollarını yıkamaya davrandı. CübbesiCnin yeni)nin darlığı mâni oldu. Bunun üzerine (mübarek) ellerini cübbenin altından çıkarıp yıkadı ve mestleri üzerine mesih etti. Sonra bizimle beraber namaz kıldı." [177]
İzahı
Hadîs, Buhâri, Müslim, Nesâi ve Ebü Dâvûd tarafından muhtelif sözlerle uzun ve kısa metinler halinde müteaddit senetlerle rivayet edilmiştir. Ebû Dâvûd'un uzun bir metin halindeki rivayetlerinin birisi şöyledir:
El-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anhümâ)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Tebük savaşından bir gün fecirden önce ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yoldan ayrıldı. Ben de O'nunla beraber ayrıldım. O, devesini çökerterek abdest bozmak için uzaklaştı. Sonra gelince ben su kabından eline su döktüm. Önce ellerini, sonra yüzünü yıkadı. Daha sonra kollarını açmak istedi. Cübbesinin yenlerinin darlığı engel oldu. Bunun üzerine kollarını içeri sokup cübbenin altından çıkardı da dirseklerle beraber kollarını yıkadı. Ve başını meshetti. Daha sonra mestleri üzerine meshetti. Sonra bineğine binerek Me-dine-i Münevvere'ye doğru yola çıktık. Nihayet halkı namaz kılarken bulduk. Namaz zamanı geldiğinde halk Abdurrahman bin Avf'ı imamlığa geçirerek sabah namazının bir rek'atmı kılmış olarak bulduk. ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanların saffı-r.a katılarak Abdurrahman bin Avf in arkasında bir rek'at namaz kıldı. Sonra Abdurrahman selâm verince ResûluIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ikinci rek'atına kalktı. Müslümanlar Resûl-i Ekrem'den önce bir rek'at namaz kılmakla acele etmek hatâsına düştükleri endişesi ile çok teşbih etmeye başladılar. ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm verince cemaata:
«Siz vakti gelince namaza durmakla isabetli hareket ettiniz. Veya iyi ettiniz.» buyurdu.
Tercemesini yukarıya aldığım Ebû Davud'un rivayetinde olduğu gibi bir çok rivayette, Resül-i Ekrem'in söz konusu gün ve vakitte Abdurrahman (Radıyallâhü anh) 'a' uyduğu belirtilmiştir îbn-i Mâceh'in burdaki rivayetinde ve Müs1im'in bir rivayetinde; tâbiri kullanılmıştır. Bu cümlenin zahirine göre mânâsı şudur: «... Peygamber bize namaz kıldırdı.»
Bu hususu aydınlatmak için sindi şöyle der:
Fıkranın zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara namaz kıldırmıştır. Halbuki olayın sabah namazında meydana geldiği ve Abdurrahman bin Avf in cemaata na-
maz kıldırdığı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ikinci rek'atta cemaate yetiştiği, Abdurrahman'a uyarak arkasında bir rek'at kıldığı ve imamın selâmından sonra kalkıp bir rek'at daha kıldığı sabit ve meşhurdur. Bu itibarla fıkrayı şöyle yorumlamak mümkündür:
«...Peygamber bizimle beraber namaz kıldı.»
Yahut da Peygamber aynı abdestle onlara o gün öğle namazını kıldırdığı ifade edilmek istenmiştir, denilebilir.
EI-Menhel'de belirtildiği gibi şöyle bir soru hatıra gelebilir: Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'den rivayet edilen sahih hadisle sabittir ki Resûl-i Ekrem'in son hastalığında O'nun emri ile Hz.Ebû Bekir cemaate namaz kıldırmaya başladıktan sonra Hz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelince Ebû Bekir geri çekilmek istemiş ve Peygamberin işareti üzerine yerinde durmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekr'in yanında oturunca Ebû Bekir kendi namazını O'nun namazına, cemaat da namazlarını Ebû Bekr'in namazına bağlamıştır. Ebû Bekr, böyle yaparken Abdurrahman bin Avf, Peygamber'in gelişinden sonra nasıl yerinde durup imamlığını devam ettirmiştir?
Soruya şöyle cevap verilmiştir:
Abdurrahman da Ebû Bekr gibi geri çekilmek istemiş fakat Resûl-i Ekrem öne geçmemiştir. Çünkü Abdurrahman cemaate bir rek'at kıldırmış idi. Cemaatın namazının tertibi bozulmasın diye Peygamber öne geçmeyi terketti. Fakat Ebû Bek i r henüz bir rek'at kıldırmamış iken Resûl-i Ekrem geldi.
Şöyle de cevap verilebilir: Abdurrahman bir rek'at kıldırdıktan sonra gelen Resûl-i Ekrem mesbukî sayılır. Bütün rek'atlerde imama yetişmeyen ve mesbukî diye fıkıhta anılan kimsenin imama yetişmediği rek'atleri nasıl kılmasının gerekeceğini Resül-i Ekrem fi'len de beyan etmek istemiş olabilir. Ve bunun için A b -durrahman'a uymuş olabilir.
Şöyle bir soru hatıra gelebilir : Resûl-i Ekrem, ikisine de geri çekilmemeleri için işaret buyurmuştur. Neden Ebû Bekir geri çekildi de Abdurrahman çekilmedi ?
Bunun cevabı şudur: Ebû Bekir, edeb yoluna gitmeyi vücub (= uyulması zorunlu) için olmayan emre uymaya tercih et-
mistir. Abdurrahman ise emre itaat etmeyi tercih etmiştir. Şüphesiz Ebû Bekr'in prensibi daha mükemmeldir. Şöyle demek de mümkündür: Ebû Bekr Resûl-i Ekrem'in iyileşerek camiye geldiğini görünce sevincinden kendini tutamayıp geri çekilmiş alabilir.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üzerindeki cübbe Buhârî' nin bir rivayetine göre Şam tarafından, Ebü Dâvûd 'un bir rivayetine göre Rum tarafından gelme idi. [178]
Fıkhı Hükümler
389 nolu hadis ve yukarda tercemesini verdiğimiz Eb û Dâ-vûd' un uzunca hadîsinden çıkarılan hükümlerin bir kaçını aşağıya alalını:
1. Abdest bozmak isteyen kişi yoldan ve halktan uzaklaşmalı.
2. Liyakatli olanlara hizmet etmek meşru'dur.
3. Abdest alırken başkasından yardım istemek caizdir.
4. Yenleri dar olan elbiseyi giymek caizdir.
5. Mestler üzerine mesh etmek caizdir.
6. Üstün zâtın kendisinden dun (aşağı) olan kişiye namazda uyması caizdir.
7. Bâzı rek'atlerde imama yetişememiş olan (mesbukî) kişinin namazını nasıl tamamlıyacağı hükme bağlanmıştır.
8. Namaz, ilk vaktin fazileti kaçırılmadan kılınmalıdır.
390) Er-Rubeyyi' bint-i Muavviz (Radtyallâhü anhâ)'âen :
Şöyle söylemiştir : Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e bir ibrik su ile vardım. Kendisi: * (Su) dök.» buyurdu. Ben de (suyunu) dökmeye başladım. Yüzünü ve kollarını yıkadı. Yeni bir su alarak başmm ön ve arkasını (tamamını) mesnetti ve ayaklarını üçer defa yıkadı." [179]
İzahı
Hadisin râviyesi Er-Rubeyyi' (Radıyallâhü anhâ) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e biat ederek savaşlara katılan Ensâr-ı Kiram'ın bahtiyar kadınlarındandır. Buhârî ve Nesâî' nin tahric ettikleri bir hadîste Er-Rubeyyi' :
Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber savaşır, askere su verir, onlara hizmet eder, şehitleri ve yaralıları Medine-i Münevvere'ye götürürdük, demiştir. 21 hadîsi var: Buhârî ve Müslim 1 hadîsini müttefikan ve yalnız Buhârî 2 hadîsini rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd,. -Tirmizi, Nesâî ve İbn-i Mâceh de o'nun hadîslerini nakletmişlerdir.
Râvîleri ise Nafi', Mevlâ, îbn-i-Ömer, Ebû Seleme, Süleyman bin Yesâr, Abdullah bin Muhammed, Halid bin Zekvan ve başkalarıdır.
Er-Rubeyyi'in burada rivayet edilen hadîsi, Tirmizi, Ahmed ve Beyhakî tarafından da rivayet edilmiştir. Ebû Dâvûd da kısa ve uzun metinler halinde muhtelif yollarla rivayette bulunmuştur.
El-Haf iz, Telhis'te : Rubeyyi'in hadisi için bulunan yolların ve lafızların dönüm noktası râvî Abdullah îbn-i Akî 1' dir ki o'nun zayıflığı söz konusu edilmiştir, der.
Müellif 'in rivayetinde Peyganıber'in mübarek yüz ve kollarını kaçar defa yıkadığı belirtilmemiş ve yüz yıkamadan önce el yıkamaya, ağız ile buruna su almaya, keza kulakları meshetmeye temas edilmemiştir. Fakat Ebû Davud'un rivayetlerinden birisinde Resûl-i Ekrem'in (mübarek) ellerini (bileklere kadar) ve yüzünü üçer defa yıkadığını, bir defa (mübarek) ağzma ve burnuna su aldığını, kollarını üçer defa yıkadığını, başmm arkasını ve önünü iki defa meshettiğini, kulağının her tarafını meshettiğini ve ayaklarını üçer defa yıkadığını belirtiyor.
Abdest uzuvlarının kaçar defa yıkandığı hususu, İbn-i Mâ-c e h' in Süneninde Taharet Kitabı'nm 45 ilâ 53'üncü bâblarmda ri-
vâyet edilen hadislerin tercemesi yapılırken anlatılacağından burada üzerinde durmayalım.
Abdest almada başkasının yardımcı olması hususuna gelince, bu bâbta geçen hadîsler abdest almak için başkasından yardım istemenin caiz olduğuna delâlet eder.Müs1im'in «Mestler üzerine mes-hetmek» babında rivayet olunan E1-Muğire'nin hadisini (389) açıklayan Nevevi ezcümle şöyle söyler:
«Abdestte yardım istemenin caiz olduğuna bu hadis delâlet eder. Ayrıca Usâme bin Zeyd (Radıyallâhü anh)'in hadisinde Resûl-i Ekrem'in Arefe'den dönüşünde abdest alırken, suyunun Usâme tarafından döküldüğü sabittir. Sabit olmayan bâzı hadislerde, abdest için yardım istemek yasaklanmıştır.
Arkadaşlarımız, söz konusu yardım istemek üç kısımdır, demişlerdir :
1. Abdest suyunun hazırlanması için başkasından yardım istemek. Bunda ne kerahet var ne de noksanlık.
2. Abdest uzuvlarını yıkamak için başkasından yardım istemek ve o'na yıkatmaktır. Bunda kerahet var. Ancak bir zaruret ve ihtiyaç duyulursa kerahet yoktur.
3. Abdest suyunu başkasına döktürmektir.En iyisi bunu yapmamaktır. Ama, buna mekruh denilir mi? Bu hususta iki türlü fetva vardır. Bâzılarına göre mekruhtur.
Abdest alanın eline şu döken kişi, abdest alan adamın solunda durmalıdır.»
Hanefî fıkıh âlimlerinden İbn-i Âbidin, abdestin müstahablan bahsinde, abdestte başkasından yardım istemek hususunda müteaddit kitablardan nakiller yaptıktan sonra şöyle söyler;
*E1-Hilye'de Buhârî, Müslim ve diğer hadîs kitabların-dan naklen zikredilen bir çok hadîste Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in istemesi üzerine ve istemeden, abdest suyunun başkası tarafından döküldüğü açıkça belirtilmiştir. El-Hilye yazarı bu hadîsleri kaydettikten sonra şunları söyler:
Resûl-i Ekrem'in mekruh olan bir şeyi yapmadığı kesindir. Şu halde, başkasına su döktürmesi işi kerâhetsiz cevazla yorumlanır. Bir şeyin mekruh olduğuna dâir delil bulunduğu halde Resûl-i Ekrem tarafından yapılmış ise o işin ümmeti için mekruh olmakla beraber
cevazını bildirmek için yapmıştır, denilir. Burada Keraheti ifade eden bir delil yoktur. H z . Ömer (Radıyallâhü anh);in : Abdest hususunda kimsenin bana yardım etmesini sevmem, mealindeki hadis zayıltır. Keza, Resûl-i Ekrem abdest işini kimseye bırakmazdı, şeklindeki hadîs de zayıftır. Bunlar sabit oimuş olsaydı bile yukarda lEİ-Hilye) 'de geçen sahih hadîslere karşı güçsüzdür. Kaldı ki, anılan iki hadîsten maksad, abdest uzuvlarını başka şahsa yıkattırmak hususu olabilir. El-Ihtiyâr'ın: «Acizlik hâli olmadan abdest işinde başkasından yardım istemek mekruhtur...» sözünden maksadının da bu olduğu umulur.»
İbn-i Âbidîn, yukarıya özetini aldığım EI-Hilye'nin sözünden sonra diyor ki:
Hulâsa : Abdest için istenen yardım su hazırlatmak veya su döktürmek tarzında olursa bunda kat'iyyen kerahet yoktur. Şayet yardım, yıkama ve mesh işini başkasına özürsüz yaptırmak şeklinde ise mekruhtur. Bunun için Tatarh aniye'de: Abdestin adabından birisi de kişinin abdest işini bizzat görmesidir. Eğer başkasından yardım isterse yıkayıcı kendisi olduktan sonra kerahet yoktur, denilmiştir.»
Şafiî fıkıh kitabi arından Nihâyetü'I-Muhtaç yazarı abdest bâbmda şunları beyan eder:
«Özür olmaksızın abdest suyunun başka şahıs tarafından dökülmesini istememek sünnettir. İstemek ise mekruh değil ama uygun da sayılmaz. Abdest suyunu hazırlatmak şeklindeki yardım talebi ise mubahtır. Özürsüz halde abdest uzuvlarını başkasına yıkatmak şeklindeki yardım istemek mekruhtur. Özür dolayısıyla abdest al-' maya gücü yetmeyen kimse ise maddî durumu ücret ödemeye müsait olduğu takdirde ücretle bile olsa başkasına abdestini aldırması zorunludur. Maddî durumun müsaitliği ölçüsü fıtra ödemek hususundaki ölçüdür. (Aile efradının ve kendisinin bir günlük nafakasından fazla olarak ödeyeceği ücrete sahip olması ölçüsüdür.)»
391) Safvân bin Assai [180] (Radıyallâhü ank)'den:
Şöyle söylemiştir : Ben seferde ve hazerde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest. suyunu döktüm."
392) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m kızı Rukayye (Ra-dthallâhü anhâ)'mn cariyesi Ümmü Ayyaş [181](Radtyallâhü anhâ)'den:
Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturarak (abdest alırken) ben ayakta ona abdest aldırırdım. (= yardım ederdim)[182]
40 — Uykudan Uyanan Adam, Elini Yıkamadan Önce Kaba Sokabilir Mi? Babı
393) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)den; Şöyle derdi: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki t
Sizden birisi gece uykusundan uyandığı zaman eline iki veya üç defa su dökmeden kaba sokmasın. Çünkü elinin nerede gecelediğini bilmez.
394) Sâlim'in babası (Abdullah bin Ömer) (Radtyallâhü anhümâ)*-den şöyle rivayet edilmiştir. Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Setletn) buyurdu ki:;
«Sizden birisi uykusundan uyandığı zaman elini yıkayıncaya kadar kaba sokmasın.[183]
395) Câbir (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Biriniz uykudan kalktıktan sonra abdest almak istediği zaman elini yıkamadan abdest su kabına sokmasın. Çünkü şüphesiz, elinin nerede gecelediğini ve elini neyin üzerine koyduğunu bilmez.»"
396) El-Hâris (Radtyallâhü anh)'âen şöyle dediği rivayet olunmuştur :
Ali (Radıyallâhü anh) su istedi, (su getirilince) ellerini, kaba sokmadan önce yıkadı. Sonra dedi ki:
«Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İn böyle yaptığını gördüm.»"[184]
Hadislerin İzahı
İlk üç hadis, uykudan uyanan kimsenin önce ellerini yıkaması* nı ve ondan sonra su kabına sokmasını hükme bağlıyor. Bunlardan birinci hadiste «Gece uykusu» tâbiri var ise de diğerlerinde uyku mutlak geçiyor. Yâni gece veya gündüz kaydı bulunmuyor. Ebû Dâvûd'un Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)*den naklettiği rivayetin birisinde gece uykusu kaydı var iken diğerinde gece kaydı yoktur. El-Menhel yazarı gece kaydı bulunan rivayetle ilgili olarak diyor ki: «Uyku genellikle geceleyin vuku bulduğundan do^ layı gece tâbiri kullanılmıştır. Hüküm bakımından gece uykusu ile gündüz uykusu arasında bir fark yoktur. Nitekim diğer rivayette böyle bir kayıt bulunmuyor.»
Hadîslerdeki; «... Elini sokmasın...»cümlesi yerine Ebû Dâvûd'un bir rivayetinde ve Bezzâr'ın rivayetinde;. ifadesi kullanılmıştır.
Bu ifâde, kasdedilen mânâyı daha açık belirtir. Çünkü maksad, eli yıkamadan kabın içindeki abdest suyuna sokmamaktır.Ebû Dâvûd ile Bezzâr'ın rivâyetindeki mezkûr cümlenin mânâsı: «Sakın elini batırmasın» demektir. Suya batırılmadan ve dokunulmadan elin kaba sokulmasında bir sakınca yoktur. Bu itibarla burada
kullanılan; cümlesinden maksad «Elini kabtaki suya sokmam aktır.»
İlk iki hadiste geçen «k ab-tan maksad abdest suyu kabıdır. Nitekim üçüncü hadiste «abdest su kabı» diye belirtilmiştir.Buhâri ve Müslim'in rivayetinde de üçüncü hadiste olduğu gibi «abdest su kabı» tâbiri bulunur. El-Bezzâr'ın rivayeti de böyledir.
El-Menhel yazarı bu hususta şöyle der :
El-Fetih'de beyan edildiğine göre; hadislerde geçen kabtan maksad abdest su kabıdır.Gusül kabı da abdest su kabı hükmündedir.Çünkü gusül de bir nevi abdesttir.Diğer kablar ise; abdest su kabına kıyaslanır.Fakat bunlara el batırmak mekruhtur, denemez.Çünkü bu hususta bir yasaklama yoktur.Bu sebeple el yıkamak müstahabdır, denilir.Kab tâbiri ile, havuz ve göl gibi büyük sular hükmün dışında tutulmuş oluyor.Dolayısıyla uykudan uyanan kimse elini yıkamadan havuz ve benzeri büyük suya batırabilir.
Elin kaç defa yıkanması hususuna gelince birinci hadîste «İki veya üç defa» tabiri vardır.îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'-den rivayet edilen ikinci hadîs ve Câbir (Radıyallâhü anh) 'den rivayet olunan üçüncü hadîste yıkama sayısı belirtilmemiştir. Müslim'in Câbir (Radıyallâhü anh) 'den olan rivayetinde ise üç defa yıkama hükmü bulunur. Ebû Davud'un Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh) 'den aldığı iki rivayette de üç defa yıkama emri yer almış, diğer bir rivayet ise; buradaki ilk hadiste olduğu gibi «İki veya üç defa» tâbiri bulunur.
Hadisin: «İki veya üç» tâbiri hakkında El-Menhel yazan şunu söyler:
Bu tâbir Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek sözünden olabilir. Bu takdirde, elin iki veya üç defa yıkanması hususunda mükellef, serbest bırakılmış olur. Şayet bu tâbir râvî-lerden birisine âit ise yıkama sayısındaki tereddüdünü belirtir. Kuvvetli ihtimal ise bu sözün râviye âit olmasıdır. Çünkü diğer rivayetlerde kesin alarak «üç defa» tâbiri kullanılmıştır.
Bu duruma göre üç defa yıkama yükümlülüğü konmuştur.
îlk ve üçüncü hadisin son fıkralarında ise uykudan uyanan kişinin kabtaki abdest suyuna elini batırmadan önce yıkama sebebine işaret edilerek şöyle buyuruluyor:
«Çünkü kişi, uyku hâlinde elinin nereye dokunduğunu ve neyin üzerine bıraktığını bilemez.»
Ibn-i Huzeyme ve Darekutnl, Ebû Hürey-re'den olan rivayetlerinin sonunda: «Yâni cesedinden...» kelimelerini eklemişler.
Fıkranın mânâsı şudur:
Kişi, uyku hâlinde iken, cesedinin temi2 veya necis olan yerlerinden nerelere elinin dokunduğunu bilemez, tnsan vücudunda çi-ban ve yara olabilir. Avret mahallini taşla temizleyip su ile yıkamamış olabilir. Uyku uyurken terleme ve benzeri nedenlerle avret mahalli islenmiş iken kaşıntı gibi sebeplerle eli, avret yerine dokunmuş veya sivilce, çiban ve yara yerine sürülmüş olabilir. Bu şüpheler karşısında elini yıkaması öngörülmüştür.
El-Menhel yazarı şöyle der:
El-Hâf 12: Bu fıkraya göre uyanıklık hâlinde iken elinin pis bir şeye dokunduğundan şüphe eden kişi de aynı hükme tâbidir. Keza meselâ eline iyice bir bez sardıktan sonra uyuyan ve uyandığı zaman sargısının aynen durduğunu görmek suretiyle pis bir yere dokunmadığını anlayan bir kimsenin elini yıkamadan kabtaki suya batırması mekruh değildir. Ancak böyle kimsenin elini yıkaması müstahabtır. Nasıl ki; uyumamış olan kimsenin elini suya batırmadan önce yıkaması müstahabdır.»
Yasaklamanın sebebine gelince; bu hususta değişik görüşler vardır.
Îbnü'l-Kayyım demiştir ki:
«Bâzı âlimler, yasaklama hikmeti taabbüdidir. Yâni biz bunun hikmetini bilemeyiz. Şâri-i Hakim emretmiştir. Biz de O'nun emrine itaat ederiz.
Bu görüş tutarsız sayılmıştır. Çünkü hadîs'in sonunda yasaklamanın illeti beyan edilerek:
«Çünkü kişi, uyku hâlinde iken elinin nereye dokunduğunu bilemez» buyurulmuştur.
Bâzıları, yasaklamanın hikmeti elin pis bir yere dokunması ihtimalidir, demiştir. Bu görüş de zayıftır. Çünkü yasaklama umumîdir. Taşla istincâ etmiş olsun, su ile taharetlenmiş olsun, vücûdunda sivilce, çiban, yara ve benzerî rahatsızlık bulunsun bulunmasın netice değişmez. Halbuki eğer hikmet elin pislenmiş olması ihtimâli olsaydı, yasaklamanın yalnız taş ile istincâ edene ve vücudunda çiban ve benzerî şeyler bulunanlara tahsis edilmesi gerekirdi. Oysa kimse böyle bir tahsis yoluna gitmemiştir.
Sahih olan görüşe göre yasaklamanın hikmeti elin şeytan üzerinde veya şeytanın el üzerinde gecelemiş olmasıdır.
Bu hikmet, uykudan kalkan kimsenin burnuna su çekmesi hikmetine benzer. Şöyle ki Şâri-i Hakîm (Aleyhisselâtü Vesselam) sahih olan bir hadîste buyuruyor ki:
«Biriniz uykudan uyandığı zaman burnuna su çeksin. Çünkü şeytan onun genizi üzerinde geceler.» Buhâri ve Müslim bu hadîste ittifak etmişlerdir. Şâri-i Hakim (Aleyhisselâtü Vesselam) burada da «Çünkü hiç biriniz elinin nerede gecelediğini bilemez.» buyurmakla yıkama sebebinin elin nerede gecelediğinin bilinmemesi olarak gösteriliyor.Bu durum ise; şeytanın geniz üzerinde gecelemesi ile alâkalıdır. Şeytanın geniz üzerinde gece-emesi ve el ile ilişkisinin sırrını ancak ruhların hükümlerini bilenler çözerler. Şeytan pis olduğu için pis yerlerden hoşlanır. Ve böyle yerlerde yuvalanmak ister.Kul uyuduğu zaman cesedinin dış kısmında genizden daha kirli yer göremeyen şeytan orada geceler. Şeytanın el ile ilişkisine gelince insanoğlu bir çok günahı eli ile işler. El, günahların pisliği ile çok kirlendiği için şeytan ondan da çok hoşlanır.»
E1-Bâcî, uykudan kalkan kişinin elini yıkaması hikmeti hakkında çeşitli görüşleri beyan ederek bunların hiç birisini uygun görmediğini ifâde ettikten sonra şöyle der:
«En kuvvetli ve açık hikmet, bizim Mâliki âlimlerimizden olan irak'lı üstadlan m izin ve başkalarının da katıldığı şu sebeptir : Uyuyan kimse cesedini, bedenindeki çiban yerini, koltuk altını, terleyen yerlerini ve avret mahallini kaşımaktan boş kalmaz. Uyanınca temizlik bakımından elini abdest suyuna batırmadan önce yıkaması müstahab görülmüştür. Şayet elini yıkamadan suya ba-tırırsa günah işlemiş sayılmaz.»
Nevevi de şöyle söyler:
«Şafii ve başka âlimler demişler ki: Hicaz halkı taş ile istincâ ederlerdi. İklimleri de çok sıcak idi. Bu nedenle birisi uyuduğu zaman terlerdi. Dolayısıyla elinin, necis olan avret yerine veya bir sivilce veyahut kirli ve benzeri yerlere dokunmasından emin olamazdı.»
Hadisler, uykudan uyanıldığı zaman elin yıkanmadan önce abdest suyuna sokulmasını yasaklıyorlar. Âlimler bu yasağın değeri hususunda muhtelif görüşler beyan etmişlerdir.El-Menhel'de bu görüşlerle ilgili olarak şu bilgi veriliyor:
Mutekaddimîn ve Mutaahhirin âlimlerin cumhuruna göre; bu yasak tenzihen kerahet içindir. Buna göre kişi yasağa aykırı hareket ederek elini yıkamadan abdest suyuna batırırsa suyun temizliğine bir halel gelmez ve kişi de günah îşlemis sayılmaz.
Muhakkik âlimlere göre kerahet hükmü uykudan kalkmaya münhasır değildir. Hükmün dönüm noktası elin pislenmesinden şüphe duymaktır. İster gece uykusundan veya gündüz uykusundan kalkmış olsun, ister hiç uyumamış olsun elinin necis olduğu şüphesine düşen kimsenin elini yıkamadan abdest suyuna sokması mekruhtur. Cumhurun görüşü budur.
Ahmed bin Hanbel ve Dâvûd-i Zahirî'ye göre gece uykusundan kalkan için tahrimen mekruh olup gündüz uykusundan kalkan için tenzihen mekruhtur.
Şafii de şöyle demiştir: «Gece veya gündüz uykusundan uyanan herkesin elini yıkamadan abdest suyuna sokmamasını arzu ederim. Eğer elini yıkamadan suya sokarsa eli necis olmadığı takdirde bu hareketi mekruhtur. Suyun temizliğine bir zarar gelmez.»
Kişi elinin temiz olduğunu kesinlikle bildiği takdirde cumhûr'a göre elini yıkamadan abdest suyuna sokmasında bir kerahet yoktur. [185]
Hülâsa
Hanb.eli mezhebine göre, uykudan kalkan kişinin elini abdest suyuna sokmadan önce yıkaması vaciptir. Hanefi, Şafii ve Mâliki mezheblerine göre ise sünnettir.
Hattâ b i demiştir ki: «Hadîsteki emir vucûp için değildir. Çünkü bu emir, elin pis olması şüphesine bağlanmıştır. Şüpheye bağlı bir emir vücûbu gerektirmez. Diğer taraftan suyun ve insan bedeninin aslı taharettir. Bir şeyin temizliği kesin olarak sabit olduktan sonra şüpheli nedenlerle o temizlik giderilemez.» [186]
Hadisten Çıkarılan Fıkhî Hükümler
1. Uykudan uyanan kimse elini, yıkamadan önce abdest ve gu-sül suyuna sokamaz.
2. Necis olan yer, üç defa yıkanmalıdır. Çünkü pis olması muhtemel olan elin üç defa yıkanması istenirken pis olduğu kesin bilinen bir uzuv, elbise ve benzeri şeylerin en az üç defa yıkanması gereği açıkça anlaşılır.
3. İbâdetlerde vesveseye düşmemek kaydı ile dâima ihtiyatlı davramlmalıdır.
Hadisi rivayet edenler:
Az bir lafız değişikliği ile ayni mânâyı ifade eden hadîs Buhâ-rî, Müslim, Tirmizİ, Ebû Dâvûd, Darekutnî, İbn-i Huzeyme, îbn-i Hibbân ve Beyhakİ tarafından müteaddit senedlerle rivayet edilmiştir. .
Bu bâbtaki son hadiste ise uyku durumu söz konusu edilmeden elin abdest alınacak su kabına sokulmadan önce yıkanması isteniyor ve el yıkandıktan sonra abdest alınacak su kabına sokulabileceği belirtiliyor. [187]
41 — Abdestte Tesmiye (Allah'ı Anmak) Hakkında Gelen Hadîsler Babı
397) Ebü Saîd-i Hudri (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Abdest üzerinde Allah adını zikretmeyenin abdesti yoktur.[188]
398) Said bin zeyd (radiallâhü anh)'âen rivâyet edildiğine göre Resulullah (Salallahu Aleyh* ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Abdesti olmayanın namazı yoktur. Abdest üzerinde Allah adını zikretmeyenin abdesti yoktur."
399) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden:
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «Abdesti olmayanın namazı yoktur. Abdest üzerinde Allah adını zikretmeyenin abdesti yoktur.»"
400) Sehl bin Sa'd eş-Sâidî (Radıyallâhü anh)'dtn, Resulullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir :
«Abdesti olmayanın namazı yoktur. Abdest üzerinde Allah adını zikretmeyenin abdesti yoktur.Ve Peygamber üzerine salâvat getirmeyenin namazı yoktur. Ensar'ı sevmiyenin namazı da yoktur.
Müellif, hadîs'in râvîlerinden Abdül'l-Müheymin bin Abbâs'tan sonra ikinci bir senedi e kendisine intikal ettiğini belirterek bu senedde aşağıdan yukarıya doğru sırayla E bü'1-Hasan bin Seleme, Ebû Hatim, Isa (Ubey s) bin Merhum El-Attâr, Abdü'KMüheymin (Radı-yallâhü anhümJ'ın bulunduğunu ifade etmiştir.[189]
Hadislerin İzahı
«Abdesti olmayanın namazı yoktur.» fıkrasının mânâsı şudur: Hiçbir farz veya nafile namaz abdestsiz kılınamaz. Abdestsiz olarak kılınan namaz sahih değildir, namaz sayılamaz.
Bütün müslümanlar, abdest almaya gücü yeten bir kimsenin ab-dest almasının namazın sıhhati için şart olduğunda ittifak etmişlerdir. Su bulamayan veya kullanamayan kimse için teyemmüm de abdest hükmündedir.
Hadisin «Abdest üzerinde Allah ismini zikretmeyenin abdesti yoktur.» fıkrasına gelince: Allah'ın ismini zikretmek çeşitli şekillerde olabilir.
Beyhaki, Nesâî ve Darekutnî' nin Enes (Ra-dıyallâhü anh)'den rivayet ettiklerine göre Resûl-i Ekrem (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek parmaklan arasından bir mucize mahiyetinde su fışkırdığı zaman Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Bismillah diyerek abdest alınız» buyurmuştur.
Tabarâni' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) '-den rivayetine göre Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Yâ Ebâ Hüreyre! Abdest almak istediğin zaman;söyle. Çünkü böyle söylersen o abdestin bozuluncaya kadar senin görevli meleklerin senin İçin hasenat yazarlar.» buyurmuştur. Fakat bu hadîs'in senedinin zayıf olduğu «Sü-bülüs Selâm-da belirtilmiştir.
Fethü'l-Kadîr'de denildiğine göre Seleften veya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den nakledilen söz;dır- Birde en faziletlisi, istiazeden sonra tam besmele çekmektir, diyenler vardır. El Muhit'te ise Kelime-i Tevhîd veya Kelime i Şehâdet yahut Allah'a hamd etmek ile hadisin gereği yapılmış olur, denilmiştir.
Fıkranın «...Abdesti yoktur.» hükmü de iki şekilde yorumlanmıştır.
1. Allah'ın ismini anmayanın abdesti sahih değildir.
2. Allah'ın ismini anmayanın abdesti kâmil ve olgun değildir.
Fıkranın zahirin göre birinci şekilde yorumlanır.Böyle yorumlanınca tesmiye (Allah'ın adını zikretmek) abdestin sıhhati için vacip olur.Zahiriye mezhebine mensup âlimler İshak ve başka bir grup âlim bu görüştedirler. Bunlardan Zahiriye mezhebine göre tesmiye abdestin farzıdır.Unutularak bile terk edilirse abdest sahih sayılmaz. Diğerlerine göre kasden terkedenin abdesti sahih değil ise de unutarak terkedenin abdesti sahihtir. A h -med bin Hanbel' den bir rivayete göre O da böyle söylemiştir. Ashabı da bu görüştedir. Gusül ve teyemmüm de abdest gibidir. Abdest esnasında hatırlayan kimse hemen besmele çekerek abdestine, kaldığı yerden devam eder.
Fıkrayı ikinci şekilde yorumlayan âlimlerin başında gelen Ha-nefi, Şafii ve Mâ1ikî' ler ise; tesmiyenin sünnet olduğuna hükmetmişler. Ahmed bin Hanbel'in bir rivayeti de böyledir.
Tesmiye çeşitleri hakkındaki Hanefi' lerin görüşü; yukarda Fethü'l-Kadîr'den alınan nakilde belirtildi.
Şafiî' lere göre ise Bismillah demek yeterlidir. Tam besmeleyi çekmek ise daha faziletlidir.
Mâliki mezhebine göre besmeleyi tam çekmek hakkında iki görüş vardır. Birisine göre tam çekmek daha iyidir. Diğerine göre ise yalnız Bismillah demek daha iyi sayılmıştır.
Tesmiyenin vacip olmadığını söyleyerek fıkrayı 2'nci şekilde yorumlayanların delili şu hadistir.
= «Kim Allah adını zikrederek abdest alırsa, aldığı abdest onun bütün bedenini temizler. Allah adını zikretmeden aldığı abdest ise yalnız abdest uzuvlarını temizlemiş olur.»Bu hadisi,Darekutni ve Beyhakl îbn-iÖmer (Radıyallâhü anhüm) 'den merfuan rivayet etmişler.Fakat senedlerinde rivayeti metruk olan Abdullah bin El-Hakem Et-Dahiri bulunur.Darekutni, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den de rivayet etmiş ise de onun senedinde, zayıf olan Mirdas bin Muhammed bin Abdillah ve babası vardır.Keza Darekutni ve Beyhakî, îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anhüm)'den de rivayette bulunmuşlar.Lâkin bu senedde de metruk olan Yahya bin Haşim Es -Simsar bulunur.
Bu hadis tesmiyenin vacip olmadığına delâlet eder, diyen âlimler yukarda Beyhaki, Nesâî ve Darekutni'nin Enes (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiklerini belirttiğimiz «Bismillah diyerek abdest alınız- mealindeki hadise dayanarak besmelenin sünnet olduğunu söylemişlerdir.
Nevevi de, bu mes'elede Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin şu mealdeki hadisini delil göstermek mümkündür, demiştir:
«Allah adı ile başlanmayan önemli her iş sakattır, eksiktir.»
Ebû Davud'un şerhi El-Menhel'de bu izahat verildikten sonra şöyle deniliyor:
Bu dayanakların kuvvetli oımadığı ve matluba pek delâlet etmediği görülmektedir. Lâkin Tirmizi' nin şerhinde 1 bn-i Seyyidi'n-Nâs, bâzı rivayetlerde, hadîs metninde:«Kâmil abdest...> tâbiri bulunur, demiştir.
Râfi de bu tâbirin bulunduğu rivayeti delil göstermiştir. Eğer bu rivayet sabit ise, tesmiye'nin sünnet olduğunu ispatlayan en kuvvetli delil budur.Tirmizi' nin şerhi Tuhfe'de şöyle deniliyor:
«Abdest alınırken Allah adını anmak hususunda rivayet olunan hiç bir hadisin kuvvetli olmadığı El-Bezzâr tarafından ifâde edilmiştir.Ben derim ki: Bu bâbta çok hadis rivayet olunmuş olup yek diğerini desteklemektedir. Bunların toplamından anlaşılıyor ki; tesmiyenin bir aslı vardır. El-Hâfız İbn-i Hacer de : Hadislerin toplamından bir kuvvet doğup tesmiyenin bir aslının bulunduğuna delâlet var, der. Ebû Bekr bin Şeybede: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in abdest alırken tesmiyede bulunduğu bizce sabittir, demiştir.»
400 nolu hadisteki: «Ve Peygamber üzerine salâvat getirmeyenin namazı yoktur.» fıkrası ile ilgili olarak Sindi şöyle der:
Fıkranın mânâsı şudur: Ömründe bir defa olsun Peygamber'e salâvât getirmenin farziyetine inanmayarak bu nedenle salâvât getirmeyen veya ömür boyunca Peygamber'e salâvât getirmeyi hiçe sayarak bu vecibeyi ifâ etmiyenin namazı makbul değildir.
Şafiî ise: Bu fıkradan maksad, namaz içinde Peygamber'e salâvât getirmeyenin namazının sahih olmadığını ifâde etmektir, diyerek namazda O'na salâvât getirmeyi farz saymıştır.
-Ensar'ı sevmiyenin namazı yoktur,- fıkrasından maksad ise, Ensar-ı Kiram (Radıyallâhü anhüm)'m yapmış oldukları fedakârlık ve yardımlara değer vermiyerek onların fazilet ve üstünlüklerini tanımayan kimsenin namazı makbul değildir. [190]
42 — Abdestte Sağdan Başlamak Babı
Şöyle söylemiştir: Resûlulİah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ab-dest aldığı zaman, saç ve sakalını taradığı zaman ve ayakkabı giydiği zaman sağdan başlamayı severdi." [191]
İzahı
Hadis, Müslim'in «İstitâbe» babında aynı metinde rivayet edilmiştir. Buhâri'de ise ayni mânâyı ifâde eden ve lafız bakımından biraz farklı bir metinle rivayet edilmiştir.
Nevevi, Hadis'in şerhinde aşağıdaki malûmatı verir:
Şer-i Şerifte şu sabit kaide vardır: Elbise, ayakkabı, mest giymek, camiye girmek, misvak kullanmak, göze sürme sürmek, tırnak kesmek, bıyık kısaltmak, saç, sakal taramak, koltuk altını yolmak, başı tıraş etmek, namazdan çıkarken selâm vermek, abdest uzuvlarını yıkamak, heladan çıkmak, yemek, içmek, tokalaşmak, Hac er-i Esved'i selâmlamak gibi şeref verici ve ikram edici kabilden olan işlerde sağdan başlamak müstahabdır. Bunların zıddı olan şeylerde : Meselâ camiden çıkmak, helaya girmek, burunu silmek, taharetlenmek, elbise soyunulmak, ayakkabı çıkarmak ve benzerî işlerde soldan başlamak müstahabtır. Bunun hikmeti de sağın şerefi ve üstünlüğüdür. Allah daha iyi bilir.
Abdest alınırken sağ kolu sol koldan ve sağ ayağı sol ayaktan önce yıkamanın sünnet oluşu hususunda âlimler-icmâ' ederek bunun aksine hareket eden yâni sol kolunu sağ kolundan önce ve sol ayağını sağ ayağından önce yıkayan bir kimsenin abdesti sahihtir, fakat sünnetin faziletini kaçırmış olur, demişlerdir. Şiîler, sağ uzvu sol uzuvdan önce yıkamak vâcibtir, demişler ise de onların âlimlerin icmâına muhalif kalmalarının bir değeri yoktur.
Abdestte soldan başlamak yeterli ise de mekruhtur. Şafii El-Ümm'de bunu kesinlikle belirtmiştir. Ebû Dâvûd ve Tir-mizi'nin silinenlerinde ve başka sahih hadis kitablannda sened-lerle sabit olan Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den mer-vî bir hadîste Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Elbisenizi giydiğiniz veya abdest aldığınız zaman sağ tarafınızdan başlayınız.»
Bu hadis, sağdan başlamayı emreden kesin ve açık bir nass'tır. Nass ile sabit olan emre muhalefet ya haram yada mekruhtur. Âlimler söz konusu emre muhalefet etmenin haram olmadığı hususunda icmâ' etmişlerdir. Artık mekruh sayılması zorunludur.»
Abdest uzuvlarının bir kısmında sağdan başlamak müstahab değildir. Bu uzuvlar; kulaklar, yanaklar ve ellerdir. Bunların sağ ve sol tarafları beraber yıkanır, kulaklar birlikte mesh edilir. Ama birlikte yapılması imkânsız olursa meselâ: Bir eli kesik olan kişi abdest alırken sağ yanağını ve sağ kulağını takdim edecektir.
402) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü an*)'den :
Şöyle söylemiştir: (Resûlulİah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Abdest aldığınız zaman sağ uzuvlarınızdan başlayınız.» Ebü'l-Hasan bin Seleme dedi ki: Bize Ebû Hatim tahdis etti. (O da dedi ki) bize Yahya bin Salih ile İbn-i Nüfeyl ve başkalan tahdis ettiler. Dediler ki: Bize Züheyr (bin Muâviye) tahdis etti. (Bir önceki senedde anılan El-A'meş ve Ebû Salih aracılığı ile) Ebû Hüreyre hadîsini zikretti.» [192]
43 — Bir Avuçtan Mazmaza Ve İstînşak Babı
403) İbn-i Abbas (Radtyallâhü anhyâtn şöyle söylediği rivayet edilmiştir :
Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir avuctan mazmaza ve Istinşak etti."
404) Ali (Radtyallâhü anhyden şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldığında bir avuçtan üç defa mazmaza ve üç defa istinşak etti.[193]
405) Abdullah bin Vezîd El-Ensârî (Radtyallâhü ankyden: Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize gelmişti. Bizden abdest için su İstedi. Ben O'na su getirdim. Bir avuçtan mazmaza ve istinşak etti."[194]
Üç Hadisin İzahı
Mazmaza: Arap dilinde ağız içinde suyu hareket ettirmektir. Şer-i Şerifte ise ağıza su alıp çalkaladıktan sonra atmaktır.Cuzhür'un görüşüne göre çalkalamak şart değildir. Nevevi demiş ki: «Bâzı arkadaşlarımız çalkalamayi şart koşmuşlardır. 1bn-i Dakîki'1-İyd'in beyanına göre bâzı fıkıhçılar, Mazmaza: Ağıza su almak, sonra da dökmektir, diye tarif etmişler. Buna göre ağıza alınan su yutul ursa sünnet yapılmış olmaz. Abdest alanlar umumiyetle suyu atarlar. Bu fıkıhçılar, genel durumu belirtmek maksadı ile suyun dışarı atılmasını zikretmiş olabilirler. Bu takdirde yu-tulsa bile sünnet ifâ edilmiş olur.»
İstinşak: Buruna su çekmektir. Buruna çekilmiş olan suyu dışarı atmaya da İstinsâr denilir. Nevevi' nin beyânına göre lügat ehli, fıkıhçılar ve hadisçilerin cumhuru böyle demiştir. Ibnü'l-A'râbİ ve İbn-i Kuteybe ise İstinsâr: İstintaktır, demişlerdir.
Hadîsler, Resûl-i Ekrem'in bir avuçtan mazmaza ve istinşak ettiğini belirtirler.Tirmizi'nin Taharet Kitabı'nda aynı başlık altında açtığı bâbta Abdullah bin Zeyd (Radıyallâhü an-hümâ)'den rivayet ettiği hadis meâlen şöyledir:
«Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i gördüm. Bir avuçtan mazmaza ve istinşak etti. Bunu üç defa yaptı.»
Tirmizi'nin jşerhi Tuhfetü'l-Ahvezi'de bu hadisin şerhinde bildirildiğine göre Buhâri ve Muslini' deki rivayet de Tirmizi nin rivayeti gibidir. Nevevi de şöyle demiştir:Sahih ve seçkin olan mezhebe göre mazmaza ve istinşâk'ın sünnet olan şekli bir avuç sudan mazmaza ve istinşak etniek ve bu işi üç defa tekrarlamaktır. Hadîs, bu mezhebin açık delilidir. El -Hafız İbnü Hacer de: Hadis, bir avuçtan hem mazmaza hem de is-tinşâk etmeye açıkça delâlet eder, demiştir.»
Tuhfe Mübarekfûri yazan daha sonra şöyle der:
Bir avuç sudan mazmaza ve istinşak etmek, yeniden alınacak bir avuç suyla yine mazmaza ve istinşak etmek ve üçüncü defa avuç-lanan suyla tekrar mazmaza ve istinşak etmek suretiyle yapılan mazmaza ve istinşak müstahabtır, diyen âlimler için bu hadîs açık ve sahih bir delildir. Şafiî' nin meşhur kavli de budur. E1-Hafız Îbnü"l-Kayyim de Zadü'l-Maâd'da şöyle der: Buhârî ve Müslim* in Abdullah bin Zeyd'-den rivayet ettikleri hadîsten açıkça anlaşılıyor ki; Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mazmaza ve istinşâkı bir avuçtan yapmıştır. Mazmaza ve istinşak hakkında vârid olan en sahih hadis budur. Mazmazanın bir avuç sudan ve istinşâkm başka bir avuç sudan yaptığına dâir sahih bir hadis rivayet edilmemiştir.»
Şafii' nin meşhur kavli ile A h m e d bin Hanbel'in mezhebi, mazmaza ve Istinşâkın ayni av uç tan yapılmasıdır. Onların delili Abdullah bin Zeyd'in mezkûr hadisi ile zikrettiğimiz hadislerdir.
Ebû Hanîf e' nin mezhebi ise; mazmaza ve istinşâkın ayrı ayrı avuçla yapılmasıdır. Yâni önce üç avuç su ile üç defa mazmaza yapılır. Daha sonra üç avuç su ile üç defa istinşâk yapılır. Onların delili Kâ'b bin Amr'in hadisidir. E1- Ayni Um-detü1-Kâri (cild 1. Sah. 690) 'da diyor ki:
Bizim mezhebimiz olan mazmaza ve istinşâkın ayrı ayh yapılmasının delili Tabarâni' nin Kâ'bbin Amr'den rivayet ettiği şu hadistir:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest alırken üç defa mazmaza etti. Üç defa da istinşâk etti. Her defa için su aldı.»
Ebû Dâvûd da süneninde Kâ'b'm hadisini rivayet etti ve onun hakkında bir şey söylemedi. Ebû Dâvûd'un susması, hadîsin sıhhatma rıza göstermesinin delilidir.»
Tuhfe yazarı El-Ayni' nin yukarıya alınan naklinden sonra Kâ'b bin Amr'in hadîsindeki senedin zayıf olduğuna dair, El-Hafız îbn-i Hacer'in Et Telhis'deki sözünü nakleder. Bu arada seneddeki râvi Leys bin Ebî Selim'in zayıflığına âlimlerin ittifak ettiğine dair Nevevi' nin Tehzibü'1-Es-mâ'daki sözlerini kaydeder. Tuhfe yazarı daha sonra şöyle der:
Mazmaza ve istinşâkın ayrı ayrı yapıldığına dair gösterilen hadîsin sahih olduğu farzedilse ve mazmaza ile istinşâkın ayn ayrı yapıldığına sarahaten delâlet etse E1-Aynî'nin de dediği gibi şöyle söylenir:
Mazmaza ve istinşâkın bir avuçtan ve ayrı ayrı avuçtan yapılması caizdir, sabittir. Sübülü's Selâm yazarı da: En uygun olanı iki şeklin de sünnet olduğunu söylemektir. Ancak bir avuçtan hem mazmaza hem istinşâkm yapılmasına dâir rivayet daha çok ve daha sahihtir, der.
İmamların ihtilâfı, en faziletli olan şekil hakkındadır.İki şeklin câizliği hususunda imamlar arasında bir ihtilâf yoktur. Nitekim El Fetva ez-Zahîrîyye sahibi:Ebü Hanîfe, mazmaza ve istinşakın bir avuçtan yapılmasını caiz görmüştür, der. Şafii fıkıh-çüanndan El-Hatîb ve Malikller' den îbn-i Ebî Zeydde bu durumu sarahaten belirtmişlerdir.
Ebû Davud'un şerhi El-Menhel'in 2. cüz'ünün birinci babında konu hakkında çok geniş izahat vardır. Biz bir iki hususu özet hâlinde buraya alalım. El-Menhel yazarı şöyle der:
Nevevî, Müslim'in şerhinde demiştir ki: «Ağız ve buruna ne şekilde su alınırsa mazmaza ve istinşâk hâsıl olur. En faziletlisi hususunda ise beş çeşit vardır.
1. Mazmaza ve istinşâk beraber ve üç avuç su ile yapılır.Her avuç sudan önce bir miktar ağıza alınarak onunla mazmaza yapılır. Sonra avuçta kalan su buruna çekilerek istinşâk yapılır.Bu iş üç defa tekrarlanır.
2. Bir avuç sudan önce üç defa mazmaza, sonra üç defa istinşâk yapılır.
3. Bir avuç sudan önce mazmaza, sonra istinşâk yapılır.Bu iş avuçta kalan su ile iki defa daha yapılır.
4. Bir avuç sudan üç defa mazmaza yapılır. İkinci defa su avuç-lanır.Bu kere de üç defa istinşâk yapılır.
5. Altı defa su avuçlanır.İlk üç avuç su ile üç defa mazmaza yapılır.Son üç -avuç su üe de üç defa istinşâk yapılır.
Buhâri, Müslim ve diğer kîtablarda rivayet olunan sahih hadisler birinci şekle delâlet eder. Mazmaza ve istinşâkın ayn ayrı avuçlarla yapılmasına dair gelen hadisler ise zayıftır.»
Mazmaza ve istinşâkın abdest ve gusüldeki hükmünde âlimler muhtelif görüşlere sahip olmuşlardır.
1. Mâliki ve Şâfi âlimlere göre abdestte olsun, gusül-de olsun mazmaza ve istinşâk sünnettir. Selef âlimlerinden Hasan-i Basri, Zührî, Hakem bin Uteybe, Ka-tâde,Rabîa, Yahya bin Said El-Ensâri, Ev -zâî,Leys bin Sa'd ve Muhammed bin Cerîr Et-Tabarî de bu görüştedirler.
2. Hanefi âlimleri Süfyân-ı Sevri ve Zeyd bin A1i'ye göre mazmaza ve istinşâk, abdestte sünnet, gusüjde ise farzdır.
3. Ahmed bin Hanbel'in meşhur kavli, İbn-i Ebi Leylâ, İshak bin Raheveyh, El-Hâdî, El-Kasım ve El-Müeyyed Billah'in mezheblerine göre mazmaza ve istinşâk abdestte ve gusülde vâcibtir. Bunlar olmadan ne abdest ne de gusül sahih olur.
4. Ahmedbin Hanbel' den bir rivayete göre ve Dâvûd-i Zahiri, Ebû Sevr, Ebü Ubeyd ve Ebû Bekir bin EI-Münzir'in kavillerine göre istinşâk abdest ve gusülde vâcibtir. Fakat mazmaza sünnettir.
Yukarda 4 madde halinde beyan edilen mezheblerin mesnedleri ve delilleri El-Menhel'de beyan edilmiştir. Uzun izah istediği için buraya almadım. Oraya müracaat edilebilir. [195]
44 — Îstinşak Ve İstinsabda Mübalağa Etmek Babı
406) Seleme bin Kays [196] (El-Eşcaî) (Radtyallâhü
Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Şellem) abdest aldığı zaman yüzüğünü (altı iyice ıslansın diye) oynatırdı."Hâvilerinden Ma'mar bin Muhammed ve babası Muhammed bin Ubey-dullah zayıf oldukları gerekçesi ile isnadın zayıf olduğu, Zsvâid'de bildirilmiştir. [254]
55 — Arâkıybı Yıkama Babı
Arâkıyb: Urkûb'un çoğuludur. Urkûb: Topuğun üstündeki kalın sinirdir. Abdestte ayaklar yıkanırken, topuğu, veya üstündeki yeri yıkamamanın sakıncalı oluşu bu bâbtaki hadislerden anlaşılıyor.
450) Abdullah bin Ömer (Radtyaîlâhü anhümâyden:
Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), abdest alıp ökçelerine su değmediği görülen bir cemâat gördü. Bunun üzerine :
«Ateşten azab olsun (abdestte yıkanmayan) ökçelere. Abdesti tam alınız.» buyurdu." [255]
İzahı
Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım : A'kaab: Akıb*ın çoğuludur. Akıbı Ökçe demektir.
Veyli Bu kelime muhtelif şekillerde mânâlşndırılmıştır: Helak, en çetin azab, cehennemde kan ve irinden meydana gelen dağ, keder, yazık, maşakkat ve cehennemde bir dere olarak açıklanmıştır. El-Hâfız lbn-i Hacer, El-Fetih'te Veyl kelimesinin mânâsında değişik sözler söylenmiştir. En kuvvetlisi,ibn-i Hıbbân'in kendi sahihinde Efaû Said (Radıyallâhü anh)'-den rivayet ettiği şu mealdeki merfu hadistir: »Veyl Cehennemde bir deredir.* Buna göre Veyl, özel isimdir.[256]
İsbağ: 45. bâbta izah edildiği gijîi abdesti tam olarak almaktır.
Hadis, Ebû Davud'un süneninde Abdestte İsbâğ babında rivayet edilmiştir. Râvisi yine Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhrdir. Resûl-i Ekrem (Sâllallahü Aleyhi ve Sellem)'e ait olan metin buranın aynidir. Abdullah'a âit metin ise meâ-len şöyledir:
«Resûlullah (Sâllallahü Aleyhi ve Sellem) ökçelerine su denmediği görülen bir cemaat gördü...»
El Menhcl yazarı Hadîsin açıklaması ile ilgili olarak şu bilgiyi verir:
«Resûl-i Ekrem, anılan cemâati, abdestlerîni bitirdikleri zaman görüyor ve ökçelerine su değmediği besbelli olduğundan Hadîs'teki tehdidi ferman buyuruyor.
Cemâatin ökçelerini yıkamamalarının sebebi hususunda şöyle denilmiştir.Anılan cemâat yeni müslüman olmuştu. Dinî hükümleri yeni öğreniyorlardı. Ayakların çoğunu yıkamanın kâfi geldiğini sanıyorlardı. Yahut bunlar ikindi namazının vakti daraldığı için çarçabuk abdest aldıklarında ökçelerine su değmediğinin farkına yar: mamışlardı. Nitekim MüsIim'in Abdullah bin Amr bin El-As(Radıyallâhü anhümâ)'dan tahriç ettiği Hadîs'in rivayetinde , ibn-i Amr (Radıyallâhü anh) şöyle.söylemiştir:
«Biz Resûlullah (Sâllallahü Aleyhi ve Sellem)'in refakatinda Mekke'den Medine'ye döndük.[257] Yolda bir su başına vardığımız zaman bir cemâat ikindi namazı için acele etti. Çarçabuk abdest aldı. Biz onların yanına vardığımız zaman ökçeleri, kuru kaldığından bembeyaz görülüyordu...»
Hadîste, abdest alınırken yıkanmayan ökçelere azab olsun bu-yurulmuştur. Abdestin, diğer uzuvları da ayni durumdadır. Hangisi yıkanmazsa ayni beddua vâriddir. Hadisin buyurulmasına neden olan hâdisede ökçeler kuru bırakıldığı ve genellikle ökçelerin yıkanması ihmal edildiği için hadiste ökçeler söz konusu edilmiştir.
Bâzı bid'at ehli, mezkûr cemâatin ökçelerinde necaset bulunduğunu ve bu nedenle Hadîste tehdit edildiklerini sanmışlar ise de bu zan tamamen yersizdir. Hadîste buyurulan tehdit cümlesinden sonra abdestin isbâğı (tastamam alınması) na âit emir, cemâatin abdest uzuvlarını iyice yıkamadıklarının ve kusurlarının bu yönden olduğuna delâlet eder.»
Hadîs'te «Ökçelere azab...» fıkrasını Sindi şöyle açıklar: Fıkradan maksad, abdest alırken ökçelerini yıkamayı ihmal eden ökçe sahihlerine azab olsun. Yahut bu kusuru işleyenlerin ökçelerine azab olsun. Bu takdirde iyi yıkanmayan ökçelerin tazîb edileceği bildirilmiş oluyor. [258]
Hadisten Çıkarılan Hükümler
El-Menhel yazan hadisten aşağıdaki hükümlerin çıkarıldığım ifâde eder:
1. Yıkanması farz olan abdest uzuvlarının her tarafının yıkanması farzdır.
2. Yıkanması farz olan abdest uzuvlarından birisinin ufak bir yeri bile yıkanmamış olursa alman abdest sahih değildir.
3. Kişi, kendisine yüklenen farzlardan bir şey ihmal ederse Cehennem azabına müstahak olur.
4. Câhili tâlim ve irşâd etmek meşrudur.
5. Âlim'in, dîne aykırı gördüğü şeyleri reddetmesi, hatta ağır söz söylemesi mâtlubtür;
EI-Menhel'debildirilen hükümlerden başka şunlar da çıkarılıyor:
6. Abdest alırken ayakları yıkamak farzdır.Çünkü eğer mes-hetmek kâfi gelseydi ökçeden bir yerin yıkanmamasından dolayı tehdit buyurulmazdı.
7. Ruhla beraber cesed de tazîb edilir.Ehl-i Sünnet'in mezhebi de budur.
Mütercim olarak bir tereddüdüm
Elimde müellifin süneninden üç nüsha vardır. Bunlardan Muhammed Fuad Abdülbakî' nin tahkiki ile basılan nüshada Hadisin râvisi Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh) gösteriliyor. Sünen-i Ebî Davud'un «İsbağu'1-Vudû» bâbmda-ki râvî yine İbn-i Ömer' dir. Kenarında Sindi haşiyesi bulunan nüshamızda yine Abdullah bin Ömer' den rivayet yapılıyor. Sindi haşiyesinde ise Abdullah bin Amr geçiyor. Kenarında Miftahü'1-Hâce. haşiyesi bulunan nüshada ve kenarındaki haşiyede Abdullah bin Amr diye yazılıdır.
«Ökçelere azâb olsun» mealindeki. Buhâri ve Müslim'de bulunan rivayetler içinde Abdullah biiı Ömer'e dayanan bir rivayete rastlamadım. Fakat Abdullah bin, Amr'e dayanan müteaddit rivayetler bulunur. Elimdeki Tirmizî nüshası da Buhâri ve Müslim gibidir. Hadîs'in Ebû Hüreyre, Abdullah bin Amr, Âişe, Câbir.bin Abdillah, Abdullah bin El-Hâris, Muaykıb, Hâlid bin El-Velid, Amr bin El-As, Şuran-bil bin Hasana ve Yezid bin Ebi Süfyan (Radıyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğini beyan ederken, Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh) 'den bahsetmez. Ancak Tirmizî şerhi Tuhf e yazarı, İbn-i Ebî Şeybe' nin îbn-i Ömer' den Hadisi tahriç ettiğini yazar. Acaba müellifimiz, Ibn-i Amr' dan ve İbn-i Ömer' den de tahriç etmiş, yoksa îbn-i Ömer'in yazılışı bir matbaa hatası mıdır? [259]
Hadisi Rivayet Edenler
Müslim ve Beyhaki, müteaddit yollarla Hadisi bu metinle, bir de (454 nolu) metin halinde tahriç etmişlerdir. Buharı, Nesâi ve bir rivayetinde Müslim, Yûsuf b i n Mâhik'in Abdullah bin Amr' den şu mealdeki metni rivayet etmişlerdir:
«Bir yolculuğumuzda Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizden geride kalmış idi. İkindi namazı vakti girdikten sonra bize yetiştiğinde.abdest almakla meşgul idik. Çarçabuk abdestimizi bitirem diye ayaklarımızı meshetmeye giriştik. Bunun üzerine Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ateşten azab olsun (abdestte yıkanmayan) ökçelere.» buyurdu.»
Tahâvî de hadisi Ahmed bin Dâvûd -El-Mekkî'den -rivayet etmiştir.
451) Âişe (Radtyallâhü anhâyden rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;
«Ateşten azab olsun (abdestte yıkanmayan) ökçelere.»
452) Ebû Seleme (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Âişe (Radıyallâhü anhâ), Abdurrahmân (bin Ebibekr-i Sıddık) . (Radıyallâhü anhümâ) yi abdest alırken gördü
— (Yâ Abdurrahmân!) Abdesti mükemmel al. Çünkü ben Resûlullah (Salallahü Aleyhi ve Sellem)'İ,
«Ateşten azab olsun (abdestte yıkanmayan) arakıybe (= topuğun üstündeki kalın sinirlere)...» buyururken işittim, dedi." [260]
İzahı
Hz.Âişe'nin hadîsi Müslim'de müteaddit senedler-le Salim Mevla Şeddâ d 'dan rivayet edilmiştir. Yalnız oradaki rivayette «Arâkıyb = ökçeler üstündeki kalın sinirler» kelimesi yerine (451 nolu hadîste olduğu gibi «A'kaab — ökçeler» kelimesi bulunur. Oradaki râvi Salim M evlâ Şeddâd şöyle söylemiştir:
Sa'd bin Ebi Vakkâs (Radıyallâhü anh)'ın vefat ettiği gün ben Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân (Ra-dıyallü anhümâ) ile beraber Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın evine vardık. Abdurrahmân içeri girerek, (kardeşi olan) Hz. Âişe' nin yanında abdest aldı.Bunun üzerine Âişe:
— Yâ Abdurrahmân abdestini isbâğ et ( iyi al). Çünkü ben Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i «Ateşten azab olsun (abdest-te yıkanmayan) Ökçelere...» buyururken işittim, dedi.»
453) Ebû Hüreyre (Radtyall&hü anh)'âen rivayet edildiğine göre Reşylullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : «Âteşten azab olsun (abdestte yıkanmayan) ökçelere...»" [261]
İzahı
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizi de ayni metinle rivayet ederek, hasen ve sahih olduğunu belirtir ve Hadis, ayaklar mest içinde değil iken üzerine meshetmenin caiz olmadığına delâlet eder, demektir.Ti rmizi'nin şerhi Tuhfe yazarı da:«Çünkü eğer ayakları meshetmek kâfi gelseydi, ökçelerini yıkamayanlara Resülullah azab ile bed duâ etmezdi.Ebü Hüreyre' nin hadîsini Buhâri, Müslim, Nesâî ve İbn-i Mâceh de rivayet etmiştir.» der.
Müslim'in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den bir rivayeti şöyledir:
«Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ökçelerini yıkamamış bir adam görerek:
«Ateşten azab olsun( abdestte yıkanmamış) ökçelere...» buyurmuştur.
454) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)'den:
Şöyle söylemiştir: Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i, «Ateşten azab olsun (abdestte yıkanmamış) ökçeler Üzerindeki kalın sinirlere...» buyururken işittim, demiştir.[262]
Tirmizi 'nin şerhi Tuhfe'de beyân edildiğine göre Câbir bin Âbdillah'ın Hadîs'ini İbn'i Ebi Şeyb e ve Tahavi de tahriç etmişlerdir.
455) Hâlid bin El-Velîd, Yezîd bin Ebî Süfyan, Şürahbîl bin Hasana ve Amr bin El-Âs (Radtyallâhü ahum) 'den ayrı ayrı rivayet eden Ebû Abdillah El-Eş'ârî (Radtyallâhü anh) şöyle söylemiştir:
Bu zâtlardan hepsi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şunu buyurduğunu işittiler t
Ab d esti tam olarak alınız. Ateşten azab olsun (abdestte yıkanmayan) ökçelere.Zevâid'de: İsnadı hasendir. Râvilerinde bir zayıflık bilmiyorum, denilmistir. [263]
56 — Ayakları Yıkamak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
456) Ebû Hayye [264] (Radtyallâhü anh )'den rivayet edildiğine göre
Şöyle söylemiştir:
Ben, Ali (Radıyallâhü anh)'ı abdest alıp ayaklarını topukları (aşık kemikleri) ile beraber yıkarken ve (abdestini tamamladıktan) sonra:
«Ben, Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdestini size göstermek istedim.» derken gördüm." [265]
İzahı
Hadîs, abdestte ayaklan yıkamanın gereğine delâlet eder. Sindî diyor ki, Şiiler abdestte ayakları meshetmenin gereğini ve yıkamanın gereksiz olduğunu iddia ederler. Hadis, onların iddialarını açık ve seçik bir şekilde reddeder. Hele Hadis'in Hz. A1i' ye ait oluşu ayrı bir önem taşır. Şiîler '4n Hz.A1i'ye bağlılıklarını göz önünde tutan musannifin bu babı Hz. Ali nin Hadîsi ile açması çok isabetli olmuştur, Ashnda abdest alınırken ayakları yıkamanın gereğini isbatlayan hadîsler çoktur. Nevevî gibi muhakkik âlimler: Peygamber'in muhtelif yerlerde ve çeşitli şekillerde almış olduğu abdest türlerini tarif edenlerin hepsi ayakların yıkanması gereği hususunda ittifak etmişlerdir/derler.
Hadis,Tirmizi,Nesâi ve Ebü Dâvûd tarafından da tahriç edilmiştir.Tirmizi,Hadîs için müteaddit sened-ler zikrederek hasen - sahîh olduğunu da kaydetmiştir.
Ebû Dâvûd'un Süneninin «Peygamberin Abdestinin Sıfatı» babında Peygamber'in abdestini tarif eden Hz. Osman (Radıyallâhü anh)'m hadisini açıklayan El-Menhel yazarı ayakları yıkamakla ilgili olarak ezcümle şunları söyler:
«Hz. Osman'm Hadîsi abdestte ayaklan yıkamanın meşruluğuna delâlet eder. Ayakları yıkamak hususunda ihtilâf vardır.
Dört mezheb imamı ve bunlardan başka, ehl-i sünnet mezhebine mensup bütün âlimler ayakları yıkamanın gereğine hükmetmişlerdir. Delilleri de bu bâbta rivayet olunan hadîsler ve abdest hakkında inen Mâide sûresinin 6'ncı âyetindeki:
Başınıza meshediniz ve ayaklarınızı datopuklarınızla beraber yıkayınız...» nazm-i celîlidir. Âyetteki kelimesi mansup (üstünlü) ve mecrûr (esreli) olarak okunmuştur. Her iki okuyuş, kıraat-ı seb'a (yedi kıraat) dandır. Her iki kıraat halinde, bu kelime «ruûs» kelimesine atfedilmekle meshetme mânâsını ve yıkanan «vu-cûh» veya eydiye» kelimelerine atfedilmekle yıkama mânâsını ifade edeceği hususunda Lügat âlimleri ittifak halindedirler. Bu duruma göre; şu üç mânâdan birisi kasdedilmiş denilebilir. Başka bir ihtimal yoktur.
1. Yıkama ve meshetme birlikte muraddır. Yâni kişi abdest alırken ayaklarını hem meshedecek hem de yıkayacaktır.Zahiriye mezhebine mensup bâzı âlimler böyle demişlerdi.Ama hiç bir sağ-lam_de_tşrememişlerdir ve görüşleri icmaa muhalif olduğundan tutarsızdır.
2. Yıkamak ve meshetmekten birisinin yapılması kâfidir.Kişi isterse mesheder, isterse yıkar.Hasan-ı Basri, Muhammed bin Cerîr ve Mutezi1e'nin başkanı El-Cu-bâi böyle söylemişlerdir.Bu görüş de tutarsızdır. Çünkü âyette muhayyerlik geçmez ve buna delâlet eden bir işaret de yoktur.
3. Yıkamak ve meshetmekten birisi kasdedilmiştir. Hangisi kas-dedilmiş ise onu yapmak zorunludur. Diğerini yapmak öngörülmemiştir. Bunlardan hangisinin kasdedilmiş olduğunu belirlemek için delile ihtiyaç vardır. Bütün âlimler: Ayaklarını yıkayan kişi farz olanı yapmış, âyetle kasdedileni ifa etmiş ve ayrıca ayaklarını mes-hetmediği için kınanmaz, demekte ittifak etmişlerdir. Bu ittifak, âyet ile kasdedilen mânânın ayaklan yıkamak olduğunun delilidir. Keza kasdedilen mânânın yıkamak veya meshetmek olması muhtemel olunca âyet'in bu cümlesi mücmel hükmünde kabul edilerek beyâna muhtaç olur. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından kavli veya fi'lî bir beyan görülünce Allah Teâlâ'nın maksadı anlaşılır. Âyet ile ayakların yıkanmasının murad olduğu, Pey-gamber'in hem kavli hem fi'li beyanı ile sabittir. Fi'lî beyânı şudur: Müstefîz ve mütevatir nakille sabit olmuştur ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest alırken ayaklarını yıkamıştır. Bu hususta imamlar arasında her hangi bir ihtilâf yoktur. Kavli beyânı ise Tahavi ve îbn-i Mâceh'in rivayet ettikleri (454 nolu) Câbir'in hadîsi, Nesâi, İbn-i Huzeyme, Ebû Dâvûd ve îbn-i Mâceh'in rivayet ettikleri (422 nolu) Ab-dullah bin Amr'in hadîsi, Şâfii'nin kendi müsnedin-de rivayet ettiği:
«Abdest alan a'ma bir adama, Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem); Ayağın altına dikkat et» buyurdu. Bunun üzerine a'ma ayağının altını iyice yıkamaya başladı.» mealindeki hadis ve Beyha-kî' nin rivayet edip sahih olduğunu belirttiği Amr bin Abese(Radıyallâhü anh)'m Peygamber'in abdest şeklinin tarifine dâir hadisinin şu ricaldeki fıkrasıdr:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İki ayağını da topukları İle beraber Allah'ın O'na emrettiği gibi yıkadı.» Beyhaki:
Bu hadîs, Allah'ın, ayakları yıkamayı emrettiğine delâlet eder, demiştir.
Şii1er'in îmamiye kolu, ayakları meshetmenin farz olduğunu söylemişler ise de onların iddiası reddedilmiştir. (EI-Menhel, onların delillerini cevabları ile beraber zikretmiştir. Bu husus uzun sürdüğü ve anlatılmasına gerek olmadığı kanısında olduğum için buraya aktarmadan.)
Nevevi demiştir ki: -Bütün ülkelerde ve devirlerde yetişmiş olan ve fetvaya yetkili fıkıhçıların hepsi abdest alınırken ayakları topuklarla beraber yıkamak farzdır, ayakları meshetmek kâfi değildir, ayakları yıkarken bunları ayrıca meshetmek vâcib değildir, demişlerdir. İcmâın oluşması hususunda muteber olan hiç bir âlimden buna muhalif bir fetva sabit olmamıştır.»
Ehl-i Sünnet âlimlerine göre abdest âyetindeki;
kelimesi mansüb (üstünlü) okunduğunda yıkanması emrolunan yüz veya ellere atfedilmekle ayakları yıkama hükmü açıktır. Bu kelime mecrûr (esreli) okunduğunda hüküm aynidir. Ruûs kelimesinin yanında bulunduğu için bu kelime de mecrûr okunmuştur. Bu tür harekelemeye *cerr-i civar = komşuluk esresi, denir. Bu komşuluğun faydası ise yıkanmasında fuzûli su harcanması beklenen ayakları yıkarken su israfından kaçmmaya dikkatleri çekmek ve meshe yakın bir yıkamanın uygunluğuna işaret etmektir. Sindi, Zemahşerî' nin böyle dediğini naklettikten sonra: Âyette yıkanması farz olan yüz ve kollar zikredildikten sonra başın meshinden bahsedilir ve bundan sonra da ayakların yıkanması emredilir. Kolların yıkanması ile ayakların yıkanması arasında başın meshinden bahsedilmesinin hikmeti, abdest uzuvları arasında tertibe riâyet etmenin önemine işaret etmektir. Bir de Zemahşerî'nin dediği gibi ayakları yıkarken suda israf etmemektir.
Âyetteki 'ErcüT kelimesinin mecrûr ve mensûb okunması hususunda âlimlerin bir kısmı şöyle de yorum yapmak mümkündür, demişlerdir : Mecrûr okunup meshetme mânâsı, ayağında mest bulunan kintse hakkındadır. Mansûb okunup yıkama mânâsı ise; ayağında mest olmayan kimse hakkındadır.
Bütün bu yorumlardan başka şu da vardır ki: Mesh kelimesi arap dilinde yıkamak anlamına da kullanılır. Abdest alan kişi için uzuvlarını meshetti (yâni yıkadı) deniliyor.
Sindi diyor ki, âlimler âyet'i, başka şekillerde de yorumlamışlardır. Biz anlattığımız cerr-i civar yorumu ile yetinelim.»
457) El-Mikdâm bin Madîkerib (Radıyallâhü awA)'den : Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldı ve (abdest alırken) ayaklarını üçer defa yıkadı.[266]
458) Er-Rübeyyî (Bint-i Muavviz) (Radtyallâkü
Şöyle söylemiştir: İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ), bana gelerek şu hadîsi (mi) sordu: Er-Rubeyyî, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest alırken ayaklarını (üçer defa) yıkadığını anlatan (390 noluî hadîsini kasteder. (Hadis îbn-i Abbâs'a anlatıldıktan) sonra İbn-i Abbâs:
Gerçekten herkes (ayaklan) yıkamaktan başka bir şeye 1 = meshetmeye) rıza göstermez. Hal böyle iken ben Kitabulahla yalnız (ayakları) meshetmeyi buluyorum,dedi.Zevâid'de Hadîs'in isnadı hasendir, denilmiştir. [267]
İzahı
Sindi,diyor ki: İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh), Re-sûl-i Ekrem(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ayaklarım yıkadığım Er-Rubeyyî (Radıyallâhü anhâ)'den işitince, vardığı neticeyi belirtmek maksadı ile bu sözü söylemiş olabilir. Yani ResûH Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ayaklarını yıkadığı sabit olduğu için insanlar (sahâbiler) yıkamak hükmünde ittifak etmişlerdir. Eğer bundan olmazsa Kur'an-ı Kerim'in zahirine göre meshetme hükmü vardır, demek istemiş olur. îbn-i Abbas'in «İnsanlar» sözü ile sahâbîler kasdedilmiştir. Çünkü o zaman orada sahâbîlerden başka kimse yoktu. Sahâbîlerin icmâı, ittifakla hüccettir. Şu halde sünnet ve ümmetin icmâı ve yıkamak hükmü sabittir. Dolayısıyla hak ve doğru olanı da budur. Kur'an âyetini buna göre yorumlamak gerekir.
îbn-i Abbâs'ın «... Kitabullah'ta yalnız meshetmeyi buluyorum.» demesinin sebebi; âyetteki *Ercül* kelimesinin *Ruûs" kelimesinin yanında olması ve ikisinin mecrûr okunması halinde zahiren ayaklar baş hükmüne tâbi görülür. Çünkü cerr-i civarî durumu arap dilinde nadiren bulunur. Ercûl. kelimesinin mensûb okunmasına âit kıraat şeklini îbn-i Abbâs duymamış ve bunun için bu sözü söylemiş olması da muhtemeldir.
456 nolu hadisin açıklaması bahsinde bâzı malûmatı naklettiğim El-Menhel yazarı aynı bâbta El-Hâfız îbnü Hacer' den naklen şöyle der:
«El-Hâfız îbnü Hacer'in El-Fetih'te: Ayakları yıkamaya muhalif herhangi bir hüküm hiç bir sahâbi'den sabit olmamıştır. Yalnız Ali, îbn-i Abbâs ve Enes (Radıyallâhü anhüm)'den meshetme hükmü duyulmuş ise de bunların da meshetme hükmünden rücü ederek yıkamanın gereğini söyledikleri sabittir. Abdurrahman bin Ebi Leyla: «Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ashabı, ayakları yıkama hükmün-' de icmâ etmiştir, diye Saîd bin Mansûr' dan rivayet vardır, der. Tahavi ve tbn-i Hazm ise meshin mensûh olduğunu iddia etmişlerdir.»
Miftâhü'l Hace yazarı ise îbn-i Abbâs'ın Er-Rubey-y İ' e cevap olarak söylediği söz ile ilgili olarak şöyle der :
«îbn-i Abbâs, sahâbîlerin cumhuruna muhalif bir hüküm beyân etmek istemiştir. Bu, söz bir mezhebtir. îbn-i Abbâs tek kalmıştır. El-Hâfız îbn-i Hacer, Fethü'1-BârT-de îbn-i Abbâs'ın bundan rücû ettiği sabittir, demiştir.»
Buhârİ ve Müslim de Ayakları Yıkama başlığı altında açılan bâbta ayakları yıkamanın gerekliliğini ve meshin kifayet etmediğini ispatlayan sahih hadîsleri nakletmişlerdir. [268]
57 — Allah Tealâ'nın Emri Üzerine Abdest Almak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
459) Cami' bin Şeddâd Ebû Sahra (Radtyallâku ank)'den rivayet edildiğine göre:
Kendisi: «Ben, Humrâ'nın Ebû Bürde'ye mescidde hadîs naklederken: Osman bin Affan (Radıyallâhü anhümJ'den şöyle söylerken işittim, dediğini, duydum:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem: «Kim Allah'ın emrettiği gibi abdestini tam alırsa (böyle abdestlerle kıldığı) farz namazlar, aralarındaki (küçük) günahlara keffaret olur.» buyurmuştur."(*)
1. Cami' bin Şeddâd Ebû Sahra El-Kûh El-Muharibi üstün şahsiyetlerdendir. Târik bin Abdillah, Safvân bin Muhriz, Ebû JBürde bin Mûsâ, Abdurrah-man En-Nahâi ve başka zatlardan hadîs rivayet etmiştir. Râvileri İse El-A'msş, Es-Sevrl, ŞuTıe ve bir çok kimsedir. En-Nesâî, îbn-i Muîn, Ebû Hatim. El-İclî vs Yâkııb bin Sûfyan onun sıka olduğunu belirtmişlerdir. 127 ve 128'ncİ yılı vefat etmiştir. (El-Menhel Cüz 2, Sah. 214)
2. Humrân bin Eban Hz. Osman'ın azadlısıdır. Ebû Bekr'in devrine yetişmiştir. Osman, Muâviye ve Abdullah bin Ömer (R.A.)'den rivayet etmiştir. Hâvileri ise. Urve bin Zübeyr, Hasan-ı Basrl, Atâ bin Yezid, Nâfi' Mevlâ İbn-i Ömer, Zeyd bin Eşlem ve başkalarıdır. İbn-i Muin, onu Medine'nin hadlsçi tabiîleri arasında zikretmiştir. îbn-i Hibbân sikalardan saymıştır. îbn-i Abdi'I-Ber de onun büyük bir âlim olduğunu söylemiştir. Basra'da yerleşerek oralı halk ondan hadîs almıştır. (El-Menhel cüz 2, Sahife 2)
3. Ebû Bürde bin Ebi Musa'nın adı El-Hâris veya Âmir bin Abdillah'tır. Küfe kadısı ve fıkıhçılarındandır. Ali. Abdullah bin Selâm, Urve bin Zübeyr ve Huzey-fe'den rivayet etmiş, râvileri de Şâ'bİ, Sabit El-Bennânî, Katâde ve Ebû Ishaktır. İbn-İ Sa'd, El-İclî ve İbn-İ Habbân onu sikalardan saymışlardır. 104 veya 103'üncü yılı vefat etmiştir. [269]
İzahı
Miftahü'1-Hâce.yazarı: Hadîs'in «Allah'ın emrettiği gibi» ifadesi ile abdest âyeti (Mâide sûresinin 6'ncı âyeti) ne işaret edilmiştir, der. Âyette yüz, kollar ve ayakların yıkanması ve başın meshi emredildiğine göre bunu yapan kimse abdestini tam almış olur. Müs1im'in Taharet Kitabının 4'üncü babında rivayet edilen bu hadîsi ve benzeri hadîsleri açıklayan Nevevi der ki:
«Bu rivayette nefîs bir fayda vardır. Çünkü, abdestin yalnız farzlarını yapıp sünnetlerini ve müstahablarını yapmayan kimseye, bu hadîs'te anılan faziletin bulunduğuna delâlet eder. Sünnetleri ve müstahabları da îfa eden kimsenin kavuşacağı faziletin daha mükemmel ve üstün olacağı gayet tabiîdir.
Kadı Iyâz: Ehl-i Sünnet mezhebine göre büyük günahlar ancak samimî tevbe ile veyahut ilâhî rahmetle afv edilir. Allah'ın emrettiği gibi abdest alarak farz namazlarını eda eden kimsenin namazlar arasında işlediği günahların mağfiretinden maksad küçük günahların mağfiretidir, der."
460) Rifâa bin Râfi (bin Mâlik) (Radtyallâhü onA/den rivayet edildiğine göre :
Kendisi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında oturuyor iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem:
«Yüzünü ve dirseklerle beraber kollarını yıkayarak, başını mes-hederek ve topuklarla beraber ayaklarını yıkamak suretiyle Allah in emrettiği gibi abdestini isbağ etmedikçe (= tam almadıkça) hiç kimsenin namazı şüphesiz tam olamaz.» buyurdu." [270]
İzahı
Sindi diyor ki: Hadisteki isbağdan maksad, abdestin sünnetlerine ve âdabına riâyet etmek değildir.Çünkü «Allah'ın emrettiği gibi. ifâdesi buna mânidir. (Zira abdest âyetinde sünnetlerden ve âdabtan bahsedilmemiştir.) Hadîsin:
«Yüzünü ve dirseklerle beraber kollarını... yıkamak suretiyle» kısmı isbağın açıklamasıdır. (Abdest âyetinde de bu uzuvlardan bahsedilir.)
Hadisteki: «..,ve ayaklarını... lafzı, abdest âyetindeki: ve ayaklarınızı... nazm-i celil gibi, (cümle içindeki yeri itibari ile ve arap* dili gremerine göre) ayakları yıkamak mânâsına veya, meshetmek mânâsına yorumlamak mümkündür. Fakat harici detfflearte bnmı yıkamak mânâsına yorumlamak zorun] uğu mevcuttur.[271]
58 — Abdestten Sonra Su Serpmek Hakkında Gelen (Hadisleri Babı
461) El-Hakem b. Siifyân Es-Sakafi (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre:
Kendisi, Resûlullah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem)'i abdest aldıktan sonra bir avuç su alarak ön avretine serperken görmüştür." [272]
İzahı
Hadisin mânâsı: Besûlullah
Bu hadîsin senedinde Said bin Meysere El-Basri vardır.Buhari, onun hadislerini münkar saymış, İbn-i Hibban da onun mevzu hadîsler rivayet ettiğini söylemiştir. Hadîs sahih olsa bile onda kurulamanın yasaknğı yoktur. Netice itibarı ile Enes(Radıyallâhü anh) kurulamayı sabit görmemiştir. Onun sabit görmemesi yasaklamayı gerektirmez. [285]
Kurulamayı Mubah Görenler
Osman bin AIfâar, H&sss bin Ali, Enes bin Mâlik, Hasan-i Basrî, Ebû Hanife, Mâlik ve Ahmed (Radıyallâhü anhüm) gerek abdestten ve gerekse gusülden sonra kurulamayı mubah görmüşlerdir. Onların delilleri İbn-i Mâceh'in çıkardığı Selmân-i Farisi'nin (468 nolu) hadîsi ve Tirmizi'nin rivayet ederek pek kuvvetli olmadığını beyan ettiği şu mealdeki Âişe'nin hadîsidir:
«Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir peşkiri var idi. Abdestten sonra onunla kurulanır idi.»
Yukarda beyan edilen hadîslerin benzerleri de rivayet edilmiş ise de onlarm da zayıf olduğu belirtilmiştir. Ancak hadîslerin çokluğundan bir kuvvet meydana gelir.
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) ise kurulamak abdest-te mekruh olup gusülde mekruh değildir, demiştir. [286]
Şâfiîlerin Görüşü
Şafii âlimlerin kurulamak hakkındaki kavillerine gelince; en meşhur kavle göre kurulamayı yapmamak müstahabtır.Bunu yapmanın mubah olduğunu söyleyenler olduğu gibi mekruh görenler de vardır. Dördüncü bir kavle göre kirleri giderici olduğu için kurulamak müstahabtır. Beşinci kavle göre yazın mekruh, kışın müstahabtır.
Şâfiîler'den Nevevî der ki bu kaviller, kurulamaya ihtiyaç duyulmamak haline aittir. Şayet üşütme veya necasetin bulaşması endişesi gibi bir nedenle kurulamaya bir ihtiyaç duyulursa bunda kat'iyyen kerahet yoktur. [287]
Suyu Silkelemek
Hz. Meymûne (Radıyallâhü anh)'nin hadisinin sonunda Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gusülden sonra suyu silkelediği bildirilir. EI-Menhel yazarı bu konuda da şunu ifade eder:
'Hadîs, gusülden sonra beden üzerindeki suyu silkelemenin caizligine delâlet eder. Abdesti gusle kıyaslamak mümkündür.Çünkü abdestten sonra suyu silkelemenin yasakhğına dâir sahih bir şey vâ-rid olmamıştır. «Abdestten sonra ellerinizi silkelemeyiniz» mealinde rivayet olunan hadîs hakkında Îbnü's-Salâh şöyle dert «Ben bu hadisi bulamadım.Nevevi de bunun meçhul ve zayıf oithr-ğunu ifade etmiştir.» İbn-i Hibbân da bunu zayıf hadîsler arasında ve îbn-i Ebî Hatim de El-İIel'de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Bu durumda suyu silkelemeyi mubah kılan Meymûne (Radıyallâhü anhâl'mn hadisine muarız olan bir sahîh hadis yoktur.
Nevevi diyor ki «Meymûne' nin hadisi abdest ve gusülden senra suyu silkelemede bir beis olmadığına delâlet eder. Arkadaşlarımız muhtelif görüşler beyan etmişlerdir.
En meşhur görüş, silkelemeyi terketmenin müstahab oluşu ve silkelemenin mekruh olmayışıdır, ikinci görüş sîlketemenm mekruhlu-ğudur. Üçüncü görüş, yapıp yapmamanın eşitliği ve mübahhğıdır. Azhar ve Muhtar (seçkin) kavil de budur. Zira mübahhğı hakkında bu sahih hadis vârid olmuştur. Yasaklığı hususunda ise bir şey sabit görülmemiştir.»'
Hadisin râviyesi Hz. Meymûne (Radıyallâhü anhaJ'nıu hal termecesi 372 nolu hadisin izahı yapılırken anlatıldı.
468) Selmân-i Fârisî (Radtyaüâhü a»*)'den:
Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ab-dest aldıktan sonra üzerindeki yün cübbenin ters yüzü île (mübarek) yüzünü kuruladı.Zevâid'de, isnadı sahih olup râvilerinin de sıka oldukları beyan edilmekle beraber ravi Mahfûz'un, Selman'dan rivayeti üzerinde düşünmek gerekir, denmiştir. [288]
İzahı
Kurulamanın meşruluğunu söyleyenlerin delillerinden birisi de bu hadistir. Ancak Tirmizi' nin şerhi Tuhfe'de «Abdestten Sonra Mendil» babında belirtildiği gibi bir cemâat bu hadisi zayıf görmüştür. [289]
60 — Abdestten Sonra Söylenen (Duâ) Babı
469) Enes bin Mâlik (Radtyallûhü a«A)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Kim güzelce abdest alır ve abdestten sonra üç defa şunu söylerse ona cennetin 8 kapısı açılır. Onların hangisinden dilerse girer.»
«Dilimle söyler ve kalbimle tasdik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Muhammed de O'nun kulu ve resulüdür.»
Ebü'l-Hasan bin Seleme El-Kattan dedi ki: Bize İbrahim bin Nasr tahdis etti. (O da dedi ki) Bize Ebû Nâîm bu hadisin mislini tahdis
etti.Zeyd El-Ammî'nin zayıflığı nedeni ile senedin zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [290]
İzahı
Sindi diyor ki: (469 nolu) hadîsin senedinde Zeyd E1-Ammi namındaki zayıf râvînin bulunması gerekçesi ile isnadın zayıflığı Zevâid yazarı tarafından ileri sürülmüş ise de, hadîsin aslı Ömer (Radıyallâhü anh) 'in rivayeti ile sahihtir. Müslim, îbn-i Mâceh, Ebû Dâvüd ve Tirmizi, Ömer1 in rivayeti ile tahriç etmişlerdir. Tirmizî1 nin, bu rivayeti zayıf görmesine itibar edilmemiştir. Zevâid yazarının, Tirmizi' nin bu sözü ile yetinerek Sahihi Müslim'de mevcut hadisin ispatından bahsetmemesi cidden şaşılacak şeydir.»
470) Ömer bin El-Hattâb (Radtyallâhü anh)'den rivayet «dildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Her hangi bir mü si uman abdestini güzelce alır sonra = Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şübhesiz şehâdet ederim, derse mutlaka onun için cennetin 8 kapısı açılır. Bunlardan dilediğinden (cennet'e) girer.»" [291]
İzahı
Hadîste geçen «Güzelce abdest» tâbirinden maksad isbağdır. Yâni rükünleri ile beraber abdestin sünnet ve âdabına riâyet etmek ve suda israf etmemektir. Sindi Güzelüği böyle açıkladıktan sonra der ki: «Tirmizi'nin rivayetinde duanın sonunda şu parça da vardır.
= «Allah'ım! Beni çok tevbe edenlerden kıl ve beni çok temizlenenlerden eyle.»
Nevevi demiştir ki,Nesâi' nin Amelü'1-Yevm Ve'1-Leyle kitabında merfû' olarak rivayet etmiş olduğu şu duayı da eklemek müstahabtır.
«Allah'ım, senin her türlü noksanlıktan pâk ve nezih olduğuna inanırım. Senin hamdinle şahadet ederim ki senden başka ilâh yoktur. Sen teksin hiç bir ortağın yoktur. Senden mağfiret dilerim ve sana tevbe ederim.»
Hadisin «Cennefin 8 kapısı açılır.» Fıkrasına gelince bir kapı ki-şmm Cennet'e girmesi için kâfi olduğu halde, mezkûr amelin üstün değerini belirtmek ve yüceltmek için sekiz kapının açılacağı haber Ebü Dâvûd, Sünen'inde, benzer başlık altında açtığı bâb-ta, Ukbe bin Âmir' den rivayet edilen uzun metinli hadîsin sonunda Hz.Ömer' den rivayet edilen metin Müslim'de de bulunur.
El-Menhel yazan hadîsi açıklarken ezcümle şöyle der:
'Cennefin sekiz kapısının adları şöyledir:İman kapısı, Namaz kapısı, Oruç kapısı, Sadaka kapısı. Öfkesini yenenler kapısı, Razılar kapısı, Cihâd kapısı ve Tevbe kapısı.
Bir hadîse göre Cennetin Reyyân kapısından yalnız oruçlular girer. Başkası bu kapıdan giremez. Yukardaki hadise göre abdest alıp duâ okuyan kimse için (bu kapı dâhil) Cennefin sekiz kapısının açılması durumu bir çelişki arzetmez. Çünkü eğer abdest ve duayı gerçekleştiren kimse oruçluluk vasfını da taşıyorsa dileğine binâen Reyyân kapısından veya başka kapıdan girer. Şayet oruçluluk vasfını taşımıyorsa Reyyân kapısından girmek arzusunu duymaz. Veya buna muvaffak kılınmaz. Bu takdirde hadisteki muhayyerlik hikmeti ve faydası o şahsın ihraz edeceği şeref ve azameti belirtmektir.Nasıl ki Cenab-ı Allah, bütün peygamberlere Hz.Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zamanına ulaşmaları halinde O'na îman etmelerini emretmiştir.Halbuki Hz. Muhammed'in diğer peygamberlerin zamanında zuhur etmiyeceği ve hepsinden sonra gönderileceği malûm idi. Bu emir sırf peygamberimizin şerefinin açıklanması ve ilânı içindir.
Abdest tamamlandıktan sonra okunması emrolunan yukardaki duaların hepsinin peygamberimizden rivayet edilmesi sabittir. Fakat abdest alındığında her uzuv yıkanırken okunması itiyad haline getirilen dualar sabit görülmemiştir.
Müslim, Nesâî, Tirmizi ve Ebû Dâvûd abdest sonunda şahadet kelimesinin okunmasına dâir hadisi uzun ve kısa metinler halinde rivayet etmişlerdir. Müslim ve Nesâi'nin rivayetlerinde abdestten sonra iki rek'at namaz kılan ve huşu' içinde namazını tamamlayanlar için benzer mükâfat vaad edilmiştir. Bu sebeble Hanefi, Şafii. Mâliki ve Hanbeli mezheblerine göre abdestten sonra iki rek'at namaz kılmak sünnettir.'[292]
61 — Sarı Bakır (Kab) İle Abdest Almak Babı
471) Abdullah bin Zeyd (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resulul]ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) bize gelmiş idi. Biz sarı bakırdan (mamul) bir tevr'de Ona su çıkardık. Kendisi de onunla abdest aldı." [293]
İzahı
San bakır, altına benzediği için bundan mamul kabtan abdest alınması, keza gusül edilmesi caiz mi? diye bir şübhenin meydana gelmemesi için bu hususta vârid olan hadîslere ait açılan bâbta rivayet olunan mezkûr hadîs Buhâri ve Ebû Davud'un Sünen'inde de rivayet olunmuştur.
Ebû Davud'un «Sarı Bakır Kablardan Abdest Alma Babında» rivayet olunan bu hadîsin açıklamasını yaparken El-Menhel yazarı şu bilgiyi verir:
Tevr: Taş, san bakır veya başka maddeden mamul olup leğene benzeyen bir çeşit kabtır. Su içmek, yemek yemek ve abdest almak işinde kullanılır. Tevr'in, leğen olduğu da söylenmiştir. [294]
Hadîsin Fıkıh Yönü
Hadîs, abdest suyunu hazırlamak suretiyle abdest alana yardım etmenin caiz olduğuna ve rengi bakımından altına benzemekle beraber sarı bakır kabtan abdest almanın mekruh olmadığına delâlet eder. Ebû Ubey : «Buna binâen bakır vesair benzeri madenî kablardan abdest almanın câizliğine hükmedilerek halka ibâdet hususunda kolaylık sağlanmıştır.Yalnız îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'-den edilen bir" rivayete göre kendisi sarı bakır kabtan abdest almayı mekruh görmüştür, der.»
El-Aynl de «îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'den bu hususta yapılan rivayetleri naklettikten sonra: îbn-i Ömer'in bu keraheti kendisinin bakırın kokusundan hoşlanmaması anlamına yorumlamak mümkündür. Şayet fıkhı anlamdaki kerahet anlamı kasdedilmiş ise onun bunu mekruh görmesi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet edildiği sabit olan ve bunun kerâhetsiz olarak caiz olduğuna delâlet eden hadislere karşı tutarsız kalır.» demiştir.
472) Zeyneb Bint-i Cahş[295] (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Kendisinin bakır bir teknesi var idi. Kendisi t «Ben Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mübarek başını (çamaşır için bakırdan mamul) o teknede taradım, demiştir.»"
Hadisin isnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları, Zevald'de bildirili iniştir. [296]
İzahı
Miftahü'l-Hâce'nin bildirdiğine göre Ahmedde bu hadisi rivayet etmiştir.
Mıhdab: Çamaşır teknesidir. Çamaşır yıkamaktan başka işlerde de kullanılır. Bazen bu kelime her türlü kab anlamında da kullanılır. Bu bâbta anılan hadisler san bakır kabların abdest. gusül ve diğer işlerde kullanılabileceğine delâlet eder.
473) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh):
Şöyle söylemiştir: Şübhesiz Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), tevr'den (sarı bakır kabtan) abdest aldı." [297]
62 — Uyumaktan Dolayı Abdest Almak Babı
474) Aişe {Radtyallâhü anhâ)'den : Şöyle söylemiştir: 'Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)buyurdu: Hatta horlardı. Sonra kalkarak abdest almaksızın namaz kılardı.'
Tanâfisî dedi ki Vekî' şöyle söylemiştir:
Âişe, Resûl-i Ekrem'in secde halinde iken uyuduğunu... kasdetmişttr."
475) Abdullah (İbn-i Mes'ûd)[298] (Radtyallâhü anh)'den: Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şübhesiz uyudu. Hatta horladı. Sonra kalkıp namaz kıldı.[299]
476) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'âen: Şöyle söylemiştir: Nebî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in o uykusu, kendisi oturur iken olmuştur."
(îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) şunu demek istemiştir: Resûl-i Ekrem'in uyuyup horladıktan sonra kalktığında abdest almaksızın namaz kıldığına dâir hadîste söz konusu edilen uykusu O, oturmuş halde iken vuku bulmuştur.[300]Zevâid'de Hâvilerden Hüreys zayıf olduğu için hadisin isnadı zayıftır. Ebû Dâvûd ve Tirmizî de İbn-i Abbâs'ın bu hadîsini başka senedlerle ve başka metin halinde rivayet etmişlerdir, denilmiştir.
Sindî'de : Ben derim ki Ebû Dâvûd bu hadîsi hem isnad hem de mânâ yönlerinden zayıf görmüştür, diyor.
477) Ali bin Ebî Tâlib (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Uyanıklık mak'adın bağıdır. Bu sebeble uyuyan kimse abdest alsın.»"
478) Safvân[301] bin Assâl (El-Müradî El-Cemelî) (Radtyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resûlullah tSallallahü Aleyhi ve Sellem), mestlerimizi üç güne kadar büyük abdest bozmak, küçük abdest bozmak ve uyku uyumak nedenleri ile çıkarmamızı, fakat cünüblük halinden dolayı çıkarmamızı emretti." [302]
Hadîslerin İzahı
Bu bâbta geçen ilk iki hadis'e göre Resûl-i Ekrem'in horlayıncaya kadar uyuduktan sonra kalkıp namaz kılmış, ve uykudan dolayı abdestini tazelememiştir. Üçüncü hadiste İbp-i Abbâs Peyganv ber'in bu uykusunun oturarak vuku bulduğunu ifade etmiştir. İlk hadisin râvilerinden Veki'in beyânına göre Peygamber'in söz konusu uykusu secdede iken meydana gelirdi.
Sindî bu konu ile ilgili olarak şöyle der:
Sahih hadislerde acıkca belirtildiği gibi Peygamber'in uyku halinde gözü uyurdu. Fakat kalbi uyumazdı. Bu sebeble uykusu ab-destini _bozrnaz. Çünkü uykunun abdesti bozmasının sebebi uyuyan kişinin farkına varmadan yellenmiş olması endişesi ve ihtimalidir. Kalbi uyumayan kimse için bu durum söz konusu değildir. Yâni m ak'ad m d an bir şey çıktığı takdirde kalbi uyanık olduğu için farkına varır. Peygamber'in uykudan sonra abdest almaksızın namaz kılmasının sebebi bu olunca ne şekilde uyumuş olursa olsun netice değişmez. Yâni ister secdede iken, ister otururken veya yatarken uyumasının hükmü aynıdır.Dolayısıyla İbn-i Abbâs'in üçüncü hadiste «... Kendisi otururmuş halde İken sözüne ve Veki'in birinci hadîsi yorumlarken «Secde halinde iken...» ifadesine hacet yoktur. Aslında Peygamber'in uykusu ile ilgili hadisleri bu bâbta zikretmek uygun değildir. Ancak Peygamberler içerisinden O'nun uyku ile abdestinin bozulmadığı hükmünü açıklamak ve özel durumunu belirtmekle beraber bu hadîsleri nakletmek yerinde olur.
Dördüncü ve beşinci hadîs ise uykunun abdesti bozduğuna delâlet eder. [303]
Uyku Hakkında Âlimlerin Görüşleri
1. Uyku hiç bir surette abdesti bozmaz. Ebû Musa E1-Eş'âri, Said bin Eî-Müseyyeb, Ebû Miclez, Hümeyd bin Abdirrahman, El-A'rac, Evzâİ ve Şia mezhebine mensup âlimlerin görüşü budur.
2. Uyku ne suretle olursa olsun abdesti bozar.Hasan-i Basri, Müzeni, Ebû Ubeyd El-Kasim bin Selâm ve îshâk bin Raheveyh böyle demişlerdir.Şafiî' nin garîb bir kavli buflur. Îbnü'l-Münzir ben de bu görüşteyim, İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre'den bu yolda rivayet vardır.
3. Çok uyku ne suretle olursa olsun abdesti bozar, az uyku ise hiç bir halde abdesti bozmaz. Zührl, Rabia, Evzâi. Mâlik ve bir rivayete göre Ahmed'in mezhebi budur.
4. Rükû', secde, kıyam ve kıraat gibi namazın içindeki durumlardan birisi üzerine meydana gelen uyku abdesti bozmaz. Bu durumlar ve haller namazın içinde olsun dışında olsun hüküm- aynıdır.
Fakat namazın içinde bulunmayan durumlar üzerinde vuku bulan uyku abdesti bozar. Meselâ; sırt üstü yatarak veya bir şeye dayanarak uyuyan kişinin abdesti bozulur.Ebû Hanîfe ve Dâvûd-i Zahirî' nin mezhebi budur. Şafii' den garîb bir kavil olarak bu görüş rivayet edilmiştir.
5. Uyku yalnız rükû' sücûd halinde ise abdesti bozar, aksi takdirde bozmaz. Bu kavil Ahmed'den rivayet edilmiştir.
6. Yalnız secde halindeki uyku abdesti bozar, başka türlü uyku abdesti bozmaz.Bâzı âlimler böyle demişler. Ah med'den de böyle bir rivayet vardır.En-Neyl yazarı E1-Bahr'e atfen verdiği malûmata göre Zeyd bin Ali ve Ebû Hanîfe' nin böyle söyledikleri rivayet olunmuştur.
7. Oturarak veya mak'adını yere yerleştirerek uyuyan bir kimsenin abdesti bozulmaz. Bu hususta az uyumak ile çok uyumak arasında bir fark yoktur. Keza namaz içinde ve namaz dışında olmanın bir ayırımı yoktur. Başka türlü uyku abdesti bozar. Şafiî mezhebi budur.
Ebû Davud'un süneninde, burada olduğu gibi uykudan dolayı abdest almak başlığı altında açtığı bâbtaki hadîsleri El-Men-hel yazarı açıklarken yukardaki görüşleri delilleri ile beraber zikretmiş ve gösterilen delillere verilen cevabları da kaydetmiştir. Daha sonra kendi görüşünü şu cümlelerle ifâde etmiştir .-
«Yukarda geçen görüşleri, delilleri ve delillere vakî itirazları tetkik ettiğin zaman son mezhebin en kuvvetli ve tercihe şâyân olduğunu görürsün. Çünkü delilleri çoktur. Ve bu konuda mevcut bütün delillerin işlerliği bu görüşle sabit olur.»
EI-Menhel yazarı, Nevevi'den şunu nakleder:
«Şafiî mezhebine göre oturarak ve mak'adını iyice yere yerleştirerek uyuyan kişinin abdesti bozulmaz.Şâfii'ye göre uyku bizatihi abdesti bozmaz. Ancak uyku mak'addan yelin çıkmasına delildir. Şafiî' nin bu sözünün delili Hz. Ali' nin (477 nolu) hadîsi ve Hz.Muâviye'nin hadîsidir. Bence konu hakkında beyan, edilen görüşlerin en isabetlisi budur. Çünkü ancak bu görüşle mevcut delillerin arası bulunur.»
107EI-Menhel yazarının burada Nevevî'den naklettiği parça iki üç sahifeyi doldurur uzunlukta olduğu için buraya aktarmadık. Arzu edenler bu yere müracaat etsinler.[304] EI-Menhel yazarı daha sonra şöyle söyler:
«Yukarda geçen tafsilat ve uykunun abdesti bozup bozmaması hususunda âlimler arasındaki mezkûr ihtilâf ümmetin uykusu hakkındadır. Resûl-i Ekrem hakkında değildir. Çünkü sahih hadîslerle sabit olduğu gibi O'nun uykusu ne şekilde olursa Olsun abdesti bozmaz. Âlimler burada ittifak etmişlerdir. O hüküm O'nun özellikle-rindendir.»
Bu bâbta geçen ve Resûl-i Ekrem'in uyuyup horladıktan sonra kalkıp abdest almaksızın namaz kıldığını beyan eden ilk üç hadisten çıkan hüküm Peygamber'in bir özelliğine ait olduğu cihetle bunun hakkında bir şey söylemeye gerek görmüyorum.Hz.Ali' den rivayet olunan (477 nolu) hadîs'e gelince, bu hadîste geçen kelimelerden :
Ayn : göz manasınadır. Burada uyanıklık halinden kinayedir.
Vikâ : Kırba, kese ve benzerinin ağzını bağlamak işinde kullanılan bağdır.
Seh: Kalça anlamındadır. Burada mak'ad anlamı kasdedilmiştir.
Hadisin ilk cümlesi «Uyanıklık mak'adın bağıdır.» şeklinde ter-ceme edildi. Yâni kırba'nm ağzına bağlanan bağ nasıl kırbanın içindeki maddenin dışarıya çıkmasına engel oluyor ise uyanıklık hâli de mak'adden yelin istek dışı çıkmasına engel olur. İnsan uyanık olduğu sürece mak'adı bir bağ ile bağlanmış gibidir. Ondan bir şey çıkmaz. Şayet çıkarsa sahibi duyar. Kişi uyuyunca bu bağ çözülür. Ve bunun içindir ki uyku abdesti bozar. Çünkü uyku halinde mak'adden bir şeyin çıkması muhtemeldir.
Uykunun her türü, az olsun çok olsun abdesti bozar diyenler bu hadîsi delîl göstermiş ise de red edilmiştir. Çünkü İbn-i Ebi Hatim Ebü Zür'a' dan El-İlel ve EI-MerâsîI kitablarmda îbn-i Âiz'in Ali' den olan rivayetinin mürsel olduğunu nak-letmiştir.E1-Ayni de : Bu hadis iki yönden malûldür. Birinci yön münkati olmasıdır. İkinci yön senedindeki râvi Bakıyye'nin E1-Vadin'den rivayetinin sıhhati hakkında bâzı itirazların olmasıdır.Hadîsin sıhhati kabul edildiği takdirde de diğer hadislere ters düşmemesi için bu hadis mak'adı iyice yere yerleşmemiş olarak ve iyice uyuyan kimse hakkındadır, diye yorumlanır, demiştir.
Hattâbî:Bu hadîs uykunun bizatihi abdesti bozmadığı ve mak'adden bir şeyin çıkmasına vesile olması dolayısıyla uyku ile ab-destin bozulduğunu teyid eder, demiştir.
Hadîs Resûl-i Ekrem'in, ümmetine, muhtaç oldukları dinî hususları, hatta utanılan incelikleri bile öğrettiğine ve uykunun abdesti bozduğuna delâlet eder.
Bu hadîsi Ebü Dâvûd, Ahmed, Darekutnİ, Beyhakî ve Tabarâni de rivayet etmişlerdir.
478 nolu hadiste uyku, küçük abdest ve büyük abdest bozmak ile beraber zikredildiğinden dolayı uykunun gaita ve idrar gibi abdesti bozduğuna delâlet eder. Ayrıca yolculuk halinde, kişinin üç güne kadar mest üzerine riıesh edebileceğine ve mest giymiş olan bir kimsenin
cünüp.olması halinde mestini çıkarıp ayaklarını boy abdesti meyanında yıkamasının gereğine delâlet eder.
Nevevî diyor ki:Delilik, baygınlık, içki veya başka şeyden dolayı sarhoşluk nedeniyle akim gitmesi âlimlerin ittifakı ile abdesti bozar.Uyuklamak abdesti bozmaz. Bunda da ihtilâf yoktur.Uyumuş olmanın alâmeti uykunun aklı yenmesi, göz ve diğer duyu organlarının durmasıdır.Uyuklamak ise akla galebe çalmaz, duyu organlarında gevşeme olur. Uyuklamanın en bariz alâmeti, uyukla-yanın, yanında yapılan konuşmaları duymasıdır.Yapılan konuşmayı anlamaz ise de sadece ses duyması kâfidir.Bir kimse uyudu mu, uyukladı mı diye tereddüt ederse abdest alması müstahab olur.Âlimler:Uyumuş olmanın alâmetlerinden birisi kişinin rüya görmesidir, demişlerdir.
Uykunun abdesti bozması hususunda geniş bir ayrıntılı malûmatı almak isteyenler fıkıh ki tabi arına baş vursunlar. [305]
63 — Erkeklik Uzvuna Elin Dokunmasından Dolayı Abdest Almak Babı
479) Büsre bİnt-i Safvân [306](Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Biriniz, el ile kendi erkeklik uzvuna dokunduğu zaman abdest alsın.-" [307]
İzahı
Ebû Dâvûd'un Süneninde aynı başlık, altında açılan bâbta rivayet edilen hadîsin açıklaması bahsinde El Menhel yazarı şu malûmatı vermektedir:
Hadîsin «Eliyle kendi erkeklik uzvuna dokunan» ifâdesinden mak-sad perdesiz olarak dokunmaktır. Çünkü Ebû Hüreyre' den rivayet edilen bir hadiste Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Arada perde olmaksızın eliyle kendi erkeklik uzvuna dokunan kimseye abdest almak vâcib olur.» buyurmuştur. Bu hadîsi Ahmed bin Hanbel ve îbn-i Hibbân rivayet etmişlerdir. Esasen bu fıkrada geçen -Mess» kelimesi çıplak el ile ve perdesiz olarak bir şeye dokunmaktır.
Hadîsin «Abdest alsın» emrinden maksad şer'î abdesttir. Sadece el yıkamak değildir. Çünkü Darekutni' nin rivayetinde hadîs şöyledir: «Biriniz kendi erkeklik uzvuna eliyle dokunduğu zaman namaz için alınması gereken abdesti alsın.» Yine Darekut-n İ' nin başka bir rivayetinde şu mealde bir hadis vardır: «Kendi erkeklik uzvuna eliyle dokunan abdestini iade etsin.» İade kavramı namaz abdesti için tahakkuk eder.
Hadisin zahiri, erkeklik uzvuna dokunmaktan dolayı abdestin bozulmasına delâlet eder. Ömer bin El-Hattâb, oğlu Abdullah, Ebû Hüreyre, îbn-i Abbâs, Âişe, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Atâ\ Zührî, İbnü'l-Müseyyeb, Mücâhid, Eban bin Osman, Süleyman bin Yesâr, îshâk, Mâlik, Şafiî ve Ahmed bin Hanbel (Radıyallâhü anhüm) buna hükmetmişlerdir. Onların delili mezkûr hadis ile Darekutni' nin yukarda geçen iki rivayeti ve yine Darekutnî' nin Âişe (Radıyallâhü an-hâ) 'den rivayet ettiği şu hadîstir:
"Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki, «tenasül uzuvlarına elleriyle dokunduktan sonra abdest almadan namaza duranIara veyl olsun.»" Bu hadis bir beddua mahiyetindedir. Beddua ise ancak gerekli olan bir şeyi terk etmek üzere yapılır.
(El-Menhel yazarı başka delilleri de zikretmiş ise de bu kadarını almakla yetinelim.)
El-Menhel yazarı daha sonra erkeklik uzvuna elin dokunmasıy-la abdestin bozulmadığına hükmedenlerin başında Ali, İbn-i Mes'ûd, Ammâr, Hasan-i Basrî, Habîa, Sevri, Ebû Hanîfe ve arkadaşları (Radıyallâhü anhüm) gelir. Bunların delili ise Talk bin Ali 'nin gelecek olan (483 nolu) hadîsidir. Tabarâni ve Ibn-i Hazm, Talk'm hadîsinin sahih olduğunu Tahdvide onun isnadının doğru olduğunu ve 1bnü'1-Medenî ise Ta1k'in hadisi Büsre' nin (479 nolu) hadîsinden hasen olduğunu söylemiştir. Bunların delillerinden birisi de Tahâvi'nin A1i (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği şu mânâdaki haberidir:
«Ben, burnuma veya kulağıma veya erkeklik uzvuma elimle dokunmam, arasında bir fark görmem.» Tahâvî, İbnü'1-Mes'-ûd veHuzeyfe (Radıyallâhü anhümâ)'den de benzer haber rivayet etmiştir.
Erkeklik uzvuna elin dokunmasıyla abdestin bozulmadığına hükmeden bu âlimler, abdestin bozulduğuna delâlet eder.Büsre'nin hadîsi hakkında:Bu hadîs herkesin mübtelâ olduğu yaygın bir mes'e-le hakkında da vârid olan bir âhâd hadîs'tir. Eğer sabit olmuş olsaydı meşhur hadîsler arasına geçerdi. Bunun sabit olduğu tesbit edildiği takdirde normal abdest değil, el yıkama anlamında yorumlanır. Çünkü sahâbîler taşlarla istincâ ederlerdi elleriyle tenasül uzuvlarına dokununca bilhassa yaz günlerinde elleri kirlenmiş olurdu, demişlerdir.
Bâzı âlimler de Büsre1 nin hadîsi ile Ta1k'in hadisini işler hâle getirmek için Büsre' nin hadîsindeki erkeklik uzvuna dokunmayı o yoldan idrar ve benzeri bir şeyin çıkmasına yorumlamışlardır.
Tabii bu yorum çok uzak bir te'vildir.Bu nedenle tutarsızdır. Erkeklik uzvuna dokunmakla abdestin bozulmadığına hükmedenlerin gösterdikleri en kuvvetli delil olan Ta1k'ın hadisini «Şafiî, Darekutni, Beyhakî, İbnü'l-Cevzi zayıf görmüşlerdir.Şâfiî: Biz Kays bin Talk* in kim olduğunu soruşturduk onu tanıyanı bulamadık. Bu nedenle biz onun haberini neye dayanarak kabul edebiliriz» demiştir. Ebû Hatim ve Ebû Zür'â da: Kays bin Talk, sözü delil sayılan kişilerden değildir. Onun hadîsinin sahih olduğu tesbit- edildiği takdirde de Büsre' nin hadisi ile mensuhtur. Çünkü Talk hicretin ilk yılı Mescid-i Nebevi yapılırken Peygamber'in yaama varmış, Büsre ise hicretin sekizinci yılı Mekke' nin fethedildiği yıl müslüman olmuştur. Talk mescid inşaatında Peygamberimizi ziyaret ettikten sonra kavmine dönmüş ve ondan sonra bir daha Peygamberimizin yanma geldiği sabit olmamıştır, demişlerdir. İbn-i Hibbân, Tabarâni, İbnü'l-Arabî ve El-Hâzımî de Talk'm hadîsinin mensuh olduğuna hükmedenlerdendir.
Âlimlerin bir kısmı tercih yolunu seçerek Büsre' nin hadîsini Ta1k'm hadisine tercih etmişlerdir.Çünkü Tirmizî, Darekutni. İbn-i Muin ve Ahmed gibi bir çok imam onun sıhhatına hükmetmişlerdir.Buhârî de bu konuda vârid olan en sahih hadîs Büsre' nindir, demiştir.
Telhis'te beyan edildiğine göre Beyhakî: Büsre' nin hadisini Buhârî ve Müslim tahrif etmemiş ise de bütün râ-vîlerini hüccet saymışlardır. Buhârî, Mervân bin E1-Hakemi bir kaç hadîste sıka saymıştır. Büsre' nin hadisini te'yid eden şâhidlerinin ve tariklerinin çokluğu da tercih sebebini teşkil eder. (El-Menhel yazarı bu arada şâhidleri ve tarîkleri sırayla nakletmiş ise de çok uzun olduğundan dolayı buraya aktarmadim.)
El-Menhel yazarı daha sonra abdestin bozulmadığına hükmeden Hz.Ali ve diğer sahâbîlerin sözlerine karşı abdestin bozulduğunu savunanlar şöyle demişlerdir, der:
Hz.Ali ve arkadaşlarından rivayet olunan hadîsler mevkuf eserlerdir. (Yâni Resülullah'ın buyrukları değildir.) Bu nedenle bunlar Resûlullah (Gallallahü Aleyhi ve Sellem)'e merfü olan sahih hadîslere denk tutulamazlar. «Büsr e'nin hadisi Ehâd haberidir», sözü reddedilmiştir. Çünkü Büsre' nin hadîsini 17 sahâbî rivayet etmiştir.Suyûti onu mütevatir hadîslerden saymıştır.EI-Hâkim: Sahâbîlerden ve Tabiîlerden bir cemaat bu hadisi Büsre'den rivayet etmiştir. Abdullah bin Ömer bin E1 -Hattâb, Abdullah bin Amr bin El-As, Sald bin El-Müseyyeb, Umre bint-i Abdirrahman. El-Ensârîye, Abdullah bin Ebİ Melike ve Süleyman bin Musa (Radıyallâhü anhüm) Büsre' den rivayet edenlerdendir, der.
Yukarda geçen malûmat ile erkeklik uzvuna dokunmanın abdes-ti bozduğu açıktır. Buna hükmedenlerin konu hakkındaki ayrıntılı bilgileri aşağıya alınmıştır:
1) Mâliki mezhebine göre erginlik çağına gelen kişinin perdesiz olarak kendi erkeklik uzvuna eliyle dokunması abdesti bozar. Dokunmanın kasden veya sehven olması, şehvet duyup duymaması, el ayası, kenarı, parmak uçları veya kenarları ile dokunma arasında bir fark yoktur. Fakat; tırnak ve elin tersi ile dokunma abdesti bozmaz. Mezhebin meşhur kavli budur. Perdeli olarak dokunmaya gelince, üç kavil vardır:
Meşhur kavle göre; bozmaz. Kadının kendi tenasül uzvuna dokunması ise meşhur kavle göre abdesti bozmaz. Kişinin kendi dü-bürüne elini dokundurması abdesti bozmaz.
2) Şafiî mezhebine göre elin içi ile bir insanın tenasül uzvuna perdesiz olarak dokunmak abdesti bozar. Kişinin kendi tenasül uzvuna veya başkasının tenasül uzvuna dokunması farketmez. Tenasül uzvuna dokunulan kişinin, küçük veya büyük, erkek veya kadın, diri veya ölü olması farketmez. Bir insanın dübürüne dokunmasının hükmü de aynıdır. Elin içi derken elin ayası ve parmakların iç kısmı kasdedilmiştir.
3) Hanbe1î mezhebine göre erkeklik uzvuna çıplak el ile dokunmak mutlaka abdesti bozar.Dokunanın erkek veya kadın olması, şehvetli veya şehvetsiz olması kendi tenasül uzvu veya başkasının tenasül uzvu, elin ayası veya tersi yahut da kenarı neticeyi değiştirmez.Dübürün hükmü de erkeklik uzvunun hükmüdür. Kadının kendi tenasül uzvuna dokunması da abdestini bozar.
(El-Menhel yazarı yukarıdaki ayrıntılı bilgilerini naklettiği çeşitli mezheb âlimlerinin dayandıkları delillerin bir kısmını da kas-detmiştir.Çok geniş olan bu konu hakkında özlü olarak verilmesine çalıştığımız bu bilgiyi aktarmakla yetiniyoruz.Daha geniş malûmat isteyenler fıkıh kitaplarına ve hadislerin şerhlerine müracaat edebilirler.) [308]
Hadîsin Fıkıh Yönü
Hadis erkeklik uzvuna elin dokunmasından dolayı abdestin bo zulduğuna delâlet eder. Bu konuda âlimler arasında mevcut ihtilâfı yukarda gördünüz. [309]
Hadîsi Tahriç Edenler
Mâlik, Şafii, Ahmed, Tirmizi, Ibn-i Hu-zeyme, İbn-i Hibbân, El-Hâkim. lbnü'1-Cârüd, Darekutni ve Tahâvî (Rahimehumullah).
Tirmizî ve Darekutni hadîsin sahih olduğunu da beyan etmişlerdir. El-Hâfız İbn-i Hacer Telhis'te: Hadîsin bu konuda rivayet olunan bütün hadîslerden daha sahih olduğu Buharı' den nakledilmiştir, der. Ebü Dâvûd: Ben Ahmed'e Büsre' nin hadîsi sahih değildir, dedim. Ahmed, bilâkis hadis sahihtir diye cevap verdiğini ifâde etmiştir. Yflhyâ bin Muîn, Beyhakî ve Hâzimi de sıhhatini beyân etmişlerdir. Hadîsin sıhhatma itiraz edenlerin gösterdikleri gerekçe râvî Urve'nin Mervân bin El-Hakem aracılığı ile Büsre' den rivayet etmesidir. Halbuki îbn-i Huzeyme ve birkaç imam Urve'nin doğrudan Büsre' den hadisi rivayet ettiğini kesin olarak ifâde etmişlerdir.
480) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâyden rivayet edildiğine göre Resûlullah (Snllallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Sizden birisi eliyle kendi erkeklik uzvuna dokunduğu zaman ona abdest gerekir.[310]
481) Ümmü Habîbe (Radtyallâkü anhâyûen rivayet edildiğine göre; Kendisi: Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den şöyle buyururken işittim:
«Kendi tenasül uzvuna eliyle dokunan kişi abdest alsın.[311]
Tirmizi' nin şerhi Tuhfe bu bâbta El-Telhis'ten naklen şu bilgiyi verir.Ümmü Habibe'nin hadîsini îbn-i Mâceh rivayet etmiş, El-Münteka'da beyan edildiğine göre Ahmed ve Ebû Zür'a hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. Ibnü's-Seken de ben : Bu hadiste bir illet bilmiyorum, demiştir.
482) Ebû Eyyûb (Radtyallâhü anh)'den:Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, şöyle
buyurdu:
«Kendi tenasül uzvuna eliyle dokunan kişi abdest alsın.»"
İsnadında İshâk bin ebî Ferve bulunur. Âlimler onun zayıflığı hususunda İttifak etmişlerdir. [312]
64 — Erkeklik Uzvuna Dokunma Hakkındaki Ruhsat Bâb1
Ruhsat i Arap dilinde kolaylık ve kolaylaştırmak demektir. Usûl ve Fıkıh âlimlerine göre ruhsat bir mes'ele hakkında asıl hükmün sebebi bulunmakla beraber güç olan o hükümden bir mazeret dola-sıyla kolay olan başka bir hükme intikal etmektir.
483) Talk (bin Ali) (Radtyallâkü onh)'âen rivayet edildiğine göre Şöyle söylemiştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e erkeklik uzvuna el İle dokunmanın hükmü sorulurken şöyle buyurduğunu işittim. (Bu olaya bizzat şâhıd oldum.)
«Onda abdest almak yoktur. Çünkü o senden bir parçadır.»" [313]
İzahı
Nesâl, Ebû Dâvüd, Beyhaki. Tahavî, İbn-i Hibbân (Radıyallâhü anhüm) de bunu rivayet etmişler, Tirmizi bu bâbta rivayet olunanların en güzeli budur demiştir. Ebû Dâvûd'un şerhi El-Menhel yazarı: Tirmizi' nin bu sözü hadisin zayıflığını ortadan kaldırmaz demiştir. Ebû Davud'un rivayeti biraz daha geniştir. Meali şöyledir:
«Kays bin Talk babası Talk'dan rivayet ettiğine göre Talk şöyle demiştir:
Biz Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına vardık. Biraz:onra bedeviye benzer bir adam gelerek; Ey Allah'ın nebisi! Kişi abdest aldıktan sonra kendi erkeklik uzvuna eliyle dokunması hususunda ne buyurursun, diye sordu? Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «O, kişinin bir parçasından başka bir şey değildir. Veya kişiden bir çiğdem et parçasından başka bir şey değildir.» buyurdu.»
El-Menhel bu hadisin açıklamasını yaparken ezcümle şöyle söyler : Nesâi'nin rivayeti şöyle başlar: Râvî (yâni Talk) dedi ki; «Biz elçi olarak Resûlullah iSallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vardık. O'na biat ederek beraberinde namaz kıldık. Namaz bittikten sonra bir adam gelerek...» Gelen elçi heyeti Beni Hanîfe kabilesinin elçileriydi. İbn-i Hibbân'ın anlattığına göre heyet altı kişiydi. Bunların on kişi olduğu da söylenmiştir. Onların gelişi hicretin birinci yılma rastlar.
Hadisin zahirine göre erkek uzvuna el ile dokunmak abdesti bozmaz. Çünkü o bedenden bir parçadır. Bedenin bundan başka her hangi bir parçasına el ile dokunmak abdesti bozmadığı gibi buna dokunmak da abdesti bozmaz. Sahâbîlerden ve Tabiîlerden bir cemâat ile Ebû Hanife buna hükmetmişlerdir. Tirmizî: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir kaç sahâbisinden ve bâzı Tabiiden rivayet edildiğine göre bunlar erkeklik uzvuna dokunmaktan dolayı abdest almayı gerekli görmemişlerdir. Küfe ehli ve lbn-i Mübarek'in kavli de budur. Bu bâbta rivayet olunanların en güzeli budur demiştir.
El Menhel yazarı sözlerine devamla bu hadisin zayıf olduğunu söyleyenlerin bir kişi olmadığı yukarıda geçti. Bunun sahih olduğu farz edilse bile bu hadis,Büsre' nin hadisi ve Ebû Hüreyre' nin hadisiyle mensuhtur. Hattâ bizzat Ta1k'ın merfü olarak rivayet ettiği ve Tabarâni' nin tahriç ederek şahinliğini belirttiği şu hadîsle de mensuhtur:
Erkeklik uvzuna eliyle dokunan kişi abdest alsın.»
Büsre' nin hadîsini sahih gören İmamların çokluğu ve şâhidleri ile tariklerinin bolluğu dolayısı ile O'nu Ta1k' in hadîsine tercih edenler de vardır. Bâzı âlimler de Talk ile Büsre'nin hadîsleri birbirine muarız oldukları gerekçesi ile bunlara hükmetmeyi bırakarak sahâbîlerden vârid olan ve söz konusu dokunmanın abdesti bozduğuna hükmeden eserlere rücû etmişlerdir.
Hattâbi de şöyle der: «Söz konusu dokunmanın abdesti bozduğuna hükmedenler şöyle gerekçe göstermişlerdir. B üsre' nin hadîsi ve Ebû Hüre y re' nin hadîsi Talk'ın hadîsinden zaman bakımından sonradır. Çünkü Talk hicretin ilk yılı Peygamberle görüşmüştür. O esnada Medine' deki mescid inşâ ediliyordu. Ebü Hüreyre ile Büsre' nin müslümanlığı kabullenmeleri ve hadîsi rivayetleri daha sonraki tarihe rastlar. Bâzı âlimler Talk'ın hadîsini perdeli olarak dokunmaya yorumlayarak Sevrî, Şu'be ve Ibn-i Uyeyne' nin şu rivayetini delil göstermişlerdir. Namaz esnasında dokunmanın hükmü Peygamber'e sorulmuştur. Namazda duran kişi ise perdesiz olarak avret mahalline dokunamaz.
Hasan bin Yahya' nin Ebû Bekir bin El-Münzir'den rivayet ettiğine göre Ahmed bin Hanbel ve Yahya bin Muîn bir ara buluşarak erkeklik uzvuna dokunmanın abdest almayı gerektirip gerektirmemesi meselesi hakkında müzakerede bulunmuşlardır.Âhmed abdest almayı gerekli görüyordu.Yahya ise buna gerek olmadığını söylüyordu. Konuya âit vârid olan hadîsler hakkında konuştular.Nihayet Büsre' nin hadîsini ve Ta1k' in hadîsini delil olarak göstermemeye ittifakla karar verdikten sonra konu hakkında sahâbilerden rivayet olunan eserlere rücû ettiler. Bunun üzerine Ahmed bin Hanbel İbn-i Ömer'in hadîsini dokunmayla abdestin bozulduğuna delil olarak gösterdi. Yahya için bu delili red etmek imkânı kalmadı.'[314]
Hadîsin Fıkıh Yönü
Hadis el ile erkek uzvuna dokunmadan dolayı abdestin bozulma-masına, dinî hükümleri öğrenmek için çalışmaya, kişinin bilmediği hususları kendisinden üstün olan kimselere sormasının meşruluğuna ve utanç vericidir endişesi ile bilinmeyen dini hususları sormaktan çekinmemenin gereğine delâlet eder.
Hadisin Râvîsi Talk bin Ali bin Talk bin Amr sahâbldir. Resûl-i Ekrem ile görüşmek üzere kavmi adına elçilik yapmış ve hadis rivayetinde bulunmuştur. Sünenlerde geçen hadislerden birisi şu mealdedir: Talk sahabllerle beraber Mescid-i Nebevimin inşaatında çalıştı. Resûlullah (S-A.V.) buyurdu ki:
«Olta çamur işini getirin çfinki o çamur işinden daha iyi anlar.» buyuydu. Râvileri; Oğlu Kays, kızı Halide, Abdullah bin Bedr, Abdurrahman bin Ali ve başkalarıdır. îbn-i Mâceh, Tlrmizl, Ebû Dâvüd, Nesâi onun hadîslerini rivayet etmişlerdir.[315]
484) Ebû Ümâme (Radtyallâhü anh/den:
Şöyle söylemiştir: Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e erkeklik uzvuna el İle dokunmanın hükmü soruldu. Bunun üzerine kendisi:
«Şüphesiz o senin vücûdundan, küçük bir et parçasından başka bir şey değildir.» buyurdu."
Zevâid'de : Bunun isnadında Câ'fer bin Ez-Zübeyr vardır. Âlimler onun hadisini bırakmaya ittifak etmişler, denilmiştir. [316]
65 — Ateşte Pişen Şeyler (İ Yemek) Ten Dolayı Abdest Almak Babı
485) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : Ateşte pişen şeyden dolayı abdest alınız.»
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m bu hadîsi rivayet etmesi üzerine İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) :
Ateşte kaynatılmış su (ile abdest aldığım) dan dolayı (yeniden) abdest mi alacağım? diyerek (Ebû Hüreyre'nin hadisini garibsedi). Bunun üzerine Ebû Hüreyre O'na:
«Ey kardeşim oğlu! Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bir hadîs işittiğin zaman sakın ona misaller getirme, dedi."
486) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Ateşte pişen şeyi (yemek) ten dolayı abdest alınız.»'*
487) Yezîd bin Ebî Mâlik (Radtyallâhü o»A>'den rivayet edildiğine göre:
Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) ellerini kulaklarının üzerine koyarak, kulaklarım sağır olsun eğer ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken işitmedim, dedi t
«Ateşte pişen şeyi (yemek) ten dolayı abdest alınız.»"
Zevâid'de : Bu hadisin isnadında Halid bin Yezid bulunur. Bir cemâat onu sıka saymış, diğer bâzılar; zayıf saymışlardır. Hadisin metni de sahih olarak malûmdur, denmiştir. [317]
İzahı
Bu bâbta geçen hadisler ateşte pişirilen şeyleri yiyen kişinin ab-destinin bozulduğuna ve dolayısıyla abdest almasının gereğine delâlet eder. Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Tahâvî de bu hükmü iktiza eden hadisleri rivayet etmişlerdir.Tirmizi aynı başlık altında açtığı bâbta Ebû Hürey-r e' nin hadîsini rivayet ettikten sonra bu konu hakkında Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme, Zeyd bin Sabit, Ebû Talha, Ebû Eyyûb ve Ebû Musa (Radıyallâhü an-hüm)'den hadîs rivayetlerinin bulunduğunu ifâde eder ve bu arada şöyle der:
«Bâzı ilim ehli ateşte pişen bir şeyi yemenin abdesti bozduğunu ve dolayısıyla abdest almanın gereğine hükmetmişlerdir.Fakat sa-hâbîler, Tabiîler ve onlardan sonra gelen ilim ehlinin ekserisi bunun aksine hükmetmişlerdir.Ateşte pişen şeyi yemekten dolayı abdest almaya gerek olmadığına dâir sahih hadîs, abdestin gerekliliğine delâlet eden hadîsi neshetmiştir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ateşte pişen şeyi yemekten dolayı bir ara abdest almış ise de bilâhare bu durumu terkederek abdest almamıştır.
Ebû Dâvûd da benzer başlık altında açtığı bâbta Ebû Hüreyre ve Ümmü Habibe' nin hadîslerini rivayet etmiştir. Şerhi El Menhel yazarı da hadîsle ilgili olarak aşağıdaki malûmatı vermiştir:
'Ateşte pişen şeyi yemenin abdest almayı gerektirdiğine hükmedenler bu hadîsi delil göstermişlerdir. Ömer bin Abdül-aziz, Hasan-ı Basri, Zührî, Ebû Kılâbe, Ebü Miclez ve Ebû Dâvûd böyle hükmedenlerdendir. Ateşte pişen bir şeyi yemenin abdest almayı gerektirmediğini söyleyen âlimler ise bu ve benzeri hadîslerin mensuh olduğunu söylemişlerdir. (Bu hadisleri nesheden hadîslerin bir kısmı bundan sonraki bâbta gelecektir.) Nevevî, Müslim'in şerhinde : Söz konusu ihtilâf ilk zamanlara aittir. Daha sonra, ateşte pişen şeyi yemekten dolayı abdest almanın gereksiz olduğu hususunda âlimler icma' etmiştir,der.îbn-i Hacer de İbn-i Battal' dan naklen: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ateşte pişen şeyleri yemekten dolayı abdest almayı emretmişti. Çünkü ilk zamanlarda halk câhiliyet devrindeki duruma alışkın olup pek temizliğe riâyet etmiyorlardı. Bu nedenle ateşte pişen şeyden dolayı abdest almakla memur kılındılar.Temizlik müslümanlar arasında yerleşip yaygınla-şınca bu emir neshedildi, demiştir.
lbn-i Teymiye: Ateşte pişen bir şeyi yedikten sonra abdest almamaya âit hadîsler abdest almanın vâcib olmadığına delâlet ediyor ise de müstahab olmadığına delâlet etmiyor, demekle abdest almaya âit hadislerin mendubluk için yorumlanmasına taraftar görülmüş ve abdest almamaya âit hadisleri de abdest almanın vâcib olmadığı hakkındadır, demek istemiştir.Hattâbi de bu yorumu benimsemiştir.
Beyhakî de Osman Ed-Dâremi'den naklen: Abdest alıp almamak hususunda muhtelif hadisler bulunup bunların hangilerinin daha kuvvetli olduğu belirlenmeyince Resûl-i Ekrem'den sonra Hulafâ-i Râşidin'in uygulamasına bakılmış ve onların uygulaması abdest almamak yolunda olduğu için biz bu tarafı tercih ettik, demiştir.Nevevi de şerh-i Mühezzeb'de bu sözü seçmiştir.Tahâvi, Maâni'1-Âsâr şerhinde Hulafâ-i Râşidîn- den ve diğerlerinden rivayet olunan ve abdest almaya gerek olmadığına delâlet eden çok sayıda eserler zikretmiştir.'
(El-Menhel yazarı mezkûr eserlerin 7 tanesini râvîleriyle beraber nakletmekte ise de bunların tercemelerini buraya almaya lüzum duymadım.)
Bu bâbda rivayet olunan hadîsler ya mensuhtur veyahut abdest almanın mendubluğuna yorumlanır. Abdest almanın vacip olmadığı hususundaki geniş izah bunu takib eden bâbta rivayet olunan hadis-lerin açıklaması bahsinde inşaallah yapılacaktır. [318]
66 — Ateşte Pişen Şeyleri Yemekten Dolayı Abdest Almama Hakkındaki Ruhsat Babı
488) İbn-i Abbâs (Radtyallâkii anhümâ)'den rivayet edildiğine göte şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir koyun küreği yedikten sonra ellerini yemek altındaki sofra beziyle sildi. Daha sonra namaza kalkarak namaz kıldı."
489) Câbir bin Abdillah (Radtyattâhü ankümâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir ve Ömer (Hadıyallâhü anhümâ) ekmek ve et yediler de abdest almadılar.[319]
490) Zührî (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir ;
Ben El-Velîd veya Abdülmelik'in akşam yemeğinde hazır bulundum. Yemekten sonra namaz vakti olunca abdest almak İçin kalktım. Bunun üçerine Cafer bir Amr bin Ümeyye dedi ki:
Ben babam üzerine şehâdet ederim ki kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ateşte pişen yemek yedikten sonra abdest almadan namaza durduğuna şâhidlik etmiştir. (Zührî dedi ki) Ali bin Abdillah bin Abbas (Radıyallâhü anhümâ) da t Ben de bunun misliyle-babam üzerinde şehâdet ederim, dedi.'
491) Ümmü Seleme (Radtyallâhü anhâ)'den: Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir koyun küreği getirildi. O, bundan yedi ve suya el değdirmeden namaz kıldı."
492) Süveyd bin Nûman El-Ensârî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre :
(İçlerinde kendisinin de bulunduğu) Ashâb'dan bir cemaat Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde Hayber'e doğru yola çıktılar. Sahbâ[320] ya vardıkları zaman Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindi namazını kıldı. Sonra azıkları İstedi, kavud'-dan başka bir şey getirilmedi, bunun üzerine (onu) yediler ve içtiler, daha sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) su istedi, ağzını çalkaladıktan sonra kalkıp bize akşam namazını kıldırdı. Zevâid'de : Bunun isnadındaki rical sikalardır, denmiştir.
493) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'âen: Şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir koyunun küreğini yedi, sonra ağzını çalkaladı, ellerini yıkadı ve namaz kıldı." [321]
Bu Bâbdaki Hadislerin İzahı
488 nolu îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Bu-nâr i, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Tahâvî ve Beyhakî rivayet etmişlerdir.Bu hadîste geçen «Mish» kelimesi kıldan mamul beze denir. Bu hadiste belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem'in et yemesine rağmen yemekten sonra ellerini yıkamaması hususu yemekten sonra el yıkamanın vâcib olmadığını beyan etmek içindir. Bilindiği gibi yemekten önce ve sonra el yıkamak emredilmiş olan bir sünnet-i seniyye mahiyetindedir.Hadîs yemekten sonra abdest almadan, el yıkamadan ve ağzı çalkalamadan namaz'a durmanın câizliğine, yemekten sonra el yıkamanın vâcib olmadığına ve temiz bîr bezle elleri silmenin cevazına delâlet eder.
489 nolu Câbir bin Abdillah'ın hadîsini kısa ve uzun metinler halinde Ebû Dâvûd, Tirmizî, Mâlik ve Tahâvî de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste ateşte pişen eti yemekten dolayı abdest almanın vacip olmadığını bildirmektedir.
490 nolu Zührî' nin hadisini Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Bu da aynı hükmü te'yid eder.
491nolu Ümm ü S el eme' nin hadîsini Ahmedde aynı mânâyı ifâde eden başka bir lafızla tahriç etmiştir.
492 nolu Süveyd bin Nûman'ın hadîsini Buhâri mânâya etki yapmayan az bir lafız farkıyla rivayet etmiştir. Bu hadîste geçen «Sevik» kelimesini «Kavud» diye terceme ettik. Kavud kavurulup un haline getirilmiş olan buğday ve arpa olduğu için ateş değmiş yiyeceklerdendir. Resûl-i Ekrem'in bunu yedikten sonra abdest almadan akşam namazını kıldırmasından, ateşte pişen bir şeyi yemekten dolayı abdestin bozulmadığı anlaşılır. Resûl-i Ekrem'in kavud yedikten sonra namaza durmadan önce ağızını çalkalaması ise diş aralarında kalan yemek kırıntılarının giderilmesi içindir.
493 nolu Ebû Hüreyr e'nin hadisini ise Bez zar başka bir lafızla ve aynı hükmü ifâde eden şekilde rivayet etmiştir.
Buhâri, Müslim ve Tirmizi'de konu hakkında başka hadisler de mevcuttur.
Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân ve Beyhaki1 nin Câbir (Radıyallahü anh) 'den rivayet ettikleri bir hadîsin meali şöyledir:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ateşte pişen bir şeyi yedikten sonra abdest alıp almaması hususundaki son durumu abdest almayı terketmesi olmuştur.»
EI-Menhel yazarı ateşte pişen bir şeyi yemekten dolayı abdest alma hükmünün bu hadisle neshedildiği Cumhur tarafından ifâde edilmiştir, der.
Mezkûr yazar konu hakkında aşağıdaki malûmatı şöyle vermektedir :
Hulefâ-i Râşidîn, Ashâb-ı Kiram ve onlardan sonra gelen imamlar ateşte pişen bir şeyi yemekten dolayı abdest alma hükmünün bu bâbta rivayet olunan hadîslerle nesHedilmiş olduğu hususunda icmâ etmişlerdir.
Mâliki Mezhebi Fukahasından E1-Bâci: Zam aramızdaki bütün fıkıh âlimleri ateşte pişen bir şeyi yemekten dolayı abdest almaya gerek olmadığına hükmetmişlerdir. Sahâbîler ve Tabiîn devrinde abdest almanın gerekliliğini söyleyenler olmuş ve bu konuda rivayet olunan hadîsleri delil göstermişler ise de âlimlerin ic-mâı ile bu görüş terkedilmiştir. Abdestin gereğine zahiren delâlet eden hadîsleri âlim arkadaşlarımız muhtelif şekillerde yorumlamışlardır. Bunların bir kısmı bu hadîslerde geçen abdestten maksad müstahab olmak üzere ağzı çalkalamaktır. demişlerdir. Bâzıları da ilk zamanlar abdest almak vacip idi. Sonradan Câbir bin Abdillah' in hadisiyle bu hüküm neshedilmiş demişlerdir, der.»
Selef ve halefin Cumhuruna göre ateşte pişen her hangi bir yemeği yemekle abdest bozulmaz.
Hulefâ-i Râşidîn, Abdullah bin Mes'ûd, îbn-i Abbâs, Abdullah bin Ömer, Ebû Derdâ, Câbir bin Semüre, Ubey bin Kâ'b, Âmir' bin Rabîa ve Ebû Ümâme (Radıyallâhü anhüm) hazretleri olsun Cumhur-u Tabiîn olsun hepsinin mezhebi budur. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafii ve Ahmed bin Hanbel gibi mezheb imamlarının kavli de budur. [322]
67 — Deve Etlerin (I Yemek) Den Dolayı Abdest Almak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
494) Berâ bin Âzib (Radıyallâkü an
Şöyle söylemiştir; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'e deve etlerinden dolayı abdest alma hükmü soruldu ve bunun üzerine i
-Deve etlerin (i yemek) den dolayı abdest alınız» buyurdu."
495) Câbir bin Semûre [323] (Rüdtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize, deve etlerin (i yemek) ten dolayı abdest almamızı ve koyun etlerin (i yemek) ten dolayı abdest almamamızı emretti." [324]
İzahı
Bu iki hadîs deve etini yedikten sonra abdest almanın gereğine ve ikinci hadîs koyun etini yedikten sonra abdest almaya gerek olmadığına delâlet eder.
Müslim bu bâbta Câbir bin Semûre' nin hadîsini rivayet etmiştir.Berâ bin Âzib'in hadisini ise Ebû Dâvûd, İbn-i Hibbân, İbn-i Cârut, ibn-i Huzeyme, Tahâvj, Tirmizi ve Beyhakî rivayet etmişlerdir.
Ebû Davud'un şerhi El-Menhel yazarının konu hakkında verdiği malûmatın özetini aşağıya alalım :
'Berâ bin Âzib1 in hadîsi deve etini yemenin abdesti bozduğuna delâlet eder. Ahmed bin Hanbel, İshak bin Raheveyh, Yahya bin Yahya, Ebû Bekir bin El-Münzir ve İbn-i Huzeyme bu yola gitmiştir, Ebû Bekir El-Beyhâkî de bu görüşü tercih etmiş, hadîs ehlinden ve sahâbilerin bir cemaatından bu hüküm rivayet edilmiştir. Onların delili bu hadîs ile Müs1im' in rivayet ettiği (müellifimizin de 495 nolu sırada rivayet ettiği) Câbir bin Se müre'nin hadîsidir.
İmam Nevevî, Müslim'in şerhinde şöyle der: «Ahmed bin Hanbel ve İshâk bin Raheveyh demişler ki: 'Bu konuda Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den iki sahih hadîs rivayet edilmiştir. Bunlar Câbir'in hadîsi ile Berâ' nin hadisidir'.Bu mezheb delil bakımından daha kuvvetlidir. Bununla beraber cumhûr'un mezhebi bu değildir'.
Dehlevi, Huccetullah Et-Bâliğa kitabında: Deve etini yemenin abdest almayı gerektirdiğine hükmedenlerin görüşünün sırrı şudur ki deve eti yemek Tevrat'ta haram kılınmıştı. Beni İsrail peygamberlerinin hepsi bu hususta ittifak halindedirler. Cenâb-ı Allah bunu bize mubah kılınca iki nedenle abdest almamızı meşru kılmıştır. Birinci neden haram kılındıktan sonra mubah kılınma nimeti dolayısıyla Allah'a şükretmek kabilinden abdest almaktır. Diğer neden Beni İsrail'in tüm peygamberleri bunu haram kılmışken mubah kılınması bâzı kimselerin kalbinde istifham doğurabilir. Gönüller tatmin olsun diye abdest almak emredilmiştir.
Âlimlerin çoğu deve etini yemenin abdesti bozmadığına hükmetmişlerdir.Hulefâ-i Râşidîn, Ibn-i Mes'ûd, Ubey bin Kâ'b, İbn-i Abbâs, Ebü Derdâ, Ebû Ta1ha, Amir bin Rebîa, Ebü Ümâme, Tabiînin cumhuru, Mâlik, Ebû Hanife, Şafii ve arkadaşları (Ra-dıyallâhü anhüm) bu görüşte olan âlimlerdendirler. Bunlar Câbir ve fierâ' nın hadîsinde emredilen «Vudû» kelimesini lügat mânâsına yâni temizlenme anlamına yorumlamışlardı. Bununla serî ab-dest mânâsının kasdedilmediğini söylemiştir.
Hattabi : Fıkıh âlimlerinin ekserisi hadisteki «Vudû»u temizlik anlamına yorumlamışlardır. Çünkü bilindiği gibi deve eti çok yağlıdır. Amaç bu yağın giderilmesidir. Nitekim: 'Deve eti yağlı olduğu için yedikten sonra Vudû alınız' şeklinde rivayet vardır. Bu rivayette amaç belirtildiği için vudû'dan maksad el yıkamaktır.
Tahâvi'nin tahriç ettiği eserlerle sabit olmuştur ki 1bn-i Mes'ûd, Alkarna, Osman ve İbn-i Abbâs gibi büyük sahâbîler yağlı et yedikten sonra el ve ağızlarını yıkamakla yetinmişler ve abdest almamışlardır. Bu durumda vudû ile temizlenmek olan lügat mânâsı kasdedilmiş, İstılahı mânâsı murad değildir.Bu hadîslerdeki vudû' ile ıstılahî mânâ olan abdest almak işi faraza kasdedilmiş olsa bile bu hüküm Câbir bin Ab dillah'ın şu mealdeki sahih hadîsi ile neshedilmiştir:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in son uygulaması ateşle pişen bir şeyden dolayı abdest almamaktı."
Çünkü bu hadis ateşte pişen şeyden dolayı Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir ara abdest aldığına ve bilâhare abdest almayı bıraktığına delâlet eder. Bunun için Tirmizi: Bence bu hadis ateşte pişen şeyden dolayı abdest almaya delâlet eden hadisi neshetmiş, demiştir. Deve eti ateşte pişen şeylerden birisi olduğuna göre bununla ilgili hüküm de Câbir bin Abdillah'ın hadisi ile neshedilmiştir'.
496) Üseyd bin Hudayr [325] (Radtyallâhü anh)'den:
Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Koyun sütlerin (i içmek) ten dolayı abdest almayınız ve deve sütlerin (i içmek) ten dolayı abdest alınız.» buyurdu.[326]
497) Abdullah bin Amr (Radtyallâhü anhümâ)'den. şöyle söylemiştir :
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken İşittim:
«Deve etinden dolayı abdest alınız, koyun etlerinden dolayı da abdest almayın. Deve sütlerinden dolayı abdest alınız, koyun sütlerinden dolayı da abdest almayınız. Koyun ağılında namaz kılınız ve deve yataklarında namaz kılmayınız.Zevaid'de : Bu hadisin isnadında Bakiyye bin El-Velİd bulunur. Kendisi tedlls edenlerdendir. Bu hadisi an'âne ile rivayet etmiştir. Senedin râvileri sıka zatlardır. Bunlardan Halid bin Ömer'in durumu meçhuldür. [327]
İzahı
Bu iki hadiste geçen Vudü (Abdest) kelimesi daha önceki hadislerin izahında belirtildiği gibi temizlenme anlamında kullanılmıştır. Yâni deve etini yedikten veya sütünü içtikten sonra fazla yağlılığı dolayısıyla ellerin ve ağızın yıkanması istenmektedir. Cumhûr'un görüşü budur.
Koyun ağıllarında ve deve yataklarında namaz kılmakla ilgili fıkralara gelince : Müslim'in Câbir bin Semüre' den rivayet ettiği hadis de bardaki son hadis gibidir. Yâni koyun ağıllarında namaz kılınabileceğini ve deve irenlerinde namaz kılınmasının yasaklığını ifâde eder.
Koyun ağıllarında namaz kılmak âlimlerin ittifakıyla mubahtır. Deve yataklarında ise Ahmed bin Hanbel, İbn-i Hazm ve Zahiriye mezhebine mensub âlimler hadisin zahirine bakarak haram kılmışlardır. Burada namaz kılmak sahih değildir, iadesi gerekir demişlerdir. Fakat âlimlerin cumhuru burada' namaz kılmak mekruhtur, demişlerdir. Kerahetin sebebine gelince bâzı âlimler deve yatakları koyun ağıllarından daha pis koktuğu için deve yataklarında namaz kılmak mekruhtur, demişlerdir. Bir kısım âlimler de develer ürkerek namaza duran kimseyi korkutacağı veya onu meşgul edeceği cihetle orada namaz kılmanın yasaklandığını beyân etmişlerdir. [328]
68 — Süt İçmekten Dolayı Mazmaza (Ağza Su Almak) Babı
498) İbn-i Abbâs (Radtyattâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sdlailahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
«Süt (içmek) ten dolayı ağzınızı (su) ile çalkalayınız. Çünkü bunun yağı vardır.-"
499) Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden Üm-mü Seleme (Radtyallâhü anhâydan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
«Süt içtiğiniz zaman ağzınızı (su) ile çalkalayınız. Çünkü yağlıdır.»"
500) Sehİ bin Sa'd Es-Sâidî (Radtyallâhü anhümâ)'dan:
Şöyle söylemiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve.Selletn) buyurdular ki:
«Süt (içmek) ten dolayı ağzınızı su ile çalkalayınız. Çünkü yağlıdır.[329]
501) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir Şat (koyun veya keçi) yi sağarak sütünden içti. Sonra su isteyip ağzını çalkaladı ve buyurdu ki: «Şüphesiz bu yağlıdır.»" [330]
İzahı
Bu bâbta rivayet edilen hadisler, süt içtikten sonra, ağzı su ile çalkalamanın meşruluğuna delâlet ederler. 498 nolu 1bn-i Ab-bâs' in hadîsini Buharı, Müslim, Nesâî, Beyha-kî, Ebü Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Tirmizi, bunun hasen - sahih olduğunu da söylemiştir. Hadis, sütün yağlı oluşuna mazmazaya neden olarak göstermiştir. El-Men-hel yazan, bu hadîsi açıklarken şöyle der:Hadîs, süt içtikten sonra ağzı çalkalamanın müstahab olduğuna delâlet eder. Yağlı olan yiyecek ve içecekler, süt gibi olduğu için böyle bir şeyi yedikten veya içtikten sonra ağzı çalkalamak müstahabtır. Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak da mazmaza gibidir. Nevevî, Müslim'in şerhinde şöyle demiştir.Yemekten önce ve sonra elleri yıkamanın müstahablığı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.Kuvvetli olan görüş budur ki, yemekten önce elleri yıkamak müstahabdır. Ancak ellerin necasetten ve her türlü kir ve terden temiz olduğu kesinlikle bilinirse yıkanmayabilir.Yemekten sonra yine elleri yıkamak müstahabtır.Ancak elini hiç yemeğe sürmemiş veya kuru bir yemek yediği için yemek izi elde bulunmazsa yıkama işi terkedilebilir.
Bu bâbta rivayet edilen hadisler, birbirini teyid eder mahiyettedir. [331]
69 — Öpmekten Dolayı Abdest Almak Babı
502) Urve bin Zübeyr (Radtyallâkü anhümâ)'den rivayet edildiğine göre Âişe (Radtyaüâhü anhâ) şöyle dedi:
Rcsûluİlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazı hanımlarım öptü. Sonra abdest almadan çıkıp namaza gitti.» Ben Âişe'ye:
O Öpülen hanım, senden başkası değildir, dedim. Bunun üzerine Âişe (Radıyallâhü anhâ) güldü.[332]
503) Zeyneb es-Sehmiye (Radtyallâhü anhâ)'den rivayet edildiğine göre Aişe (Radtyaîlâhü ankc) şöyle demiştir :
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest alırdı, sonra (bazı eşlerini) Öperdi ve abdest almadan namaza dururdu. (Bu durumda) bazen beni öperdi.Bunun isnadında Haccâc bin Ertât vardır. Kendisi tedlisçidir ve bu hadisi an'ane Üe rivayet etmiştir. Zeyneb'in de rivayetinin hüccet olmadığını Dare-kutni söylemiştir.
Bu bilgi Zevaid'den alınmıştır. [333]
İzahı
Bu hadisin zahirine göre kadına dokunmak abdesti bozmaz. Tirmizi «Öpmekten dolayı abdest almayı bir akmak başlığı altında açtığı bâbta buradaki ilk hadisi râvi Vekî'den itibaren ayni senedle rivayet ettikten sonra şöyle der: «Ashab-ı Kiram ve Tabiîn' den bazı ilim adamlarından bu hadîsin benzeri rivayet edilmiştir. Süfyan-i Sevrî ve Küfe ehlinin kavli budur. Onlar: «Öpmekten dolayı abdest almak yoktur» demişlerdir. Mâlik bin Enes, Evzâi, Şafiî, Ahmed ve İshak ise: Öpmekten dolayı abdest almak gerekir, demişlerdir. Bu da Sahâbilerden ve tabiîlerden bazı âlimlerin kavlidir. Abdest almanın gereksizliğine delâlet eden Hz.Âişe'nin Nebî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den aldığı (Fiili) hadisi ile arkadaşlarımız (hadîs ehlinin) amel etmemelerinin sebebi ise hadisin senedinin onlarca sahih görülmemesidir. Habib bin Ebi Safait, Urve'den hadîs işitmemiştir. (Yani hadis mürseldir.) Bu hususta Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sahih bir şey sabit değildir.»
Ebû Davud'un süneninde de sünenimizde olduğu gibi açılan bâbta aynı hadîs yine Vekî'den itibaren aynı senedle rivayet edilmiş ve mürsel olan başka bir senedle de Âişe (Radıyallâ-hü anhâ) 'nın hadisi rivayet edilmiştir.
Şerhi El-Menhel'de konu hakkında geniş izah verilmiştir. Burada özetleyerek naklini uygun görüyorum.
El-Menhel yazan şöyle der:
Hadisin zahiri kadına dokunmanın abdesti bozmadığına delâlet eder. Ali, îbn-i Abbâs. Ata1, Tâvûs, Ebû Hanife ve arkadaşları (Radıyallâhü anhümJ'un kavli budur. Onların gösterdikleri delillerin bir kısmı şunlardır.
1. Bu bâbta rivayet edilen Hz.Âişe'nin (Radıyallâhü anhâ) hadisidir.Bu hadîs münkatı' ise de başka hadisler onu teyid ediyor.
2. Müslim ve Tirmizi' nin rivayet ettikleri ve sahih olduğu Tirmizi tarafından ifade edilen şu mealdeki Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsidir.
-Bir gece Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i yatakta bulamadım da O'nu aradım. Mescidde şu duayı yaparken ve ayakları Sikilmiş iken elimi O'nun ayaklarının altına koymuş oldum t -Allah'ım! Şüphesiz ben, gazabından uzana, azabından afvına ve Senden Sana sıgımrım. Sana lâyıkıyla sena edemem. Sen kendine sena ettiğin gibisin.»
3. Buhârî ve Müslim'in Âişe (Radıyallâhü anhâ) '-den rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in önünde yatardım.Ayaklarım O'nun kıblesi tarafında İdi.Secde ettiği zaman beni dürterdi.Ben ayaklarımı kendime doğru çekerdim.Secdeden kalktığı zaman ayaklarımı uzatırdım.» O zamanlarda evlerde ışık yoktu.
4. Nesâi' nin Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namaza dururdu. Bende O'nun önünde cenaze gibi dururdum. Vitir namazını kılmak isteyince ayağı İle bana dokunurdu.» (Beni dürterdi.)
Bu görüşte olan âlimler ( Mâide sûresinin 6'nci" âyetinde geçen Yahut kadınlara dokunduğunuz zaman...» -Mülamese = Dokunma» yi cinsi münasebet anlamana yorumlamışlardır. Bu yorumun delili, mezkûr hadîsler ve
1bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın bu yorumu yapmış olmasıdır: Bilindiği gibi İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) Ku r'an-ı Kerim’in tevili hususunda ilâhî inayete ve bu hususta Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in özel duasına mazhar olmuştur. Hz. Ali ((Radıyallâhü anh) de âyeti böyle yorumlamıştır. [334]
Dokunmanın Abdesti Bozduğunu Söyleyenler
Abdullah bin Mes'ûd, îbn-i Ömer, Zührl, Evzâi ve Şafiî kadına dokunmanın abdesti bozduğunu söylemişlerdir. Bunlar da bâzı deliller zikretmişlerdir.
1. Yukarda anılan : nazm-ı celîlidir. Bunlar derler ki: Âyet-i celîle, «Mülasente Lems»in abdesti bozan şeylerden olduğunu sarahaten bildirmiştir. Bu kelimenin gerçek mânâsı, el ile dokunmaktır.Hamza ve Kisâi'nin bu âyeti:olarak okumaları bu kelimenin hakikî mânâsında kullanıldığını ve mecazî bir anlamın kasdedilmediğini teyid eder. Çünkü Lcma'in açıkça mânası dokunmaktır, cima değildir.
ilk görüşü savunanlar bu görüş sahiplerine şöyle cevap verirler: 'Lemsin zahir ve hakiki mânasının el ile dokunmakla olduğunu kabul ediyoruz. Fakat mezkûr deliller, kelimenin mecazi mânâya yorumlanmasını gerektiriyorlar.Ali ve Abbâs (Radiyallâhü anhümâ) da böyle yorum yapmışlardır.Hz.Âişe (Radıyallâ-hü anhâVın hadîslerinde bildirilen dokunmaların, çıplak uzuvlara olmayıp arada elbise gibi bir perdenin bulunmuş olması ihtimali, zahire muhalif ve külfetli bir şeydir.»
2. Dokunmanın abdesti bozduğunu söyleyen âlimlerin delillerinden birisi de Mâlik ve Şafiî' nin İbn-i Ömer (Radı-yallâhü anhJ'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir
«Hanımını öpen veya eliyle ona dokunan kişinin abdest alması gerekir.» Ayrıca Mâ1ik' in El-Muvatta'da îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anhJ'dan rivayet ettiği şu mealdeki hadîsi de onların delilidir.
«Kişinin eşini öpmesinden dolayı abdest gerekir.»
3. Mâlik'in Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir: «Kim abdestü iken hanımını öperse abdesti iade eder.»
4. Mâlik'in îbn-i Şihâb ve Salim aracılığı ile yine îbn-i Ömer' den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:
Erkeğin (eşini) öpmesi ve eliyle dokunması 'Mülâmese'dendir. Kim eşini öper veya eliyle ona dokunursa abdest alması vaciptir.»
Ibn-i Abdi'1-Berr, Hz. Ömer'in eserini zayıf görerek : «Bu hatadır. Eserin Ömer (Radıyallâhü anfe) 'deir değil oğlu Abdullah' tan rivayeti sahihtir. Hz. Ömer deri rivayet edildiği kabul edilse bile kendisinin hanımını öptükten sonra abdest almadan namaza durduğu sabittir. Bu nedenle kendisinden olan, rivayet muhtelif olur. Aradaki ihtilâfın bertaraf edilme'si için' abdest alınmasına dair eseri sahih olduğu takdirde müstahablık mânâsına yorumlanır. Diğer sahâbüerden rivayet olunan eserler de hüccet değillerdir. Çünkü bu eser Resülullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'a ref edilmemiştir. Sahâbilerin sözleri Resûlullah'dan vârid olan bir hadîs'e ters düştüğü zaman hiç hüccet olamaz.» demiştir.
El-Mirkat ta şöyle denilmektedir:'Dokunmanın abdesti bozduğunu söyleyen sahâbilerin hadîsleri mevkuftur. Merfu1 hükmünde değildir.Ayrıca bunların kavli istihbaba yorumlanabilir.Müctehid kimse sahâbilerin sözlerinden dilediğini seçebilir.Üstelik dokunmayla abdestin bozulmadığı Hz.Âişe'nin hadîsinde geçtiği gibi Re-sûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'den sabittir.'[335]
Şehvetle Dokunmanın Abdesti Bozduğunu Söyleyenler
Mâlik, Leys bin S&'d ve rivayetlerinin birisinde Ahmed (Radıyallâhü anhüm) şöyle demişlerdir: «Kadınlara dokunmaya âid âyet-i kerime ve hadîsler arasında görülen zahiri ihtilâfı kaldırmak için kadına dokunma şehvetle olursa abdesti bozar, şehvetsiz olursa bozmaz. Âyet-i kerimedeki «Lems* şehvetle dokunmaya yorumlanır. Hadislerdeki «Lems» ise. şehvetsiz dokunmaya yorumlanır. Nitekim Resülullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) namazda iken ve Mevtasına yönelmiş bir halde Hz. Âişe' ye vâki olan Lems'i elbette şehvetsiz olmuştur. Resûl-i Ekrem (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in, hanımlarından birisini öptükten sonra abdest almadan namaza çıktığına dair Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'-nin diğer hadîsine gelince; bu olayın söz konusu âyetin inişinden önce olması muhtemeldir. Mâlik ve Şâfii'ye göre dokunan ve dokunulanın abdesti bozulur. Dâvûd ise: Dokunulanın abdesti bozulmaz demiştir.
EI-Menhel yazarı âlimlerin mezkûr görüşlerini yukarda anlatıldığı gibi naklettikten sonra şöyle söyler:
Hulâsa kadına dokunmanın abdesti bozup bozmadığı hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Dokunmanın abdesti bozmadığına dâir görüş delil bakımından daha kuvvetlidir. Fakat ihtiyatlı olan abdest almaktır. Zira abdest alınması halinde bütün âlimlere göre kişi abdestü sayılır. [336]
Hanefi Ve Şafii Mezheblerine Göre Abdesti Bozan Dokunma
1) Hanefi mezhebine göre, fahiş mübaşeret (aşın dokunma) abdesti bozar. Şöyle ki: Erkekle kadın çıplak veya pek ince bir hail ile karınlarını veya münteşir bulunan tenasül uzuvlarını birbirine temas ettirmeleri abdestlerini bozar, kendilerinden bir mayi çıkmama bile hüküm budur. İmam Muhammed'e göre bu durumda bir ıslaklık, bir mezi çıkmadıkça abdest bozulmuş olmaz.
2) Şafii mezhebine göre, bir erkeğin nâmahrem olup yedi yaşına girmiş veya daha büyük yaşta olan kız veya kadına vücutlarının her hangi bir yerini çıplak olarak bir birine dokunması halinde iki tarafın abdesti bozulur. Erkeğin mahremi olan anası, halası, teyzesi gibi bir kadına dokunması abdesti bozmaz. Keza. yedi yaşından küçük bir kıza dokunmak da abdesti bozmaz. Diş, tırnak ve saça dokunmak veya dokunulan ile dokunandan birisinin örtülü yerine dokunmak abdesti bozmaz. [337]
70 — Mezi'den Dolayı Abdest Almak Babı
Mezi: Genellikle erkekle kadının oynaşması ve hafif şehvet duymaları halinde tenasül uzvundan çıkan yapışkan ince ve beyazımsı bir sudur. Bazen farkına varılmadan çıkar ve kilotun ıslaklığından çıktığının farkına varılır. Mezi, erkekten de kadından da çıkar. Kadından daha çok çıkar. Arapça olan bu kelime, Meyz, Mezi ve Me-ziyy diye okunabilir.
Vedî: İse genellikle küçük abdesti bozduktan sonra yine tenasül uzvundan çıkan yapışkan, kaim ve beyaz bir sudur. Çıkmasının şehvet duymakla ilgisi yoktur. Bu iki su sidik hükmündedir. Yani necis-tir, abdesti bozar, boy abdestini gerektirmez.
504) Ali [Radtyallâhü onAJ'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mezi'nin hükmü soruldu. Kendileri şöyle cevap buyurdular:
«Mezide abdcst almak gerekir. Menide ise gusül gerekir.»" [338]
İzahı
Hadis, Bühâri,Müslim,Ebü Dâvûd, Tirmizl ve Beyhaki tarafından kısa ve uzun metinler halinde rivayet edilmiştir. Tirmizi, hadisin hasen sahih olduğunu beyan etmiştir.Mezinin hükmünü soran zat Mikdâd bin Esved olabilir.Çünkü 505 nolu nolu rivayette görüldüğü gibi bâzı rivayetlerde onun bu soruyu sorduğu belirtiliyor.Nesâî' nin bir rivayetinde Ammâr bin Yâsir'in bu soruyu sorduğu ifâde edilmiştir.Abdürrâzzâk'ın Âiş bin Enes'ten rivayet ettiğine göre Ali, Mikdâd ve Ammâr (Radıyallâhü an-hüm), mezînin hükmünü kendi aralarında müzakere ettiler.Bu arada Ali (Radıyallâhü anh) :
«Benden çok mezi gelir. İkiniz mezinin hükmünü Nebi (SallalI*-hü Aleyhi ve SellemJ'e sorun, dedi...
Ebû Dâvûd' un bir rivayetine göre, Hz. Ali (Radıyallâhü anh) şahsen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sormuştur.
îbn-i Hibbân, rivayetler arasında görülen bu ihtilâfı şöyle kaldırmıştır:Hz. Ali (Radıyallâhü anh). bu sorunun ReW lullah'a sorulmasını önce Ammâr'dan istemiş, daha sonra Mikdâd' dan istemiş ve bilâhare kendisi de şahsen sormuştur:»
Hafız îbn-i Hâcer ise şöyle söyler: îbn-i Hibbân' in mezkur yorumu güzeldir; Ancak, bâzı rivayetlerde Hz.A1i (Radıyallâhü anh)'nin Peygamber'in damadı olduğu için: «Ben bunu Resûlullah'a sormaktan haya ederim,* dediği sabittir. Yoruma göre bilâhare şahsen sorması bu sözüne ters düşer. Bu nedenle Hz. Ali (Radıyallâhü anh)'nin şahsen sorduğuna dâir rivayeti mecazi mânâya yorumlamak gerekir. Yani, kendisi sordurduğu için o sormuş gibi olur.»
505) Mikdâd bin El-Esved (Radtyallâhü ank'yâen rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu sormuştur:
Adam, hanımına yaklaşır (yani, cinsi münasebet yapmadan oynaşır) ve bunun neticesinde meni çıkmaz (sadece mezî çıkarsa) kişinin ne yapması gerekir? Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle cevap buyurdu:
«Biriniz mezîyi bulduğu zaman tenasül uzvuna su serpsin. (Hâvi dedi ki, yani tenasül uzvunu yıkasın) ve abdest alsın.»" [339]
İzahı
Hadîs; Mâlik, Nesâİ, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Tahavi ve Beyhaki tarafından da uzun ve kısa metinler halinde rivayet edilmiştir. Ebû Davud'un rivayet ettiği metin meâlen şöyledir:
«Mikdâd bin EI-Esved (Radıyallâhü anhVden rivayet edildiğine göre Ali bin Ebî Talib (Radıyallâhü anh) kendisinin Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
Adam, hanımına yaklaştığı ve kendisinden mezi çıktığı zaman ne yapması gerekir... sorusunu sormasını istedi ve: Resûlullah'm kızı benîm yanındadır. Ben, bu soruyu Ona sormaktan haya ederim, dedi.
Mikdâd dedi ki: Bunun üzerine Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sordum. Şöyle cevap buyurdular
Biriniz mezi bulduğu zaman, tenasül uzvuna su serpsin (yıkasın) ve namaz için olan normal abdestini alsın.» [340]
Bu Hadîsten Çıkarılan Fıkhî Hükümler
1) Kişi,ailesinin yakınlarına karşı edebli davranmalıdır ve utanç verici sözleri onların huzurunda sarfetmemelidir.
2) Kişi, hanımının akrabaları huzurunda şehvetle ilgili bir şey anlatmamalıdır.
3) Mezî, abdest almayı gerektirir, Gusül gerektirmez.
4) Fetvayı başkasının aracılığıyla sormak caizdir.
5) Kişi, Din ile ilgili hükümleri sormalıdır.
6) Keridisine soru sorulan zât, bildiği cevâbı esirgememelidir.
506) Sehl bin Hüneyf [341](Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Ben, mezîden dolayı meşakkat ve güçlüğe uğrayıp, çok boy abdesti alırdım. Nihayet (durumu) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sordum. Buyurdular ki:
«Meziden dolayı yalnız abdest almak sana kâfidir.*
Ben: Yâ Rcsülallah! Elbiseme dokunan mezî nasıl olacak? diye sordum. Buyurdular ki.
«Senin elbisenden mezinin dokunduğunu gördüğün yere serpmen (yıkaman) için sana bir avuç su kâfidir.-" [342]
İzahı
Tirmizi bu hadisi rivayet ederek hasen - sahih olduğunu belirtmiştir.Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.
EI-Menhel yazan hadisin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle der:
Sehl bin Huneyf'in Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e müracaat etmeden önceki zamanda mezinin çıktığı her defa için boy abdestini alması, kendi içtihadına dayalı idi. Sık sık mezi görmesi ve her defası için boy abdesti alması onun güçlük ve meşakkat duymasına sebep olmuştur. Hadiste geçen Nadh, kelimesinin lügat mânâsı su serpmektir. Nevevi: «Hadiste geçen bu kelimenin mânası yıkamaktır. Çünkü diğer bir rivayette «Gasl yıkama» kelimesi geçer. 'Nadh, kelimesi, lügatte yıkamak anlamını da taşır.Bu nedenle kelimeyi burada yıkamak mânâsına almak zorunludur, demiştir.'
Tirmizi şöyle der: «Elbiseye dokunan mezi hakkında âlimler ihtilâf etmiştir. Bâzıları: Dokunulan yerin yıkanması gereklidir.
Oraya su serpmek kâfi değildir, demişlerdir. Şafiî ve ishak'ın kavli budur. Diğer bir kısım âlimler: Dokunulan yere sa secpmek kâfidir, demişlerdir. A h m e d de: Oraya su serpmenin, kafi geldiğini umarım, demiştir.»
Menhcl yazarı bu nakillerden sonra şöyle der. «Hak, Cumnur'un dediği gibi 'Nadh'tan muradın yıkamak olması ve su serpmenin yeterli olmayışıdır.»
En-Neyl yazan: «Âlimler, mezînin necis sayıldığı hususunda ittifak etmişlerdir. İmamiye mezhebine mensub bâzı şahıslar hariç kimse muhalefet etmemiştir,» der. [343]
Hadîsin Fıkıh Yönü
1) Şer'i hükmü bilmeyen kişi, bilene baş vurmalıdır.
2) Başvurulan kişi. bildiği takdirde şer'i hükmü açıklamalıdır.
3) Mezi gusül gerektirmeyip, abdesti gerektirir.
4) Mezînin dokunduğu yeri yıkamak gerekir. Oraya az su serpmek kâfi değildir.
507) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâkü ankümâydan rivayet edildiğine göre:
Kendisi beraberinde Hz. Ömer (Radıyallâhü anh) olduğu halde Übey bin Ka*b (Radıyallâhü anh)'e varmıştır. Übey (Radıyallâhü anh), onlarla (görüşmeye) çıkınca:
Ben mezi buldum. Bunun üzerine tenasül uzvumu yıkayıp, ab-dest aldım, dedi. O'nun bu konuşması üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) O*na:
Abdest almak kâfi midir? diye sordu. Übey« Evet deyince Ömer (Radıyallâhü anh) O*na t Sen abdestin kâfi olduğunu ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittin mi? diye sordu. Übey (Radıyallâhü anh) :
Evet, dedi.»Bu hadisin aslı Buharî ve Müslim'de mevcuttur. [344]
71 — Uyumak İçin Abdest Almak Babı
508) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece uykudan kalkıp helaya girdi. Kaza-i hacet ettikten sonra çıkıp yüzünü ve bileklerine kadar ellerini yıkadı. Sonra uyudu.» [345]
İzahı
Müellif, Ibn-i Abbâs' tan rivayet ettiği bu hadis için iki sened zikretmiştir. Birinci senedde belirtildiğine göre, râvîlerden Veki' demiş ki: Ben, Süfyân'ın Zaide b. Kudame'ye:Ey Ebu's-Salt! Uyumak için abdest almak hakkında bir şey işittin mi? diye sorduğunu ve Zâide'nin: Bize Seleme bin Küheyl, Küreyb'den Oda İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet etti, diye cevap verdiğini işittim. İkinci senedde de râ-. vilerden Bükeyr demiş ki: Ben K üreyb ile görüştüm. Kertr dişi İbn-i Abbâs'ın Peygamber'den rivayetle şu hadisini bana anlattı...
Sindi diyor ki: Musannifin maksadı uyumak için abdest almanın mendûb olduğunu bildirmektir. Söz konusu abdest hakkında sahih hadîsler vardır. İbn-i Abbâs'in hadîsi, uyumak için kâfi olan abdest miktarını beyan eder. Musannifin bu istinbatı garibtir. Buna göre cünüp kişi, gusül etmeden uyumak istediği zaman hadislerle alması istenen abdestin de böyle yorumlanması mümkündür. Fakat, cünüple ilgili olarak istenen abdeste âid hadîste bu yoruma engel vardır.
Sindi* nin. Musannifin istin batını garipsemesinin nedeni görüldüğü gibi İbn-i Abbâs'in hadisinde Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yalnız ellerini ve yüzünü yıkadığı bildiriliyor. Oysa bu, şer'î abdest sayılamaz. Diğer taraftan Buhâri ve Müslim'de Berâ' bin Âzib' den rivayet edilen hadiste Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır:
«Yatağına varmak istediğin zaman namaz abdesti gibi abdest al...»
Mendub olan şey, yalnız el ve yüzü yıkamak değil, namaz abdesti gibi tam abdest almaktır.
Müellifin rivayetine göre elleri ve yüzü yıkamaya 'Vudû' = abdest denmesi ile şer'î abdest değil, kelimenin lügat mânâsı olan temizlenme kasdediİm iştir. [346]
72 — Her Namaz İçin Abdest Almak Ve Bütün Namazları Bir Abdestle Kılmak Babı
509) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankj'dea rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), her (farz) namaz için abdest alırdı. Biz de bütün (farz) namazları bir abdestle kılardık." [347]
İzahı
Buhâri, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizi, Beyhaki ve Tahavi1 nin de rivayet ettikleri bu hadîsin hasen -sahih olduğunu Tirmizi belirtmiştir. El-Menhel yazan, hadîsin açıklaması ile ilgili olarak aşağıdaki malûmatı vermiştir:
«Hadîsteki namaz'dan maksad farz namazıdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdestli olsun olmasın her farz namaz için abdesti tazelediği Tirmizi nin rivayetinde belirtilmiştir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seallem) ekseriyetle abdest tazelerdi. Bazen de iki veya daha çok farz namazı bir abdestle kılardı. Nitekim 510 ve 511 nolu hadîslerde bu durum belirtilmiştir.Buhâri' nin Süveyd bin Numanı dan rivayet ettiği hadiste[348] belirtildiği gibi Hayber savaşına gidildiğinde Sahbâ' denilen mevkide konaklanıp Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem), ikindi namazını kıldırmış ve namazdan sonra yemek yenmiştir. Akşam namazı vakti girince Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), abdest almadan ve (yemek yediğinden dolayı) ağzını çalkalayıp akşam namazını kıldırmıştır.
Bâzıları: Peygamber'in müstahab olmak üzere her farz namaz için abdest aldığı, sonra, bunun vâcib olduğunun sanılmasından endişelendiğinden dolayı bu âdete muhalefetle câizliğini beyan mahiyetinde bir kaç farz namazı bir abdestle kılmış olması muhtemeldir, demişlerdir.
Diğer bir kısım âlimler de : Muhtemelen her farz namaz için abdest almak yalnız Peygamber için vacip idi. Bilâhare fetih günü Büreyde' nin (510 nolu) hadisiyle bu vücub neshedilmiştir, demişlerdir. Bu takdirde nesih durumu Mekke fethinden daha öne%^ vuku bulmuştur. Çünkü yukanda işaret edilen Süveyd bin Numan' in hadîsinde anlatıldığı gibi Hayber seferinde Peygamberimiz bir abdestle ikindi ve akşam namazını kılmıştır. Hay -ber seferi ise Mekke fethinden bir süre öncedir.
Şöyle demek de mümkündür:Enes'in verdiği haber kendisinin muttali olduğu duruma münhasırdır.O'nun bilmediği durum da olmuş olabilir.
Hadîsin: «Biz de bütün (farz) namazları bir abdestle kılardık.»
Fıkrasından murad, bir günlük farz namazlardır. Sahâbiler, bazen böyle yaparlardı. Ama devamlı olarak böyle yaptıkları kasdedilme-miştir. Çünkü fazileti kazanmak üzere onların her namaz için abdest aldıkları sabittir.
bir abdestle birden fazla farz namazın
kılınıp kılınmıyacağı hususunda
Alimlerin görüşleri
Şiî ve Zahiriye mezheblerine mensub bir taife : Mukim olan kimselerin her farz namaz için abdest alması gerekir, yolcular için bu mecburiyet yoktur, demişlerdir.
lbn-i Ömer, Ebû Musa, Câbir bin Abdil-lah, Übeyde Es-Selmâni, Ebü'l-Âliye, Sald bin Müseyyeb, İbrahim, Hasan ve Amr bin Übeyd gibi bâzı âlimler: Kişi mukim olsun, misafir olsun, ab-destli olsun olmasın her farz namaz için abdest almak mecburiyetindedir, demişlerdir.
Nevevi, Müslim1 in şerhinde şöyle der: ' Ebü Cafer Et-Tahâvi ve Ebü'l-Hasan bin Battal, âlimlerden bir taifenin: Abdestli olunsa bile kişinin her farz namaz için abdest alması vaciptir, dediklerini ve delil olarak, abdest hakkındaki Mâide sûresinin şu mealdeki âyetini gösterdiklerini nak-letmişlerdir:
«Ey Mü'minler! Namaza durmak istediğiniz zaman yüzlerinizi ve dirseklerle betaber kollarınızı yıkayınız, başlarınızı meshedin ve topuklarla beraber ayaklarınızı yıkayınız...»
Nevevi, sözlerine devamla: Ben, bu mezhebin sıhhatli olarak kimseden sabit olduğunu sanmam. Söz konusu âlimlerin her farz namaz için abdest tazelemenin müstahab olduğunu kasdetmiş olmalarını umarım. Bize İbrahim En-Nehâi' nin bir abdestle beşten fazla namaz kılmadığı rivayet edilmiştir.'
Hanefî, Şafii, Mâliki ve Hanbeli mezheblerine mensub âlimler ile hadîs âlimlerinin çoğu ve diğer âlimlerin görüşü şudur ki; Abdest bozulmadıkça yeniden abdest almak zorunluluğu söz konusu değildir. Bunların elinde delîl olarak sahîh hadisler mevcuttur. Örneğin; Buhârî'de rivayet olunan Süveyd b. Numan'ın hadîsi, Müslim hariç Kütübü Sitte sahiplerinin rivayet ettiği Enes bin Mâlik'in hadisi, Buhari hariç diğer Kütübü Sitte sahiplerinin rivayet ettikleri Bürey-d e'nin hadîsi... Bunların anlamım taşıyan diğer hadîslerden bahsetmek gerekirse meselâ; Arefe ve Müzdelif e'de iki farz namazı cem etmeye âid hadîs, yolculuk halinde yine iki farz namazın cem'irie âid hadîs, Hendek günü kazaya kalan farz namazları cem etmeye âid hadisler gösterilebilir.
Yukarıdaki meali alınan abdeste âit âyete gelince, bundan mak-sad şudur:
«Ey Mü'minler! Siz abdestsiz iken namaza durmak istediğiniz zaman...»
Dârimi, âyetin bu şekilde yorumlanmasına delil olarak şu hadîsi göstermiştir:
Abdestsizlik halinden başka hiç bir şeyden dolayı abdest almak zorunluğu yoktur.»
Şafiî de görüştüğü âlimlerin âyeti şöyle yorumladıklarını anlatmıştır :
«Ey Müminler! Uykudan kalkarak namaza durmak istediğiniz zaman...»
Zemahşeri de. şöyle der: Eğer sen desen ki, âyetin zahirine göre abdestsiz olsun olmasın namaza durmak isteyen herkesin abdest alması gerekir. Bunun yorumu nasıldır? Biz, şöyle cevaplarız : Âyetteki emrin vücub için olması muhtemeldir. Bu takdirde âyetin muhatablan yalnız abdestsiz olanlardır. Eğer âyetteki emir mendup-luk için ise mesele açıktır. Yani, abdestli olsun, olmasın kişi namaza durmak istediği zaman yeniden abdest almalıdır. Bu onun için daha sevaptır.
Tahavi de demiştir ki: 'Büreyde' nin hadisinde rivayet olunduğu gibi Peygamber'in her farz namaz için abdest almasının sebebi, böyle yapması kendisine vâcib olduğu için değil, daha çok sevap kazanması için olabilir. Enes bin Mâlik' ten rivayet olunan şu mealdeki hadîs de bizim görüşümüzü te'yid eder. Şöyle ki; Amr bin Âmir' den rivayet edildiğine göre Enes bin Mâlik şöyle demiştir:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e abdest suyu getirildi ve kendisi abdest aldı. Ben Enes'e: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her farz namaz için abdest alır mıydı? diye sorunca; evet, diye cevap verdi. Bunun üzerine Ben O'na s Yâ siz? diye sordum. Enes şöyle, dedi: Biz birkaç farz namazı bir abdestle kılardık.»
Burada görüldüğü gibi Enes (Radıyallâhü anh) 'in, Resûl-i Ekrem'in fiilini bildiği ve buna uymayı farz telakki etmediği meydandadır.Çünkü, eğer Resûl-i Ekrem {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu fiili fazla fazilet kazanması maksadıyla olmayıp mecburiyet nedeniyle olmuş olsaydı he Enes' in, ne de başkasmın O'na muhalefet etmeleri düşünülemez.
510) Büreyde (bin El-Hüseyn (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), her (farz) namaz için abdest alırdı. Mekke'nin fethedildiği gün olunca farz namazların hepsini bir abdestle kıldı.» [349]
İzahı
Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd, Beyhaki ve Tahavi de bu hadisi rivayet etmişlerdir.Tirmizî de, bir kaç tarîkten rivayet ederek hadisin hasen - sahîh olduğunu beyan etmiştir. Bâzı rivâyetlerdeki metin daha uzundur. Örneğin: Ebû Davud'un rivayeti meâlen şöyledir :
Fetih günü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beş vakit namazı bir abdestle kıldı ve mestleri üzerine mesnetti. Bunun Üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) O'nas Şimdiye kadar yapmadığın bir şey yaptığını görmüş oldum, deyince Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cevaben :
«Ben bunu kasden yaptım.» buyurdu.»"
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in o zamana kadar her farz namaz için abdest almayı ekseriyetle itiyat haline getirmiş iken Fetih günü bir günlük namazları bir abdestle kılması Hz.Ömer (Radıyallâhü anh)'in dikkatini çekmiş ve bunun için de: Yâ Resûlallah! Şimdiye kadar yapmadığın bir şeyi yapmış oldun, demekle bir nevi bunun mâhiyetini öğrenmek istemiştir.
Hadîs, birçok farz namazları ve nafileleri bir abdestle kılmanın câizliğine delâlet eder. Muteber olan âlimlerin icmâı ile bu câizlik sabittir. Tirmizi: ilim ehlinin uygulaması budur, demiştir. [350]
İki Hadîsten Çıkarılan Fıkhı Hükümler
1) Bir kaç farz namazı bir abdestle kılmak caizdir.
2) Her farz namaz için abdest tazelemek müstahabtır.
3) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Mekke Fethine kadar geçen zamanda ekseriyetle her farz namaz için abdest tazelerdi.
4) Âlimin kendisinden üstün olan şahsiyetin mu'tadına muhalif olan fiil ve davranışlarının nedenini sorması caizdir.Çünkü mutadına muhalif olan hareket, sehven yapılmış olabilir.. Bazen de âlimin bilmediği bir nedenle kasden yapılır, soruşturma neticesinde o şahsiyetten istifade edilmiş olur.
5) Kendisine soru tevcih edilen üstün şahsiyet, soruyu cevaplandırmalıdır.
511) El Fadl bin Mübeşşir (RadtyallCkü anh)'âen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
'Ben, Câbir bin Abdillah'ın bir abdestle bir kaç (farz) namazı kıldığım görünce O'na ı Bu nedir? diye sordum. Kendisi, şöyle cevap verdiı
«Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İ gördüm. Böyle yaptı. Ben de Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gibi yaparım.-" [351]
İzahı
Bu hadîs de birden fazla farz namazın bir abdestle kılınmasının caiz olduğuna delâlet eder. Sindi' nin beyânına göre Zevâid müellifi, bu hadisin râvilerinden Fadl bin Mübeşşir'in Cumhur'ca zayıf görülmesi nedeniyle isnadın zayıf olduğunu bildirmiştir.Fadl bin Mübeşşir El-Ensâri Ebû Bekr E1-Medeni ((Radıyallâhü anhüm) Câbir bin Abdil-1 a h' tan rivayette bulunmuştur. Kendisinin râvisi ise Mervân bin Muâviye1 dir. [352]
73 — Abdest Üzerine Abdest Almak Babı
512) Ebû Gutayf El-Huzeli (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Abdullah bin Ömer bin El Hattâb (Radıyallâhü anhüm), Mescİd-de, yerinde oturuyordu. (Öğle) namazı vakti olunca kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Sonra yerine dönüp oturdu. Ta ikindi namazı zamanı gelince (abdesti olduğu halde) yeniden abdest alıp namaz kıldı. Sonra yerine geçip oturdu. Akşam namazı zamanı olunca kalkıp (tekrar) abdest tazeleyip namaz kıldıktan sonra yine yerine dönünce ben O'na Allah, seni salihlerden kılsın, her farz namaz zamanı abdest tazelemek farz mıdır? Sünnet midir? diye sordum. Kendisi bana:
Sen bana ve benim şu yaptığıma mı baktm? diye sordu. Ben de : Evet, deyince kendisi:
Hayır ben, sabah namazı için abdest alsaydım, abdestim bozul-mad.kça onunla (günlük) bütün namazları kılabilirdim. Lâkin Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken işittim:
Kim abdest üzerine abdest alırsa kendisi için on hasene vardır.» Gerçekten ben de bu hasenelere rağbet ettim, dedi.Zevâid'de : Hadîsin sıhhat bakımından medarı râvl Abdurrahman bin Ziyad El-îfrikl üzerindedir. Kendisi zayıftır. Ve zayıf olmakla beraber tedlis yapardı. Ebû Dâvüd da hadisi rivayet etmiş, Tirmizl iss hadls'ten yalnız Resûl-i Ekrem'e ait metni rivayet etmiştir, denilmektedir. [353]
İzahı
Hadîsin son kısmı İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in mevcut abdestini bozmadan abdest tazelediğine delâlet ettiği için terce-mede bu durumu parentez içi ilâvelerle ifâde ettik.
Hasene: Kulun işlediği hayırlı haslete denir. Abdest almak bir hasenedir. Hadîs, abdest üzerine abdest alan kimseye Cenab-ı Allah'ın on abdest sevabını vereceğini bildiriyor, tşlenen bir hasene karşılığında Allah'ın vâdettiği mükâfatın en azı o hasenenin 10 katıdır. Bazen bu mükâfat 70 kat, bazen 700 kat bazen daha çok olabilir. Ebû Dâvüd ve Tirmizi Sünenlerinin şerhleri, Tuhfe ve Menhel'de bu durum belirtiliyor. [354]
Hadîsin Fıkıh Yönü
1) Hadîs, her farz namaz için abdest tazelemenin müstahab olduğuna delâlet eder. Bu hususta mukîm ve yolcu arasında bir fark yoktur. Cumhur'un mezhebi budur.
2) Tecdid-i Vudu yâni abdest üzerine abdest almanın mükâfatını bildiriyor.
3) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) aldığı bir abdestle namaz kıldıktan sonra ikinci bir farz namaz için, abdest üzerine abdest aldığı noktasından hareketle bâzı âlimler:'Bir abdestle; namaz, Kur'ftn-ı ellemek ve Kâ'be'yi tayâf gibi bir ibâdet yapıldiktan sonra abdest üzerine abdest almak müstahabtır.Aksi takdirde yani alınan abdestle bir ibâdet yapılmadıkça o abdest üzerine tekrar abdest almak müstahab değildir, demişlerdir.Bâzı âlimler ise: 'Abdest üzerine abdest almak için böyle bir kayıtlama yoktur.Tecdid-i Vudû', dâima müstahabtır, demişlerdir. [355]
74 — Abdest Almanın Ancak Abdestsizlikten Dolayı Gerekliliği Babı
513) Abbâd bin Temîm'in amcası (Abdullah bin Zeyd bin Âsim)[356] (Radtyallâkü anhümâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Namazda iken abdesti bozuldu diye şüphelenen kişinin durumu Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arzedildi. (Namazın bozulup bozulmadığı soruldu.) Bunun üzerine Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki t
«Böyle bir kimse koku duymadıkça veya ses işitmedikçe namazdan çıkmasın.»" [357]
İzahı
Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Beyhaki de, bu hadisi rivayet etmişlerdir.Buhâri ve Müslim'de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e adamın durumu arz eden zâtın Abbâd bin Temim'in amcası olan Abdullah bin Zeyd bin Âsim olduğu belirtilmiştir.
Abdullah bin Zeyd' den bu hadîsi Abbâd bin Temim' in rivayet ettiği sabittir. Ancak- Saîd bin El-Mü-seyyeb'in de Abdullah' tan rivayet edip etmediği kesinlikle bilinmemektedir. Hafız El-Fetih'te şöyle der: «Ab-bâd* kelimesi, «Saîd» kelimesine atf edilmiştir. Said'in Abdullah' tan hadîsi rivayet etmesi muhtemeldir. Bu takdirde hem Saîd, hem Abbâd, Abdullah' tan rivayet etmiş olurlar. İkinci bir ihtimal: Abdullah' tan yalnız yeğeni olan Abbâd rivayet etmiş olup, Saîd' in şeyhi ise mahfuzdur. (Sened-de alınmamıştır.)Bu takdirde sened, Saîd bakımından mürsel-dir. El-Etraf müellifi, birinci ihtimali benimsemiştir. 514 nolu se-nedde Said bin E1-Müseyy eb' in şeyhi olarak Ebû Saîd-i Hudri' nin gösterilmiş olması ikinci ihtimali te'yid eder.
Hadisin mânâsına gelince: Namaza duran kişi, namaz esnasında yellendi diye bir şüphe duyarsa namazını kesecek mi, yoksa bu şüpheye itibar etmeyerek namaza devam edecek mi? Sahâbîlerden Abdullah bin Zeyd bin Âsim bu durumu ve buna âid şer'i hükmü Peygamber'e sormak istemiş ve Ondan şu cevabı almıştır :
Hayır namazdan çıkmasın. Ancak, yellendiğini kesinlikle bildiği takdirde abdesti bozulmuş olur. Dolayısıyla namazdan çıkmış olur.Yellendiğini kesinlikle bilmesi; bir koku duyması veya ses işitme-siyle mümkündür. Yellendiğinin kesinlik kazanması için koku duymak veya ses işitmek şart değildir. Çünkü kişi, sağır olabilir veya koklama duygusu bozuk olabilir. Hadîste koku duyulması veya ses işitilmesi tâbiri, çoğunluk itibarı iledir.
Hattâbî:'Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hadîste ses işitmeyi ve koku duymayı zikretmekle abdestin ancak bunlarla bozulabileceğini namaz esnasında abdestin başka türlü bozulmıyacağını kasdetmemiştir.Soruya uygun olsun diye cevapta bu ifade tarzı tercih edilmiştir.Ön ve arkadan çıkan her şey, yel hükmündedir.Bazen yel çıkar ama ne ses duyulur, ne de koku.Buna rağmen durum kesinlikle bilindiği takdirde abdest bozulmuş olur. Bazen kişi sağır olur ses işitmez.Bazen burnu tıkalı olur koku işitmez demiştir.
Ebû Dâ-vûd 'un abdest bahsinde rivayet ettiği bu hadisin şerhinde El-Menhel yazarı özetle şöyle der:
«Bu hadîs, İslâm dininin temellerinden ve fıkıh kaidelerinden biridir. Bu kaide şudur ki: Sabit olan her şeyin devamı asıldır.Aksi sabit olmadıkça o şeyin devamlılığına hükmedilir.»Beliren şüpheler, etki yapamaz.Bu kaideye «İstisbah» derler.
Hadiste söz konusu olan mes'ele, bu genel kaidenin şümulüne giren yüzlerce mes'eleden biridir. Şöyle ki; Abdest aldığını kesinlikle bilen kişi, abdestinin bozulduğundan şüphe ederse, abdestinin devamlılığına hükmedilir. Şüphenin namaz içinde veya dışında olması arasında bir fark yoktur.Selef ve haleften olan âlimlerin cumhur'unun görüşü budur.Mâ1ikî'lerden (îbn-i Nâfi' de bu görüşe katılmıştır. Onların delili bu bâbtaki hadislerdir. Onlara göre hadiste söz konusu edilen şüphe, namaz içinde vuku bulan şüphe türünden ise de, şüphenin namaza bağlanması sorudan doğmadır. Yâni soru namaz içindeki şüpheyle ilgili olduğu için, ona uygun olsun diye cevapta namazdan bahsedilmiştir.
Mâliki' lerin Cumhuruna göre kişi, namaza başlamadan önce abdestinden şüphelenirse, abdesti bozulmuş sayılır. Dolayısıyla abdest almadan namaza duramaz.Şayet kişi, namaza başladıktan sonra şüphelenirse, abdestinin bozulduğunu kesinlikle bilmedikçe namazına devam eder.Namazdan çıktıktan sonra şüphesi zail olursa ona bir şey yapmak gerekmez.Eğer, namazdan çıktıktan sonra da şüphesi devam ederse veya abdestinin kesinlikle bozulduğunu hatırlarsa yeniden abdest alır ve kıldığı namazı iade eder. Mâliki' lerin meşhur kavli budur.Onlar hadisin zahirine dayanmışlardır.
Yukarıda belirtildiği gibi kesinlikle bilinen bu hususa âid hükmün şüpheyle değişmiyeceğine dâir olup, mezkûr hadisten alınan genel kaidenin şümulüne giren mes'elelerin bir kısmını Nevevi şöyle anlatmıştır: Aslında tahir olan su, süt, bal, yağ, elbise gibi bir maddenin necis olduğunda tereddüt eden kişi, bu şüpheye itibar etmemeli ve aslında tahir olan o maddenin taharetine hükmetmelidir. Kendisinde beliren şüphe ve necaset ihtimali % 50'den aşağı veya % 50'den yukarı olması neticeyi değiştirmez. Keza boşamada, köleyi azad etmekte veya eşinin aybaşı âdetinde tereddüt eden kişi, bu şüphelere iltifat etmeyerek nikâhın, kölesinin kölelik hâlinin ve eşinin temizlik durumunun devamına hükmederek, buna göre hareket eder ve hareketinden dolayı mes'ul değildir.
Kişinin söz konusu zannı belli bir sebebe dayanmadıkça hüküm budur.Ama muayyen bir sebebe dayanırsa, meselâ necaseti kullanmayı ibâdet telâkki edenlerin elbisesi, mezbahalarda hayvanları bogazlayanların elbiseleri ve şarap imal edip, buna düşkün olanların giyecekleri hususunda ayrı hükümler vardır. Bâzı âlimler, zahirle amel ederek bu elbiselerin necis olduklarına hükmetmişlerdir.. Bir kısım âlimler de, elbiselerin aslında temiz olmalarını dikkate alarak tahâretliklerine hükmetmişlerdir. îkinci görüş daha kuvvetlidir.
514) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e, namaz esnasında abdestin bozulması şüphesinin hükmü soruldu. Resûlullah, şöyle buyurdu:
«Namaz kılan kişi bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça namazdan çıkmasın.[358]
515) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)yden rivayet edildiğine göre kendisi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «Abdest, ancak ses veya kokudan Ötürü gerekir.»" [359]
İzahı
Bu hadîsi Müslim, Buhâri ve Tirmizî mânâya değişiklik getirmeyen fakat lafız bakımından farklı metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.Tirmizî hadîsin hasen - sahîh olduğunu ifade etmiştir.Müslim' in rivayeti meâlen şöyledir:
«Sizden birisi karnında bir şey duyar da (dübüründen) bir şeyin çıkıp çıkmadığına tereddüt ederse bir ses işitince veya bir koku duyuncaya kadar sakın mescidden (namazdan) çıkmasın.»
Bu hadis de, daha önceki hadîsleri te'yid eder mâhiyette olup, abdestin yellenme şüphesi ile bozulmadığını bildirir ve dübüründen çıkan yelin abdesti bozduğunu ifâde eder. Bunda âlimlerin icmaı vardır. Ön kısımdan çıkan yelin hükmü de îbn-i Mübarek, Şafiî, îshak ve Ahmed'e göre budur. Hanefî âlimlerinden Muhammed' den bir rivayette aynı hüküm vardır. Fakat Hanefî' lerden meşhur olan kavle göre, ön kısımdan çıkan yel, abdesti bozmaz. Mâliki âlimleri de bozmaz demişlerdir. Ancak, dübür kapanır ve büyük abdest ön kısımdan çıkacak olursa bu takdirde önden gelen yel'de de abdest bozulur.
516) Muhammed bin Amr bin Atâ (Radtyallâhü onk)'den rivayet edildiğine göre kendisi:
Ben, Saib bin Yezîd'i elbisesini koklarken gördüm ve O'na t Şu elbise koklaman neden icab etti? diye sordum, demiştir. Sâib: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken işittim, dedi:
«Abdest, ancak koku veya işitmekten ötürü gerekir.Hadîsin isnadında bulunan ravl Abdülaziz*in zayıf olduğu, Zevâid'de bildirilmiştir. [360]
75 — (Necasetin Girmesiyle) Necislenmeyen Su Miktarını Beyân Babı
517) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Binek hayvanları ile yırtıcı hayvanların peşpeşe geldikleri göldeki suyun hükmü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sorulduğunda şöyle cevap buyurduğuna şahit oldum:
«Su iki kulleye ulaştığı zaman hiç bir şey onu necis etmez.»"
518) Abdullah bin Ömer (Radtyallâkü anhümâ)'den rivayet edildiğîne göre kendisi; Resülullah {Sullollakü Aleyhi vt Sellem) şöyle buyurdu demiştir :
-Su iki veya üç kulleye ulaştığı zaman hiç bir şey onu necis etmez.»"
Hadîsin isnadındaki ricalin sikalar olduğu ve «veya üç külle...» kısmı hariç, hadîsin Ebû Dâvûd ile Tirmizî tarafından da rivayet edildiği Zevâid'de bildirilmiştir. [361]
İzahı
Müellif, her iki hadîs için ikişer sened zikretmiştir. Bu sened-lerdeki râvilerin isimleri tercemelerin üstündeki arapça metinde sırayla anılmaktadır. Bunları tekrarlamaya lüzum görmüyorum.
İlk hadîste Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'a yöneltilen sorunun açıklamasını yapan EI-Menhel yazarı şöyle der: 'Binek hayvanları ve yırtıcı hayvanlar su içmek için defalarca vardıkları sudan içtikleri gibi, ona işer ve tersleri de ona karışır. Böyle bir su necis sayılır mı sayılmaz mı? diye Resûlullah'a soru sorulmuştur.'
Hadîsteki bâzı kelimeleri açıklayalım : .
Devâbb: Bu kelime, *Dâbbe»nin çoğuludur. Dâbbe lügatte yer yüzünde yürüyen hayvan demektir. Genellikle dört ayaklı olup, binek olarak kullanılan hayvanlara denir. Bâzı lügat kitapları dâbbc'yi binek hayvanı olarak tanımlamıştır.
Sibâ' ı «Sebu'»un çoğuludur. Yırtıcı hayvan demektir.
Kulleteyn: «Kulle»nin tesniyesidir.2 külle demektir.Külle, büyük küp ve testi demektir.Hattabi -Külle», elle taşınan ve içme suyu için kullanılan testi anlamında kullanıldığı gibi, çok kuvvetli adamın kaldırabildiği büyük küp mânâsına da kullanılır.Hadîste, çölde hayvanların sulandığı suyun durumu sorulduğu için buradaki kulle'nin küçük testi anlamında kullanılmadığı açıktır.Çünkü, böyle bir suyun bir iki testi miktarı ile sınırlandırılması örf ve âdete aykırıdır.
İbn-i Cüreyc (Radıyallâhü anhJ'in rivayetinde hadisin metni şöyle geçer:
«Su, hecer kulleleri ile İki külle olduğu zaman..."Hecer kul-leleri hacimce malûm ve meşhur olup. en büyük külledir demiştir.
Bahreyn tarafında bulunan Hecer şehrine mensup olan Kulleler ya orada yapılır Medine-i Münevvere'ye getirtiliyordu. Yahut da Medine-i Münevvere'de yapılıyordu.
Kullenin, hacım ölçüsü birimi ile ne kadar su aldığı hususuna gelince iki külle Mısır rıth ile dörtyüz kırkaltı tam yedide üç rıtıldır. Bağdat rıth ile yaklaşık olarak beşyüz ntıldır. Bizim ölçülerimize göre iki külle 210 litre su alır. Küp şeklindeki bir havuz ve benzerinin mutedil bir adamın kulacı ile uzunluğu, genişliği ve derinliği bir tam, bir bolü dört kulaç olursa iki kulleye denk olur. Silindir şeklindeki bir kuyu ve benzeri bir yerin genişliği bir kulaç, derinliği ikibuçuk kulaç ve çevresi de üç tam yedide bir kulaç miktarı olursa yine iki kulleye eşit su alır.
Az suyun içine necaset düşünce su, necis olmuş olur.Çok suyun durumu böyle değildir. Bir suyun çok sayılması hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır.El-Menhel yazarı, bu konuda ez cümle şöyle söyler:
«Şafiî ve arkadaşları bu hadise dayanarak: 'İki külle miktarı olan su değişmedikçe (renk, koku ve tadı bakımından), necasetin girmesiyle pislenmez' demişlerdir. Ahmed ve Ebû Sevr'in mezhebi de budur. Bu görüşte olan âlimlere göre iki kulleye ulaşmayan suya necaset girdiği takdirde suyun vasıfları değişsin değişmesin pislenmiş olur.
Ebû Hanife ve arkadaşları şöyle demişlerdir: Durgun su, az olduğu zaman içine necaset girince pis olur. Akan su ise, içinde necaset eseri zuhur etmedikçe temizdir ve taharette kullanılır. Çok suyun bir kenarına necaset düştüğü zaman, suyun başka bir kenarından abdest almak caizdir. Hanefî âlimleri, çok suyun tarifinde muhtelif kaviller söylemişlerdir. En meşhur kavle göre alanı 10 x 10 kulaç olan bir su çok sayılır. Bu suyun derinliğindeki ölçü ise, ondan avuçlamakla dibinin görülmemesidir.Zey1âî şöyle der: «Ebû Hanife' den alınan zahiri rivayete göre abdest alan veya gusül eden kişinin rey'i esastır. Eğer kuvvetli kanaatına göre suyun bir kenarına düşen necaset diğer kenara ulaşmış ise o su kullanılmaz.Aksi takdirde kullanılır.El-Gaye'de yazar bunu zikrederek; en sahîh kavlin bu olduğunu söylemiştir.»
Tahav'i de: "Biz Kulleteyn hadisi ile hükmetmedik, çünkü kulleteyn miktarı sabit değildir, demiştir."
İkinci hadisteki: «İki külle veya üç külle. - tâbiri ile ilgili olarak şöyle der: Bu tâbir, râvinin tereddüdü için değil, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin buyruğundandır. Bundan maksadı, söz konusu hüküm için suyun iki kulleden fazla olmasının mahzurlu olmadığım, fakat iki kulleden eksik olmasının mahzurlu olduğunu beyan etmektir. [362]
Hadisin Fıkıh Yönü
1) Binek hayvanlarının ve yırtıcı hayvanlarının su artığı necistir.Çünkü, eğer necis olmasaydı soru ve cevâbın anlamı kalmazdı.
2) Bu hayvanların sidik ve tersi necistir.Zira cevapta suyun iki külle kadar olması şart koşuluyor.Eğer bunlar necis olmasaydı az suyu bile necis etmezdi.Bu hayvanların sidik ve terslerinin necis olduğu hadisten şöyle anlaşılıyor:Yırtıcı hayvanlar suya vardıkları zaman içine girip işerler, uzuvları pislikten boş olmaz.Bu hal, onların mu'tadıdır.
3) Çok suya necaset girdiği zaman evsafı değişmedikçe su temizleyicidir.Çünkü Ebû Ümâme' den merfu1 olarak rivayet edilen bir hadîste şöyle buyuruluyor:
«Hiç bir şey suyu necis etmez. Fakat suyun kokusuna, tadına ve rengine galip gelen necaset onu pisler.» İbn-i Mâceh ve Tabarânî'nin rivayet ettikleri bu hadisin senedi zayıf ise de mânâları ile amel etmek hakkında âlimlerin icmaı vardır.
4) Su, iki kulleden az olduğu zaman, necasetin girmesiyle evsafı değişmese bile necistir.
İlk hadisi Nesâi, Ebû Dâvûd, Şafiî, Ahmed, İbn-i Huzeyme, îbn-i Hibbân, Hâkim, Dare-kutni, Beyhakî, Tahavî, Dârimi ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.Hafız, Te1his' te şöyle der: Hâkim: Bu hadis, Buhârî ve Müslim'in şartı üzerine sahih olup bütün râvileri ile ihticac etmişlerdir, demiştir.
Bir Noktayı Belirtelim:
İki külle veya daha çok olan suya bir necaset girdiği halde suyun evsafı değişmemişse abdest, gusül ve necasetin giderilmesinde o su kullanılabilir. Hanefi âlimlerine göre çok sayılan suyun hükmü budur. Şer'i olan bu hüküm belirtilirken hatıra şöyle bir soru gelebilir: İçine sidik, hayvan tersi ve benzeri bir necasetin karıştığı su, mikroplu olur, kullanılması sıhhî yönden sakıncalıdır. Buna rağmen «Temizlik îmandandır» diyen İslâm dini nasıl böyle bir suyun kullanılmasına izin verir?
Bu sorunun cevâbı şudur: Yukarıda belirtilen hüküm, dîne dayalı olduğu gibi, sağlığa zararlı olan bir maddenin kullanılamıya-cağı hükmü de İslâmiyet'te yer alır. Bu iki hüküm beraber düşünülür. Sağlık yönünden zararlı olursa miktarı iki külle değil, bin külle de olsa ne abdest ve gusülde, ne de yiyecek ve içecekte kullanılır. Bunu kullanmak haramdır. [363]
76 — Havuzlar Babı
519) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e Mekke ile Medine arasında bulunan ve yırtıcı hayvanların, köpeklerin ve eşeklerin geldiği havuzların durumu ve onlardan taharet (abdest, gusül. necasetin giderilmesi işini) yapmanın hükmü soruldu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle cevap buyurdu :
«O hayvanların karınlarında taşıdıktan su, onlaradır. Kalan su, bizim İçindir. Taharette kullanılabilir.»"
Hadisin isnadındaki râvl Abdurrahman'ın babasından mevzu hadisler rivayet ettiği Sl-Hakim tarafından beyan edilmiş olduğu ve İbnü'l-Cevzi'nin; Alimlerin Abdurrahman'ın zayıflığına icma ettiklerini söylediği Zevaid'de bildirilmiştir. [364]
İzahı
Sindi, bu hadîsin açıklamasında der ki:Hadîste durumu sorulan havuzların suyu genellikle iki kütleden fazla olduğu için anılan hayvanların artığı sayılmaz.Veyahut necaset, suyun evsafını değiştirmedikçe suyun temizliğine olumsuz yönden etki etmez. Bu iki nedenden birisi ile söz konusu havuzların suyu ile taharet yapılacağı hükme bağlanmıştır. Hadîs, yırtıcı hayvanların artığı olan suyun temizliğine delâlet etmez. Bil'akis bu ve benzeri hadîsler ve bilhassa iki kulleye âid (517 - 518 nolu) hadîsler, yırtıcı hayvanların su artığının necasetine delâlet eder. Eğer bu artık temiz olsaydı az olsun çok olsun, suyun artık olmasıyla pislenmiyeceği beyan buyu-, rulacaktı.
520) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Biz, bir göle vardık. Ve gölde bir merkep İaşesine rastlayınca gölden su almaktan çekindik. Nihayet Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza teşrif edince i
«Şüphesiz hiç bir şey suyu pislemez.» buyurdu. Bunun üzerine biz su aldık, içirdik ve taşıdık.[365]
İzahı
Sindi şöyle der: 'Hadîs'ten maksad şudur: Suya karışan necaset onun vasıflarını değiştirmedikçe, su necis sayılmaz. Fakat, suyun rengini, tadını veya kokusunu değiştirince necaset, onu su olmaktan çıkarmış olur. Dolayısıyla böyle bir su temizleyici olamaz.Çok sayılmayan suyun, pis bir şeyin girmesiyle necis olduğu ve çok suyun içine pis bir şey girdiği zaman, suyun vasıflarına, bakılacağı, bu vasıllarda değişiklik meydana geldiği anlaşıldığı takdirde suyun taharette kullanılmıyacağı, ayrıca suyun sağlık yönünden kullanılmaya elverişli olup olmadığının göz önünde bulundurulacağı hususu bundan önceki bâbta izah edilmiştir.
521) Ebû Ümâme El-Bahili (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ buyurdular ki:
«Şüphesiz hiç bir şey, suyu necis etmez. Ancak suyun kokusuna, tadına ve rengine galebe çalan şey, onu necis eder.Râvilerden Rişdin zayıf olduğu için, isnadın zayıf olduğu Zevaid'de bildirilmiştir. Sindi : 'Hadisin «Ancak suyun...» kısmı hariç aş kısmı Nesâi, Ebü Dâvûd ve Tirmizi tarafından Ebû Said-i Hudrl'nin hadsinden rivayet edilmiştir der. [366]
İzahı
Hadîsin ilk fıkrası yani:
Şüphesiz hiç bir şey suyu necis etmez» kısmı yukardaki notta işaret edildiği gibi Sünen sahipleri tarafından rivayet edilmiştir. Ancak, son râvisi ,Ebü Ümâme değil, Ebû Said-i Hud-ri'dir. El-Menhel yazarının beyânına göre : Tirmizi, hadisin hasen olduğunu ve Ahmed bin Hanbel de hadîsin sahîh olduğunu söylemiştir. Hadîs, Şafii, Darekutnî, Hâkim ve Beyhaki tarafından da rivayet edilerek Yahya bin Muin ve Ebû Muhammed bin Hazm tarafından da sahih görülmüştür. [367]
Hadisin Fıkıh Yönü
El-Menhel yazarı 'Bidâet Kuyusu' için açılan bâbta rivayet edilen bu hadîsin iıkıh yönünü özetle şöyle beyan eder:
'Hadîs, az olsun çok olsun suyun, içine giren bir şeyle pislenmediğine delâlet eder. Hatta suyun evsafı değişse bile hükmün bu olduğu görülür. Fakat, bir necasetle suyun vasıflarından birisi değiştiği zaman, taharette kullanılamıyacağı hususunda icma' vardır. Şu halde vasılları değişen suyun pislenme hükmü icmaa dayalıdır. Ebû Ümâme' den rivayet edilen hadîsteki:
«Ancak suyun kokusuna, tadına ve rengine galebe çalan şey onu necis eder.» mealindeki istisnaya dayalı değildir. Çünkü hadisin istisna kısmı sabit görülmemiştir. Yukarda belirtilen duruma göre suyun evsafı değişmedikçe miktarı az olsun, çok olsun necasetin girmesiyle pislenmez. Hadîsin zahiri buna delâlet eder. İbn-i Abbas, Ebû Hüreyre, Hasan-ı Basrî, tbnü'l-Müseyyeb, İkrime, îbn-i Ebî Leylâ, Sevrî, Dâvûd-i Zahirî. Nehai, Câbir bin Zeyd, Mâlik ve Gazali bu görüştedirler. '
îbn-i Ömer, Mücâhid. Ishak, ehl-i Beyt'ten E1-Hadi, El-Müeyyed Billah, Ebû Tâlib. Nasır ile Hanefî. Şafiî ve Hanbeli âlimleri şöyle demişlerdir : Necaset, az suyun içine girdiği zaman suyun evsafı değişsin değişmesin onu necis eder. Çünkü o su, kullanıldığı zaman içindeki necaset de kullanılmış olur. Bunların delilleri şu hadîslerdir:
1) «Biriniz uykudan kalktığı zaman elini yıkamadan kaba sokmasın.Çünkü elinin nerede gecelediğini bilmez.» Bu hadiste uykudan uyanan kişi elini kaba batırmaktan men ediliyor ve yasaklama sebebi de necaset endişesi olarak gösteriliyor. Bilindiği gibi ele uykuda dokunan ve görülmeyen necaset, suyu değiştirecek durumda değildir.
2) «Köpek, birinizin kabını yaladığı zaman, içindekini döktükten sonra yedi defa yıkasın.»
Buradaki dökme ve yıkama emri necasetin delilidir.
3) «Sakın hiç biriniz durgun suyu içmesin.»
4) «Müftüler sana fetva verseler bile sen, kalbinden fetva iste.»
5) «Seni şüpheye düşüreni bırak. Şüphesiz olana git.»
Bu görüşte olan âlimler: «Hiç bir şey suyu necis etmez mealindeki hadîsin yukarıda anılan delillerle muhassas olduğunu söylemişlerdir.
Bu âlimler az su ve çok su miktarı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: Su kullanıldığı zaman içine düşen necasetin de kullanıldığı sanıldığı, takdirde bu su az sayılır, demişlerdir. Bir rivayete göre, Ebû Hanife de böyle demiştir. Diğer bir kısım âlimler: İki kulleden az olan su az sayılır, demişlerdir. Şafiî ve arkadaşları bu görüştedirler.»
El-Menhelin verdiği izah çok uzundur. Âlimlerin değişik görüşleri ve karşılıklı müdafaa ve itirazları bu izahta beyan edilmekte ise de okuyucularımızı sıkacağı endişesi ile o malûmatı buraya almaktan sarf-ı nazar ettik. İstekliler oraya müracaat edebilirler. [368]
77 — Henüz Yemek Yemeyen Çocuğun Bevlî Hakkında Gelen Hadîsler Babı
522) Lübâbe [369] binti'l-Hâris (Radtyallâhü ankâydan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
(Hz.) Ali'nin oğlu Hüseyin (Radıyallâhü anhümâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kucağında işedi. Ben: Ya Resûlal-lah! Elbiseni bana ver (ki yıkayayım) ve başka elbise giy, dedim. Belûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki :
«Erkek çocuğun bevünden dolayı yalnız su serpilir. Kız çocuğun bevlinden de yıkamak gerekir.»" [370]
İzahı
Ahmed, Ebû Dâvûd, Tahavi, İbn-i Huzey-me Beyhakî ve Hâkim de. Lübâbe* nin hadîsini az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.
Hadîs, henüz yemek yemeyen erkek ve kız çocukları eşit tutarak bevillerinin dokunduğu elbiseyi yıkamak gerekir diyenlerle, her ikisinde de su serpmek kâfidir diyenlerin görüşünü reddeder. Via: 'Erkek çocuğunkine su serpmek kâfi olup, kız çocuğunkini yıkamak gerekir' diyenlere hüccettir. Lübâbe (Radıyallâhü anh), yıkamak için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den elbisesini soymazsım istemiş olup, bu husus bâzı rivayetlerde sarahaten belirtilöüştir: Tercemedeki parantez içi ifade, bu rivayetlerden alınmadır,
523) Âişe (RadtyallChü ankâyâen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e henüz yemek yemeyen küçük bir erkek çocuk getirildi. Çocuk, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in elbisesine işedi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hemen işenen yere su döktü de yıkamadı. [371]
İzahi
Sabit Süt emen erkek çocuğa denir. Sütten kesilince yedi yaşına kadar ona -Ğulam» denilir.Kastalâni, Sabit Gıda için sütten başka henüz birşey yemeyen ve içmeyen çocuğa denir. Hz.Âişe' nın hadîsinde söz konusu edilen sabi Ümmü Kays'ın oğlu veya Hasan bin Ali yahut da kardeşi Hüseyin' dir.Buhâri ve Müslim'in de rivayet ettikleri bu hadîs de bir önceki hadis gibi, henüz yemek yemeyen erkek çocuğun işediği yeri yıkamanın icab etmediğine ve üzerine su dökmenin kâfi geldiğine delâlet eder.
524) Ümmü Kays [372]binti M ihsan (Radtyallâkü ankâ)'âan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
«Ben, henüz yemek yemeyen bir oğlumu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna çıkardım. Çocuk, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in elbisesine işedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) su isteyerek işenen yere su serpti.»" [373]
İzahı
Buhârî, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvüd, Tanavi ve Dârimî de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.Buhâri ve Ebû Dâvüd'un rivayetlerinde hadîs metninin sonunda:
«Ve işenen yeri yıkamadı.» cümlesi vardı. Ayrıca yine Buhâri, Müslim ve Ebû Davud'un rivayetinden ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ümmü Kays' in oğlunu kucağında oturttuğu ve kucağında işediği anlaşılmaktadır.
Bu hadîs de henüz yemek yemeyen erkek çocuğun işediği yeri temizlemek için su serpmenin kâfi olduğuna ve yıkamaya gerek olmadığına delâlet eder.
Nevevî^ Müslim'in şerhinde :Yemek yemeyen erkek çocuğun bevlinih necis olduğu hususunda âlimler arasında ihtilâf yoktur. Hattâ bazı arkadaşlarımız bu hususta âlimlerin icmâ'ı-nı naklet mislerdir. Yalnız Dâvûd-i "Zahiri muhalif kalmıştır. Şafiî ve başkası sabinin bevli tahirdir, bununla beraber dokunduğu yere su serpilir, diye Ebu'l-Hasan bin Batta Tın ve O'nu takiben Kadı Iyâz'ın hikâye ettikleri söz, kesinlikle yanlıştır.'
Âlimler, bu konuda müttefik olmakla beraber, sabinin işediği yerin temizletilmesi hususunda ihtilâf ederek üç mezhebe ayrılmışlardır :
1. Henüz yemek yemeyen erkek çocuk ise, işediği yere su serpmek kâfidir. Kız ise yıkamak gerekir. Alî, Atâ, Hasan, Zührî, Ahmed, Sevr i, Şafiî âlimleri, Nahaî ve şâz bir rivayete göre Mâ1ik' in kavli budur.Onların delilleri bu hususta rivayet edilen Ümmü Kays'in, Âişe' nin, Ümmü Kürz*ün, Lübâbe binti'l-Hâris'in hadîsleri ve benzer hadislerdir.
2. Erkek ve kız çocuğun işedikleri yere su serpmek kâfidir. Aralarında bir fark yoktur.Evzâî' nin mezhebi budur. Mâlik ve Şafii' den de böyle bir rivayet hikâye edilmiştir. Bu mezhebin deliline rastlanamamıştır.
3. Her ikisini yıkamak gerekir.Hanefi âlimleri vesâir Küfe âlimleri ile Mâliki âlimlerinin mezhebi budur. Bunların delili, Ammâr' in merfu' olarak rivayet ettikleri şu mealdeki hadîsleridir:
«Elbise, ancak büyük ve küçük abdestten dolayı yıkanır.» Ayrıca bu görüşteki âlimler, erkek çocuğun bevlini, kız çocuğun bevline kıyaslayarak şöyle derler:Erkek ve kız çocuk, sütten başka maddeler yedikten sonra her ikisinin bevlinin dokunduğu yeri yıkamanın gereği hususunda icmâ' vardır. Necasetin giderilmesinde, yıkamak asıldır. Öyleyse henüz yemek yemeyen erkek çocuk da kız çocuk gibidir.
Erkek çocuğun bevline su serpmek kâfidir, diye vârid olan ha-dislerdeki «Nadh* kelimesini su serpmek şeklinde mânâlandırmaya-rak. bununla yıkamanın kasdedildiğini ve Nadh'ın yıkama anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. Hadîslerdeki; Ve o yeri yıkamadı.» cümlesini de: O yeri bol yıkamadı, sıkmadı, ovmadı diye yorumlamışlardır.
El Menhel yazan, âlimler arasındaki ihtilâfı açıkladıktan sonra birinci mezhebin daha kuvvetli olduğunu beyan eder:
Üçüncü guröp âlimin delil olarak gösterdikleri Âmmâr' in hadîsi zayıftır. Çünkü isnadında Sabin bin Hammâd vardır ki, bâzı âlimler kendisini mevzu hadîsleri rivayet etmekle itham etmişlerdir.Bu hadîs sahih olsa bile, hükmü, bu bâbtaki hadîslerle tahsis edilmiş olur. Yaptıkları kıyaslama açık değildir.Çünkü, sarih nassa muarız olduğu zaman kıyas geçersizdir. «Nadh' tan murad yıkamaktır - sözü de makbul değildir. Çünkü açık olan mânâsından döndürücü bir karine yoktur.
«Ve onu yıkamadı.» cümlesini «İyice yıkamadı, sıkmadı, ovmadı» diye yorumlamak da zahire muhaliftir...
El-Menhel yazarı, bundan sonra aynı görüşü teyid eden İbn-i Dakiki'-Iyd' den uzunca bir nakil yapmaktadır. Buraya almayı gereksiz buluyorum.
Henüz yemek yemeyen erkek çocuk hakkında bu ihtilâf vardır. Yemek yemeye başladı mı, işediği yeri yıkamak hususunda âlimler
müttefiktirler.
525) (Hz.) Ali (Radtyallâhü an&yâen rivayet edildiğine flöre şöyle
söylemiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) süt emen çocuğun bev-li hakkında buyurdular ki t
«Erkek çocuğun bevline su serpilir. Kız çocuğun bevli yıkanır.»
(Müellif diyor ki:) Ebü'l-Hasan bin Seleme dedi ki: Bize Ahmed bin Musa bin Ma'kil tahdis etti. (O dedi ki) : Bize, Ebü'l-Yaman El-Mısrî bize tahdis ederek dediler ki: Ben, Şafiî'ye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Erkek çocuğun Devlinden dolayı su serpilir, kız çocuğun bevlln-den dolayı yıkamak gerekir.» mealindeki hadisi sorarak; her iki sidik birdir. (Bu ayırımın hikmeti nedir?) Şafiî:
— Çünkü erkek çocuğun bevli su ve çamurdandır. Kız çocuğunun bevli et ve kandandır, diye cevap verdikten sonra Bana t Anladın mı? diye sordu. Ebül-Yeman dedi ki: Ben t
— Hayır anlamadım dedim. Şafiî ı
— Şüphesiz Allah Taâlâ Adem (Aleyhissclâm)'i yarattığı zaman Havva Onun kısa kaburga kemiğinden yaratıldı. Bu sebeple erkek çocuğun bevli su ve çammdan oluştu. Kız çocuâun bevli de et ve kandan oluştu, dedi. Ebü'l-Yemân dedi ki: Şâfİî bana t Anladın mı? diye sordu. Ben
— Evet, (anladım) diye cevap verdim. ŞâfİÎ bana -.
— Allah, seni öğrendiğinden yararlandırsın. [374]
İzahı
Ebû Dâvûd ve ibn-i Ebî Şeybe de H z. Ali (Radıyallâhü anhKnin hadisini rivayet etmişlerdir.Ebû Dâvûd' un rivayetinde metnin sonunda «Erkek çocuk yemek yemedikçe...» cümlesi de mevcuttur. Bu hadîs de daha evvel geçen hadîslerin hükmünü ifâde eder.
Erkek çocuğun bevli ile kız çocuğun bevli arasındaki fark hakkında bâzı eserler vardır. El Menhel yazarı bu eserleri sıralarken önce Ebü'l-Yemân El-Mısrî ile İmamı Şafiî arasında geçen konuşmayı naklederek Şâfii'nin belirttiği farkı kaydeder. Daha sonra şu farkları da beyan eder:
1) Bu fark cahiliyet devrinde devam edegelmişti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu olduğu gibi ibka etmiştir.
2) Kız çocuğun bevli, erkek çocuğunkinden daha galiz ve daha pis kokar.
3) Erkek çocuktan insan tabiatı tiksinmez, kız çocuğundan tiksinir.
Bu nedenle erkek çocukla fazla ihtilat yapıldığı için kolaylık olsun diye bu fark va'z edilmiştir.
Sindi, farkın nedenlerini anlattıktan sonra : Hak budur ki. Şâri'in emrine uymak durumundayız. Bu hüküm taabbüdidir. Bunun hikmetlerinden sormak konunun dışında kalır.
526) Ebü's-Semh [375] (Radtyaliâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Ben, Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hizmetçis idim. Hasan veya Hüseyin (Radıyallâhü anhümâ) getirildi. Getiri len çocuk, O'nun mübarek göğsüne bevletti. Orada bulunanlar, o yeri yıkamak istediler. Rcsûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Oraya su serp. Çünkü, kız çocuğun bevli yıkanır. Erkek çocuğun bevlinden dolayı ise su serpilir.»" [376]
İzahı
Getirilen çocuğun Hasan veya Hüseyin (Radıyallâhü anhümâ) olduğu hususundaki tereddüt, râvilerden birisine aittir. Bu şüphenin râvi Muhil bin Ha1îfe'ye ait olması kuvvetle muhtemeldir. Getirilen çocuğun, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek göğsü hizasındaki elbiseye bevlettiği. hadîsin şerhlerinde ifâde edilmektedir. Ebû Dâvûd'un rivâye: tinde Ebü's-Semh diyor ki: 'Ben, o yeri yıkamak İstedim/ Bu hadîs; Nesâî, Ebû Dâvûd, Bezzâr. İbn-i Huzey-me, Hâkim ve Darekutni tarafından da rivayet edilmiştir.
527) Ümmü Kür/[377] (Rıuhyullâlni unbâyden rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
«(Henüz yemek yemeyen) Erkek çocuğun bevline su serpilir. Ku çocuğun bevli yıkanır.Râvilerden Amr bin Şuayb'in Ümmü Kürz'den hadis işitmediği içte senedde inkıta' olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [378]
Bu Bâbta Geçen Hadîslerden Çıkarılan Fıkıh Hükümleri
1) Henüz yemek yemeyen erkek çocuğun bevlinin dokunduğu elbise ve benzeri şeylere su serpmek kâfidir.
2) Çocuk kız olduğu takdirde bevlinin dokunduğu elbiseyi yıkamak gerekir.
3) Çocukları fazilet ehlinin yanına götürüp onların bereketinden faydalandırmak meşrudur.
4) Küçüklere karşı şefkatli ve yumuşak davranmalı.
5) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in örnek ahlakı ve üstün tavazuu belirtilmekte olup, böyle davranı İmalıdır.
6) Büyük zatlara hizmet etmek meşrudur. [379]
78 — Bevlin İsabet Ettiği Yerin Nasıl Yıkanacağı Babı
528) Enes (bin Mâlik (Radıyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre : Bir A'rabî mescid'de işedi. Cemâatin bir kısmı (O'na mâni olmak üzere) hızla ona doğru sıçradılar. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onu işemekten kestirmeyiniz (= bırakın işini bitirsin.)» buyurdu. Sonra bir kova su istedi. O yere döktü."
529) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine «öre şöyle söylemiştir :
Bir A'rabî mescide girdi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturuyordu. A'rabî: Allah'ım! Bana Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mağfiret kıl ve ikimize mağfiret eylerken, hiç kimseye mağfiret etme, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülümseyerek:
«Sen gerçekten pek geniş olan bir şeyi daralttın. (İlâhi mağfireti daraltmak istedin)» buyurdu. Sonra adam geri dönüp, mescidin bir kenarına varınca ayaklarını açıp işedi. Daha sonra A'rabî, suçluluğunu anlayınca kalkıp: Babam, annem sana feda olsun. Bana (merhamet et) dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu azarlamadı ve sebetmedi. Sonra (A'rabiye hitaben) :
«Şüphesiz bu mescidde İşenmez. Bu, ancak Allah'ı anmak ve namaz için yapılmıştır.» buyurdu. Daha sonra su dolu bir kova getirilmesini emretti. A'rabî'nin bevli üzerine döküldü.
530) Vasile bin el-Eska' [380](RadtyaUâhii ank)'<\en rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Bir A'rabi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Allah'ım! Bana ve Muhammed'e lahmet et ve bize olan rahmetinden hiç kimseyi ortak etme, dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «Sana yazıklar olsun. Veya veyl olsun. Şen, hakikaten çok geniş olan bir şeyi daralttın.» buyurdu. Râvi dedi ki, Arabi, ayaklarını açıp işemeye başladı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı (Arabi'ye) hey (etme) dediler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Onu bırakınız.» buyurdu. Sonra, su dolu bir kova isteyip, o bev-lin üzerine döktü." Ravi Ubeydullah El-Hüzelî'nin zayıf olduğunda âlimler ittifak ettikle-n için Vasile bin EI-Eska'ın hadîsine ait isnadın zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. El-Hâkim:Anılan Ubyedullah'm Ebül-Melih'ten acaip şeyler rivayet et-tıgmı söylemiş, Buhârî de : Ubeydullah EI-Hüzelî'nin hadisleri münkerdir, demiştir. [381] Bu Bâbtaki Hadislerin İzahı Bu bâbta geçen Hz. Enes (Radıyallâhü anh)'in hadisini Buharı ve Müslim de, müteaddit senedlerle ve mânâyı değiştirmeyen, fakat lafız bakımından az farklı metinler halinde rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhî'in hadisini de Buhâri, Tirmizi, Nesâi ve Ebû Dâvûd yine aynı mânâyı ifade eden ve lafız bakımından az farklı metinler halinde rivayette bulunmuşlardır. Vasile bin El-Akrâ'ın hadîsi ise Ahmed ve Tabarâni tarafından da rivayet edilmiştir. Ancak, notta belirtildiği gibi isnadı zayıftır: Bununla beraber, metin bakımından Ebû Hüreyre'nin hadîsine benze^ inekte ve benzer mânâyı ifade etmektedir. Hadîste bahsi geçen Arabi'nin Akra' bin Hâ tf'i-i yahut Üyeyne bin Hısn-ı Fezâri veyahut Zü'.l-Hu-veysıra El-Yemâni olduğu hususunda rivayetler vardır. A'rabi'nin yaptığı duayı kendi şahsına inhisar ettirmesini uygun görmeyen Kesul-ı hKrem ıSallaiiahu Aleyhi ve Seliem), Allah'ın geniş olan rahmet ve mağfiretim şahsına tahsis eımeK isteğinin hayır-hahlık prensibine aykırı olduğunu nazik bir ııaüe ne beiınmek üzere : «Sen, pek geniş olan bir şeyi daraltmış oldun.» buyurmuştur. A'rabî'nin mescidde işemesi hususuna gelince; El-Menhel yazarı bu konuda şöyle der: 'Arabi, yeni müslüman olduğu için mescid-lerin pislikten korunmasının gerektiğini bilmiyordu. Nitekim Müslim'in E n e s (Radıyallâhü anh)'den ve Müellifimizin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhl'den olan rivayetlerinde belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) A'rabî'ye m esc idi erin yapılış gayesini ve kirletilmemesinin gerekliliğini beyan buyurmuştur.' A'rabî, su dökmeye başlayınca cemaatın bir kısmının yerlerinden sıçrayarak hızla ona doğru gitmeleri ve uyarıda bulunmaları, onu bu işten men etmek içindi. Ancak, yine hadîslerde belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cemaatı ona müdahale etmekten menederek : «Onu bırakın işini bitirsin» buyurmuştur. El-Menhel yazarı: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in cemaatı müdahale etmekten men etmesinin sebebini şöyle açıklar: Çünkü cemaat bevletmesini yarıda kestirseydi, şu iki şeyden birisi olacaktı : Ya A'rabî bevlini yarıda kesecekti, bu takdirde bevlini hapsetmekten dolayı sağlık yönünden mutazarrır olabilirdi. Yahut, A'rabi bevlini kesmiyecekti. Bu takdirde müdahale nedeniyle elbisesi ve bedeni necis olurdu. Necaset, me'scidde yayılırdı. Mahzurlu olan bu iki şıkkı men etmek A'rabî'nin bevlini tamamlamasından daha önemlidir.' demiştir. Hadîste anlatılan olaydan sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in fiili sünnetinden yani işenen yere bir kova dolusu su döktürmesinden çıkarılan şer'î hükme gelince; El-Menhel yazarı bu hususta şöyle der: 'Pislenen yerin toprağı gevşek olsun, sert olsun üzerine su dökmekle temizlenmiş olacağına bu hadisler delâlet eder. Cumhûr'un kavli budur Ebû Hanîfe: Necasetin rutubeti ulaşan yere kadar kazılıp, toprağı atılmadıkça, su dökmekle o yer temizlenmez, demiştir. Onun arkadaşları ise gevşek ve sert yerleri şer'î hüküm bakımından ayrı ayrı hükme bağlıyarak şöyle demişlerdir : İslak bir necaset, bir yere isabet ettiği zaman eğer o yerin toprağı gevşek ise, toprak altına iyice ininceye kadar üzerine su dökülür. Suyun kaç defa döküleceği önemli değildir, işin dönüm noktası o yerin temizlendiğine dâir kuvvetli kanaata varmaktır. Suyun toprak altına inişi, pislenen elbise gibi bir şeyi sıkmak yerine geçer. Şayet pislenen yerin toprağı sert ise ve arazi meyilli ise pislenen yerin aşağı kısmında bir çukur kazılır ve yukardan aşağı doğru üç defa su akıtılır. Sonra çukur toprakla örtülür. Şayet sert olan arazi düzlük ise yıkanmaz. Çünkü yıkamak fayda vermez. Bu yerin kazılması ile yetinilir. Hanefî âlimleri, Darekutnî'-nin tbn-i Mes'ud' dan rivayet ettiği şu mealdeki hadisi de-lîl göstermişlerdir: «Bir Arabi gelip mescidde işedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o yerin kazılmasını emretti. Sonra bir kova suyu döktürdü.» Fakat Dârekutni, bu hadîsteki râvilerden Sem'an' in meçhul olduğunu Ebû Zura, onun hadîslerinin münker olduğunu söylemişlerdir. Hanefî âlimlerinin delillerinden birisi de Ebû Davud'un Abdullah bin Ma'kil' den rivayet ettiği ve yine işenen toprağın kazılmasıyla oraya su dökülmesini emreden hadîstir. Fakat Ebû Dâvûd, bu hadisin mür-sel olduğunu ve ibn-i Ma'ki1'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ulaşmadığını bildirmiştir. Bununla cumhûr'un mezhebinin daha kuvvetli olduğu anlaşılır. İbn-i Dakiki'l-lyd'de Ebû Hüreyre' nin hadisinde toprak nakli emredilmem iş tir.Bunun zahirine göre su dökmek kâfidir. Çünkü eğer yerin kazılması gerekseydi, onunla emredilecekti.Ve emredilmiş olsaydı hadîste zikredilecekti.Diğer taraftan yerin tem izletilmesinde toprak nakli gerekli olsaydı bununla yetinilirdi.Çünkü artık o yere su dökme emri fazla bir teklif ve maksada yönelik bir menfaat olmaksızın bir eziyetten ibaret kahrdı. Süfyân bin Uyeyne' nin hadîsinde de toprak nakli emredilmemiştir.Lâkin, o hadîsin sıhhati tartışma konusudur. [382] Hadîslerden Çıkarılan Fıkıh Hükümleri 1. Mü'min yaptığı duayı şahsına inhisar ettirmemelidir. 2. Câhil kimse, alay etmek veya inatçılık maksadı olmaksızın, dine muhalif bir şey işlediği zaman, onu tatlılıkla uyarmak daha iyidir. 3. Reislerinin huzurunda bulunan müslümanlar dîne muhalif bir hareketi gördükleri zaman reislerinden izin istemeden o muhalif harekete müdahale edebilirler. 4. Büyük bir zararı defedebilmek için, nisbeten hafif olan zarar tercih edilmelidir. 5. İnsan bevli necistir.Nevevi: Sözü muteber olanların icmâı ile bu hüküm sabittir. Büyüğün, küçüğün farkı yoktur. Ancak henüz yemek yemeyen erkek çocuğun bevline su serpmek kâfidir. Bu çocuğun bevlini yalnız Dâvûd-i Zahirî temiz saymıştır, demiştir. 6. Mescidlere hürmet etmek ve pisliklerden temiz tutmak gerekir. 7. Pislenen yerin necasetini gidermek için, üzerine su dökmek kâfidir.Oranın toprağını nakletmek şart değildir. 8. Hadîsler pislenen böyle yerin kurumakla temizlenemiyeceğine ve ancak su ile temizlenebileceğine delâlet eder. 9. Bulunan engel kalkınca dine muhalif şeyleri gidermeye hız verilmelidir.Çünkü, A'rabi bevlini tamamlayınca Peygamber CSal-lallahü Aleyhi ve Sellem), hemen oraya su dökülmesini emretti. 10. Hadisler, Resûl-i Ekrem'in yüce ahlâk ve büyük merhamet sahibi olduğunu bir kez daha ifâde eder. [383] 79 — Yer Yüzünün Bir Kısmı Diğer Bir Kısmı Temizler, Babı 531) Abdurrahman bin Avf'm oğlu İbrahim'in Ümmü Veledi [384] (Radtyallâhü anküm)'den rivayet edildiğine göre : Kendisi, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in hanımı Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'ya şunu sormuştur: 'Ben eteğini uzatan bir kadınım. Necis yerde yürürüm.* Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) şöyle cevap vermiştir: Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Necis yerden sonra gelen temiz yer o eteği temizler.Ebû Dâvüd da bu hadîsi rivayet etmiş ve İbrahim'in Ümmü Veledi'-nin meçhul olduğundan zayıf olduğunu söylemiştir. [385] İzahı Mâlik, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Dârimî de bu hadisi rivayet etmişlerdir. El Mer.hel yazarı bu hadîsin açıklamasını yaparken şöyle der: Ümmü Seleme'ye müracaat eden Hamide adlı kadın Arapların âdeti veçhile yürürken ayaklan örtülsün diye eteğini uzatırdı. Arapların hanımları mestler giymedikleri için eteklerini yere sürülecek şekilde uzun yaparlardı. Örtünmek mülahazasıyla böyle yaptıkları için, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), buna ruhsat vermiştir. Ummü Seleme, bu hadîsle ona fetva vermiş ve yanındaki bilgiyi ona aktarmış tâ ki soru sahibi, delili ile beraber hükmü bilsin. Ümmü Seleme, bu kadının hafıza gücünü ve işittiğini iyi zabtedeceğini, ilmî mes'eleyi anlamaya ve başkasına aktarmaya elverişli gördüğü için böyle yapmıştır. Âlim de böyle yapmalıdır. Yâni zekî ve öğretime elverişli bir kimse, ona şer'î bir: mes'e-le serduğu zaman mes'eleyi delilleriyle beraber etraflıca anlatmalıdır. Ilım ehlinden olmayıp, öğrendiğini nakletmeye müsait ojma-yan kişi soru sorduğu zaman âlim, mes'elenin yalnız hükmünü anlatmalıdır. Âlimlerden bir cemaat, bu hadîsin zahiri ile hükmederek: Yas necasetin bile dokunduğu bir elbise eteği temiz bir yerden yürüyerek geçmekle temizlenir, demişler ve kadının entari eteğini mest ve ayakkabı gibi telakki etmişlerdir. Âlimlerin cumhuruna göre Hadiste geçen necasetten maksat, elbiseye yapışmayan kuru necasettir. Pis bir yerden geçerken eteğe takılan kuru necaset, biraz sonra geçilen temiz yerde düşer. Sanıldığı gibi yaş necasetin temiz yerden geçmekle giderileceği kasdedilme-miştir. Şafiî: Hadis, elbiseye bulaşmayan kuru necaset hakkındadır.Kadının eteği, yaş necasete sürülerek geçilirse yıkamaktan başka bir şey onu temizleyemez, demiştir. Ahmed bin Hanbel de: Hadîsin mânâsı, kadının, eteğine sidik dokunup da sonra yere sürtüldüğü zaman yer onu temizler, demek değildir. Fakat kadın pis bir yerden geçerken entari o yere dokunur, sonra iyi bir yerden geçilirken, etek oraya da dokunursa necasetten bir şey entariye yapışmamak üzere temiz yerden geçiş, pis yerden geçişin eserini giderir, demiştir. Zerkâni şöyle der: İmam Mâlik kendisinden rivayet edilen: «Yeryüzünün bir kısmı diğer bir kısmını temizler.» mealindeki hadîs (bu hadîsin aynısı 532 numarada geçer.) hakkında demiştir ki: Hadîsten maksad şudur: Pislenmiş olan yere basan kişi, daha sonra kuru ve temiz yere basar. İşte böylece yeryüzünün bir kısmı, diğer kısmını temizlemiş olur. Ama sidik ve benzeri bir necaset, elbiseye veya vücuda dokunursa şüphesiz pislenen şey ancak yıkamakla temizlenir. Bu hüküm, ümmetin icmâı ile sabittir.» Tirmizî' nin şerhi Tuhfe'de de, yukarıda yazılı âlimlerin görüşü nakledildikten sonra, Hanefî âlimlerinden İmam Muhammed'in rivayeti olan Muvatta'ındaki sözü şöyle nakledilir : Muhammed dedi ki: 'Pis bir yerden geçerken kadının eteğine dokunan necaset, bir, miskâlden fazla olmadığı takdirde beis yoktur. Daha, çok olunca, pislenen yeri yıkamadıkça o elbiseyle namaz kılınmaz. Ebû Haoife' nin kavli de budur. [386] Hadîsten Çıkan Fıkıh Hükümleri 1. Kadınlar, örtünmek maksadı ile elbiselerini uzatabilirler. 2. Pis yerden geçerken pislenen kadının eteği daha sonra temiz; yerden geçmekle temizlenmiş sayılır.Bu husustaki tafsilâtı yukarıda verdik. 3. Sokak ve caddelerde yağışlı havalarda gezilirken necasetin karıştığı pis çamurların elbiseye sıçraması, kaçınılması güç bir sorun olduğundan fıkıh âlimleri, bunun bağışlandığını hükme bağlamışlardır. Bu hususta ayrıntılı bilgi almak isteyenler fıkıh kitabja-rına müracaat etsinler. 532) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an&yâen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Yâ Resûlallah! Biz mescide gitmek isteriz de (yürürken) pis yola basarız, diye (bunun hükmü) soruldu. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ; Yer yüzünün bir kısmı, diğer bir kısmı temizler.RaviIerden Yeşkuri meçhul olduğundan ve şeyh olan İbn-i Ebl Habibe'nin zayıf olduğuna Alimlerin ittifak ettiğini Zehebt söylediğinden dolayı isnadının zayıf olduğu Zevaid'de bildirilmiştir. [387] İzahı Sindi: 'Hadisin: «Pis yol» tâbirinden maksat kuru necasetin bulunduğu yolüur. Böyle bir yoldan geçerken toprağa karışmış olan necaset toprakla birlikte elbiseye dokunabilir.' demiştir. Bu hadisin Mâlik tarafından da rivayet edildiğini ve İmam Mâ1ik' in bu hadîsi ne şekilde yorumladığını, bundan önceki hadîsin açıklamasında anlatmıştım. Mânâ itibariyle hadîs, bir önceki hadis'e benzer.Bu nedenle izahına gerek görmüyorum. 533) Benî Abdi'1-Eşhel (RadıyallChü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: Hakikatan benim (evim) İle mescid arasında necis bir yol vardır, diyerek (bunun hükmünü) sordum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «O yoldan sonra temiz bir yol vardır (değil mi?)» diye sordu. Ben de Evet (vardır) dedim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «İşte bu temiz yol o pis yola tekabül eder.»*' [388] İzahı Hadis, Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir. Oradaki rivayette kadının sorusu şöyledir: Yâ Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)! Mescide pis kokulu bir yolumuz vardır. Bize yağmur yağdığı zaman, nasıl yapalım?» El-Menhcl yazarı der ki: Soru sahibi kadının adı ve nesebi bilinmemekle beraber, Ensâr'dan bir sahâbî'dir. Sahâbî'nin tanınmaması mahzur teşkil etmez. Hattâbî: Bu kadın meçhul olup, meçhul râvi ile istidlal edilmez. Dolayısıyla hadis, söz götürür demiş ise de,El-Münziri, Muhtasar'ında Hattâbî'nin sözünür ederek: Sahâbî'nin adının meçhul oluşu hadîsin sıhhatine te'sir etmez, demiştir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'a âit hadîs metnini El-Menhel yazarı şöyle açıklar : «Necasetlerin toprağa karışması nedeniyle pis kokulu yoldan eteğe dokunan şeyler, eteğia temiz yola sürülmesi ile giderilir.» Sindî şöyle der: Hadîsin zahiri Ümmü Seleme1 nin yukarıda geçen hadîsine muvafıktır.Ümmü Seleme' nin hadisi gibi yorumlanması mümkündür.Ancak, bu hadîs kısadır.Fakat, Ebû Davud'un rivayet ettiği metin, bu yoruma müsait değildir.Çünkü orada yağışlı havadaki geçişe âit durumun sorulduğu açıktır. Bu takdirde şöyle yorum yapmak mümkündür:Kadın, pis kokulu yolda yağışlı havada yürümek insanı tiksindirdiği için biz mescide gelmemekte özürlü sayılır mıyız, sayılmaz mıyız? demek istemiş; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'da: Bunun mazeret sayılamıyacağım ve pis bir yoldan geçerken duyduğunuz tiksintiye mukabil, biraz sonra temiz yolda yürürken rahatlık duyarsınız, demek istemiştir. İkinci bir yorum şöyle olabilir: Kadın: 'Yağışlı havada pis yerden mescide giderken, o pis yerin çamuru elbisemize veya vücudumuza isabet ederse buna ne yapalım?' demek istemiş; Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de : 'Taharet asıldır. Şüpheye itibar edilmez' demek istemiştir. Hadîsin zahiri pis sokaktaki kesin necasetin yıkanmadan giderilebileceğine delâlet ediyor ise de âlimler: Elbise ve benzeri şeylere dokunan necasetin ancak yıkamakla giderilebileceği görüşündedirler.» [389] Hadisten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri 1. Dînî hükümleri öğrenmeye çalışılmalıdır. 2. Kadınların şer'î hükümleri âlim'e sormaları meşrudur. 3. Müracaat edilecek zâtın büyüklüğü, kendisinden noksan olan kişilerin soru sormalarına engel değildir. 4. Kadınların mescidlere gitmeleri caizdir. Ancak bir fitne tehlikesinin olmayışı şartı esastır. [390] 80 _ Cünüb İle Tokalaşmak Babı 534) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre: Kendisi cünüp iken Medine (-i Münevvere) yollarından birisinde Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona iastlamış, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) gizlice oradan sıvışıp gitmiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu araştırmış. Ebû Hüreyre (guslünü yapıp) gelince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona ı «Nerede idin ey Ebâ Hüreyre?» diye sormuş, kendisi de Yâ Resûlallah! Ben cünüp iken bana rastladınız. Boy abdestimi almadıkça huzurunuzda oturmayı doğru görmedim, diye cevap vermiş. Bunun üzerine Resûlullah tSallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «Mümin necis olmaz.»" 535) Huzeyfe (bin Yeman) (Radıyallâhü anhydta rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir: Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (dışarı) çıktı. Ben cü-nüp iken bana rastladı. Bunun üzerine yolumu hemen değiştirerek guslümü yaptıktan sonra gelince O bana: «Sana ne oldu?» diye sordu. Ben ı Cünüp İdim, diye cevap verdim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Şüphesiz müslüman necis olmaz.»" [391] Hadislerin İzahı Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin bu hadisini Kütüb-i Sİtte sahiplerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'nin cünüp iken Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i görünce gizlice oradan ayrılmasının sebebi Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ashabından birisiyle karşılaştığı zaman tokalaşır ve ona dua ederdi. Bu âdeti bilen Ebû Hüreyre cünüp kimsenin cünüplüğü dolayısıyla necis sayıldığını sandığı için bu haliyle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile tokalaşmaktan korkmuş ve hemen guslünü yapmak için süratle oradan ayrılmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bilâhare o'na: «Sen neredeydin?» diye soru yöneltmesinin sebebi hakkında El-Menhel yazan şöyle der: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vahiy yoluyla Ebû Hüreyre' nin halini bilmiş olması ve cünüp kimsenin necis olmadığına dâir hükmü açıklamak için o'na bu soruyu sorması kuvvetle muhtemeldir.' Huzeyfe (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini ise Müslim, Nesâî, Ebû Dâvüd ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Aynı mânâyı ifâde eden bu iki hadisin açıklaması bahsinde El-Menhel yazarı şöyle der: «Müslüman necis olmaz.» hadisinden maksad şu olabilir:Cünüp olmakla pislenmiş olmaz, dolayısıyla temas ettiği şeyi de pislemez.'Ama cünüp kişi necasetlere dokununca pislenmiş olur.Hadisten kasdedilen mânâ şu da olabilir: 'Müslüman, cünüp olmakla sidik ve gaita gibi pis bir madde haline dönüşmez.' «Müslüman pis olmaz.» hadisinden kâfirin cünüp olmakla pis plduğu mânâsı çıkarılmamalıdır. Konuşma yeri müslümana Ait olduğu için böyle buyurulmuştur. Yahut apaçık necasetlerden kaçı-nıldığı gibi kâfirlerden kaçınmanın gereğine işaret edilmiştir. Şöyle de denilebilir: Kâfirlerin necasetlerden kaçınmadıklarına ve temiz durmadıklarına işaret edilmiştir. Nevevi:«Bu hadîs, mü si uman in dirisi ve ölüsünün taharetine âit büyük bir temeldir.Müslümanın diri iken temiz oluşu âlimlerin icmâı ile sabittir. Hattâ cenin, annesinden doğarken üzerinde anasının avret mahalline âit rutubet bulunduğu zaman bile temiz sayılmıştır.Halbuki tavuk ve benzeri yumurtlayan hayvanların yumurtalarının dış kısmının necasetine bâzı âlimler hükmetmişlerdir. Müslüman ölüsünün hükmüne gelince:Bu konuda âlimler arasında ihtilâf vardır:Şafiî' den rivayet edilen iki kavilden sahîh olana göre müslüman ölüsü tâhirdir.Delili de bu bâbta geçen hadistir. Buhârî Sahihinde ta'lik olarak îbn-i Abbâs' tan şu eseri nakletmiştir: 'Müslüman ne diri iken, ne de ölü iken necis olmaz.' Müslümanın hükmü budur. Selef ve Haleften cumhûr'un mezhebine ve bizim mezhebimize göre kâfir, taharet ve necaset hususunda müslüman hükmündedir. «Müşrikler ancak necistirler.» âyetine gelince, bundan maksat onların itikat bakımından sapık ve kirli olmalarıdır. Sidik ve gaita necaseti gibi kâfirlerin uzuvlarının necaseti kasdedilmemiştir. Müslüman olsun kâfir olsun âdem oğlunun tahareti sabit olunca onun teri, tükrüğü ve göz yaşı da tâhirdir. Bu hususta abdest-sizin, cünübün, hayız veya Iahusalık halindeki kadının diğer insanlardan farkı yoktur. Bu hüküm, müslümanlarm icmâı ile sabittir. Keza, küçük çocukların bedenleri, elbiseleri ve ağızlarından akan su tâhir olarak kabul edilir. Kesin bir necaset olursa durum değişir. Bu sebeple çocuklarla beraber yemek yemek, ellerini batırdıkları sıvı yemeklerden almak ve onların elbiseleri ile namaz kılmak caizdir. Bu hükmün sünnet ve icmâ'dan olan delilleri meşhurdur. [392] Hadislerin Fıkıh Yönü 1. Âlim zât, kendisine bağlı olanlarda yanlış bir şey gördüğü zaman doğrusunu anlatmalıdır. 2. Bir namaz vaktinin çıkma endişesi olmadıkça cünüp kişi guslünü biraz tehir edebilir. 3. Cünüp adamın vücudunun dokunduğu şey necis olmaz. [393] 81 — Elbiseye Dokunan Meni Babı 536) Amr bin Meymûn (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Meninin isabet ettiği elbisenin hepsini mi, yoksa meninin dokunduğu yerleri mi yıkayacağımızı Süleyman bin Yesâr [394] (Radıyal-lâhü anh)'e sordum. Süleyman (Radıyallâhü anh) şöyle cevap verdi: Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle söyledi: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in elbisesine meni isabet ederdi. Elbisesinden meniyi yıkardı. Sonra o elbise ile namaza çıkardı. Ben de elbisede yıkama eserini o esnada gördüm.»" [395] İzahı Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi bu hadisi rivayet etmişlerdir.Buhâri nin bir rivayetinde ve Müslim'de Süleyman bin Yesâr «Ben Âişeye'ye sordum» tâbiri bulunur.Ebû Dâvûd ' un rivayetinde ise Süleyman bin Yesâr diyor ki: 'Ben, Âişe' den işittiğini ispatlar ve Bezzâr ile Ahmed'in:'Süleyman bin Yesâr; Âişe'den işitmedi, sözünü reddeder. Şafii de El-Ümm de başkasından Bezzâr ve Ahmed'in sözüne benzer bir şey rivayet etmiştir/ Hadisin mânasına, gelince : Buradaki rivayetin zahirine göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in meniyi yıkadığını söylemiştir.Müs1im'deki ifâde de böyledir.Fakat Buharı ve Ebû Davud'un rivayetinde Hz.Âişe' nin, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in elbisedeki meniyi yıkadığı tashih edilmiştir. Sindi diyor ki: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in meniyi yıkadığına dâir ifâdeden murad, yıkanmasını emretmesi olabilir.' Meninin necasetine hükmeden âlimler, bu hadîsi delil göstermişlerdir. Çünkü burada «Meniyi yıkardı.» tâbiri bu işin bir defa değil devamlı surette yapıldığını gösterir. El Menhel yazarı şu malumatı verir: «Ebû Davud'un şerhinde Hattâbi' nin şöyle dediği anlatılır: 'Meninin yıkanmasına dâir bu hadîs elbisedeki meninin ovalanmasıyla yetinildiğine dâir hadîs'e muhalif değildir. Çünkü meniyi yıkamak, temizlik bakımından müstahabtır. Nasıl ki; gam ve sümkürüğün dokunduğu elbise de yıkanır. İki hadîsin kullanılması mümkün olduğu zaman çelişki arzedecek şekilde yorumlanması caiz değildir.» Şârih bu naklinden sonra şöyle der: 'Ben derim ki; yıkama ve ovalamaya âit iki hadîs arasında bir muhalefet veya çelişkinin bulunduğunu hiç kimse iddia etmemiştir. Bu hadîs, meninin necis olduğuna delâlet eder. Çünkü yıkanmıştır. Kurumuş meninin de ıslak meniye kıyaslanması gerekirdi.Takat ovalama hadîsi ile kuru meni ayrı hüküm almış olur. Biz meniyi yıkamayı sümkürük ve balgamı yıkamaya benzetemeyiz. Çünkü Darekutni, Sünen'inde şöyle bir hadis rivayet etmiştir: «Yâ Ammâr! Senin balgamın ve göz yaşların ancak senin kovandaki su durumundadır. Elbise, ancak beş şeyden yıkanır: Bevl, gaita, mcnî, kan ve kuşkudur.» Görüldüğü gibi hadîste meni, gaita ve dem arasında zikredilir. Eğer dense ki: Dârekutnî: 'Bu hadîsi Sabit bin Hamrnâd' dan başkası rivayet etmemiş o da cidden zayıftır' demiştir. Ben derim ki Bezzâr, Sabit bin Hammâd'm sıka olduğunu söylemiştir. Eğer dense ki; Beyhakî: 'Ammâr'in hadîsi bâtıldır. Aslı yoktur. Çünkü onu Sabit bin Hammâd, Ali bin Zeyd1 den. o da tbn-i Müseyyeb' den o da Ammâr' dan rivayet etmiştir. Ali bin Zeyd ile ihticac edilemez, demiştir.Ben derim ki: Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâİ, Ali bin Zeyd'in hadîsini rivayet etmişlerdir. Ibn-i Muin de Ali bin Zjeyd'i savunmuştur. E1-İc1ide: 'Onun rivayetlerinde beis yoktur' demiştir. Hâkim El-Müstedrek'inde O'nun rivayetini almıştır. Tirmizî de: Ali bin Zeyd sadıktır* demiştir.» [396] Hadîsin Fıkıh Yönü 1. Hadîs, meninin necis olduğuna delâlet eder.Bu konuda âlimler arasındaki ihtilâfı, bundan sonraki bâbta inşaallah anlatacağım. 2. Kadının, kocasının elbisesin1 yıkamak gibi hizmetler yapması caizdir. [397] 82 — Elbiseden Meniyi Ovalamak Babı 537) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : «Ben, çok defa kendi elimle Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in elbisesinden meniyi ovaladım.» 538) Hemmâm bin El-Hâris [398] (Radtyallâhü anh)en rivayet edil-, diğine göre şöyle söylemiştir : Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ye birisi misafir olmuş. Hz. Âişe. (Radıyallâhü anhâ) kendisine sarı renkli bir çarşafın misafire verilmesini emretmişti. Misafir, bu çarşaf içinde uyurken, ihtilâm olmuş ve ihtilâm eseri bulunduğu halde çarşafı göndermekten haya ederek çarşafın tamamını suya batırıp yıkadıktan sonra göndermiş, bunun üzerine Hz. Âişe ı «Çarşafımızı niye bozdu (soldurdu)? kendi parmağıyla onu ovalaması kâfi idi. Ben çok defa parmağımla Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin elbisesinden meniyi ovaladım.» buyurmuştur." 539) Âişe (Radıyallâhü an/ıâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : «Şüphesiz, Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKİn elbisesinden meniyi bulup, onu elbiseden kazıdığımı bilirim.»" [399] İzahı Elbiseye dokunan meninin ovalanması ile yetinildiğine dâir olup muhtelif senedlerle Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet edilen hadîsi Müslim, Nesâi, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. 538 nolu rivayette' Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ye gittiği bildirilen misafirin ismi burada anılmamıştır. Ebû Dâvûd'un süneninde; Misafirin râvi Hemmân bin El.-Hâris olduğu belirtilmiş, Müs1im' in bir rivayetinde, misafirin Abdullah bin Şihâb El-Halani olduğu bildirilmiştir. El-Men-hel yazarı; 'Bu duruma göre misafirlik olayı iki defa vuku' bulmuş' demiştir. Kurumuş olan meninin ovalamakla temizlendiğine hükmeden âlimler, bu hadîsi delil göstermişlerdir. [400] Menî Hakkındaki İhtilâf: A — Meninin necis olduğunu söyleyen âlimler: 1. Sevri, Evzâî, Ebû Hanîfe ve Mâlik (Ra-dıyallâhü anhüm), meninin necis olduğuna hükmetmişlerdir. Bunlardan Ebû Hanîfe, meninin kuruduğu zaman ovalamakla temizlenebileceğim söylemiştir. Ahmed bin Hanbel' den yapılan bir rivayette böyledir.Bunlardan Mâlik ve Evzâî ise: Yaş olsun kuru olsun menîyi yıkamak gerekir, demişlerdir. 2. El-Leys bin Sa'd:Menî necistir.Fakat dokunduğu yer yıkanmadan kılınan namazın iadesi gerekmez, demiştir. 3. El-Hasan bin Sâlib: Meni elbisede olduğu zaman çok bile olsa, bununla kılınan namazın iadesi gerekmez. Şayet bedende ise, az bile olsa, namazın iadesi gerekir, demiştir. Meninin necasetine hükmeden âlimler, Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, ve tbn-i Mâceh'in Hz. Âişe'den rivayet ettikleri ve Peygamber'in elbisesine dokunan meninin yıka-tıldığma dâir hadîsi delil göstermişler, bir de menîyi bevl ve hayız kanına kıyaslamışlardır. B — Meninin Tâhir Olduğunu Söyleyen Âlimler: Şafii, Dâvûd, İbnü'l-Münzir, Said bin E1 -Müseyyeb, Atâ1, İshak ve Ebû Sevr, meninin temiz olduğuna hükmetmişlerdir. Ahmed bin Hanbel' den yapılan iki rivayetin en sahihi de budur. Sahâbîlerden Ali, Sa'd bin Ebi Vakkas, İbn-i Ömer ve Âişe (Radıyallâ-hü anhüm)'ün meninin tâhir olduğunu söyledikleri rivayet olunmuştur." Bu âlimlerin delili meninin ovalanmasıyla yetinildiğine dâir rivayetlerdir. Bunlar: Eğer meni necis olmuş olsaydı, kan ve diğer ne-cisler gibi ovalanması yetmezdi, demişlerdir. îlk görüşü savunanlar; Bunlara şöyle cevap vermişlerdir: Ovalama rivayeti, meninin temizliğine delâlet etmez. Ancak temizleme keyfiyetine delâlet eder. Sonuç şudur ki; Meni necistir. Sudan başka bir şekilde temizlenmesi hususunda kolaylık sağlanmıştır. Âlimler arasındaki ihtilâfa âit izah pek çoktur. EI-Menhel ve Tuhfe'de bu hususta geniş ma'lumat vardır. Oraya müracaat edilebilir. [401] Hadîslerin Fıkıh Yönü Bu bâbtaki hadîsler, meninin ovalamakla temizlenebileceğine delâlet eder. Konu hakkındaki tafsilât yukarıda verildi. [402] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/435 [2] Sefine Ebû Abdirrahman Mihran b. Ferrûh (R.A.)'ın Hâl Tercemesi 267 nolu hadîsin râvisi Sefine Ebû Abdirrahman Mihran b. Ferrûh : Resû-Iullah (S.A.V.)'in veya. Ümmü Seleme (R.A.Vnm âzadlisıdır. İsmi ihtilaflıdır. Sefine onun lâkabıdır. Bir savaşta çok yük taşıdığı için Resül-i Ekrem (S.A.V.) kendisine «Sen sefinesin (gemisin)» buyurmuş ve bundan sonra bu lâkabla anılmaya başlanmıştır. [3] Akil (R.a)'ın Hâl Tercemesi 270 nolu hadisin râvisi Akil ise Resül-i Ekrem'in amucasi Ebû Talib'in oğlu ve Hz. Ali'nin kardeşidir. Künyesi Ebû Yezid'dir. Hz. Ali'den 20 yaş büyük olan Akil Hudeybiye'den önce müsîüman olmuş ve Mu'te savaşma katılmıştır. Rivayete göre Resül-i Ekrem ona Hayber gelirinden her yıl 140 vısk (vısk = 200 Kg) verildi. Onun râvîleri oğlu Muhammed ile Hasan-ı Basri ve Atâ'dtr. tbn-i Sa'd'ın beyanına göre Hz. Muâviye'nin hilâfeti devrinde vefat etmiştir. (Hulâsa Sah. 270) [4] Râvilerİn Hibban ve Yezİd'İn zayıflığı nedeni ile bunun senedinin zayıflığı Zevaid'de bildirilmiştir. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/436-437 [5] Sünenimizin zekât kitabının 6. babmdaki 1793, 1794 nolu hadislerinin İz* bo.ümünde Mud ve Sâ hakkında geniş bilgi vereceğim. [6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/437-440 [7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/440 [8] Basra'lı olan bu zat sahâbi'dir. 7 hadisi vardır. Râvisi oğlu Ebü'lMe-lih'dir. (Hulâsa Sah. 26) [9] Râvilerden TâbiS olan Sinan bin Sa'd'ın zayıflığı ve kendisinden Ye-zîd bin Ebi Habîb'ten başka rivayet eden olmadığı gerekçesi ile isnadının zayıf oluşu Zevâid'de bildirilerek hadisin meçhul olduğu belirtilmiştir. [10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/440-442 [11] Müslim'in Şerhi Nevevİ, Cild 2, Sah. 490 [12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/442-444 [13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/445 [14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/445-446 [15] Zevâid'de bildirildiğine göre hadisin senedindeki râviler sika'dır. Ancak Sevbân ile Salim arasında bir inkıta" vardır. Çünkü Sâlim'in Sevbân'dan hadîs dinlemediği ihtilafsız sabittir. Lâkin Dâremi ve îbn-i Hibbân, hadîsi Sevbân yolu üe mutasılan rivayet etmişlerdir. [16] Hadisin râvîlerinden Leys bin Selİm'den dolayı isnadının zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/446-448 [18] Hûd sûresi, âyet 112 [19] Ali îmran sûresi, âyet 102 [20] Teğabûn sûresi, ayet 16 [21] El-Hafnî cild 1, sah. 196 Mısır Meymeniye Matbaası 1306. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/448-450 [22] Ebû Mâlik el-Eş'ârî'nin Hâl Tercemesİ RâvI Ebû* Mâlik el-Eş'âri sahabi'dir. Bâzıları onun Ebû Âmir künyesi ile anıldığım söylemişlerdir. Adı hususunda ihtilâf vardır. El-Hars bin el-Hars veya Utaeyd veyahut Ubeyduilah. isminde olduğu rivayetleri vardır. Onun 27 hadisi bulunur. Râvîleri Câbir ve Abdurrahman bin Ganem'dir. İbn-i Sa'd'm dediğine göre Hz. Ömer'in hilâfeti devrinde vefat etmiştir. (Bak ; Hulâsa Sah. 459) [23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/450-451 [24] Bakara sûresi, âyet 143 [25] Sad sûresi, âyet 44 [26] Enbiyâ sûresi, âyet 83 [27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/451-454 [28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/454 [29] Abdurrahman es-Sünâbihî (R.A.)'m Hâl Tercemcsi Hadisin râvisi Abdullah es-Sünâbihî, Ebû Bekir'den rivayette bulunmuştur. Ebû Abdiliah, bu zâtın isminin Abdurrahman b. Useyle ve künyesinin Ebû Abdİl-lah olduğunu söylemiş bu arada isminin Abdullah olduğunu söyleyen Mâük'in yanıldığını ileri sürmüştür. îbn-i Muin, bu zatın sahabilik şerefine erişmiş olduğu kuvvetle muhtemeldir, demiştir. Tchzîb müellifi ise onun sahabî olup olmadığının-ihtilâf konusu olduğu söylenmiş, der. Ebû Bekir'den başka bir de Ubade (R.A.)'de rivayeti vardır. Râvisi ise Atâ b. Yesâr'dır. Onun bizzat Peygamber (S.A.V.)'den rivayet ettiği hadisin mürsel olduğu da söylenmiştir. (Hulâsa, 220) [30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/455-456 [31] Amr b. Abasa F.bü Nüeeylı (R.A.)in Hâl Tercemesi Hadisin râvisi Amr b. Abase Ebû Nüceyh el-Sclemi meşhur bir sahâbi'dir. 48 hadisi var. Müslim bir hadisini almıştır. Râvileri Ebû Ümâme ve Şarahbil bin es-Samt'dır. Vâkidi'nin beyannıa göre : Mekke'de müslüman olup memleketine dönmüş. Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve Hayber savaşlarından sonra Medine'ye gelmiştir. Ebû Saîd : Onun ilk müsH'ımanların 4 veya 5'incisi olduğunu söylemişler, demiştir. Tehzib'te belirtildiğine göre bu zat müslüman olmadan önrs de putlara tapmaktan kaçınarak bu halin sapıklık ve dalâlet olduğunu bildirdi. Bir ara çobanlık ettiğini ve bu esnada bir bulut parçasının onu gölgelediği söylenmiştir. (Hulâsa-291) [32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/456-458 [33] Zevnid'de şöyîe denilmiştir: Bu hadis Buharı ve Müslim'de Ebû Hü-reyre ve Huzeyfe'den rivayet edilmiştir. Bu hadis hasendir. Râvi Hammâd İbn-i Seleme olan Hammad'dır. Asım da İbn-i Ebi'n-Neccûd'dur. Kûfclidir. Çok sadıktır. Hafızlığında az bir zaaf vardır. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/458-459 [34] îbn-i Abidin, cüd 1. sah. 135 [35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/459-462 [36] Zevâid'de : Hadis Müslim'de de vardır. Yalnız cümlesi yoktur, denilmiştir. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/462-463 [37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/463-466 [38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/466 [39] Müslim'in Şerhi Nevevİ cild 3 Sah. 25-27 [40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/467-469 [41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/469-470 [42] Bu hadis senedinin zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/470-471 [43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/471-473 [44] Zevâid'de bu hadîsin isnadının zayıf olduğu bildirilmiştir, Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/473-474 [45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/474 [46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/474-476 [47] Not: Bu izahata parentez içine alınan ve alınacak olan kısım Nevevi ye ait olmayıp Sindi, Miftahü'1-Hace El-Fıkıh Ale'l-Mezahip gibi kaynaklardan alınmadır. [48] El-Fıkıh Ale'l-Mezâhib cild 2, sah. 44-45; 6'ncı Baskı. [49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/476-483 [50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/483-484 [51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/484-485 [52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/485-486 [53] Zevâid'de bu hadisin isnadının zayıf olduğu belirtilerek, İbn-i Hibbân'm şöyle dediği nakledilmiştir : «Bir hadisin isnadında Ubeydullah bin Zahr, Ah bin Yezid ve El-Kasım içtima ettikleri zaman o hadis, bunların kendi elleri ile imal ettikleri bir şeydir. Allah daha iyi bilir.» Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/486-487 [54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/488 [55] Zevâid'de belirtildiğine göre bu hadisin râvilerinden İsmail bin Müslim'in zayıf olduğu hususunda âlimler ittifak etmiştir. Hadis bu lafızlarla sabit görülmemiştir. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/488-489 [56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/489-490 [57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/490 [58] Camiü'S-Sağîr şerhi El-Azîzî Cild â, Sah. 159 [59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/490-492 [60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/492 [61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/492-493 [62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/493-494 [63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/494-495 [64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/495 [65] Râvî Abdülkerim'in zayıflığında ittifak edildiği, Zevâid'de bildirilmiştir. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/495-497 [66] (309 nolu) hadisin ravilerinden Adi bin EI-Fadl'm zayıf oluşu hususunda hadis âlimlerinin müttefik olduğu Zevâid'de belirtilmiştir. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/497-498 [67] Erkeklik uzvu. [68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/498-499 [69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/500 [70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/500-501 [71] Kastalani cild 1. sah. 423 [72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/501-502 [73] Kastalanl cild 1, sah. 423 [74] Huzeyme bin Sabit
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/502-503
[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/503-504
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/504-506
[78] Râvi Abdullah bin el-Haris; Mısır fethinde bulunmuş ve orada ikamet etmiştir. Birkaç hadisi vardır. Râvileri Yezîd bin Ebi Habîb ve Süleyman bin Ziyâd el-Hadrami'dir. Ebu Yunus'un dediğine göre hicretin 86. yılı Mısır'da vefat etmiştir. Mısır'da en son vefat eden sahabî bu zattır. (Bak : Hulasa, sah. 194)
[79] isnadın sahih olup buna bir cemaatın hükmettiği, Zevâid'de bildirilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/506-507
[80] Ebû Eyyûb El-Ensarî'nin Hâl Tercemesi
Bu zatın hâl tercemesini, Tecrid-i Sarih mütercimi Ahmed Naim efendiden aynen dinleyelim :
Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd Ensâri-i Neccârl (R.A.) Akaba-i Saniyede hazır bulunan sâbikin-i evvelîn-i Ensârdan ve Nebiyy-i Mükerrem (S.A.V.)'e cedd-i mü-kerremleri Abdül-Muttalib'in validesi cihetinden karabeti olan bahtiyârân-ı Sa-hâbe'dendir. Aleyhi's Salâtü ve's-Selâm Efendimiz Mekke-i Mükerreme'den hicretle Medine-i Münevvere'yi teşrifinde bir ay kadar kendilerine mihmandarlık hizmet-i mübeccelesinde bulunmuşlardır. Bedir'den başlayarak bütün maşâhid ve gavazât'-da Resülullah (S.A.V.)'den ayrılmamış, Ali kerremallahu vecheh hazretlerinin ey-yâm-ı hilâfetinde bütün harplerinde beraber bulunup havaric harbînde de Nehri-van'da bulunmuş ve medâin-i Kisrâ'ya beraber gelmiştir. Bilahare Muâviye (R.A.)'in eyyâm-ı hilâfetinde de Kostantmıyye'ye ilk gaza edeceklere Lisân-ı Nebevi ile mev'üd olan ecr-i azîm-İ ihraz için Yezîd bin Muâviye'nin taht-ı kıyâdetindeki ilk ceyş-i Müslimîn'e iltihak ederek beled-i kayser'e gâziyen gelmiş ve burada hastalanarak âlem-i Cemâle intikal ile sûrun dibinde defin-i hâk-i rahmet kılınmıştır. (H. 50) yâhud (H. 52).
EMkdü'l-Ferid sahibi Endülüs'Iü îbn-i Abd-i Rabbuh (246-328) Utbi'den (vefatı : 228) rivâyeten şöyle diyor : İslâm ordusu Halic'e vardığı vakit Ebû Eyyûb (R.A.) ağırlaştı. Yezîd ıyâdetine gelip : Bir dileğin var mı.» diye sordu. O da cevaben : «Sizin dünyânızın bana hiç lüzumu yok. Lâkin beni elinden geldiği kadar düşman diyarı içinde ileriye doğru götürüp defnet. Zira Resülullah (S.A.V.)' den işittim. Kostantıniyye sûrunun dibinde sâlih bir kimse defnolunacaktır, buyurdu. Umarım ki o merdi sâlih ben olayım» dedi. Vefat ettiğinde Yezîd tekfin olunmasını emretti. Şeriri üzerine konduktan sonra da müfrezelerini çıkarıp ve şeriri ihata edip harb ede ede ileriye sürdü. Kayser bir cenaze etrafında muka-tele edildiğini görünce meraka düşüp Yezid'e : «Bu gördüğüm ne oluyor?» diye sordurmuş. O da : «Bizim Peygamberimizin sahibidir. Senin memleketinde ileri bir mevkı'de defnolunmayı vasiyet etti. Biz de ya vasiyyetini infaza, yâhud canlarımızı Allah yolunda fedaya azmettik.» cevabını vermiş. Kayser : «Bu ne acâyib şey! Herkes baban için dahî diyor. O ise buralara seni gönderiyor. Sen Peygamberinin sahibini bizim memleketimizde defnetmek istiyorsun. Hiç düşünmüyor musun ki, sen dönüp gittikten sonra biz onu kabrinden çıkarıp vuhûşa yidireceğiz?» diye bir daha haber gönderince Yezîd : «Vallahi ben ,size söyliyece-ğim bir sözü kulaklarınıza küpe ederek tevdi etmedikçe onu sizin topraklarınıza tevdi' etmek niyetinde bulunmadım. Söyliyeceğim söz de şudur : Eğer kabrim açtığınızı, yahut cesedine bir şey yaptığınızı duyduğum vakit Arap diyarında ben de katletmedik bir hıristiyan, hedmetmedik bir kilise bırakırsam bu meyyite bâis-i ikramım olan zatı, yani aleyhi's-Salâtü ve's-Selâm Efendimizi inkâr etmiş olayım.» cevabını vermiş. Bu tehdid üzerine Kayser : «Senin baban seni benden iyi tanıyormuş. Bu kabri muhafaza edeceğime ben de Mesih'e kasem ederim» diye te'-minat vermiş. İbn-i Abd-i Rabbuh rivayetin sonunda : «Kabrinin üzerinde bir kubbe bina olunup bu güne kadar içinde kandil yakıldığını haber aldım.» diyor. İntehâ. (Cild 2, Sah. 237)
Buharî sarihi müverrih Ayni'de de Ebû Eyyûb hazretlerinin vasiyyeti hakkında şöyle bir kayda müsadif oluyoruz «Vefat ettiğimde beni şerir üzerine koyunuz. Düşmanla çarpıştığınızda beni ayaklarınızın altına defnediniz.» demiş. îb-nü'1-Esir'in Mücâhid'den (21-102) naklen Üsdül'-Gâbe'sindeki : «Yezid süvarilere tâ izi kayboluncaya kadar kabrin üzerinde âmed-şüd etmeyi emretti.» sözü de bunu müeyyiddir,
İbnü'l-Cevzî (508-597)'nin El-Muntazam ismindeki tarihinde de Hafız Ebû Zür'a ed-Dimeşki'den rivâyeten, Kostantıniyye sûrunun dibinde Ebu Eyyûb Ensâri (R.A.)'in kabri bir beyaz bina içine alındığı ve binanın ortasında zincir ile muallak bir kandil bulunduğu zikrediliyor ki, senedine bakılırsa bu rivayet (195) se-ne-i hicriyesinden evvele râci'dir.
Yine İbnü'1-Esir ile İbnü'l-Cevzi'nin rivâyeten haber verdiklerine göre bu kabri şerif rumlarca muazzam ve muhterem olup kaht zamanlarında onunla is-tiskâ edilirmiş. Hele İbnü'1-Esîr : «Kaht zamanında kabri açılıp vesile-i nüzul-1 rahmet ittihaz edilirmiş.» dediği gibi Vâkıdi'de : (vefatı: 207) «Rumların bu kabr? bakıp lüzum oldukça tamir ve termimine i'tinâ ettiklerini istiyoruz.» diyor. Ebû Eyyûb Hazretlerinin rahmet-i Rahmana kavuşması 670 ile 672 sene-i mi-lâdiyeleri arasında ve Hirakliyüs hanedanından üçüncü Kostantin'in zamanına müsadif olmuş oluyor. Yezîd ile Kayser arasında geçtiği rivayet edilen macera bu hükümdara âid olmak lâzım gelir. Mücâhid'in rivayetinde kabr-i şerif üzerinde bu hanedanın bütün müddet-i saltanatça kubbe mevcud olduğu gibi kabrin kendisine ihtiram edildiği de anlaşılıyor. Îbnü'l-Cevzi'nin Hafız Ebû Zür'a ed-Dimeş-ki'den olan rivayeti de Hirakliyüs hanedanından sonra izoryan hanedanı zamanında bu halin devam ettiğini te'yid eder bir haberdir. Buharı şârihi müverrih Aynî de —şerhin birinci cildinde— kabr-i şerifin İstanbul sûruna karib bir yerde kendi zamanında hâlâ ma'rûf olup ta'zimine şâyeste görülmekte ve onunla is-tiska olunmakta olduğunu söylüyor ki, asılsız olsa bunu söylemeyeceğine şüphe yoktur. Aynî'nin vefatı (855) senesinde yâni fetihten iki sene evvel olduğuna göre İstanbul'un fethine yakın zamanlara kadar kabr-i şerifin yeri kaybolmamış demektir. Hulâsa ilk tarih yazıldığı zamanlardan vakt-i fethe kadar bütün müverrihler bu kabrin mevcud, muazzam ve muhterem olduğunu haber verip duruyorlar. Bir buna, bir de Bizans İmparatorluğu'nun geçirdiği tekallûbat-ı gûnâ-gûne bakılırsa insan işin içinden kolayca çıkamıyor. Rumlar bu kabr-i şerifi hüsn-ü muhafaza etmeği teahhüd ettiklerini ve bu teahhüdlerini sülâleden sülâleye devrettiklerini — devam-ı teahhüdün sebep ve hikmeti ma'lûm olmamakla beraber — bir an için farzetsek bile arayerde Latinler gibi barbarlıklarıyle ma'ruf olanlar ve Hıristiyan mukaddesatına bile hürmet etmesini bilmeyenler de hükümrân olmuşlardır. Diğer taraftan da fethe karîb zamanlarda Rumeli ve Anadolu cihat-leri Türklerin elinde olup o devirde Mısır'da yaşayan Aynî gibi bir müverrihin aslı yokken «Bu kabir elyevm mevcûtdur ve şâyân-ı ta'zim görülüp onunla istiskâ olunur.» demesine ne mâ'nâ vermeli?
Gerek yukarıdanberi serdettiğimiz rivâyet-i târihiyye, gerek Akşemseddin Hazretlerinin kabri keşfettiği hakkındaki rivâyet-i meşhüre hep sahîh ise yalnız fethi karîb zamanlarda kabir münderis olup izi kaybolmak demek lâzım gelecek ki bu da binası, kubbesi, zincirli kandili asırlarca yerinde durduktan sonra tam Müslümanların İstanbul'un her tarafını istilâ edip fethe yaklaştıkları bir devirde mahvolmuş olduğunu ifâde eder ki, akla o kadar mülayim gelmiyor. Herhalde müverrihlerimiz için bu mes'ele tetebbüa sermâye olabilecek bir mevzu' olabilir.
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/507
[82] Ma'kıl bin Ma'kıl Sahâbi'dir. İki hadisi vardır. Hulâsa müellifi, onun râ-visi Ebû Muâviye'dir, demiş ise de Tehzib'de bu red ediliyor ve iki hadiste böyle bir râvi yoktur. Ravisi Ebû Selem'dir, denmiştir. Bu hadisteki râvisi ise Ebû Yezîd Mevlâ es-Sa'Iebiyyin'dir. Hulasa Sah. 383
[83] Hâvilerden Zeyd'in mechûl olduğundan hadisin zayıf olduğu söylenmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/507-510
[84] Zevâid'de bu hadis ile bunu izleyen hadisin isnadında râvî İbn-i lahîa'-nın bulunduğuna dikkat çekiliyor.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/511
[85] Zevâid'de : Bu isnadda İbn-i lahîa vardır, denilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/512
[86] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/512-513
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/513
[88] Nevevî, el-Mecmû'da der ki: îsnadı hasendir. Ricali sıka ve manlfdur.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/513-515
[89] Cabir'in bu hadîsini Tirmizî hasen görmüştür.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/516-517
[90] îbn-i Âbidîn cild 1. İstinca babı
[91] Nihayetü'l-Muhtaç cild 1. İstinca babı
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/517-518
[92] Zevâid'de beyan edildiğine göre Ezdâd ismi ile do anılan Yezdâd'ın sa-hâbîliği sabit değil ve râvî Zanraa da zayıftır.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/518-519
[93] Nihayetü'l-Muhtaç cüd 1, Sah. 99
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/519
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/520
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/520-521
[96] Hadisin isnadının zayıf olduğu, Zevâid'de belirtilmiştir. Fakat aynı hadis metnini Ebû Dâvûd başka tarik ile rivayet etmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/521-522
[97] Zevâid'de bu hadisin isnadının zayıf olduğu bildirilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/522-523
[98] Salim (R.A.)'in Hâ! Tercemesi
Salim bin Abdillah b. Ömer (R.A.) fıkıhçı ve hadiste hüccet idi. İlim, amal, zühd ve şerefi, şahsında toplayanlardan birisidir. Babasından, Aişe'den, Ebu Hürey-re'den, Râfi' bin Hadiç'den ve Saîd b. el-Müseyyeb'den rivayette bulunmuştur. Râ* vileri ise Amr b. Dinar, Zühri, Ubeyduîlah bin Ömer, Salih b. Keysân, Musa b. Ukbe, Hanzala b. Ebi Süfyan ve daha bir çok zatlardır. Çok sade ve mütevazi bir hayat sürdüren bu zatın meziyetleri çoktur. Babası kendisini takdir ederdi. Mâlik de : «Zühd ve fazilette Selef-i Salihin'e en çok benziyen zat o'dur» diyerek medh-u senasında bulunmuştur. Ahmed ve İshak : «Senedlerin en sahih olanı, Zührî'nin, Sâlim'den O'nun da babasından rivayet etmesiyle meydana gelen sensd-dir, demişlerdir. Salim iki dirhemlik elbise alır giyerdi. Halife Sülsyman b. Ab-dülmeük O'na : Sen ne yersin? diye sormuş kendisi de : «Ekmek ve zeytin yerim. Et de bulduğum zaman yarim, diye cevap vermiştir. Ticaretle iştigal erliği söylenmiştir. Hicretin 106. yılı vefat etmiştir. Allah cümlesinden râzi olsun. (Bak : Tezkire, sah. 88, 89 ve Hulasa sah. 131).
[99] Zevâid'de bu hadisin isnadının zayıf olduğu, ancak onu teyid eden sahih şâhidleri (= hadisler) bulunduğu belirtilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/523-524
[100] İbn-i Âbidin cild 1. Sah. 262, 279, 280 (Hanefî Mezhebi); Nihayettik Muhtaç cild 1, sah. 98, 457 (Şafiî Mezhebi)
[101] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/524-525
[102] Zevâid'de bu hadisin isnadının zayıf olduğu bildirilmiştir.
[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/525-527
[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/528
[105] İrtiyad : Abdest bozmaya elverişli alçak veya yumuşak yer aramaktır. Ahtari-yi Kebîr,
[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/528-529
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/529-530
[108] Bu hadis için Enes'in hadisinden ve İbn-i Ömer'in hadisinden birer şahidin bulunduğu ve Tirmizî şahid durumundaki her iki hadisi de Cami'inde rivayet ettiği Zevâid'de bildirilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/530-531
[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/531-532
[110] Parantez içi ifade hadîsin açıklanması için benim ilâvemdir. Bu açık* lamada yanılmadığımı umarım.
[111] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/532-533
[112] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/533-534
[113] İbn-i Abidîn 1. Sah. 252 ve Nihayetü'l-Muhtac cUd 1 .Sah. 98, 99
[114] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/534-535
[115] Bu hadisin râvîlerinden İbn-i Ebî Ferve'nin adı İshak olup rivayetinin terk edilmesine âlimler ittifak ettiği gerekçesi ile Z&râid müellifi bu isnadın zayıf olduğunu söylemiştir. Sahîhayn'de «Devamlı (—durgun) suda» tabiri ile geçer.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/535-536
[116] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/536-538
[117] Bu zat, Sahâbî'dir. Şarahbil'in kardeşidir. Râvisi Zeyd b Veheb'dir. Hulasa şahite 226
[118] Daraka: Sığır derisinden mamul ve içinde hiç bir şey bulunmayan kal kandır.
[119] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/538-539
[120] Zevâid müellifi, bu hadisin isnadı sahih olup onu teyid eden şâhidler vardır, demfştir.
[121] Zevâid'de şöyle denilmiştir : Buhâri'nin rivayetinde (gıybet yerine) ko-ğucuîuk ifadesi var. Taberi el-At'raf'da bu hadisi Yahya aracıhğı ile Abdurrahman bin Bekre'den, o da Ehu Bekre'den rivayet etmiştir, doğrusu da oradaki rivayettir.
[122] isrâ, 44
[123] Bakara, 74
[124] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/539-543
[125] Müslim'in şerhi Nevevİ cild 3, sah. 122-124
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/544
[126] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/544
[127] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/545
[128] Râvilerden Mesleme bin Ali'nin zayıflığı dolayısıyla hadisin isnadı Zevâid'de zayıf olarak gösterilmiştir. Buhari ve Ebu Zur'a da onun hadislerinin münker olduğunu Söylemişlerdir. El - Hâkim de; Mesleme, el-Evteâi 'den ve başka zatlardan münker ve mevzu hadisler rivayet eder, demiştir. Sindi demiştir ki bununla beraber hadisin metni Ebu Davud'un Süneninde, Teyemmüm bahsinde İbn-i Ömer ve Ebü'l-Cüheym'in rivayeti ile gelmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/545-546
[129] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/546
[130] Hadisin isnadının vâhî olduğu çünkü Süveyd'den başka râviler de bunu rivayet ettikleri Zevâid'de ifade edilmiştir.
[131] Zevâid'de beyan edildiğine göre Buharî hariç Kütüb-i Hamse'de îbn-i Ömer (R.A.)'in bu hadisi rivayet edilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/547-548
[132] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/548-549
[133] Talha bin Nâfi Ebu Süfyan el-Mekkl el-Kurayşî, bu senedde mez-kûr Sa-habllerin ve İbn-i Abbas'ın ravisidir. Kendisinden de A'meş, Husayn bin Abdir-rahman ve İbn-i İshale rivayet etmişler. İbn-i Hibban onu sıka saymıştır. (Hulâsa, 180)
[134] Bu hadisin râvîlerinden Uttje bin Ebî Hakîm'in zayıf olduğu ve Talha bin Nâfi'in de Ebû Eyyûb'a ulaşmadığı hususu Zevâid'de ifade edilmiştir.
[135] Zevâid'de beyan edildiğine göre senedin râvîlerinden Zeyd el-Ammî ve Câbir el-Ca'fi zayıf oldukları için bu isnad zayıftır. Şu'be ve Süfyan-ı Sevri. Ca-bir'i sıka olarak kabul etmişler ise de Eyyub-i Sahtiyani, Cabir'i tekzîb etmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/549-551
[136] Tevbe suresi 108'inci âyet
[137] Ebû Hüreyre'nin bu hadisini Ebû Dâvüd «Taharet» kitabının başında ve Tirmizî de «Tefsir» bahsinde rivayet etmişlerdir. Zevâid sahibi buna İşaret etmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/551-552
[138] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/552-553
[139] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/553-554
[140] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/554
[141] Hadisin râvilerinden Haris bin el-Hırrît'in zayıf olduğu hususunda âlimler ittifak ettikleri gerekçesi ile bu isnadın zayıflığı Zevâid'de belirtilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/554-555
[142] Hadisin râvilerinden Mutahhar bin el-Heysem zayıf olduğundan isnadın zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/555-556
[143] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/556
[144] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/556-558
[145] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/558-561
[146] Kebşe bint-i Kâ'b bin Malik Ensârilerdendir. Ebû Katâde'nin Abdullah adb oğîunun eşidir. îbn-i Hibbân'in beyanına göre Kebşe sahâbilerdendir. Ebû Katâde'nin ravisidir. Kendisinden de kız kardeşinin kızı Humeyme rivayet etmiştir. Ebü Dâvûd, Tirmizî ve İbn-i Mâceh. onun hadislerini rivayet etmişlerdir. El-Menhel Cild 1, Sah. 264, Mısır 1974
[147] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/561-562
[148] İsnadında, zayıf olan Harise bin Ebi'r-Rical'in bulunduğu Zevâid'de be lirtilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/562-564
[149] Zevâifl'de belirtildiğine göre bu hadîsi, îbn-i Huzeyme kendi sahihinde ve El-Hâkîm'de El-Müstedrek adlı kitabında rivayet etmişlerdir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/564-565
[150] Müellifimizin 947-952 nolu hadislerinin anıldığı 'Namazı Kesen Şeyler' babında konu hakkında gerekli izah yapılacaktır.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/565-567
[151] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/567
[152] Müellifimizin 371 nolu hadisi olabilir.
[153] Meymûne (R.A.)'mn Hâl Tercemesi
Meymûne (R.A.) hazretleri el-Hars-i Hilâlî'nin kızıdır. Resûl-İ Ekrem'in muhterem hanımlarmdandır. Hicretin yedinci yılı Peygamber (A.S.) ile evlenmek şerefi ile bahtiyar olmuştur. Kendisinden 46 adet hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan yedi hadisi, Buharı ve^beş hadisi Müslim rivayette bulunmuşlardır. Râvileri Ibn-i Abbas ve Yezîd İbn-i Assam (R.A.)'dır. Hicretin Sllnoi yılı Ten'im yakınında bulunan ve Mekke-i Mükerreme'ye bir kaç kilometre mesafedeki «Şerif» adlı yerde vefat etmiştir. (Hulasa Sah. 496 ve başka eser)
[154] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/567-570
[155] Yani kadının abdest suyunun artığı ile erkeğin abdest alması ve gusul etmesinden.
[156] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/570-571
[157] EI-Menhel cüz 1, san. 272
[158] Zevâid'de bu hadisin isnadı zayi? gösterilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/571-574
[159] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/574-575
[160] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/575
[161] Ümmü Seleme ve Ümmü Hâni'nin Hâl Tercemesi
Ümmü Seleme (R.A.)'nm adı Hind bint-i Ebi Ümeyye el-Mahzumiyye'dir. İlk kocası Ebu Seleme Abdullah bin Abdi'I-Esed'dir. Kocası ile beraber Habeşistan'a hicret eden ilk müslümanlardandırlar. Bilahare Mekke'ye döndüler. Oradan da Medine'ye hicret ettiler. Medine'de kocasının vefatından sonra Resül-i Ekrem'in zevcesi olmak şerefine mazhar oldu. Kendisi Kureyş kabilesinin hanedanlarından ve ilk muhacirlerden olduğu cihetle mü'minlerin annesi olmak gibi yüce bir mertebeye yükseldi.
378 hadîsi bulunur. Buhari ve Müslim 13 hadisinde ittifak etmişlerdir. Üçer hadisini de münferiden rivayet etmişlerdir. Râvileri ise, ilk kocasından olan çocukları Ömer ile Zeyneb'tir. Ayrıca Nâfi, Said bin el-Müseyyeb, Ebu Osman en-Nehdî ve başka zatlar da ondan rivayette bulunmuşlardır.
Hicri 59. yılı vefat etmiş ve Ebû Hüreyre (R.A.) tarafından cenaze namazı kıldınlmıştır. Zehebî'nin dediğine göre Resül-i Ekrem (S.A.V.)'in en son vefat eden hanımıdır. (El-Menhel cüz 1. Sah. 332)
Ümmü Hâni (R.A.), Ebû Tâlib'in kızıdır. Adı Pâhıte'dir. Ahmed ise, adınm Hind olduğunu söylemiştir. 46 hadisi olup Buhari ve Müslim bir hadisinde ittifak etmişlerdir. Râvileri de torunu Ca'de, mevlâsı Ebû Mürre ve Mücahid'dir. Mekke'nin fetih günü müslüman olmuştur. (Hulasa sah. 500)
[162] Zevâid'de, bu hadisin isnadı hasen'dir, demiştir.
[163] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/575-577
[164] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/578
[165] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/578-580
[166] El-Menhel CUd. 1. Cüa. Sah. 37
[167] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/580-581
[168] Bunun senedinin sıhhat durumu râvi Ebû Zeyd'in durumuna bağlıdır. Bu râvi ise, Tirmizî ve başkasının dediği gibi hadisçilerce meçhul bir kimsedir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/581-582
[169] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/582-585
[170] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/585-586
[171] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/586-587
[172] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/587
[173] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/588-589
[174] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/589-591
[175] Sindî'nin Zevâid'den naklen beyan ettiğine göre hadisin isnadmdaki râvîler sikalardan ibarettir. Ancak Müslim bin Mahşî, sahâbî olan el-Pirâsî'den hadîs işitmemiş, ancak Ei-FirâsFnin oğlundan hadîs dinlemiştir. El-Firâsî'nin oğlu ise sahâbî değildir. Bu sebeple hadîsi babasından rivayet etmiştir. (Yani avcılık eden Peygamber (S.A.V.) ile görüşüp babasından rivayet eden El-Pirâsi'dir, oğlu değildir. Bu duruma göre senedden El-PirâsI düşmüş görülür.
[176] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/591-593
[177] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/593
[178] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/594-596
[179] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/596-597
[180] Safvân bin Assâl El-Müradî El-Cemelî, Resûl-i Ekrem ile beraber 12 savaşa katılmıştır. 20 hadisi vardır. Abdullah İbn-i Mes'ûd (R.A.) gibi bir zat bile ondan rivayette bulunmuştur. Hulasa : 174)
[181] Hadîsin râviyesi Ümmü Ayyaş (R.A.) sahâbîdir. Hz. Rukayye'nin câri-yesidir.Ravisi, torunu Anbere bin Saîd'dir. Hulasa yazarı onu adı bilinmeyen râviler arasında ve 499'uncu sahifede bu kısa bilgi İle zikretmiştir.
[182] Râvi Abdülke-rim'in sıkalığı ihtilaflı olduğu için bu senedin meçhul sayıldığı Zevâid'de bildirilmiştir..
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 1/597-600
[183] Hadisin isnadının, Müslim'in şartı üzerine sahih olduğu, Zevâid'de bildirilmiştir.
[184] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/5-7
[185] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/7-11
[186] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/11
[187] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/11-12
[188] Zevâid'de, hadls'üı hasen olduğu bildirilmiştir
[189] Senedin iki kolunun birleştiği râvi Abdü'1-Mühey min'in zayıflığı hususunda âlimler ittifak ettikleri gerekçesi ile isnadın zayıf olduğu Zevâid'de belirtilmiştir. Fakat Sindi demiş kiAbdü'l-Müheymin yalnız kalmamıştır. Çünkü onun kardeşi oğlu da rivayette bulunmuştur. Bu rivayeti Tabarâni,
El-Mu'cemü'1-Kebir'de nakletmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/12-14
[190] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/14-17
[191] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/17-18
[192] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/18-19
[193] Zevâid'de bildirildiğine göre İbn-i Huzeyme ve İbn-i Hibbân kendi sahihlerinde Halld bin Alkarna tariki ile bu hadisi rivayet etmişlerdir.
[194] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 2/19-20
[195] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/20-24
[196] Sahibidir. 7 hadisi var. Râvlsi Hilâl bin Yes&f ve Ebû İshaktır. (Hula-149)
[197] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/24
[198] İbn-i Sabra da denilen bu zat Abdullah bin El-Müntefik'm oğludur, Sa-hâbldir. Râvisi İse oğlu Asım'dır. tbn-i Mâceh, Tirmizî, Ebû D&vûd ve Nesâİ onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Menhel cüz. 2. Sah. 85)
[199] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/24-26
[200] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/26-27
[201] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/27-28
[202] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/28
[203] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/28-29
[204] Şiilerin kolları ve inançları hakkında geniş izah için mütercim'in tercüme ettiği İslâm Hukuku Tarihi Sah, 194 İstanbul 1974'3 müracaat.
[205] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/29-31
[206] Zevâid'de : Hadisin isnadı vahidir. Çünkü r&vilerinden Risdln bin Sa'd zayıf olduğu söylenmiştir, deniliyor. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/31-32
[207] Şakik bin Seleme El-Esedİ Ebû Vâil El-Kufl tabiîlerin büyüklerinden idi. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Muaz bin Cebel (Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn) ve bir cemaattan rivayette bulunmuş, râvileri ise Şa"bî, Amr bin Mürre, Mansûr ve başkalarıdır. Ibn-i Muin onun sıka olduğunu söylemiştir. Vakıdl, onun Ömer bin Abdilttzlzln nüafeti «mumımte vefat ettiğini söylemiştir. (Hulasa, 167)
[208] El-Muttalib bin Abdillah bin Hantab El-Mahzûmi El-Medenî, Ebû Hüreyre, Aişe ve Enes'ten rivayet etmiş, r&vileri ise, iki oğlu Abdülaziz ve El-Hakem bir de El-Evzâî'dir. Ebû Zur'a ve Darekutnl onu sıka saymışlardır. Ebû Hatim ise onun Âişe (R.A.Vya yetişmediğini söylemiştir. İbn-i Sa'd de onun çok hadîsinin bulunduğunu fakat hadîsi ile hüccet edilmediğini söylemiştir. Tehzib'e göre mürsel hadisleri vardır. (Hulasa 379)
[209] Abdullah bin Ebî Evfâ (R.A.)'iıın Hâl Tercemesi
416 nolu hadisin râvisi Abdullah bin Ebi Evfâ sahâbi oğlu sahâbî'dir. Adı Alkame bin Halid olup Biat-ı Rıdvan'da bulunmuştur. 95 hadîsi var. Buhârî ve Müslim 10 hadîsini müttefikan, 5 hadisini Buhâri ve bir hadîsini Müslim münferiden rivâvet etmişlerdir. Râvileri: Amr bin Mürre, Talha bin Müsrif, Adiy bin Sabit ve El-A'meş'tir. Vâkıdi, 86 tarihinde; Ebû Nuaym iss 87 tarihinde vefat ettiğini söylemişlerdir. Amr bin Ali'nin dediğine göre Ashab-ı Kirâm'dan Kûfe'de en son vefat eden zat îbn-i Ebî Evfâ'dır. Hulasa İSİ) Buhârî'nin sarihi Ayni'nin bildirdiğine göre Ebû Hanife'nin ulaştığı 7 Sahâbi'den birisi İbn-i Ebî Evfâ'dır. O, vefat ederken Ebû Hanîfe 7 yaşında idi. Ebû Hanîfe'nin 70 senesinde doğduğu rivayetine göre isa îbn-i Ebî Evfâ vefat ederken Ebü Hanife 16 yaşında idi.
Ebû Mâlik El-Eş'arI'nin Hâl Tercemesİ 280 ve Er-Rubayyi'ninki de 390 nolu hadislerin açıklaması bahsinde geçti.
[210] Zevâid'de : Bu isnad zayıftır. Senedin râvilerinden olan Leys de İbn-i Ebi Sayf tır, denilmiştir. Sindi diyor ki, senedin râvilerinden birisi olan Şahr hakkında da konuşmuşlardır.
[211] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/32-35
[212] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/35
[213] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/36-37
[214] Hadîsin İsnadında zayıf olan Zeyd El-Ammî vs yine 2ayıf olan râvisi bu'unduâundan isnadın zayıflığı Zevâld'da ifade edilmiştir. Yine Zevâid'in bildir diİHne göre îmam Ahmed de MÜsnedlnde hadisi şu ssnedle rivayet etmiştir: «Ebû İsrail'den, o da Zeyd El-Ammİ'den, o da Nâfi'den, o da îbn-i Ömer'den...»
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/37-39
[215] Tirmizî, «Abdestte israfın Keraheti» babında, hadisi ayni isnad ile zikretmiş ve garîp olup bu isnadın hadisçiler yanında kuvvetli olmadığını, çünkü Hârice'den başka kimsenin bunu isnad ettiğini bilmiyoruz. Hârice de arkadaşlarımız yanında kuvvetli değildir, hatta İbnü'İ-Mübarek onu zayıf görmüştür, der. Bu hadis müteaddit yollarla El-Hasan'dan rivayet edilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/40
[216] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/40-41
[217] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/41-43
[218] Senedindeki râvl Bakiyys tedlls yaptığından dolayı İsnadının zayıf olduğu Zev&id'de bildirilmiştir.
[219] Senedindeki râvilerden Huyey bin Abdillah ve îbn-i Lehia zayıf oldukları için isnadın zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/443-45
[220] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/45
[221] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/46
[222] Zevâid'in beyanına göre İbn-i Hibbân'ın sahihinde bu hadîs yine Ebü Saîd-i Hudri'den rivayet olunmuştur. Sahîh-i Müslim'de ve başka sahih hadis kitaplarında bu hadisin şahidi vardır.
[223] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/46-47
[224] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/47-49
[225] Hadisin senedindeki râvllerden Yahya bin Keair ve Şeyhi Yeaid-i Rak-kaşi'nin zayıf oîduğu. Zevâid'de bildirilmiştir.
[226] Seneddeki ravîlerden Abdülvâhld'in sıka olmasının ihtilaflı olduğu Zevâid'de belirtilmiştir.
[227] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/49-51
[228] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/51-53
[229] Bin Asım El-Ens&rl El-Medenİ sahabi'dir. Buhar! ve Müslim 8 hadisini müttefikan ve Buh&rl bir hadisini münferiden almışlardır. Bâvİleri ÜbAde bin Habib, İbn-i Müseyyeb ve Vftsi bin Habban'dır. (Hulasa-198)
[230] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/53-54
[231] El-Menhei'den yapılan nakil burada bitti.
[232] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/54-56
[233] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/56-57
[234] Seleme
Ebû Müslim-i Eslem-i künyeli Seleme Medîne'lidir. Rıdvan ağacı altında Peygamber (S.A.V.)'e biat edip ölüm üzerine söz veren mücahitlerdendir. Rivayete göre i'k forta ve son biat edenlerin arasına karışmak suretiyle Peygamber'e Üç defa el uzatmak şerefine mazhar olmuştur. Kendisinden rivayet edilen 77 hadisten 16'sını Buhârl ve Müslim ittifakla, beşini Buharl ve dokuzunu Müslim münferiden rivayette bulunmuşlardır. Hâvileri çoktur. En son râvisi kölesi olup bu hadisi rivayet eden Yezid tbn-i Ubeyd'dir. Seleme 64 tarihinde vefat etmiştir. Hulasa, 148)
[235] Zevâid'de : Hadisin râvilerinden Muhammed bin El-H&ris'in sıka olmakla beraber hataya düştüğü İbn-i Hibbân tarafından belirtilmiştir, denilmiştir. Sindi diyor ki seneddeki râvî Yahya bin Râşid de zayıftır.
[236] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/57-59
[237] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/59-60
[238] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/60
[239] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/60-61
[240] El-Mıkdâm bin Madîkerib (R-A.)'ın Hal Tercemesi
El-Mıkdâm bin Madîkerib bin Amr bin Madîkerib Ebû Yahya'dır, Künyesi Ebû Kerlme'dlr. Resûlutlah (S.A.V.)'den 47 hadis rivayet etmiştir. Ayrıca Hâlid bin El-Velîd, Muaz bin Cebel, Ebû Eyyûb EI-EnsârI
[299] Zevâid'de : Bu, ricali sıka olan bir isnaddır. Fakat senedde Haccâc vardır. O da tbn-i Ertât'-tır. Kendisi tedlis ederdi.
[300] Parentez içindeki ifâde mürtercime aittir.
[301] Peygamber üe beraber 12 savaşa katılmış, 20 hadîsi vardır. İbn-i Mes*ûd bile ondan rivayet etmiştir. (Hulasa* 174)
[302] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/102-104
[303] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/104-105
[304] EI-Menhel C. 2., Sah. 238-341
[305] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/105-108
[306] Büsre (R.A.)'nin Hal Tercemesi
Büsre bint-i_Safvan bin Nevfel bin Abdi*l-Uzza bin Kusayy El-Kureşiye El-Ese-diyo Mervân" bin El-Hakem'in teyzesi ve Abdülmelik bin Mervân'm büyük dsde-sidir. Hâvileri Abdullah bin Amit, Urve bin Zübeyr, Mervan bin El-Hakem ve Sald bin El-Müseyyeb'dir. İbn-i Mâceh, Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesâl Büsrs'nin hadîslerini rivayet etmişlerdir. Şafiî, Büsre muhacirlik şerefine kavuşmuştur, demiştir, îbn-i Mus'ab de Büsre'nin Resûl-i Ekrem'e bîat edenlerden olduğunu söylemiştir. (El-Menhel cüz 2, Sah. 192)
[307] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/108-109
[308] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/109-112
[309] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/112
[310] Zevâid'de: Hadisin İsnadındakl râvîlerden Ukbe bin Abdirrahman'ın meşhur bir şeyh olduğunu tbnü'l-Medeni söylemiştir. Fakat İbn-i Hibbân onu ıskalardan saymıştır. Senedin diğer ricali sıkadır, denmiştir.
[311] Zevâid'de bu isnad hakkında eleştiri olmuştur. Çünkü onda Mekhûl Ed-Dımışkl vardır. Kendisi tedlisçidir. Bu hadîsi an'âne ile rivayet etmiştir. Dolayısı ile hadisini terk etmek gerekir. Ayrıca Buhâri ve Ebû Zür'a : Şüphesiz Mekhûl Ambese bin Ebl Süfyan'dan hadis dinlememiştir, demişlerdir. Bu nedenle de isnad münkatıdır, diye malûmat vermiştir.
[312] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/113-115
[313] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/115
[314] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/115-117
[315] El-Menhel cüz 2, Sanife 198
[316] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/117-118
[317] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/118-119
[318] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/120-121
[319] Zevaid'de : Bu isnadın ricali sikalardır, denmiştir.
[320] Sahbâ : Hayber'e yakın bir yerin adıdır.
[321] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/121-124
[322] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/124-125
[323] Meşhur bir sahâbidir. 146 hadisi vardır. Buhârİ ve Müslim iki hadisini ve yalnız Müslim 23 hadisini rivayet etmiştir. Hicretin 72 veya 73 veyahut 74. yılı vefat etmiştir. (Hulasa, 59)
[324] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/126
[325] Bu zat meşhur bir sahabl'dir. Akabe, Bedir, El-Câbiye ve Kudüs seferlerinde bulunmuştur. 18 hadisi var. Buharl ve Müslim 1 hadisinde ittifak etmişlerdir. Kendisinden Enes, Ebû Sald-i HudrI ve Muhammed bin İbrahim Et-Teymİ rivayette bulunmuşlardır. Resûl-i Ekrem'in özel medhine mazhar olmuştur. Hicretin 20. yılı vefat edip Bakl'a defnedilmişür. (Hulasa 38)
[326] Zevaid'de : Bu hadisin senedindeki r&vilerden Haccâc bin Er-Tat'ın zayıflığı ve tedllsçiliği dolayısı ile isnadı zayıftır. Mahfuz olan sencd Abdürrahman bin Ebl Leylâ'nın Berâ'dan olan (494 nolu hadîste geçen) rivayettir, denmiştir.
[327] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/127-129
[328] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/130
[329] Zevâid'de : Bunun senedindeki râvtlerdcn Abdülmüheymin zayıftır. Bu-hâri hadislerinin münker olduğunu söylemiştir. Bu sebeple isnadı zayıftır, denilmiştir.
[330] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/130-132
[331] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/132
[332] Ebû Dâvûd ve Nesâî, mürssl bir isnad ile bu hadisi rivayet etmişler. Bir hadisin mtlrsel olması, onun delil olmasına cumhur'a göre zarar vermez. Dâre-kutni'rün zikrettiği şu isnadla mevsul olarak da gelmiştir. Bezzâr'da hasen bir isnad ile zikretmiştir. Musannif İse İki sened İle zikretmiştir. Bu nedenle Hadis ittifakla hüccettir.
[333] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/132-133
[334] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/133-134
[335] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/134-137
[336] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/137
[337] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/137-138
[338] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/138
[339] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/138-140
[340] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/140
[341] Sehl bin Huneyfin Hal Tercemesi
Sehl bin Huneyf bin Vahib bin Akim bin Su'lebe EI-Ensârl El-EvsI El-Msdenl Ebû Sabid veya Ebû Abdillah, Bedir ve diğer savaşlara katılmış ilk müslümanlar-dandır. Uhud savaşında müslümanlar dağıldığı zaman Resûlullah (S.A.V.)'ın yanından ayrılmayarak sebat gösteren ve ölmek Üzere o gün Peygamber (S.A.V.) ile biat eden bir şahsiyettir. Cemel vak'asından sonra Hz. Ali O'nu Basra'da kendisine vekil olarak bırakmış idi. Sıtfin'de de Hz. Ali'nin yanında yer almıştır. Pey-gamber'in kendisiyle Hz. Ali arasında kardeşlik kurduğu söylenir. Resûlullah 'S.A.V.Vdan rivayet ettiği 40 hadisi vardır. Buhar! ve Müslim 4 hadisini ittifakla ve yalnız Müslim 2 hadisini rivayet etmişlerdir. Hâvileri iki oğlu Ebû Ümame ile Abdillah ve ayrıca Ebû Vali İle abdurrahman bin Ebl Leylâ, ve başkalarıdır. Hicretin 38, yılı Kûfe'de vefat etmiş, cenaze namazını Hz. Ali kildırmıstır.
[370] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/165-166
[371] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/166-167
[372] Umma Kays (R.A.)'ın Hal Tercemesi
Ümraü Kays Bint-i Mıhsan bin Cersan bin Kays bin MÜrre EI-Esediyye'nİn adı Cezzâme'dir. İlk müslümanlardan ve ilk muhacirlerdendir. Medine'ye hicret etmiştir. Resûlullah
Bir oğlum ölmüştü. Cenazesini yıkayan adama: Oğlumu soğuk su ile yıkama, onu öldürürsün, dedim. Bunun Üzerine Ukâşe Peygamber'e giderek, bunu anlatmış, Peygamber (Ş.A.V.) de tebessüm ettikten sonra Ümmü Kays'a ne oluyor? Ailah, ona uzun ömürler versin, buyurmuştur. Bu nedenle, onun kadar uzun Ömürlü bir kadın bilinmiyor. (Menhel : Cilt 3, Sah. 247)
[373] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/167
[374] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/167-168
[375] Bu zat. Resul-i Ekrem (S.A.V.)1n mevlâsı vs hizmetçisi idi. Ebû Zur'a : Ben, onun ismini bilemem ve bundan başka hadisini dp bitmem demiştir. Adının Iyâd veya Ebû Zer olduğu da söylenmiştir. Râvisi Muhil bin Halife'dir. (Menhel Cild 3, Sah. 252)
[376] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/168-172
[377] Ümmü Kürz El-KâTjİye sahabidir. Birkaç hadisi vardır. RâvUert tbn-i Abbâs ve Tavus (R.A.)'dur (Hulâsa, 409)
[378] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/172-173
[379] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/173-174
[380] Vasile bin Eska (R-A.Vın Hal Tercemesi
Vasile bin El-Eska1 bin Ka*b bin Amir. Tebuk seferinden Önce müslüman ol* nnıs ve bu sefere Peygamber (S.A.V.) ile beraber katılmıştır. Suffe ehlindendir. Resûl-i Ekrem (S.A.V.Vden 56 hadis rivayet etmiş olup, Buhârt ve Müslim birer *«nesinl rivayet etmişlerdir. Kendisi aynca; Ebû Hüreyre, Ebû Mersed El-Öaveni rirümmü Seleme'den rivftyette bulunmuştur. Hâvileri İse, Abdulvahid bin Abdil-l*h. Şeddad bin Abdlllah, Mekhul ve bir çok kimsedir. 70 • 80 yadında iken hicre- 83. yılında Şam'da vefat etmiştir. Kütüb-i Sitte sahihleri, onun hadislerini rl- etmişlerdir. (Kaynak : El-Menhel, c. 4, s. 106)
[381] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/174-176
[382] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/176-178
[383] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/178-179
[384] Hamide adlı bir kadın yaşça küçük tabiilerdendir. El-Hâfız Takrib'te onun 4'üncÜ tabaka râvilerden sayıldığını söylemiştir. Ümmü Seleme'den rivayet-te bulunmuştur. Râvisi ise Muhammed bin İbrahim Et-Teymî'dir. Bir cariye-nin efendisinden1 çocuğu olduğu zaman o cariyeye Ümmü Veled denilir. Fıkıhta onun Özel hükümleri vardır. Hamîde'nin, İbrahim'in böyle bir cariyesi olduğu anlaşılıyor.
[385] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/179-180
[386] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/180-181
[387] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/182
[388] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/182-183
[389] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/183-184
[390] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/184
[391] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/185-186
[392] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/186-187
[393] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/187
[394] Bu zat Hz. Meymûne'nin mevlâsı olup, meşhur yedi fıkıhçidan birisidir. Zeyd bin Sabit, Âişe, Ebû HÜreyre, Meymûne (R.A.)'den ve bir cemaattan da mürsel olarak rivayet etmiştir. Râvileri ise Mekhûl, Katâde, Ztihrl ve Amr bin Şuayb'dır. Ebû Zur'a ve İbn-i Sa"b, sıka olduğunu belirtmişler, Nesâi de o imamlardan birisidir. Hicri 100 veya 104 yahut 107'de 73 yaşında iken vefat ettiği rivayet olunmuştur. (Hulâsa, 155)
[395] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/188
[396] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/188-190
[397] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/190
[398] Hemmâm bin El-Hâris bin Kays bin Amr bin Rabîa bin Harise En-Nahâvİ El-Kûfi'nin; Ömer bin El-Hattâb, İbn-i Mes'ûd, Ammâr bin Yâsir, Hu-zeyfe, Aişe (R.A.)'den ve başkalarından rivayeti vardır. Kendisinden da; Süleyman bin Yesâr, İbrahim En-Nahâi ve Vebre bin Abdirrahman rivayette bulunmuşlardır. İbn-İ Muin ve îbn-i Hibban onu sıka saymışlardır, teli de : O sıka bir tabiidir, demiştir. 63 veya 65 yılı vefat etmiştir. (MenheJ C. 3, Sah. 242)
[399] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/190-191
[400] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/191-192
[401] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/193
[402] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/193
© 2015 http://islamguzelahlaktir.blogspot.com/
Yorum Gönder