SÜNEN-İ İBNİ MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHİ > TAHARET VE SÜNNET (HADÎS)LERİNİN BEYÂNI 2

 

islam

help 2.30.38.2 01-Taharet2 previous next

HADİS KİTAPLARI > SÜNEN-İ İBNİ MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHİ > taharet > 01-Taharet2
83 — İçinde Cinsi Münasebet Yapılan Elbiseyle Namaz Kılmak Babı

84 — Mestler Üzerine Meshetmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

85 — Mestin Üstüne Ve Altına Meshetmeye Âit Bâb

Vâcib Ve Sünnet Olan Mesh Miktarındaki İhtilâf

86 — Mukîm Ve Misafir İçin Meshedebilme Süresi Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

Mesh Süresi Hususundaki Âlimlerin Görüşü

87 — Zamanla Sınırlandırma Olmaksızın Meshetme Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

88 — Çoraplar Ve Pabuçlar Üzerine Meshetmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

89 — Sarık Üzerine Mesh Etmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

Teyemmüm Bâbları

90 — Teyemmüm Sebebi (Hakkında) Gelen Hadîsler Babı

91 — Teyemmümde Bir Darbe Hakkında Gelen Hadisler Babı

Hadisten Çıkarılan Fıkhı Hükümler

92 — İki Darbe İle Teyemmüme Ait Bâb

Teyemmümde Kollar Nereye Kadar Meshedilmelidir ?

93 — Cünüb Olup, Gusletmekten Korkan Yaralıya Ait Bâb

94 - Cünüblükten Gusletmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

Guslün Farzları

Guslün Efdali

95 — Cünüblükten Gusül Hakkında Bir Bâbtır

86 — Gusülden Sonra Abdest Almak Babı

97 — Cünüblükten Gusleden Adamın Henüz Gusleimeyen Karısıyla Isınmak İstemesi Babı

98 — Cünübün Suya Dokunmadan Cünüp Olarak Uyuması Babı

99 — Namaz Abdesti Gibi Abdest Almadıkça Cünübün Uyuyamıyacağını Söyleyenlerin Babı

100 — Cünüb Adamın Tekrar Cinsi Münâsebette Bulunmak İstediği Zaman Abdest Alacağına Dâir Bâb

101 — Eşlerinin Hepsine Yaklaşmaktan Dolayi Bir Gusül Eden Hakkında Gelen Hadisler Babı

Peygamberin Çok Kadınla Evlenmesinin Hikmeti

102 — Eslerinin Her Birisine Yaklaştığında Gusleden Hakkındaki Bâb

103 — Cünübün Yemesi İçmesi Babı

104 — Cünübün Ellerini Yıkaması Yeterlidir Diyenlerin Babı

105 — Taharet Olmaksızın Kuran Okumak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

106 — Her Kılın Altında Bir Cünüblük Vardır Babı

107 — Rüyasında Erkeğin Gördüğünü Gören Kadın Hakkındaki Bâb

108 — Kadınların Cünüblükten Gusletmeleri Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

109 — Durgun Suya Dalan Cünüb Gusletmiş Olur Mu? Babı

110 — Su, Meniden Dolayı (Gerekir), Babı

111— Sünnet Yerleri Birbirine Kavuştuğu Zaman Guslün Gerekliliği Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

112 — İhtilâm Olup. Islaklık Görmeyenin Babı

113 — Guslederken Örtünmek Hakkında Gelen Hadisler Babı

114 — Abdesti Dar Olanın Namaz Kılmasından Nehiy Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

115 — Kanı Devamlı Gelen Ve Daha Önce Aybaşı Âdetlerinin Günlerini Hesaplayabilen Müstahâza Kadın Hakkında Gelen Hadîsler Babı

Mezheblere Göre Aybaşı Âdeti Süresi

Müstahâzanin Mezheblere Göre Aybaşı Âdeti Süresi

Hayızın Kesilmesinin Alâmeti

Mustahâza Her Farz İçin Abdest Alır Mı ?

116 — Müstahâzanın Kanı Karışık Olup Hayız Günlerini Bilmediği Zamandaki Durumu Hakkında (Gelen) Hadîsler Babı

117 - Kız Müstahâza Olarak Kan Görmeye Başladığı Zaman Veya Müstahâzanın Eskiden Hayız Günleri Bulunup Unuttuğu Zamandaki Durumu Hakkında (Gelen) Hadîsler Babı

Âlimlerin, Eski Âdetini Unutup Karışık Kan Gören Müstahâza İle Yeni Kan Gören Müstahâza Hakkındaki Görüşleri

118 — Elbiseye Dokunan Hayız Kanı Hakkında Gelen Hadîsler Babı

Namaz İçin Bağışlanan Necasetin Miktarı

119 — Hayızu Kadın Namazı Kaza Etmez, Babı

120 — Hayızlı Kadın Mescidden Bir Şey Alabilir. Babı

121 — Kadın Hayızlı Olduğu Zaman Kocası İçin Helâl Olan Yaklaşma Babı

122 — Hayızu Kadınla Cima Etmeden Nehiy Babı

123 — Hayızlı Kadınla Cima1 Edenin Keffareti Hakkında Bâb

Keffaret Hakkındaki Âlimlerin Görüşü

124 — Hayızlı Kadın Nasıl Gusül Eder Babı

125 — Hayızu Kadınla Beraber Yemek Ve Onun Artığı Hakkında Gelen Hadîsler Babı

126 — Hayızlı Kadının Mescidden Uzak Kalması Hakkında (Gelen) Hadisler Babı

Hayızlı Kadın Ve Cünübün Mescidde Durmaları

127 — Temizlendikten Sonra Sarı Ve Bulanık Renkleri Gören Hayızlı Kadın Hakkında (Gelen) Hadisler Babı

128 — Lohusa Kadın Kaç Gün (Namaz Kılmayıp) Oturur, Babı

Lohusalık Hâlinin Azami Süresi Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri

Lohusalığın En Az Süresi Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri

129 — Hayızlı İken Eşiyle Cima' Edene Âit Bâb

130 — Hayızlı Kadınla Beraber Yemek Yemek Hakkındaki Bâb

131 — Hayızlı Kadının Elbisesi İle Namaz Kılmak Hakkındaki Bâb

132 — Kız, Hayız Çağına Gelince Baş Örtüsüz Namaz Kılamaz Babı

133 — Hayızlı Kadın (Kına İle) Boyanabilir, Babı

Erkeklerin Saç Boyamasına Ait Dört Mezhebin Görüşü:

134 — Cebireler Üzerine Meshetmek Babı

135 — Tükürük Elbiseye Dokunur Babı

136 — Ağızdan Kaba Su Akması Babı

137 — Kişinin, Din Kardeşinin Avretine Bakmasının Yasakuğı Babı

Dört Mezhebe Göre Avret Mahalli

A — Namaz İçindeki Avret Yeri Hakkındaki Âlimlerîn Görüşleri

B — Namaz Dışındaki Avret Yeri Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri

138 — Cünüblükten Gusledip De Vücudundan Bir Yeri Kuru Kalan Adam Ne Yapacak Babı

139 — Abdest Alıp Suyun Dokunmadığı Bir Yeri Bırakan Adam Babı





83 — İçinde Cinsi Münasebet Yapılan Elbiseyle Namaz Kılmak Babı


540) Muâviye bin Süfyan (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre :

Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımı olan kızkardeşi Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâKya: ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) içinde cinsî münâsebet yaptığı elbiseyle namaz kılar mıydı? diye sordu. Ümmü Habîbe de:

«Evet Elbisede necaset olmadığı zaman (o elbiseyle namaz kılardı.)-" [1]


İzahı


Nesâî ve Ebü Dâvûd da bu hadîsi rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarı; hadîste 'Ezâ' olarak geçen ve tercemede necaset olarak ifâde ettiğimiz kelimeyi meni veya mezi eseri olarak açıklamış ve bu hadîsin meninin necasetine delil olarak gösterildiğini söylemiştir. Daha sonra şöyle der: Meninin necasetini ifâde eden bu hadis, Resûl-i Ekrem tSallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek vücudundan çıkan bütün maddelerin temizliğine ters düşmez. Çünkü şer'î hükümlerde ümmetin durumu dikkate alınır. Hadîs zan ile amel edilmesinin gerekli olmadığına da delâlet eder. Çünkü içinde cinsî münâsebet yapılan elbisenin pislenmesi kuvvetle muhtemeldir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu fiili hadîsiyle yakın (kesin bilgi) ile amel edilmesinin gerekliliğine ve zanlara itibar edilmemesine m uslu m anları irşad etmiştir. [2]


Hadîsten Çıkarılan Fıkhî Hükümler


1 — içinde cinsi temas yapılan elbisede necaset görülmediği zaman, namaz kılmak caizdir.

2 — Meni necistir. Bununla ilgili ihtilâf bundan önceki bâbta anlatıldı.

3 — Namaza duran kişi, pislenen elbiseyi giymekten sakınmalıdır.

4 — Aksi sabit olmadığı müddetçe, asıl olan şeyle amel edilmelidir.



541) Ebü'd-Derdâ' (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre şöyle

söylemiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mübarek başından su damladığı halde çıkıp yanımıza geldi ve tek bir elbiseyle bize namaz kıldırdı. Sarılmış olduğu elbisenin bir kenarım sağ omuzuna atarak sol kolunun altından ve diğer kenarını sol omuzuna atarak, sağ kolunun altından geçirerek göğsü üzerine uçlarını bağlamıştı. (Namaz kıldıktan sonra) geri dönünce Ömer bin El-Hattâb: Yâ Re-sûlallah! Bir elbisede bize namaz kıldırıyorsun? diyerek (hükmünü öğrenmek istedi.) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Evet. Tek elbisede namaz kılarım ve o elbisede.» Yâni cinsî münâsebette bulunmuştum.» buyurdu.[3]



542) Câbir bin Semûre (Radtya ank)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :

Hanımı ile, içinde cinsî temas yaptığı elbiseyle kişinin namaz kılmasının hükmünü bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'c sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:

«Evet, her zaman (kılabilir.) Ancak elbisede bir şey gördüğü zaman onu yıkayıncaya kadar kılamaz.» [4]


İzahı


Bu iki hadîs, ilk hadisin hükmünü teyid eder.Zevaid yazan:Câbir'in hadisindeki isnad sahih olup, ricali sıkadır, demiştir.

Sindi; Cabir (Radıyallâhü anh)'in hadisinin zahiri, meninin necasetine delâlet eder. Ancak şöyle denebilir: İçinde meni bulunan elbiseyle namaz kılmanın mekruhluğu kasdedilmiş olabilir.Meninin taharetine hükmedersek hadîste öngörülen yıkama, kerâ-hatten sakınmak için olur, demiştir.Sindi'nin bu ifâdesi, hadîste geçen 'şey' kelimesini meni ile yorumladığını gösterir. [5]


84 — Mestler Üzerine Meshetmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı


543) Hemmâm bin el-Hâris (Radtyallâhü anhümâyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Cerir bin Abdillah (El-Becelî (Radıyallâhü anh), küçük abdesti-ni bozduktan sonra abdest aldı ve mestleri üzerine mesnetti. Bunun üzerine kendisine: Sen böyle mi yaparsın? diye soruldu. Kendisi: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bunu yaptığını gördüğüm halde beni bunu yapmaktan alıkoyan nedir? dedi.

Râvi ibrahim En-Nehâi (dedi ki) : Onlar (Abdullah İbn-i Mes'-ud'un arkadaşları) Cerir'in hadîsinden çok hoşlanırlardı. Çünkü Ce-rir'in İslâm'a girişi Mâide sûresinin (abdeste âit 6. âyetinin) inişinden önce idi." [6]


İzahı


Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi bu hadisi az bir lafız farkıyla ve aynı mânâyı ifâde eder mâhiyette rivayet etmişlerdir.Buhârî"nin rivayetinde Cerîr(Radıyallâhü anh), abdest alıp, mestler üzerine meshettikten sonra kalkıp namaz kılıyor, namazdan sonra kendisine soru yöneltiliyor.Ebû Davud'un rivayetinde Cerir (Radıyallâhü anh) soruyu cevaplandırdıktan sonra oradakiler : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mest üzerine mes-hetme işi Mâide sûresinin (abdeste âit 6. âyetinin) inişinden önce idi, dediler.Cerîr (Radıyallâhü anh) : Ben, Mâide sûresinin (mezkûr âyetinin) inişinden sonra müslüman oldum, diye cevap verdi.Beyhaki'nin süneninde İbrahim bin'Et-h e m ' in : Mestler üzerinde meshetme hakkında Cerir (Radıyallâhü anh)'in hadîsinden daha güzel bir hadîs işitmedim, dediği rivayet edilmiştir.

Hadîsin Mânâsı:

Hadis, Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mest üzerine meshettiğini ve bunu bizzat müşahede eden meşhur sahâbî Cerir (Radıyallâhü anh) 'in de aynı şeyi yaptığını ifâde ediyor. Ha-dis'in râvilerinden İbrahim En-Nehâi (Radıyallâhü anh)'-nin belirtiği gibi Abdullah İbn-i Mes'ud'un ashabı, Cerir' in hadîsini çok güzel bularak beğenmişlerdir. Sebebi ise; mest üzerine meshetmeyi caiz görmeyenler şöyle iddia ederler: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk zamanlarda abdest alırken mest üzerine mesh yapardı. Abdeste âit Mâide sûresinin 6. âye.-ti inince âyette ayakların yıkanması emredilmekle mest üzerine yapı-lagelen meshetme hükmü neshedilmiş oldu.Cerîr (Radıyallâhü anh)'in hadisi bu iddiayı kökünden çürütür.Çünkü Çerir (Ra-diyallâhü anh)'in müslüman oluşu bu âyetin inişinden sonraki zamana rastlar. Çünkü abdest âyeti Benî Mustalik savaşında inmiştir. Bu savaş hicretin 4'üncü veya 5. yılı vuku1 bulmuş,Cerîr (Radıyalâhü anh) ise hicretin 10. yılı ramazan ayında müslümanlığı kabul etmiştir.Eğer bu âyetin nüzulünden önce Cerîr (Radıyallâhü anh) müslüman olmuş olsaydı söz konusu hadîsinin bu âyetle mensuh olmasına ihtimal verilirdi. Bu zâtın müslümanlığı âyetin nüzulundan sonraki zamana rastlayınca anılan hadisinin mezkûr âyetle mensuh olmayıp yürürlüğünün devamını bilmiş oluruz. Bu durumda hadis, âyeti husûsîleştirir. Yâni ayakları yıkamaya âit âyetin emri ayağında mest bulunmayanlara mahsustur.Âyetle bu mânânın kasdedilğini mezkûr hadîsler açıklar.

Ebû Davud'un rivayetinde Cerîr (Radıyallâhü anh) 'in : Ben, Mâide sûresinin nüzulundan sonra müslüman oldum, mealindeki haberinden ve musannifimizin rivayetinde îbrârhim (Radıyallâhü anh)'in:ÇünküCerîr (Radıyallâhü enh)'in müslümanlığı kabulü Mâide sûresinin nüzulünden sonra idi» şeklindeki sözünden maksat M âide sûresinin tamamı olmayıp, sûredeki abdest âyetidir. Biz de tercemede parentez içi ifâdeyle buna işaret ettik. Çünkü sûrenin bâzı âyetleri Cerir (Radıyallâhü an in Islâmiyeti kabulünden sonra nazil olmuştur.Nitekim hicretin 10. yılı Ramazan ayında Cerir m üs1uman olmuş, o yıl yapılan meşhur Veda haccında arefe günü;

«Bu gün sizin için dininizi kemâle er-dirdim...» âyeti inmiştir. (Mâide : 3)

Mestler üzerine meshetmeyi kabul etmeyenler, mesh hadisinin râvisi Cerîr (Radıyallâhü anh) 'in, Hz.Ali (Radıyallâhü anh) ile Hz. Muâviye ve taraftarları arasında cereyan eden olaylarda Hz. Ali (Radıyallâhü anh) 'den ayrıldığını iddia ederek, onu zayıflatmak istemişler ise de bu tutarsızdır.Çünkü Cerir (Radıyallâhü anh), Hz. Ali (Radıyallâhü anh)'den ayrılmamış olup, bâzı mazeretler dolayısıyla bu olaylara katılmamıştır. Kaldı ki îmam ve Hafız olan Muhammed bin İbrahim El-Ve-zir, Ehl-i Beyt'in büyük imamları ve etbalarmın rivâyetleriyle sabit olduğu veçhile, sahâbîler arasında cereyan eden müessir olaylar^ dan önce olsun sonra olsun sahâbîlerin rivayetinin makbul olduğu hususunda icmâ' vardır. Mest hadislerinden kurtulmak için bu yüce sahâbiye kusur isnad etmek yersiz olup İslâm âlimleri kat'iyyen böyle bir şeye iltifat etmemişlerdir.

Ibnü'l-Münzir, İbnü'l-Mübâre k'in şöyle söylediğini nakletmiştir: 'Mestler üzerine meshetmenin câizliği hususunda sahâbiler arasında ihtilâf yoktur. Çünkü câizligi inkâr ettiği rivayet olunanlardan başka câizligi sabit gördüğü rivayeti de vardır.'

El Hafız da, EI-Fetih'te şöyle der: -Hadîs hafızlarından bir cemaat; mestler üzerine mcshetmek mütevatirdir demişlerdir. Hadis-cilerden bir cemâat meshe âit râvileri toplamışlar, sayıları sekseni bulmuştur, imam Ahmed : Mesh hakkında sahâbîlerden kırk tane merfu' hadîs vardır, demiştir.»

Ebü'l-Kasım İbn-i Müneddeh, Tezkiresinde mesh hadisinin râvilerini ismen zikrederek seksen sahâbî'yi bulduğunu zikretmiştir. Tirmizİ ve Beyhaki de sünenlerinde bu sahâbîlerden bir cemâati zikretmişlerdir. [7]


Hadîsin Fıkıh Yönü


1 — Mestler üzerine meshetmek meşrudur.

2 — Zamanına göre şer'İ şerife muhalif bir şeyi gören kimse susmaman. Güzel yolla itiraz etmelidir.

3 — Yaptığının doğruluğuna inanan kimse, bir itiraza mâruz kaldığı zaman dayandığı delili açıklamalıdır.

4 — itiraz eden kişi, gösterilen delile vâki tenkitleri söyleyebilir.

5 — itiraza mâruz kalan kişi, o tenkitleri cevaplamak suretiyle delilinin sıhhatim göstermelidir.

6 — İhtiyaç zamanında, tarihi delil göstermek caizdir.Nitekim Cerîr (Radıyallâhü anh), müslümanhğı kabul ettiği tarihi; mestler üzerine meshetme hükmünün devam ettiğine ve mensuh olmadığına delil göstermiştir.



544) Huzeyfe (bin Ee-Yeman (Radtyaltâhü ank)>den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). abdest aldı ve mesüe-rinin üzerine mesnetti." [8]


İzahı


Bu hadisi Kütüb-i Sitte sahipleri rivayet etmişlerdir. Rivayetlerin bir kısmı daha uzun olup. meshetme konusu dışında kalan bâzı hususları da beyan eder. Yeri olmadığı için burada anlatılmasına gerek yoktur.



545) Muğtre bin Şu'be (Radtyallâkü anh)'âen rivayet edildiğine göre:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdestini bozmaya çıktı. Muğîre de içinde su bulunan bir matara ile Onu izledi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihtiyacını giderdikten sonra (gelip) abdest aldı ve mestler üzerine mesnetti." [9]


İzahı


Bu hadisi Buhâri, Müslim ve Sün en sahipleri uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. Bâzı lafızlarda değişiklik varsa da hepsi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest aldığında mestler üzerine meshettiğini bildirmektedirler.

Bu hadisde mestler üzerine meshetmenin meşruluğuna delâlet eder.

îmamiye mezhebine mensub olanlar ile hariciler ve Ebu Bekir bin Dâvüd Ez-Zâhiri, mestler üzerine meshetmenin caiz olmadığını söylemişlerdir.Bunlar abdest almaya dâir

Mâide sûresinin 6. âyetini delil göstererek; bu âyette ayakların yıkanması emredilmiştir, derler. Ayrıca Resûl-i Ekrem (Aley-hissalâtü ve's-selâm)'in abdest almayı öğrettiği şahsa :

«...Ve ayağını yıka.» buyurması ve mestler üzerine meshetmek-ten bahsetmemesine dayanırlar. Bir de : «Abdestte yıkanmayan topuklara azab olsun.» ile ayaklan yıkadıktan sonra: «Ayakların yıkanması olmaksızın, Allah namazı kabul etmez.» mealler indeki hadisleri mesned gösterirler ve meshe âit hadîslerin abdest âyetiyle mensuh olduğunu söylerler.

Âlimlerin cumhuru mestler üzerine meshetmenin câizliğine hükmetmişlerdir.

Hanefi âlimlerinden îbnü'I-Himân Fethü'I-Kadir'de: «Meshe âit hadîsler çoktur.Ebû Hanife: Gün ışığı gibi apaçık delilleri bulduktan sonra mestler üzerine meshetmeyi caiz gördüm.

Bunu caiz görmiyenin küfre gitmesinden endişelenirim. Çünkü bu hususta gelen eserler, tevatür haddini bulmuştur, demiştir.Ebû Yûsuf da; Meshe âit haber meşhur olduğu için bununla âyetin neshi caizdir, demiştir' diye nakleder.

El-Ayni de:. Meshetmenin câizliğini hiç kimse inkâr edemez. Ancak sapık bid'atçı inkâr edebilir, demiştir.

Hasan-ı Basrî de:Ben, yetmiş sahâbiyle görüştüm.Hepsi mestler üzerine meshetmeyi meşru sayıyorlardı.' demiştir.

Şâfiiler' den Nevevt: tcmâ'ın oluşmasında sözü muteber olan bütün âlimler hazarda ve seferde, ihtiyaç olsun olmasın mestler üzerine meshetmenin câizliği hususunda icmâ' etmişlerdir.Hattâ evinden çıkmayan kadın ve yürüyemeyen sakat kimse bile meshedebilir.Yalnız, Şiiler ve Hâriciler, meshin câizliğini inkâr etmişler ki, bunların muhalefeti muteber değildir.

Mâ1ik' in mezhebi de meşhur rivayete göre cumhurun mezhebi gibidir.

Sayılamıyacak kadar çok tabii bu hususu sahâbîlerden rivayet etmişlerdir.

A1i, Âişe, ibn-i Abbâs ve Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anhüm)'ün mestler üzerine meshetmeyi kabul etmediklerine dâir yapılan isnad sabit değildir.Hz. Ali (Radıyallâhü anh)'ye «Kitab, mestleri geçti.» şeklinde izafe edilen eser muttasıl bir isnad ile rivayet edilmemiştir. H z. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin: Mestler üzerine meshetme hükmü A1i bilir, diyerek mes'eleyi Hz .A1i' ye havale ettiği sabittir. îbn-i Abbâs ise, abdest âyetinin inişinden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in meshetmesi sabit olmadığı zaman bundan kerâhat ettiği, bilâhare Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in meshettiği sabit olunca buna rücu' ettiği sabittir. Ahmed bin Hanbel; Meshin inkârı hakkındaki Ebû Hüreyre' nin hadîsi sahih olmayıp bâtıldır, demiştir.

Menhel yazarı yukarıda verilen bilgiyi naklettikten sonra şöyle der:

«Yukarıda işaret edilen abdest âyetine ve hadislere dayanarak meshin caiz olmadığını söyliyenlerin sözü reddedilmiştir. Şöyle ki; Âyetin hadisleri neshettiğine dâir sözleri tutarsızdır.Çünkü "âyet Müreysî' savaşında nazil olmuş, halbuki Muğire'nin bu hadîste anlattığı olay,Müreysi' savaşından sonra vukubulan Tebük savaşında meydana gelmiştir. Cerir (Radıyallâhü anh)'in (543 nolu) hadîsi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSeIlem)'in bu âyetin inişinden sonra meshettiğini ispata kâfidir.



546) îbni Örfıer (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre:

Kendisi Sa'd bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'in mestleri üzerine meshettiğini görmüş ve: Hakikaten siz bunu (nasıl) yapıyorsunuz? (diyerek bu hareketi yadırgamış) sonra ikisi beraber Hz. Ömer (Ra-dıyallâhü anh)'in yanında toplanmışlar ve Sa'd (Radıyallâhü anh) Ömer (Radıyallâhü anh) "e mestler üzerine meshetme hakkında kardeşimin oğluna (İbn-i Ömer'e) fetva ver, demiş, bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) :

«Biz Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bulunurken mestlerimiz üzerine meshcderdik. Böyle yapmakta bir beis görmeyiz.» demiş ve bunun üzerine İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) : Kişi, büyük abdesti bozmaktan gelse bile (meshedebilir mi?) diye sormuş, Ömer (Radıyallâhü anh) de: Evet, diye cevap vermiştir.»"

Not: Hadisin isnadının sahih ve ricalinin sıka olduğu, yalnız ravilerden Sald bin Ebl Arûbe*nin tedlis yaptığı, bu hadisi an'ane ile rivayet ettiği, son zaman' larmda ıhtılat ettiği ve hadisin Sahih-i Buhari'de başka bir uslüb ile rivayet edildiği. Zevaid'de bildirilmiştir. [10]



İzahı


Bu hadîs de mestler üzerine meshetmenin cevazına delildir.Buhâri' deki hadîs, meâlen şöyledir: Sa'd bin Ebî Vakkas (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mestler üzerinde meshederdi. Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ), bu durumu (babası) Ömer (Radıyallâhü anh)'a sormuş, O da şöyle cevap vermiştir: Evet (Peygamber meshetti.) Sa'd (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sana bir şey rivayet ettiği zaman, artık onu başkasına sorma.»

Rivayete göre Sa'd bin Ebi Vakkas (Radıyallâhü anhî Irak'ta hazer halinde iken meshetmiş, bunu gören Abdullah îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) itiraz etmiş, O da Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bunu gördüğünü söylemiş, daha sonra, ikisi Ömer (Radıyallâhü ahh)'m yanında buluşunca Sa'd, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'e: 'Babana meshin hükmünü sorsana, demiş, o da sormuş ve babası böyle cevap vermiştir.



547) Sehl es-Sâidî. (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre demiştir ki:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mestler üzerine meshetti ve mestler üzerine meshetmeyi bize emretti.[11]



548) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre demiştir ki :

Ben. bir yolculukta Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin beraberinde idim.

O: «Su varım?» diyerek (su istedi, bunun üzerine su hazırlanınca) abdest aldı ve mestleri üzerine mesh etti. Sonra orduya yetişerek onlara namaz kıldırdı.[12]



549) Büreyde (bin el-Husayb) (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Necâşi,[13] Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelIenD'e bir çift siyah ve sâde mesti hediye olarak gönderdi. O da bunları giydi. Sonra abdest aldı ve bunların üzerine mesnetti." [14]


İzahı


Ahmed bin Hanbel, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Hadîsin metni açık olup, mestler üzerine meshetmenin meşruluğuna delâlet eder. El-Menhel yazarı hadisin fıkıh yönünü şöyle anlatır.

1. Hadis, Kâfirden hediye kabul etmenin meşruluğuna delâlet eder. Çünkü İbnü'l-Arabi' nin dediği ve El-Iraki'-nin teyid ettiği gibi Necâşi, müslüman olmadan önce söz konusu mestleri Resûlullah'a göndermiştir,

2. Kendisine hediye gönderilen zât, aldığı hediyeyi gönderiliş gayesine uygun olarak kullanmalı ve böylece hediyeyi kabul ettiğini, beğendiğini açıklamalıdır.Nitekim Resûlullah (Sallallahü Aleyhi,ve Sellem) alır almaz bu mestleri giymiştir. Bu davranış hediyeyi göndereni sevindirir.

3. Siyah mestleri giymenin caiz olup, bunda kerahet olmadığı anlaşılır.» [15]



85 — Mestin Üstüne Ve Altına Meshetmeye Âit Bâb


550) Muğîre bin Şu'be (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre:

ResûluÜah (Salla llahü Aleyhi ve Sellem) mestin üstüne ve altına meshetmiştir."

Senedde râvilerden El-Velîd'in tedlisçi olduğu, Sevr'in Reca* bin Heyvet'ten hadîs işitmediği ve El-Muğîre'nin kâtibinin (verrâd) meçhul olduğu halde hadîsi mürsel rivayet ettiği söylenmişse de, şöyle cevap verilmiştir : El-Velid :

«Bize Sevr tahdis etti.» demiştir. Bunda tedlis yoktur. Sevr'in Reca'dan hadis işittiğini BeyhakI tesbit ederek; Sevr'in de :

— «Bize Reca' tahdis etti, dediğini belirtmiştir. El-Muğtre'nin kâtibi de, El-Muği-re'yi zikretmiştir. Bunun iğin hadiste mürsellik yoktur. İbn-i Mâceh'in açıkladığı gibi Muğîre'nİn kâtibinin adı Verrâd'dır. Künyesi ise Ebû Said'dir. Şa*bl vs başkası ondan rivayet etmişlerdir. (Artık kâtibin meçhul olmadığı anlaşılır.) [16]


İzahı


Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvüd, Darekutni, Beyhakî velbnü'l-Cârud da bu hadîsi rivayet etmişlerdir.Nevevi, hadîsçilerin bu hadisi zayıf gördüklerini söylemistir. El-Menhel yazarı «Mesh» babında rivayet olunan bu hadisin izahını yaparken şöyle der:

Buhârî, Ebû Zur'a, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Şafiî gibi büyük hadîs imamları ve müteahhirinden İbn-i Hazm bu hadîsi zayıf görmüşlerdir.Doğrusu da budur.Bu hadîs, sahîh hadîslerin hepsine muhaliftir. (Çünkü sahih hadîsler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, mestlerinin yalnız üst kısmına meshetmekle yetindiğine delâlet ederler. Bu hadis ise mestlerin hem üstüne, hem altına meshettiğini bildirir.) Bu hadîsin zayıflığına âit illetlerin bir kısmı müessir değil ise de hadîsin sıhhatına mâni olacak derecede etkili olan kısmı da vardır. Nitekim yalnız El-Ve-lîd bin Müslim hadîsi mevsul olarak isnad etmiş, kendisinden daha yüce ve hıfzı daha kuvvetli olup, hadîste imam sayılan Abdullah bin El-Mübârek hadîsi mürsel olarak rivayet etmiştir. Çünkü onun rivayetinde E1-Muğire' nin kâtibi doğrudan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklediyor.Abdullah bin El-Mübârek ile El-Velîd bin Müslim,ihtilâfa düştükleri zaman Abdu11ah' in dediği makbuldür.Hadis hafızlarının bir kısmı: El-Velîd bin Müslim, bu hadîste iki yerde hata etmiştir. Birincisi, Rec', E1-Muğîre nin kâtibinden işitmemiştir. An'ane ile ondan nak-letmiştir. İkinci hata, Sevr, Recâ' dan işitmemiştir, demişlerdir. Üçüncü bir hata var.O da şudur ki; Hadîsin mürsel oluşu doğrudur. Hadîs hafızlarının hepsi bunu beyan etmişlerdir.Şafiî de, hadisin zayıflığını belirtmiş olup mestlerin hem üstüne, hem altına meshetmenin daha iyi olması hususunda Beyhaki ve başkasının îbni Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri esere itimad etmiştir.» [17]


Vâcib Ve Sünnet Olan Mesh Miktarındaki İhtilâf


El-Menhel yazarı, aynı bâbta ihtilâfla ilgili olarak şöyle der:

«Âlimler, vâcib olan mesh miktarı ile sünnet olan mesh mikta-rı hakkındaki muhtelif görüşler beyan etmişlerdir:

1— MâIikî âlimlerinin meşhur kavline göre mestlerin üst kısmının tamamını topuklara kadar meshetmek vâcibtir. Altını mes-hetmek de sünnettir. Sünnet olan meshin yapılışı şöyledir: Kişi, sağ elini, sağ ayağının parmak uçlarına üstten bırakır. Sol elini de ayak parmaklarının altına bırakarak her iki elini beraber topuklara kadar O ker. Sol ayağın meshine gelince, bunun tersine sa£ elini, sol ayağının aîtına ve sol elini ayağın üstüne bırakarak yine parmak uçlarından (topuklara kadar her iki elini çeker.

2 — Şafii âlimlerinin meşhur kavline göre mestin üst kısmından ve abdestte yıkanması farz olan her hangi bir yere meshetmek vâcibtir. Mestin hem üstünü., hem altını çizgiler hâlinde meshetmek sünnettir. Yapılış şekli için en sevaplı olanı şudur ki; Kişi, sağ elini sağ ayağının parmak uçlarının üstüne ve sol elini aynı ayağının topuğunun altına bıraktıktan sonra, sağ elini bacağa doğru ve sol elini parmak uçlarına doğru çeker. (Sol ayağının meshinde sağ el topuğun altına ve sol el ayağın parmak uçlarına bırakıldıktan sonra aynı şekilde çekilir.)

3 — Hanefi âlimlerine göre vâcib olan miktar mestin üst kısmından elin serçe parmağıyla üç parmak kadar meshetmektir. Mestin içine, kenarlarına ve altına meshetmek sünnet değildir. Müs-tahab olan mesh şekli budur. Kişi sağ elin parmaklarını sağ ayağın parmaklarının hizasına üstten bırakır. Sol elin parmaklarını da sol ayağın parmaklarının üstüne bıraktıktan sonra ellerini bacağa doğru çeker.Parmaklarla beraber el ayasını da mestlere sürerse daha iyidir. Meshin çizgiler hâlinde olması daha makbuldür.

4 — Hanbe1î âlimleri; mestin üst kısmının çoğuna meshetmek caizdir, mestin altını ve topuğunu meshetmek yerine geçmez, îki ayağı beraber meshetmek sünnet değildir.Sünnet olan mesh şekli şöyledir: Mesh işi sol el ile yapılmalı, el parmakları birbirine yapışmaman, ayak parmaklarının uçlarından bacağa doğru yapılmalıdır, demişlerdir. [18]


Hadîsin Fıkıh Yönü


Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in, mestin üstüne ve altına meshettiğine delâlet eder. Fıkıhçıların bu konudaki görüşleri yukarıda beyân edilmiştir.



551) Câbir (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı), abdest alan ve bu arada (ayaklarındaki) mestleri yıkayan bir adamın yanmdan geç a. Re-sûl-i Ekrem (Salİallahü Aleyhi ve Sellem), mübarek eliyle sanki onu mestlerini yıkamaktan men. edercesine işaret ederek:

«Sen, ancak meshetmckle emi olunmuşsun.» buyurdu ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek eliyle ayak parmakları uçlarından bacak mafsalına doğru çekerek ve parmaklarıyla çizgiler çizerek «Şöyle» buyurdu.Sindi şöyle demiştir: Zevâid sahibi bu hadisi zücretmemiştir. Zannımca bu hadis de Zevâid (Kütub-i Hamse'de bulunmayan) kısmındandır. Senedinde Bakiyye adlı râvi vardır. Bu râvinin sıka olup olmadığı hususunda konuşulmuştur. [19]


86 — Mukîm Ve Misafir İçin Meshedebilme Süresi Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı


552) Şüreyh bin Hâni'[20] (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Ben mestler üzerine meshetmek durumunu Hz. Âişe'ye sordum. Bana: Ali'ye varıp onu sor. Çünkü O, bunu benden daha iyi bilir.

(Çünkü O, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile yolculuk ederdi.) dedi. Bunun üzerine ben, Ali (Radıyallâhü anh)'ye gelerek, meshetme durumunu sordum. Ali (Radıyallâhü anh) buyurdular ki s

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mukim için bir gün bir gece, misafir için de üç gün üç gece olmak üzere meshetmeyi bize emretti." [21]


İzahı


Müslim de bu hadîsi müteaddit senedlerle rivayet etmiştir. Hz.Âişe (Rdayıllâhü anhâ) 'nin soru sahibi Şureyh (Radıyallâhü anh) 'i Hz.Ali (Radıyallâhü anh) 'ye havale etmesinin sebebi, Müs1im' in rivayetinde Hz.Âişe' nin : Çünkü A1i (Radıyallâhü anh), Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile yolculuk ederdi, cümlesi ile açıklanmıştır. Hadîs, misafir için üç gün üç gece ve mukim için bir gün bir gece mestler üzerine meshetmenin caiz olduğuna delâlet eder.Hadîs şer'i mes'eleler sorulduğunda fetva verenin nasıl hareket edeceğine ışık tutmaktadır. Şöyle ki; Mesh süresini soran zât, Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâ) tarafından Al i (Radıyallâhü anh)'e gönderiliyor. Şu halde fetva verme durumunda olan kimseye şer'i bir mes'ele sorulduğu zaman daha ehliyetli birisi varsa, soru sahibini ona göndermek mustahabür.

Hadiste söz konusu edilen emir, ruhsat ve mübahlık içindir. Vü-cub için değildir. Yani mukim ve misafir hadîste belirtilen sürede mestleri üzerine meshedebilir.Mestlerini çıkarıp, ayaklarım yıkamak mecburiyetinde değillerdir. Ama isterlerse mestlerini çıkarıp, ayaklarını yıkayabilirler. Eğer emir vücub için olmuş olsaydı mestleri çıkarmak ve ayakları yıkamak yasaklanmış olurdu.



553) Huzeyme bin Sabit (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

-Rcsûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selfem), mestler üzerine mes-hetmek (hususunda) misafir için üç gündük bir süre) tayin etti. Eğer soru sahibi sorusuna devam etseydi (sürenin arttırılmasını isteseydi) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), süreyi beş kılacaktı.»" [22]


İzahı


Tirmizİ ve Ebû Davud'un da rivayet ettikleri Huzeyme' nin bu hadîsi için müteaddid senedler zikretmişlerdir.

«Mestler üzerine meshctmek süresi misafir için üç gün, mukim için de bir gün bir gecedir.» mealindeki metnin hasen - sahîh olduğu Tirmizî' de belirtilmiştir. Ebû Davud'un diğer bir senedinde râvi şöyle der: 'Eğer biz, misafir için meshetme süresinin uzatılmasını istedeysik, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), süreyi uzatacaktı.' El Menhel yazan: Bu fıkra ile ilgili olarak, râvinin bu sözünden şu netice çıkar, demiştir: 'Lâkin biz sürenin fazlalaştırılmasını istemedik, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve sellem) de süreyi üç günden fazlalaştırmadı.' Bu durumda, bu rivayet ile bundan önceki rivayet arasında ihtilâf yoktur. Bilindiği gibi kitabımız-daki rivayette mukim için mesih süresinden bahsedilmemiştir. Ebû Dâvûd ve Tirmizî'de görüldüğü gibi onun süresi de tahsis edilmiştir.



554) Huzeyme bin Sabit (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

«Mestler üzerine meshetmek hususunda misafir İçin süre üçgün-dür.» Sanımca: «...ve Üç gece...» buyurdu."



555) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöy le söylemiştir:

Sahâbiler:

Yâ Resûlallah! Mestler üzerine meshetme süresi nedir? diye sor dular. O da:

Misafir için geceleriyle beraber üçgündür. Mukim için de

gün bir gecedir.»"



556) Ebû Bekre (Radtyallâhü onh)'ten rivayet edildiğine göre §öyle söylemiştir:

Misafir abdest alıp, mestlerini giydikten sonra abdest zaman geceleriyle beraber üç gün üç gece ve mukimin bir gün imgece meshetmesini Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ruhsat olarak caiz kılmıştır. [23]


İzahı


Tirmizi nin şerhi Tuhfede belirtildiğine göre, Ebû Bekre'nin hadisini ibn-i Huzeyme ve Darekutnide rivayet etmişler.Hattabi"deisnadının sahih olduğunu söylemistir. El-Müntekadan naklen verilen bilgiye göre buralardaki hadîs metni meâlen şöyledir:

«Misafirin, geceleriyle beraber üçgün, mukîminde bir gün bir gece mestleri üzerine meshetmelerine, mestlerini abdest aldıktan sonra giymişle-rse ruhsat verilmiştir.» Bu rivayete göre abdest aldıktan sonra, mestlerini giymiş olma şartı misafirde arandığı gibi mukimde de aranıyor. Bu hususta âlimlerin ittifakı vardır. Yani bu şart bakımından misafir ile mukim arasında bir fark yoktur. Kitabımız-daki rivayette, misafirin abdest alıp mestlerini giymiş olma şartı, mukim için zikredilmemiş ise de melhuzdur. [24]


Mesh Süresi Hususundaki Âlimlerin Görüşü


Bu bâbta geçen hadisler bu sürenin mukim için bir gün bir gece, misafir için de üç gün üç gece olduğunu ispat eder.

Menhel yazarı «Mesih süresi» babında âlimlerin görüşünü şöyle anlatır. Sahâbîlerin, Tabiilerin ve onlardan sonra gelen fıkıhçıların âlimlerinden meydana gelen cumhura göre mesh süresi mukim için bir gün bir gece, misafir için de üç gün üç gecedir. Ebû Hanîfe, Şafiî, Ahmed bin Hanbel, Sevri, Hasan bin Salih ve İshak bin Rahaveyh'in mezhebi budur. Ha1labi Meshin muayyen bir süreyle sınırlı oluşu tüm fıkıhçıların sözüdür, demiştir. îbn-i Abdi'1-Berr de: 'Tabiilerin çoğu ve fıkıhçılar bu görüş üzerinde müttefiktirler. Bence de ihtiyatlı olanı budur. Çünkü meshetmenin câizliği tevatürle sabittir.Eh1-i Sünnet ve'I-Cemâât bu konuda müttefiktirler. Gönül, onların ittifakında yatışmıştır. Âlimlerin çoğu: Mukîmin bir gün bir geceye âit beş vakit namazdan misafirin de üç gün üç geceye âit on-beş vakit namazdan fazlası için meshetmesi caiz değildir, dediklerine göre ilim adamına, uyması vacip olan şey, namazını kesin bilgi ile kılmasıdır. Bütün âlimler ittifak etmedikçe kesin bilgiye göre ayakları yıkamak gerekir. Meshe ittifak ettikleri takdirde meshet-mek de sağlam ve kesin bilgiye dayalı olur. Âlimler, üç günden fazla süre için misafirin meshedebileceğine ve bir gün bir geceden fazla mukimin meshetmesinin caiz olduğuna icmâ' etmemişlerdir. Bu nedenle en sağlam iş bu süreyi aşmamaktır, demiştir.»

Cumhurun gösterdikleri deliller çoktur. Huzeyme bin Sâbit' in (553 - 554 nolu) hadisi, Şüreyh bin Hâni'in (552 nolu) hadîsi', Safvan bin Assai'in hadîsi bu cümledendir.

Şureyh bin Hâni'in hadîsini Ahmed, Nesâî ve Ibn-i Mâceh rivayet etmişlerdir. Safvan bin Assa 1' m hadîsini Ahmed ve îbn-i Huzeyme rivayet etmişlerdir. Huzeyme bin Sabit'in hadîsini de, El-Hâfız' in Telhis'te beyân ettiği gibi Şafiî, Ahmed, Ne-sâi, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâceh, îbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân, Darekutnî ve Beyha-k î rivayet etmişlerdir. Tirmizî bu hadîsin hasen - sahih olduğunu, Buhârî de hasen olduğunu söylemiştir.

Mestler üzerine meshetmek için süre tahdidi olmayıp hazer ve seferde kişi, dilediği sürece mestler üzerine meshedebilir, diyenler de olmuştur. Şa'bî, Ebû Seleme bin Abdurrah-man, El-Leys, Rabîa ve meşhur rivayete göre Mâlik bunlardandır. Bunların delili, Ebû Dâvûd'un Huzeyme bin Sâbit'e âit bir rivâyetindeki;

«Eğer biz mesh süresinin arttırılmasını Peygamber ISallallahü Aleyhi ve Sellem)'den isteseydik süreyi bize arttıracaktı.» fıkrasıdır. Ve (557 - 558 nolu hadîs gibi) buna benzeyen bâzı hadîslerdir. îbn-i Seyyidi'n-Naş, Tirmizi' nin şerhinde : *Eğer bu fıkra sabit olmuş olsaydı bile meshin süresiz olduğunu söyleyenler için delil olmazdı. Çünkü bu ifâde açıktır ki, onlar sürenin arttırılmasını istememişler ve arttınlmamıştır.»

Bu grup âlimlerin gösterdikleri hadislerin hepsi zayıftır. (El-Men-hc 1 yazarı, bu hadisleri ve zayıf oluşlarının nedenlerini bir bir anlatır. Çok uzun olduğu için buraya almaktan vazgeçtim.) Menhel yazarı daha sonra şöyle der: Eğer meshin süresiz yapılabileceğine delil gösterilen hadîsler sahih olsaydı, şöyle yorum yapılacaktı: «Mukîmin günü ve misafirin üç günü dolunca mestlerini çıkarıp, ayaklarını yıkamaları kaydıyla kişi, yıllarca mesh işine devam edebilir. Yukarıda verilen bilgiyi edindikten sonra en sağlamı ve ihtiyatlısı, mesh süresinin sınırlı olduğuna dâir hadîslerle amel etmektir.

Tanınan süre, 556 nolu hadîste işaret edildiği gibi mestler giyildikten sonra abdest bozulduğu zamandan itibaren başlar. Mestleri giyme zamanından veya mestler üzerine meshetme zamanından başlamış olmaz.»

Mestler üzerine meshetmenin çeşitli fıkhî hükümleri vardır. Hükümler; mezheblere göre kısmen değişiktir. Geniş ma'lumat isteyenler Fıkıh kitablanna müracaat etsinler. [25]



87 — Zamanla Sınırlandırma Olmaksızın Meshetme Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı


557) Evinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in her iki kıble (Ka'be ve Mescid-i Aksa')ya doğru namaz kılmış olduğu Übeyy bin îmâre (Radtyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine göre :

Kendisi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:

Mestler üzerine meshedeyim (mi?) diye sormuş. Resul i Ekrem

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Evet, buyurmuştur. Übeyy (Radıyallâhü anh) :

— Bir gün (mü?) diye sormuş, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :*

— «Ve iki gün de (meshedebilirsin)» buyurmuştur. Übeyy (Radıyallâhü anh) :

— Ve üç gün de (mi?) diye sormuş ve nihayet yedi güne kadar (olan hükmü sorarak) ulaştırmış. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de i

— «Ve sana zuhur eden sürece (meshedebilirsin) buyurmuştur.[26]



558) Ukbe bin Âmir el-Cühenî[27] (Radtyallâhü anh)'ûen rivayet edildiğine göre:

Kendisi, Mısır'dan Ömer bin El-Hattab (Radıyallâhü anh)'in yanına gelmiştir. Hz. Ömer (Radıyallâhü anh) Ona: Kaç günden beri sen mestlerini çıkarmamışsın, diye sormuş? Kendisi: Cuma'dan cuma'-ya kadar, diye cevaplamış, Hz. Ömer de: Sünnete isabet etmişsin, demiştir. [28]


İzahı


Birinci hadis, mestler üzerine meshetmenin belirli bir süreye bağlı olmadığına delâlet eder. Ancak notta işaret edildiği gibi hadis âlimlerinin ittifakıyla zayıf görülmüştür. Bu hadîsi Beyhakî, Hâkim ve Tahavi de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd da iki senedle rivayet etmiş ve isnadında ihtilâf bulunup, kuvvetli olmadığını belirtmiştir.

Sindi, Hadîs'in zayıf olduğunu belirttikten sonra şöyle bir yorum yapıldığını ifade eder: «Sahih hadîslerle sabit olan meshet-me süresi şartına riâyet etmek halinde uzun zaman mestler üzerine mesh yapılabileceği kasdedilmiş olabilir.»

İkinci hadîse gelince; Hz.Ömer (Radıyallâhü anh) 'in Ukbe' ye söylediği: 'Sen sünnete isabet ettin' sözünde, bu işin Resûl-i Ekrem ÎAleyhissalâtü ve's-selâm) 'in sünnetine uygunluğuna dâir bir delil yoktur. Çünkü sünnet, bazen Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü ve's-selâm) tarafından olduğu gibi dört halife'ye âit de olabilir. Nitekim bir hadis de:

«Benim sünnetime ve Hulafâ-i Râşidin sünnetine sarılınız» buyurulmuştur. Hulafa-i Râşidin' den olan Hz.Ömer (Radıyallâhü anh)'in Ukbe'ye dediği görüşü benimsemiş olabilir.Ve kendi görüşüne sünnet adını vermiş olabilir.

Sindi der ki: 'Bir sahâbi yapılan bir işin isabetli olduğunu söylediği zaman, meşhur kavle göre bu söz merfu' hadis yerine geçer.Durum böyle olunca hadîs, meshin süresizliğine delâlet eder.Fakat şöyle denilebilir: Saha bin in böyle bir tâbiri merfu' hadis gibi olsa bile serahaten merfu' olan hadîs kuvvetini taşımaz.Dolayısıyla sarahaten merfu' olan hadîs buna tercih edilir.Soru ve cevâbın meshetme müddetine ait şartına riâyet etmekle beraber, uzun süre mestlerin giyilmesi ve üzerine mesh yapılması hakkında cereyan etmiş olması muhtemeldir.»

El-Menhel yazarı bu hadisle ilgili olarak şöyle der:

«Hz. Ömer (Radıyallâhü anh) 'den yapılan bu rivayete karşı meshin muayyen süre ile sınırlı olduğuna dâir, müteaddit hadîsler kendisinden rivayet edilmiştir. Bu cümleden olarak :

Süveyd bin Gufle' den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: H z. Ömer (Radıyallâhü anh) ile rahatço konuşmaya cesaretli olan Benâne El-Ca'fiye: 'Mestler üzerine meshetmek durumunu Hz.Ömer (Radıyallâhü anh) 'e sor,», dedik. Kendisi de sordu, Hz.Ömer (Radıyallâhü anh) : «Misafir için üç gün ve mukîm için bir gün bir gece meshetmek caizdir.» dedi. Zeyd bin Veheb' den de rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Mestler üzerine meshetmek hakkında Hz.Ömer (Radıyallâhü anh), bize mektup yazarak misafirin üç gün mukim'in bir gün bir gece meshedebileceğini bildirmiştir, dedi.Tahâvi şerhi Meâni'l-Â'sâr kitabında bu iki eseri rivayet ederek: işte Ömer (Radıyallâhü anh), meshin belirli bir süreyle kayıtlı olduğuna dâir Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Ve's-selâm)'den rivayet olunan sahih hadîslere muvafık olarak söylenmiştir, der.»

Bu konu hakkında bir önceki bâbta geniş malumat verilmiştir. [29]


88 — Çoraplar Ve Pabuçlar Üzerine Meshetmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı


559) El-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anA>'den rivayet edildiğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdcst alırken çorapları ve pabuçları üzerine meshetmiştir."

Ebû Dâvûd : Abdurrahman bin Mehdi, bu hadisi anlatmazdı. Çünkü El-Muğîre'den ma'ruf olan rivayet Peygamber (S.A.V.)in mestler üzerine meshet-mesidir, demiştir. El-Hâfız da: Abdurrahman bin Mehdi ve başka hadis imamları El-Muğîre"nm bu hadîsini zayıf saymışlardır, demiştir. [30]


İzahı


Tahavi, Tirmizi, ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi rivayet etmişler. Tirmizi; hadisin hâsen - sahih olduğunu söylemiştir. Fakat Ebû Dâvûd notta belirtildiği gibi hadisi zayıf görmüş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mestler üzerine meshettiğine dâir El-Muğire (Radıyallâhü anhJ'nin rivayeti ma'ruf olduğu için, Abdurrahman bin Mehdinin bu hadîsi rivayet etmediğini söylemiştir. El Menhel yazarı: «Fı-kıhçılar ile hadisçilerin bir kısmı bu hadîsi zayıf görmüştür, der. Daha sonra Abdurrahman bin Mehdi'nin söz konusu hadîsi rivayet etmemek için gösterilen gerekçenin şu şekilde reddedildiğini nakleder: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mestler üzerine mesh ettiğine dâir El-Muğire (Radıyallâhü anh)'-nin rivayeti bu rivayete muhalif değildir.Çünkü El-Muğire (Radıyallâhü anh)'nin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mestler üzerine meshettiğini görünce, bunu rivayet etmesi; başka bir zaman da çoraplar üzerine meshettiğini gördükten sonra bu hâli de rivayet etmiş olması muhtemeldir.

Beyhakî Çoraplar üzerine meshe âit El-Muğire1 nin hadîsi münkerdir. Süfyân-ı Sevrî, Abdurrahman bin Mehdi, Ahmed bin Hanbel, Yahya bin Muin, Ali bin El-Medenî ve Müslim bin El-Haccâc, bunu zayıf görmüşlerdir, demiştir.» [31]


Hadîsin Mânâsı


Çorap diye terceme ettiğimiz kelime başlıkta ve hadiste «Cevreb» olarak geçer. Bu kelime ile ilgili olarak El-Menhel'de şu malûmat vardır:

«Cevreb, pamuk veya keten yahut yünden mest şeklinde imâl edilir.El-Lisân yazarı: Cevreb, ayak sargısıdır, demiştir.Deh1evide: Cevreb, mesti kir ve ıslaklıktan muhafaza etmek ve soğuktan korunmak için mest üzerine giyilen ve topukları kapatan bir mest çeşididir, demiştir.El-Aynî de: İklimi soğuk olan Şam dolaylarındaki halkın soğuktan korunmak için bükülmüş yün ipliğinden imâl edilen ve topukların yukarısına kadar ayağa giyilen bir giyecektir, demiştir.»

Hadîsin «Çorapları ve pabuçları üzerine meshetmiştir.» ifâdesinin mânâsı ile ilgili olarak El-Menhel yazarı şöyle der:

«Yani pabuçları ve çorapları meshetmiştir. Çorapların meshi esastır. Ayakların yıkanmasına bedel olan mesh işi budur. Pabuçlar üzerine, fazilet için meshetmiştir.

Pabuç; lügatta ve arapların örfünde; mestten ayrı bir şeydir. Îbnü'l-Afabî: (Pabuç olarak tarif ettiğimiz) «Na'l», Peygamberlerin libasıdır.Halk, mıntıkalarındaki çamur nedeniyle başka ayakkabılar imal etmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in na'iında kıl yoktu. İki adet sırımı vardı.Katâde'den rivayet edildiğine göre kendisi Enes bin Mâlik'e Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in na'lınm şeklini sormuş. Enes de: İki sırımlı idi, demiştir. İbnü'l-Cevzi: Resûl-i Ekrem (Aley-hissalâtü Ve's-selâm)'in Na'lininin iki sırımı vardı. Bir sırım ayağın büyük parmağı ile yanındaki parmak arasından, diğeri de orta parmak ile küçük parmağın yanındaki parmak arasından geçirilerek ayak üzerinde bulunan üçüncü sırımla birleştirildi. Şemâil-i Tinnizf-nin şerhinde böyle anlatılmıştır, der.

Hadîs, pabuçlar giyilmiş iken, çoraplar üzerine meshetmenin meşruluğuna delâlet eder. Fakat, yalnız pabuçların üzerine meshetmenin câizliğine delâlet etmez.

İbnü'l-Kayyım, Tehzibü's-Sünen'de : Beyhakî demiş ki:Ebü'l-Velîd, çorapların meshine âit hadisi şöyle yorumlamıştır : Yâni altına deri geçirilmiş olan çoraba meshetmiş.Çoraba ve pabuca ayrı ayrı meshetmemiştir. 'Bence zahir şudur ki: Müstakil pabuçlar altında giyilmiş olan çoraplara meshetmiştir. Metindeki ifâde tarzı buna delâlet eder. Çorabın altına geçirilmiş olan deriye arapların lügatmda «Na'l» denmez...'

Âlimler çoraplar üzerine meshetme hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hanefî âlimleri Ahmed bin Hanbel. İşhak, bin Râhaveyh, Sevrî ve Îbnü'l-Mübârek: Buna meshetmek caizdir, demişlerdir. Çoraplar mücelled yani, her tarafına deri çekilmiş olabilir. Münaal, yani yalnız altına deri çekilmiş olabilir. Sahîn yani ayakta durabilen, kalın ve su geçirmiyecek şekilde sık dokunmuş olabilir. Dayanıklığı bakımından mezheblere göre ayrı bir takım şartlar vardır. (Meselâ Hanefî âlimlerine göre koşulan şartlardan birisi; üzerinde üç mil kadar yürümeye dayanıklı olmasıdır.)

Mâliki âlimleri : Çoraplar üzerine meshedebilmek için üstüne ve altına deri çekilmiş olması şarttır, demişlerdir.

Ebû Hanîfe şahin olan çoraplar üzerinde meshetmeyi caiz görmezdi. Fakat vefatından üç gün ve bir rivayete göre bir hafta önce hastalığında şahin çorapları üzerine meshederek: Ben halka yasaklamış olduğum şeyi yaptım, demiştir.

Şafiî âlimlerine göre ardanla üzerinde yürümeye dayanıklı olup, su geçirmeyen mest ve benzeri giyecek üzerine mesh yapılabilir. Her tarafına veya bir kısmına deri çekilmiş olsun olmasın farketmez. Mühim olan, onun sağlamlığı, dayanıklığı ve su geçirmezliği-dir.»

Yukarıda belirtilen bütün nıezheblere göre topuklarla beraber ayakları örten giyeceğin dayanıklı olması şart koşulduğu için hadîste geçen cevreb (çorab) ile bildiğimiz ve kullanmakta olduğumuz yün ve benzeri çoraplar kasdedilmemiştir. Çünkü pabuçsuz olarak üç mil yürümeye bu nevi çorapların dayanmadığı veya su geçirdiği bilinmektedir.



560) Ebû Musa El-Eş'ârî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdcst aldı da çoraplarına ve pabuçlarına meshetti. El Muallâ, kendi rivayetinde dedi ki t Ben Ebû Musa'nın «... ve pabuçlarına...» dediğini bilirim, başka türlü dediğini bilmem."

Ebû Dâvûd: Sened muttasıl değildir, dedi. Dahhâk'dan râvi îsâ bin Sinan'dır. Ahmed, İbn-i Muin, Ebû Zur'a, Nesâî ve başkaları onu zayıf saymışlardır. Bu sebeple hadis kuvvetli değildir; [32]


İzahı


Hadis. Beyhaki ve Tahavi tarafından da rivayet edilmiştir. Senedin sonundaki râvî E1-MuaI1â' nm hadîs metninin sonunda: 'Ben Ebû Musa El-Eş'arİ' nin ancak «ve pabuçlarına..» dediğini bilirim.' sözünden maksadı hadisi böyle te'vil edenleri red etmektir. Şöyle ki:Bazı âlimler; Çoraplar ve pabuçları üzerine...» ifâdesini; Altına deri geçirilmiş olan çoraplar üzerine...» diye te'vil etmişlerdir. Hadîsin lafzı bu te'vilden uzaktır.

Notta işaret edildiği gibi Ebû Dâvûd hadîs senedinin muttasıl olmadığını söylemiştir. El Men hc I yazarı der ki: 'Çünkü râvi Dahhâk bin Abdirrahman'in Ebû Musa'dan hadîs işittiği sabit değildir. Muttasıl hadis senedi her hangi bir râvinin düşmesinden salim olana denir. Yine notta işaret edildiği gibi hadîs kuvvetli değildir. Çünkü senedinde bulunan Isa bin Sinân'm zayıf olduğu Ahmed, İbn-i Muin, Ebû Zur'a ve Nesâi tarafından ifâde edilmiştir. Ebü Hatim: îsâ kuvvetli değildir, demiştir. Beyhaki de; İsa ile ihti-câc edilmez, demiştir. El-Menhel yazarı; Yahya bin Muîn'in İs a' yi sıka kabul ettiğini, E1-îc1i' nin de: İsa zararsızdır, dediğini nakleder.

Ebû Dâvûd Ali bin Ebî Tâlib,îbn-i Mesüd, Berâ' bin Âzib, Enes bin Mâlik, Ebü Ümâme, Sehl bin Sa'd ve Amr bin Hureys (radıyallâhü anhüm) çoraplar üzerine meshettikleri ve Ömer bin El-Hattâb ile îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm) "un böyle yaptıkları rivayet edilmiştir, der.

El-Menhel yazarı: Konu hakkında geniş nakiller ve bu sahâbi-lere âit eserleri kaydettikten sonra şöyle der: Yukarıdan beri verilen malûmattan şu netice alınıyor: Ebû Dâvûd çorap üzerine meshetmenin 9 sahâbîden rivayet edildiğini beyan eder.Ahmed bin Hanbel çorap üzerine meshetmeyi caiz görmüştür. Onun dayanağı anılan sahâbîler ve açık kıyastır.Çünkü çoraplar ile mestler arasında hükmü değiştirecek kuvvetli bir fark yoktur. Bu görüş, İshak, İbnü'l-Mübârek, Sevri, Saîd bin Cübeyr, Saîd bin El'-Müseyyeb, İbrahim En-Nehaî, Hasan-ı Basrî ve başkalarından rivayet edilmiştir.

Üzerine mesh edilecek çorabın su geçirmemesi, ayakkabısız olarak meselâ 3 mil kadar üzerinde yürümeye dayanıklı ve kalın olması âl i mi erce şart koşulduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır. [33]



89 — Sarık Üzerine Mesh Etmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı


561) Bilâl (Radıyallâhü anhydçn rivayet edildiğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mestleri ve sarığı üzerine meshetmiştir."



562) Amr [34] (bin Ümeyye ed-Damrî (Radıyallâhü a«A^'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mestlerine ve sarığına meshettiğini gördüm."



563) Zeyd bin Suhân mevtası Ebû Müslim (Radıyallâhü ankümâyden rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:

Ben, Selman (Radıyallâhü anh) in beraberinde idim. Selman (Radıyallâhü anh) abdest için mestlerini çıkaran bir adamı gördü ve ona:

Mestlerine, sarığına ve başının ön kısmına mesnet. Çünkü ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mestlere ve sarığa meshettiğini gördüm, dedi.



564) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'İn abdest aldığım gördüm. (Mübarek) Başında Kitriyye [35] bir sarık vardı. (Mübarek) Elini sarığın altına sokarak başının ön kısmını mesnetti ve sarığı kaldırmadı." [36]


İzahı


561 nolu Bilâl (Radıyallâhü anh)'in hadisini Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. 562 nolu Amr (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buhâri ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Selman (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ahmed rivayet etmiş;,Tirmizi de El-İlel'de rivayet etmiştir.Tirmizi'nin bu arada Ebü Şüreyh'in kim olduğunu Buhâri'ye sorduğum»,

Buhârî'nin de: Tanımam, adını da bilmem, diye cevap verdiğini, ayrıca seneddeki Ebû Müslim'in meçhul olup, adım bilmediğini,Tuhfetü'l-Ahfezi nakleder.564 nolu Enes'in hadisinide Ebû Dâvüd ve Ibn-i Mâceh nakletmişlerdir.Zehe-bî: Sarık üzerine meshetmek hakkında Enes (Radıyallâhü anh)'den rivayette bulunan Ebü Ma'kil tanınmıyor, demiş; Îbnü'l-Kattân da:O meçhuldür, demiştir.

Tirmizi: «Çoraplar ve Sarık Üzerine Meshetrae» babında El-Muğire bin Şu'be (Radıyallâhü anh) 'den iki rivayette bulunmuştur. Mugîre, birincisinde Resul-i Ekrem (Aleyhis-salâtü Ve's-selâmJ'in mestler ve sarık üzerine meshettiğinî; diğerinde hem sarık üzerine, hem de başının ön kısmına meshettiğini bildirmiştir.Tirmizî, bu hadisin bir kaç yoldan EI-Muğire'-den rivayet edildiğini, bazılarında başın üst kısmına ve sarığa mes-hedildiğini, bazılarında başın üst kısmından bahsedilmediğini belirterek bu bâbta Amr bin Ümeyye, Selmân, Sevban ile Ebû Ümâme' den rivayetler bulunduğuna ve El-Muğire bin Şu'be' nin hadisinin hasen - sahih olduğunu ifâde etmiştir.

Müellifimizin rivayet ettiği ilk iki hadiste Peygamber (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem)'in sarık üzerine meshettiği bildirilirken, başa m esnetmesinden söz edilmediği görülmektedir. Son iki hadîste İse O'nun hem sarığa hem de mübarek başının ön kısmma meshettiği açıklanmıştır.

Ebû Dâvûd: «Sarık Üzerine Mesh» babında Sevban ve Enes bin Mâlik'in hadîslerini rivayet etmiş, Sevbân' in hadîsinde başa meshedilmesinden bahsedilmemiş;Enes'-inkinde ise burada olduğu gibi bahsedilmiştir.El-Menhel yazan konu hakkında aşağıdaki ma'lumatı vermiştir:

Sevbân (Radıyallâhü anh)'in hadisinin zahirine göre; yalnız sarığa meshetmek kâfi olup, bunun yanında başa da meshetme-ye gerek yoktur. Âlimlerin çoğu bu yola gitmişlerdir.Tirmizi, Sünen'inde:Bu görüş sahâbilerin âlimlerinden bir kısmının kavlidir.Ebû Bekir, Ömer ve Enes (Radıyallâhü anhüm), bunlardandır. Evzâi, Ahmed ve İshak da böyle demişlerdir, der.Bu görüşteki âlimler, sarık üzerine meshetmenin yeterli olması için sarığın abdestli iken giyilmiş olması şart mıdır, değil midir? diye ihtilâfa düşmüşlerdir. Ebû Sevr: Sarığın abdestli iken giyilmiş olması şarttır, demiştir.Diğerleri ise; şart değildir,demişlerdir.Keza Ebü Sevr'e göre; sarık üzerine meshetmek, mestler üzerine meshetmek süresine tabidir.Yani mukîm bir gün, misafir de üç gün başına meshetmeden yalnız sarığa meshet-mekle yetinebilir. Bunların cumhuru, bu tahdidi koymamıştır.

Âlimlerden bir cemaat da:Sarık üzerine meshetmek, başa meshetmek yerine geçme, demişlerdir. Tirmizî: Sahâbilerin ve tabiîlerin âlimlerinden bir kısmi; yalnız sarık üzerine mesh yapılamaz, fakat sarıkla beraber başm bir kısmı meshedilirse olur, demişlerdir. Mâlik, Şafii, Süfyan-i Sevrî ve İbnü'1-Mübârek de böyle demişlerdir.

E1-Hattâbi şöyle der: -Fıkıhçıların ekserisi yalnız sarık üzerine meshetmeyi men etmişlerdir. Bu hususta vârid olan hadîsleri şöyle yorumlamışlardır: «Resul-i Ekrem (Saliallahu Aleyhi ve Sellem), başının her tarafını meshederdi. Fakat sarıklı olduğu zaman, başının bir kısmını meshetmekle yetinerek sarığını kaldırmazdı. Başına meshetmediği kısım yerine sarığı üzerine mesh yapardı. Bu âlimler: El-Muğire bin Şu'be' nin haberi bu yoruma delâlet eder. Çünkü E1-Muğire, Resûl-i Ekrem (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest şeklini anlatırken:

«...Ve başının ön kısmına ve sarığının üzerine mesnetti...» diyerek, sarık üzerine meshetmeyi, başın ön kısmına meshetmenin tamamlayıcısı olarak almıştır, demişlerdir.

Bu görüşteki âlimler şunu da söylemişlerdir: Allah,başa meshetmeyi farz kılmıştır.Asıl olan da budur.Yalnız sarığa yapılan meshe âit hadîs, te'vile muhtemeldir.(Yani sarıkla beraber başın bir kısmı da meshedilmiştir, denilebilir.Çünkü böyle rivayetler de vardır.)Yapılmasının gerekliliği kesinlikle bilinen bir asıl, muhtemel hadisle terkedilemez...»

Hanefi âlimleri: 'Sarık üzerine meshetmek caiz değildir. Bu, mestler üzerine meshetmeye benzemez.Çünkü mestleri ikide bir çıkarmanın güçlüğü dolayısıyla bir ruhsat olmak üzere meshetme mü-sadesi verilmiştir. Sangı çıkarmakta ise böyle bir güçlük yoktur. Sevban (Radıyallâhü anh)'in hadisi, anlatılan savaş olayına mahsustur. Yahut sarığa meshetmeye âit hadîs mensuhtur' demişlerdir.

Mâ1iki'ler ise:Zaruret olmadıkça sarığa meshetmek caiz değildir, demişlerdir. Onların meşhur kavli budur. Sevban (Ra-dıyallâhü anh)'in hadisini de zaruret haline hamle t mislerdir.» [37]



Teyemmüm Bâbları


Teyemmüm; Arab dilinde herhangi bir şeyi kasdetmektir.

Şeriatta; Abdestsiz olarak yapılması yasak olan namaz veya benzeri bir şeyi mubah kılmak niyetiyle temiz bir toprak veya benzerini yüze ve iki kola sürmeyi kasdetmektir. Abdest almayı gerektiren her şey, teyemmümü de gerektirir. Su bulunmadığı veya bulunmasına rağmen kullanılamadığı halde teyemmüm yapmak mümkündür. Çünkü teyemmüm abdest yerine geçer. Abdest almak mümkün iken teyemmüm yapılamaz. Teyerrimüm, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'imizin ümmetine mahsustur. Kitap, sünnet ve icmâ' ile sabittir. Azimet veya ruhsat olduğu hususunda ihtilâf vardır. Bâzı âlimlere göre su bulunmadığı zaman teyemmüm yapmak azimettir. Hastalık gibi bir mazeret dolayısıyla su kullanılamadığı zaman teyemmüm yapmak ruhsattır. Âlimler, abdestsizlik veya cünüblük halinde teyemmümün meşruluğuna icma' etmişlerdir. Kimse muhalif olmamıştır. Yalnız îbrâhim En-Nehâî' nin, ancak abdestsizlik halinde teyemmüm yapılabileceğini ve cünüplük halinde ya-pılmıyacağını söylediği hikâye edilmiştir. Ashabtan Ömer bin El-Hattab (Radıyallâhü anh) ve İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'dan da böyle bir şey rivayet edilmiş ise de, bu görüşten rücu' ettikleri söylenmiştir.

Teyemmümün semeresi hususunda ihtilâf vardır. Hanefi âlimlerine göre teyemmüm aynen abdest veya boy abdesti kuvvetin-dedir. Ma'zeret bitinceye kadar abdestsizlik hâli teyemmümle kalkar. Bunun için bir teyemmümle kişi, dilediği kadar farz namazları, nafile namazları kılabilir, Kur'an’ı taşır ve abdest alınması gerekli olan her türlü ibâdeti yapabilir.

Mâliki, Şafiî, Hanbelî âlimleri ve cumhura göre teyemmüm abdestsizlik hâlini gidermez. Ancak namaz ve benzeri mezkûr ibâdetleri mubah kılar. Bunun için bir teyemmümle kişi, yalnız bir farz namaz ve dilediği kadar nafile namazı kılar. Fakat bir teyemmümle iki veya daha çok farz namazı kılamaz.Keza farz namaz kılmak niyetiyle teyemmüm edilirse, o teyemmümle farz ve nafile namaz kılmak mubahtır.Fakat, nafile namaz kılmak için yapılan teyemmüm ile farz namaz kılamaz.Bir teyemmümle bir kaç cenaze namazı kılınabilir. Ayni teyemmümle bir farz namaz da kılınabilir. Namaz vakti girmeden önce teyemmüm yapılamaz. [38]



90 — Teyemmüm Sebebi (Hakkında) Gelen Hadîsler Babı


565) Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhü anhümâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in seferlerinin birinde) Âişe (Radıyallâhü anhâ) nin gerdanlığı düştü. Gerdanlığı aramak için Âişe (Radıyallâhü anhâ), gecikti. (Herkes bulunması için bekledi.) Bunun üzerine Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), Aişe (Radıyallâhü anhâ)'nin yanma vararak halkın beklemesine sebep olduğu için ona şiddetle öfkelendi. Biraz sonra Allah (Azze ve Ceile) teyemmüm ruhsatını (bir âyetle) indirdi. Ammâr (Radıyallâhü anh) dedi ki t Biz o gün (teyemmüm'ederken toprakla) omuzlarımıza kadar mesnettik. Ammâr (Radıyallâhü anh) dedi ki: Bundan sonra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) Aişe (Radıyallâhü anhâ)'nin yanma vararak : Ben senin bu kadar mübarek olduğunu bilemedim, dedi."



566) Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhü anhümâ)'6en rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber omuzlarımıza kadar teyemmüm ettik.*'



567) Ebu Hüreyre (Radtyalıâkü anh)'den Resûlullah (Sallallahü

Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir :

-Yer (yüzü), benim için mescid ve taharet sebebi kılındı.."



568) Urve (bin ez-Zübey’in teyzesi)Aişe (Radiyallahu anhüm) den rivayet edildiğine göre:

Âişe (Radıyallâhü anhâ), (kız kardeşi) Esma (Radıyallâhü an-hâ)'den emaneten bir gerdanlık almış idi. (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber yapılan bir yolculuk esnasında) bu gerdanlık kaybolmuş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Üseyd bin Hudayr (Radıyallâhü anh)'ın başkanlığında) bir kaç kişiyi gerdanlığı aramaya gönderdi. Gidenler, namaz vakti olunca su bulamadıkları için abdestsiz olarak namazlarını kılmışlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanına (dönüp) gelince hallerini O'na arzettiler. Bunun üzerine teyemmüm âyeti nazil oldu. Üseyd bin Hudayr {Radıyallâhü anh), Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya: Allah seni hayırla mükâfatlandı! sın. Vallahi senin başına ne gelmiş ise mutlaka Allah senin için onda bir çıkar yol ihsan kılmış ve o İşte müslümanlar için bir bereket kılmıştır." [39]


Bu Bâbtaki Hadîslerin İzahı


568 nolu Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadisini Buhâ-rî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Beyhaki ve Ahmed uzun ve kısa metinler hâlinde müteaddit senedlerle rivayet etmişlerdir.Buhâri ve Müslim rivayetlerinde Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ), gerdanlığın Beydâ veya Zatü'l-Ceyş denilen mevkide kaybolduğunu belirtmiştir. Hadîste söz konusu olan yolculuğun.Beni Müsta1ik savaşma veya Zatür-Eikâ savaşına âit olduğu hususunda ihtilâf vardır. Muhammed bin Habib El-Ahvâri: A işe (Radıyallâhü anhâ) 'nin gerdanlığı bir defa Zâtü'r-Rika savaşında, bir defa da Beni Mustalik savaşında olmak üzere iki defa kaybolmuştur. Meşhurîfk hâdisesi. Benî Mustalik savaşında vuku' bulmuş olduğu için buradaki hadislerde anlatılan gerdanlık hâdisesinin, ondan sonra vuku bulmuş olması gerekir.Çünkü Müslim ve îbn-i Mâceh'in buradaki rivayetinde Üseyd bin El-Hudayr'ın Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâJ'ye: «Allah seni hayırla mükâfatlandırsın...» diyerek, övmesi ve gerdanlığın kaybolmasının daha önce müslümanlar için bereket vesilesi olduğuna işaret vardır. Müs1im' in diğer bir rivayetinde Üseyd bin Hudayr (Radıyallâhü anh),Aişe (Radıyallâhü anhâ) ye: «Ey Ebû Bekir'in hâne halkı! Bu sizin ilk bereketiniz değildir.» şeklindeki sözleri de hadisesine bir işarettir.Taberâni'nin rivayetinden de hâdisesinin, teyemmümün meşru1 kılınmasından önce vuku' bulduğu anlaşılır. Çünkü orada Âişe (Radıyallâhü-anhâ) :

«Benim gerdanlığım hâdisesi geçtikten ve müfteriler dedikodularını yaptıktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber, başka bir savaşa çıktım. Yine gerdanlığım düştü ve aranması için ordunun bekletilmesine sebep oldum. Şafak söktü. Ben de Ebû Bekir (Radıyallâhü anhJ'den bir hayli azar işittim. Bana: «Her yolculukta halkın başına belâ oluyorsun. Halkın abdest alması için su yok* dedi. Bunun üzerine Allah teyemmüme ait ruhsatını indirdi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) de Bana: 'Senin böyle mübarek olduğunu bilmemişim' dedi. der.

Gerdanlık aramaya giden sahâbilerin su bulamayınca abdestsiz olarak namaz kıldıklarına dâir fıkranın izahını yaparken El-Menhel yazarı şöyle der: Gerektiğinde abdestsiz olarak namaz kılmanın vâ-cipliğine^bu fıkra delâlet eder. Çünkü bu sahâbiler, namazın onlara farz olduğuna itikad ederek namaz kılmışlar. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aieyhi ve SellemJ'de onların yaptıklarına karşı susmuştur. Eğer bu haliyle namaz onlara farz olmamış olsaydı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların itikâd ettikleri namaz kılma mecburiyetinin söz konusu olmadığını ve onlann yaptıkları işin hatalı olduğunu kendilerine bildirecekti

Şafiî, Ahmed, hadîsçilerin cumhuru,Mâ1ik' in arkadaşlarının ekserisi bu görüştedirler.Yani şer'î taharet yapma imkânı bulunmadığı zaman abdestsiz olarak namaz kılmak gerekir demişlerdir. Ancak bilâhare bu namazın iadesinin vâcib olup olmadığı hususunda bunlar arasında ihtilâf vardır. Şafiî ve arkadaşlarının çoğu, iadenin gerekliliğine hükmederek bu özür nâdirdir, îâde etmek gereğini düşürmez, demişlerdir. Ahmed bin Hanbel'in meşhur kavline göre bilâhare iade gerekmez.E1-Müzeni, Sahnun ve Îbnü'l-Münzir de böyle demişlerdir. Onların delili bu hadîstir.Çünkü eğer kılınan namazın iadesi vâcib olsaydı, Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), durumu onlara açıklayacaktı.Bu gerekçe, Şafiî ve arkadaşlarınca reddedilmiştir.Böyle kılınan namazın ilk fırsatta iadesi zorunlu değildir.Tehir edilebilir. Acele etme mecburiyeti olmadığı için durumun beyânı da gecikebilir.

Ebû Hanife ve Mâlik ten yapılan meşhur rivayete göre abdest ve teyemmüm imkânı olmadığı zaman namaz kılmak sahih değildir. Gerdanlığı aramaya gidenlerin kıldıkları namazın yanlış olduğunu, belki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bildirmiştir. Hadiste böyle bir şeyin anlatılmaması, bu işin vuku' bulmamasını gerektirmez.Hal böyle olunca onların namaz kılmaları içtihada dayalıdır. Müctehid hata yapabilir.Bu alimlerin Ebû Hanife, O'nun arkadaşları, Seyri ve Evzâİ; abdest ve teyemmüm imkânı bulamayan kimsenin bilâhare namazı kaza etmesi gerekir, demişlerdir. Medine âlimlerinin Mâlik' ten rivayetlerine göre kaza gerekmez.

Hadiste indiği bildirilen teyemmüm âyeti El Menhel yazarının dediğine göre Hicret'in 5. yılı Benî Mustalik savaşında inmiştir.Bu âyetle Nisa ayetinin mi, Mâide âyetinin mi kasdedildiği hususunda ihtilâf vardır. Çünkü:

Eğer hasta veya yolculukta İseniz veya ayak yolundan gelmişseniz yahut kadınlara dokunmuşsanız ve su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm ediniz. Yüzleriniz ve ellerinize sürün...» Nazm-ı celil'i, Nisa sûresinin 43. ve Mâide sûresinin 6. âyetinde geçmektedir.

Kurtubi : 'Hadiste indiği bildirilen âyet. Nisa süresindeki âyettir. Çünkü Mâide süresindeki âyete, abdest âyeti, ismi verilir. Nisa süresindeki âyette abdestten bahsedilmez.Bu nedenle Nisa âyetinin teyemmüm âyeti olarak tahsisi uygundur, demiştir. El-Menhel yazan: Hadisteki âyet ile Mâide âyetinin kasdedildiği daha açıktır.Buhâri buna temayül etmiş, bu hadisi Mâide sûresinin tefsirinde tahric etmiş ve bu görüşü,Amr bin El-Hâris'in, Abdurrahman bin El-Kâsım'-dan rivayet ettiği şu eserle te'yid etmiştir: Bu hadiste anlatılan olay hakkında;

Âyeti nazil olmuştur. (Mâide 6)

Bu duruma göre anılan âyetin nüzulünden önce de abdest almak vâcibti.İbn-i Abdi'l-Berri Namaz farz olduğu andan itibaren Paygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest alarak namaz kıldığı, siyer ehlinin hopsince bilinmektedir.Ayette abdest alınış şekli anlatıldığı halde râvinin buna teyemmüm âyeti demesi ile sahâbîlerin bu âyetle teyemmüm hükmünü öğrenmiş olduklarına ve abdest hükmünü daha önce bilmiş olduklarına işaret vardır. Sa-habîler. abdest almayı âyetin inişinden önce bilmelerine rağmen abdest şeklinin âyet ile bildirilmesinin hikmeti, bunun farziyetinin Kuranı Kerim ile bilinmesidir,

565 nolu Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhü anh) in hadisini Ebti Dâvûd daha uzun metinle rivayet etmiş.Tahavi de ona öenzer bir metinle talıriç etmiştir.Burada da Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin gerdanlığının düşmesinden, bulunması için beklenmesinden, Ebû Bekr (Radıyallâhü anh)'in Aişe (Radıyallâhü anhâ)'ye Öfkelendiğinden, bu alay dolayısıyla teyemmüm âyetinin inmesinden ve Ebû Bekr (Radıyallâhü anh) in bilâhare Aişe (Radıyallâhü anhâ)'ye giderek; mübarek olduğunu bildirmesinden bahsedilmektedir. Ayrıca yapılan teyemmümde omuzlara kadar kollara toprak sürülmesinden bahsedilmektedir.565 nolu sened ile rivayet olunan Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhü anh) in hadisinde yine sahâbilerin Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) in beraberinde omuzlarına kadar teyemmüm yaptıkları bildirilmektedir.Teyemmümün yapılış tarzını, bunu takip eden 91 ve 92 nolu bâblardaki hadislerin izahını yaparken anlatacağımızda Ammâr (Radıyallâhü anh) 'm bu rivayetlerini ele alacağız.

567 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin buradaki hadisi kısadır.Buhari ve Müslim'de daha uzun olarak Câbir bin Abdullah madıyallâhü anhî'tan rivayet etmiştir.Oralardaki hadisin meali şöyledir: Resûl Ekrem (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Benden Önce hiç kimseye verilmemiş olan beş şey bana verilmiştir.Bir aylık mesafede (bulunan düşmanlarımın kalbine) korku (verilmek) ile mansur kılındım.Yer (yüzü) bana mescid ve taharet sebebi kılındı.Bu nedenle ümmetimden olan her hangi bir adam, namaz vaktine erişti mi namazını hemen kılı versin. Ganimetler bana helâl edildi. Halbuki benden Önce hiç kimseye helâl değildi. Bana şefaat etme yetkisi verildi.Her peygamber yalnız kendi kavmine gönderiliyordu. Ben bütün insanlara gönderildim.»

Bu hadis de yer yüzünün taharet sebebi kılınmış olduğunu, yani toprak ve benzeri maddelerle lüzumu hâlinde teyemmüm yapılabileceğini ve toprağın da su gibi bir taharet aracı olduğunu hükme bağlamıştır.



91 — Teyemmümde Bir Darbe Hakkında Gelen Hadisler Babı


569) Abdurrahman bin Ebzâ (Radtyallâhü anh)'âer\ rivayet edildiğine göre bir adam Ömer bin el-Hatlâb (Radtyallâaü anh)'a gelerek:

— Ben cünüp oldum da su bulamadım, demiş. Ömer (Radıyallâhü anh) :

— (Su buluncaya kadar) Namaz kılma, demiştir. Bunun üzerine Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhü anhümâ):

— Yâ Emire'l-Mü'mİnİn! Hani ben İle sen bir askeri kıt'ada İdik, İkimizde cünüp olduk da (gusül için) su bulamadık. Sen namaz kılmadın. Ama ben toprak içinde yuvarlandıktan sonra namaz kıldım. Bilâhare Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vardığım zaman (ikimizin başından geçen) durumu O'na anlattım. Bunun üzerine:

Şüphesiz sana (şu) yeterdi» buyurdu ve ellerini yere vurdu, sonra ellerine üfürdü ve elleri ile yüzüne ve bileklerle beraber iki eline mesnetti.



570) El-Hakem ve Seleme bin Küheyl (Radtyaâkü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre ikisi Abdullah bin Ebî Evfa (.RadtyaUâkü anh)'a teyemmümden soru sormuşlar ve Abdullah (Radtyaİlâhü anh) :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ammâr (Radıyallâ-hü anh) a şöyle teyemmüm etmesini emretmiştir, diyerek ellerini yere vurduktan sonra silkelemiş ve yüzüne meshetmiş, El-Hakem (Ra-dıyallâhü.anhrin dediğine göre kollarını da meshetmiş ve Seleme (Radıyallâhü anh) 'nin dediğine göre dirseklerine de meshetmiştir.[40]


İzahı


Abdurrahman bin Ebzâ (Radıyallâhü anh)ın 569 nolu hadisini Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler, buradakinden daha uzundur. Ebû Davud'un teyemmüm babında tahric ettiği rivayet buradakinden nisbeten uzun olduğu için meâlen buraya alalım :

«Abdurrahman bin Ebzâ (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Ben, Ömer (Radıyallâhü anh)'in yanında idim. (Bedevi) bir adam Ona gelerek: Biz, bir yerde bir ay, iki ay bulunuruz. Cünüp olur, su bulamayız, diyerek durumlarının ne olacağını sormak istediler. Ömer (Radıyallâhü anh) : Ben, şahsen su buluncaya kadar namaz kılmam, diye cevap verdi. Bunun üzerine Ammâr (Radıyallâhü anh) :

— Yâ Emire'I-Mü'minîn! Hatırlamıyor musun? Ben ile sen develeri gütmekte idik. İkimize de cünüplük hâli isabet etti. Ben, toprak içinde yuvarlandım. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e geldik. Bu durumu O'na anlattım. Bunun üzerine buyurdu ki': «Şöyle yapman sana kâfi idi.» ve mübarek ellerini yere vurduktan sonra onlara üfledi. Daha sonra, elleri ile yüzüne ve kollarından dir-sekleı^ne kadar olar. kısmın yansına mesnetti. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) :

— Yâ Ammâr! Allah'tan kork diyerek (olayı unutmuş veya karıştırmış ihtimali ile rivayetinde titiz olmasını istemiştir.) Ammâr (Radıyallâhü anh) da:

—-Yâ Emîre'l-Mü'minîn! İstersen vallahi ilelebed bunu anlatmıyacağım, diye karşılık verdi. Ömer (Radıyallâhü anh) :

— Hayır. Cünübün teyemmüm edebileceğine âit söylediğin sözün sorumluluğunu sana bırakıyoruz, dedi."

Ömer (Radıyallâhü anh) ile Ammâr (Radıyallâhü anh) arasında cereyan eden sohbette Ömer (Radıyallâhü anh) cünüplük için teyemmümün caiz olmadığına ve namazı te'hir etmeye âit görüşünü beyan etmiştir. Ammâr (Radıyallâhü anh)'m teyemmümünün aslı hakkında bir bilgisi bulunduğunu, kendisini toprak içinde yuvarlamasından ve bundan sonra namaz kılmasından anlıyoruz. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e baş vurduktan sonra cünüplük için de teyemmüm yapılacağına ve teyemmümün alınış şekline âit malumatı öğrenmiş oluyor.

Hadisin zahirine göre teyemmümde yüz ve kolları meshetmek için elleri bir defa toprağa vurmak kâfidir. Bâzı âlimler böyle demişlerdir. İleride açıklayacağız. Elleri iki defa toprağa vurmanın gerekliliğine hükmeden âlimler: Bu hadîs, meshetmeyi öğretmek içindir.Tam bir teyemmümün etraflıca anlatılması için değildir, demişlerdir.

Kolların meshinde, dirseklere kadar mesh yapılmamış, bileklerin biraz ilerisine kadar gitmekle yetinilmiştir. Teyemmümde ellere, bileklere kadar meshetmek kâfidir, diyen âlimler bu hadîsi delil göstermişlerdir. Dirseklerle beraber kollan meshetmek gerekir, diyen âlimler yine öyle cevap vermişlerdir. Yani burada teyemmüm şekli öğretiliyor. Ama gereken bütün teferruat anlatılmıyor.

Ammar (Radıyallâhü anh)'m Ömer (Radıyallâhü anh)'e söylediği:İstersen ebediyen bunu anlatmayacağım, sözünden makşadı şudur: 'Eğer bu hadisi anlatmamam hâlindeki maslahatı, anlatmam hâlindeki yarara tercih etme görüşünde isen ben susarım.Çünkü günaha girme durumu hâriç, sair işlerde halîfe olman hasebiyle sana itaat etmek bana vâcibtir,' Ammâr' m şu görüşte olması muhtemeldir: 'Bildiği sünneti tebliğ etme hizmetini îfâ etmiş durumdadır. Bundan sonra sussa dahi, bildiğini gizleyenlere dâhil olmayacaktır. Ziyâdesi ile tebliğ ise ona vâcib değildir.'

Ömer (Radıyallâhü anh) 'in O'na: Söz konusu mesele hakkında söylediğin sözün sorumluluğunu sana bırakıyoruz, demesinin sebebi şu olabilir: Ammâr (Radıyallâhü anh) 'in hatalı olduğu-na kesin kanaat sahibi olmadığı gibi olayı da hatırlayamamıştır. Bu nedenle kendisinin unutmuş olabileceğini veya Ammâr (Radıyallâhü anh)'m yanılabileceğini düşünmüştür. [41]


Hadisten Çıkarılan Fıkhı Hükümler


1. Öğretici bir mes'eleyi öğretirken, en açık yolla izah etmelidir.

2. Teyemmümde yüzü ve kollan meshetmek için elleri bir defa toprağa vurmak kâfidir. (İlerde izah edilecektir.)

3. Elleri toprağa vurduktan sonra ellere fazla toprak yapışmış ise, onları silkelemek meşru'dur.

4. Teyemmümde bir defadan fazla mesh yapmak müstahab değildir. (Bu hüküm elleri silkelemekten anlaşılır.)

5. Kolların meshinde elleri bileklere kadar meshetmek kâfidir. (Bu hususta ilerde izahat verilecektir.)

6. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında Sahâ-biler ictihad etmiştir.

7. Müctehid, olanca gücünü harcadığı takdirde içtihadında isabet etmemiş olsa bile kınanmaz ve içtihadı ile amel ettiği zaman, bi-lâhere yanıldığı anlaşılsa bile yaptığı ibâdeti iade etmesi gerekmez.

570 nolu hadiste Abdullah bin Ebi Evfa (Radıyallâhü anh), ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Amm âr (Radıyallâhü anh)'a tarif ettiği teyemmüm şeklini anlatırken ellerini toprağa vurup silkeledikten sonra yüzüne meshetmiştir.

EI-Hakem demiş ki: Abdullah kollarını da meshet-miş, Seleme de: Abdullah yüzüne ve dirseklerine mes-hetmiş, demiştir. [42]



92 — İki Darbe İle Teyemmüme Ait Bâb


571) Ammâr bin Yâsir (Radtyallâkü anhüwâ)'â»u:,

Sahâbiler, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde teyemmüm ederlerken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanlara emir buyurdu. Onlarda (emre göre) avuçlarını toprağa vurdular da topraktan bir şey avuçlamadılar. Sonra bir defa yüzlerine meshettiler. Daha sonra dönüp bir kere daha avuçlarını toprağa vurup, (bu kere) kollarına meshettiler. [43]


İzahı


Ebû Dâvûd, Nesâi, Tahavi ve Beyhaki de bu hadisi müteaddit tarîklerden rivayet etmişlerdir.Ancak Ubeydullah bin Abdillah'ı, Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhü anh)'in râvisi olarak gösteren senedlerin munfcatı' olduğu, çünkü bu zâtın Ammâr (Radıyallâhü anh)'a yetişmediği El-Münzir tarafından belirtilmiştir. Bazı senedler böyle ise de, diğer senedlerde Ubeydullah ile Ammâr (Radıyallâhü anh) arasında Abdullah lbn-i Utbe bulunur.İbn-i Mâceh, buradaki senedde Ubeydullah'tan sonra Ammâr’ı göstermiştir.Münzir’in dediğine göre munkatı' olur.566 nolu senedde ise bu iki râvi arasında Abdullah lbn-i Utbe anılmıştır.Bu senedde inkıta yoktur.El Menhel yazan: Nesâi, İbn-i Mâceh, Ebû Dftvûd, Tahavi ve Beyhaki mevsul olarak ve hepsi, râvilerden Ubeydullah bin Abdillah bin Utbe'nin babası Abdullah bin Utbe*den ve Abdullah bin Utbe' nin Ammâr (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiğini se-nedde belirtmişlerdir.

Bu hadîs, teyemmüm şeklini bildirmekte ve bu maksatla saha-bilerin Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in emriyle ellerini iki defa toprağa vurduklarını; birinci defa ellerini yüzlerine meshettiklerini, ikinci defa toprağa vurdukları ellerini kollarına mes-hettiklerini bildirir. Bir önceki bâbta geçen hadîslerde ise, teyemmüm maksadı ile bir defa elleri toprağa vurmanın yeterli olduğu belirtilmektedir. Böylece bâzı hadislerde bir darbe, diğer bir kısım hadislerde iki darbe ile teyemmüm yapıldığı bildirildiği için konu âlimler arasında çeşitli görüşlere sahne olmuştur.

El-Menhel yazan, teyemmüm babında âlimler arasındaki ihtilâfı şöyle bildirir :

«Bu hadîs (571 nolu Ammâr'ın hadisi), teyemmümün iki darbeden oluştuğunu, bunlardan birisinin yüz için, diğerinin ise kollar için ayrıldığını bildirir. Âlimlerin ekserisinin mezhebi budur. Ebû Hanife, Şafiî, Sevrî, Ali bin Ebi Tâlib, Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhüm)'ün kavli budur. Mâlik' ten bir rivayette de böyledir.

Bir cemaat da: Yüz ve eller için vâcib olan darbe birdir, demişlerdir. Hadisçiler, A tâ1, Mekhûl, Dâvûd, Evzâi, Taberi, Ahmed, İshak bin Rahaveyh ve Ib-nü'1-Münzir böyle demişlerdir. Mâlik ve Zühri'den bir rivayet de böyledir. [44]


Teyemmümde Kollar Nereye Kadar Meshedilmelidir ?


Bu hususta da hadislerde farklı ifâdelere rastlanıyor. Kolların meshi anlatılırken bâzı rivayetlerde «Kef» kelimesi geçer. Kefj elin bileklere kadar olan kısmına denir.569 nolu hadiste de -Kef» tâbiri geçmiştir.Bâzı hadislerde «Yed» geçer. Yed; kol demektir. Bu hadislerde kolların ne kadarının meshedileceği belirtilmemiştir. 571 nolu hadîste «Yed» kelimesi kullanılmıştır.Ammâr bin Yâ-sir (Radıyallâhü anh)'in bir rivayetinde, kendisi ve arkadaşlarının kollarını omuzlarına kadar meshettiklerini anlatmıştır. 566 nolu hadiste bu ifâde kullanılmıştır.

Hafız, El-Feth'in teyemmüm bahsinde şöyle der:

«Teyemmüm şekline âit olan hadîslerden Ebû Cüheym (Radıyallâhü anh) ve Ammâr (Radıyallâhü anh) 'in hadîsleri hâriç hiç birisi sahih değil, ya zayıftır ya da merfu' ve mevkuf olduğu hususunda ihtilâf vardır. Merfu' olmaması görüşü kuvvetlidir. Ebû Cüheym (Radıyallâhü anh)'in hadisinde kolların meshi zikredilmiş fakat ne kadarının meshinin yeterli olacağı bildirilmemiştir. Ammâr (Radıyallâhü anh)'inhadîsine gelince Buhar i ve Müslim'in rivayetlerinde Kef Bileklere kadar el» geçer. Sünenlerdeki rivayetlerde ise; kimisinde dirsekler kimisinde koltuklara kadar, kimisinde de 'Zira Kolun parmak uçlarından dirseğe kadar olan kısmının yarısı gibi değişik ifâdeler kullanılmıştır. Dirsekler rivayeti ile Zirâ'ın yarısı rivayeti söz götürür türdendir. Koltuklara kadar olan rivayete gelince; Şafii ve başka âlimler : Eğer koltuklara kadar mesh edenler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in emriyle böyle yapmışlar ise, bundan sonra yapıldığı sabit olan teyemmüm, onu neshetmiştir. Eğer O'nun emri olmadan yapılmış ise, emredilmiş olan miktar esastır, demişlerdir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sonra Ammâr (Radıyallâhü anh) 'm: Teyemmümde bileklere kadar elleri meshet-mek: kâfidir, diye fetva verişi Buhâri ve Müslim'in «Kef» rivayetini takviye eder. Çünkü hadîs râvisi, o hadîsle kasdedilmiş olan mânâyı herkesten daha iyi bilir. Hele râvi, müctehid sahâbî ise, taşıdığı kuvvet kat kat fazladır.'

Tahavi: de: Teyemmümün yapılış şekli hususunda âlimler ihtilâfa düşünce ve rivayetler de muhtelif olunca biz. bunların hepsini tetkik ederek şu neticeye vardık:Abdestte yıkanması emrolunan uzuvlar bellidir. Teyemmümde baş ve ayaklar hükümden düşürülmüş, yüz ve kollar kalmıştır.

Bu iki uzuv, abdest uzuvları olduğu için koltuklara kadar meshin yapılacağını söyleyenlerin sözü tutarsızdır. Çünkü,abdestte meshedilmesi gereken baş ve yıkanması gereken ayaklar, teyemmümde toprakla meshedilmezken abdestte yıkanması gerekli görülmeyen dirsekle omuz arasındaki kısmın teyemmümde meshedilmemesi gayet tabii karşılanır. Kolların dirseklere kadar mı yoksa bunun yansı kadar mı meshedileceği hususundaki ihtilâfa baktık. Biz bakıyoruz ki, yüz suyla yıkandığı gibi toprakla meshediliyor.Baş ve ayakların teyemmümü hiç yapılmıyor. Bir tarafta yüzün tamamının mes-hi yapılıyor.Diğer taraftan baş ve ayakların tamamı mesh hükmünden hâriç tutuluyor.Eğer yıkanması emrolunan kolların bir kısmı meshetmekten muaf tutulsaydı tamamı tutulurdu.Madem ki kolların meshi istenmiştir, yıkanması emrolunan kısmın aynen meshi uygun olur. Çünkü teyemmüm, abdest yerine geçer...» der .

Hattâbi; Dirseklerden daha yukarı olan kısmın meshedil-mesinin teyemmüm edene vâcib olmadığı hususunda âlimler ittifak halindedir, demiştir.Dört mezhebin görüşüne gelince; Hanefi ve Şafii mez-heblerine göre, kollan dirseklerle berabermeshetmekgereklidir.Mâliki ve Hanbeli mezheblerine göre ise elleri bileklere kadar meshetmek farzdır. Bileklerden sonra dirseklere kadar olan kısmı meshetmek teyemmümün sünnetidir.

Topraktan başka bir madde ile teyemmüm yapma hükmü :

Teyemmüm âyetinde ve bâzı hadislerinde geçen «Saîd» kelimesi, yer yüzü anlamındadır. Yer yüzü toprak olsun, başka madde olsun, hepsine saîd denir. Zeccâc: Bu hususta lügat ehli arasında bir ihtilâf olduğunu bilmiyorum, demiştir.Said’in yalnız toprak adı olduğu da söylenmiştir.Bu nedenle toprak cinsinden olmayan yer yüzündeki maddelerle teyemmüm yapılıp yapılamayacağı ihtilâf konusu olmuştur. Şöyle ki:

Ebû Hanife ve Muhammed:Küle dönüşmeyen, yandığı zaman yumuşamayan ve yer cinsinden olup, temiz sayılan toprak, kum,çakıl,taş, alçı, tuğla, sürme ve benzeri maddeler ile teyemmüm yapmak sahihtir. Yandığı zaman küle dönüşen odun, tahta, gibi veya ateşte yumuşayan demir ve kalay gibi maddeler üzerinde toz bulunmadığı zaman onunla teyemmüm yapmak sahih değildir, demişlerdir.

Ebû Yûsuf ise: Toprak ve kumdan başka maddelerle teyemmüm yapılmaz, demiştir.

Şafii, Ahmed bin Hanbel, Dâvûd ve fıkıh-çıların çoğu Teyemmüm ancak tozu bulunan toprakla yapılabilir. Başka maddelerle yapılamaz, demişlerdir.

Mâlik: Yer cinsinden olup, yakılmamış olan her şeyle teyemmüm yapmak sahihtir, demiştir.

Evzâı ve Sevri ise : Yer üstünde bulunan herşeyle, hattâ kar ile teyemmüm yapmak caizdir, demiştir. [45]



93 — Cünüb Olup, Gusletmekten Korkan Yaralıya Ait Bâb




572) Atâ' bin Ebî Rebâh[46] (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre :Ben İbn-i Abbas (Radtyallâhü anhümâ)'âan şu haberi duydum, demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta İken bir adam başından yaralanmış sonra ihtilâm olup ona gusül yapması gerekir denmiş, kendisi de yıkanarak soğuk algınlığı neticesinde ölmüştür. Olay, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ulaşmış, bunun üzerine O t

«Onu öldürmüşler. Allah onları Öldürsün. Cehaletin şifası sormak değil miydi?» buyurmuştur. Atâ1: Ve Resûlullah (Sallallahü

Aleyhi ve Sellem) *in:

«Vücudunu yıkayıp, başının yaralı yerini terketmiş olsaydı.» buyurduğu bize ulaşmıştır.İsnadının münkatı' olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [47]


İzahı


EvzâI de bu hadisi Atâ' aracılığıyla ibn-i Abbas (Radıyallâhü anh) 'tan rivayet etmiş olup, doğrusu da budur.Bey haki müteaddit tariklerden rivayet ederek, zayıf olduğunu söylemistir. Ebû Dâvûd ve Darekutnî ise hadisi Atâ* aracılığıyla Câbir bin Abdillah El-Ensârî' den rivayet etmişler, İbnü's-Seken de bunu sahih görmüştür. Ancak bu senedde Atâdan münferiden rivayet eden Zübeyr bin Harik adlı râvinin kuvvetli olmadığım Darekutnî söylemiştir. Hulâsa sargılar ve cebireler üzerine meshetmek hususunda Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bir şey sabit olmamıştır.Lâkin Abdullah İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in bütün meshi yaptığı sabittir. [48]


Hadîsin Mânâsına Gelince


Başından yaralı adam, ihtilâm olunca, yarayı ıslatmaktan korkmuş, bu nedenle boy abdestini almamak için bir çârenin bulunup bulunmadığını yanındakilere sorarak; su bulunmasına rağmen mazeretim dolayısıyla teyemmüm yapabilir miyim? demek istemiş. Yanındakiler de: Biz, senin için bir ruhsat olduğunu bilmiyoruz, demişlerdir. Çünkü onlar, su bulunmadığı zaman teyemmüm yapılabilir, su varken teyemmüm yapılamaz, itikadında idiler.

Hadîste geçen: «Allah onları öldürsün.» fıkrası, bilmeden fetva vermekten ve müslümanlara zarar vermekten kaçındırmak için buyurulmuş olan önleyici bir tehdit mahiyetindedir. Yoksa onların öldürülmesini dilemek değildir. Hadîs, yanlış fetva verme neticesinde doğan zarar ölüm dahi olsa kısas yolu ile fetva verenin öldürülmeyeceğine delâlet eder.

«Cehaletin şifâsı sormak değil midir?» fıkrası ile öğrenmek ve bilenlere baş vurmak isteniyor. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kesin bilgi olmadan fetva verdiklerinden dolayı onları kınamış ve dinde güçlük olmadığına dâir İslâmî prensibi düşünmeme kusurunu işlediklerinden dolayı onlara beddua etmiştir.

Ebû Dâvûd'un rivayetinde Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ait hadîs metninde kişinin yapması gerekli olan iş şöyle buyuruluyor:

«Onun teyemmüm etmesi, yarasına bir bez sarması, sonra bezin üstünü meshcdip vücudunun kalan kısmını yıkaması kâfi idi.»

Hattâbi bu rivayetle ilgili olarak: 'Burada yaralının sağlam vücudunu, yıkaması ve teyemmüm etmesi emrediliyor. Yalnız yıkanma veya yalnız teyemmüm kâfi görülmüyor.Rey sahiplerine göre kişinin uzuvlarının azı yaralı ise hem yıkanır hem teyemmüm eder. Şayet yaralı uzuvlar çoğunlukta ise sağlam yerleri yıkamaya gerek yok. Teyemmüm kâfidir. Şafiî mezhebine göre sağlam kısım çok olsun az olsun yıkanmalıdır.' der.

El-Menhcl yazarı şöyle der: «Hâsılı su kullanmayı tehlikeli gören kişi, âlimlerin ittifakıyla teyemmüm edebilir. Şayet hastalığının artmasından veya iyileşmesinin gecikmesinden endişelenirse Ebû Hanîfe ve Mâlik'e göre teyemmüm etmesi caizdir. Bu haliyle kıldığı namazı bilâhere iade etmez. Şafii mezhebinin racih kavli de budur. Her hangi bir uzvunda yara, kırıklık gibi bir şey olup, üzerine cebire çekilmiş ve açılması tehlikeli görülüyorsa Ş âfii' ye göre; cebire üzerine mesh yapılarak teyemmüm yapılır ve eğer cebireyi abdestli iken koymuşsa, bilâhere namazı iade etmez.[49]

Ebû Hanife ve Mâli'k'e göre vücudunun bir kısmı yaralı olan kişinin bedeninin çoğu sağlam ise orayı yıkar. Yaraya da mesheder. Şayet çoğu yaralı ise teyemmüm eder. Sağlam yeri yıkaması gerekmez. Ahmed bin Hanbel ise: Kişi sağlam yeri yıkar, yaralı yer için teyemmüm eder, demiştir.» [50]


94 - Cünüblükten Gusletmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı




573) (Peygamber (Snllallahü Aleyhi ve SeUent)rin muhterem eşlerinden) Meymûne (Radtyallâhü anhâ) 'dan şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için gusül suyunu koydum. O da cünüblükten gusletti. Önce sol eliyle sağ eline kabı eğerek su döktü ve ellerini bileklerle beraber üç defa yıkadı. Sonra avret mahalline güzelce su döküp yıkadıktan sonra elini toprağa sürerek ovaladı. Daha sonra ağzına su aldı, burnuna su çekti yüzünü ve kollarını üçer defa yıkadı. Bunun arkasında vücuduna su döktü. Bundan sonra yerini değiştirerek ayaklarını yıkadı. [51]


İzahı


Buhâri, Müslim,Tirmizi, Nesâî ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi az bir lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.

Hadis, guslün şeklini tarif etmektedir. Buhâri, ve Müs1im'de Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sağ eliyle sol eline su dökerek avret mahallini yıkadığını belirtmektedir. Taharetlendikten scnra sol elini yere sürerek iyice ovduğunu Müslim belirtmiştir. El-Menhel yazarı aynı başlık altında açılan gusül babında rivayet olunan hadisin açıklamasında şöyle der:

«Suyla taharetlendikten sonra elin güzelce temizlenmesi için toprağa sürülmesinin müstahab olduğuna hadîs delâlet eder. Toprakla güzelce ovaladıktan sonra ellerini tekrar yıkadığı Buhârî' de belirtilmiştir. îbnü'1-Dakik ü'l-î d şöyle demiştir:

'Avret mahallindeki necaset suyla iyice giderildikten sonra necasetin kokusu kaldığı zaman bâzı fıkıhçılara göre zarar vermez.Şafii mezhebinde bu hususta ihtilâf vardır. O kokudan afıv bulunduğu bu hadîsten çıkarılabilir. Şöyle ki, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in taharetlendikten sonra elini toprağa sürmesi boşuna değildir. Necasetin giderilmesi için olduğu söylenemez. Çünkü necasetten en ufak bir şey kaldığı takdirde taharet yapılmış sayılmayacağı âlimlerin ittifakiyle sabittir. Taharetten sonra elde necasetten bir şey kaldığı zaman avret mahalli de temizlenmemiş olur. Necasetin tadını gidermek için elin toprağa sürüldüğü de söylenemez. Çünkü tadm kalması necasetin kaldığına alâmettir. Rengin giderilmesi amacı da söz konusu edilemez. Çünkü ihtilâm veya cinsi münasebet dolayısıyla hâsıl olan cünüplük haliyle ele yapışacak bir necaset rengini gerektirmez. Olsa bile cidden nâdir olur. Bu nedenle kokunun giderilmesi ihtimali kalır. Taharetlenme esnasında giderilmesi vâcib olan kokunun giderilmesi için toprağa el sürülmesi caiz değildir. Çünkü avret mahalli iyice temizlendikten ve giderilmesi gereken koku da iyice giderildikten sonra el temiz, olarak avret mahallinden ayrılmış olur. Böyle olmazsa ne avret mahalli temiz sayılır ne de el. Şu halde giderilmesi gerekli olmayan bîr râyiha izi kalmış olabilir ki bu iz bağışlanmıştır ve bağışıklık kazanan muhtemel izin de kalmaması için en güzel bir şekilde ihtiyatlı davranılarak el toprağa sürülmüş olur.»

Hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek ağzına ve burnuna su aldığı bildirilmekte ve mazmaza ile îstinşak ismini alan bu işlemin meşruluğu bildirilmektedir. Abdest ve gusül de ağız ve buruna su almanın hükmü hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Îbnü'l-Mübârek, Ahmed ve îshak ile bâzı âlimler hem gusülde hem de abdestte vâcib tir, demişler. Hanefi âlimleri ve Süfyan-ı Sevrî; gusülde vâcib, abdestte sünnettir, demişler. Mâlik ve Şafii ise; gusülde de abdestte de sünnettir, demişlerdir. Bu görüşler delilleri ile beraber abdest babında genişçe izah verilmiştir.

Hadis, mazmaza ve i s tin şaktan sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek yüzünü ve kollarını üçer defa yıkadığı, bütün vücuduna su dökerek guslünü yaptıktan sonra başka bir yere çekilerek ayaklarını yıkadığını ifâde eder. Şu halde önce abdest almış fakat ayak yıkama işini gusülden sonraya bırakmıştır.

Buhâri ve Müslim'in rivayetlerinde Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fin gusülden önce: «Namaz abdesti gibi abdest aldığı- tâbiri ve Buhâri' nin rivayetinde: 'Abdest alırken ayaklarını yıkama işini gusülden sonraya bıraktığı' tasrih edilmiştir. Ebû Davud'un Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'den rivayet ettiği hadîste ise.- Namaz abdesti gibi tam abdest aldığı bildirilmektedir. Bunun zahirine göre ayaklarını da o zaman yıkamıştır

m ıştır.

El Menhel yazarı: -Bu rivayetler arasında ihtilâf yoktur. Çünkü şöyle yorum yapmak mümkündür. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gusülden önce abdest alırken tazen ayaklarını . da yıkardı. Bazen de ayak yıkama işini gusülden sonraya bırakırdı. Değişik rivayetler dolayısıyla âlimler muhtelif görüşler beyan etmişler:

Cumhura göre ayak yıkamayı gusülden sonraya bırakmak müs-tahabtır. Ebû Hanife ve arkadaşları ise; 'Eğer su toplan-mıyacak bir yerde gusül yapılacaksa gusülden önce tam abdest almak efdaldır. Şayet küvet, leğen gibi su birikecek bir yerde gusül yapılacaksa ayak yıkamayı gusülden sonraya bırakmak daha efdal* dır, demişlerdir.'

Mâlik ise; 'Gusledilen yer temiz ise gusülden önce ayakları yıkamak müstahabdır, aksi halde gusülden sonra ayaklan yıkamak müstahabdır.'

Şafii mezhebindeki meşhur ve en sahih kavle göre tam abdest almak efdaldır. Çünkü Âişe ve Meymûne (Radıyallâhü anhümâ)'dan edilen rivayetlerin ekserisi böyledir.» demiştir.

Gusülden Önce alınan abdestin hükmüne gelince; Cumhurun mezhebine göre sünnettir. Dâvûd ve Ebû Sevr'e göre vâcibtir.

Aişe ve Meymûne (Radıyallâhü anhümâJ'dan edilen rivayetlerin bir kısmında Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) guslederken mübarek başına üç defa su döktüğü tasrih edilmiştir. Buradaki 574 nolu rivayet de böyledir. Nevevi: «Başa üç defa su dökmenin müstahabhğı hususunda âlimlerin ittifakı vardır. Arkadaşlarımızın bir kısmı vücudun sair kısmını başa ve abdest uzuvlarına kıyaslayarak; üç defa yıkanması müstahabdır, demislerdir. Buna kimsenin muhalefet ettiğini bilmiyoruz. Yalnız arkadaşlarımızdan Ebü'l-Hasan El-Mâverdi bir defadan fazla su dökmek müstahab değildir demiş fakat onun bu sözü terk edilmiş tutarsız bir sözdür.» El-Menhel yazan bu nakli yaptıktan sonra Hanefî ve Hanbeli âlimlerinin de böyle dediklerini fakat Mâliki* lerin baştan başka vücudun her hangi bir tarafını üç defa yıkamanın müstahab olmadığını, abdestin gus-le kıyaslanamıyacağını çünkü gusülde çok güçlük olduğunu söylemişlerdir. [52]


Guslün Farzları


1 — Mâlikî mezhebine göre guslün farzları niyet, vucudun, her tarafını suyla yıkamak, vücudu ovalamak, saçların arasını ovalamak ve ara vermeden guslü tamamlamaktır.

2 — Şafiî mezhebine göre guslün farzları niyet ile bütün, vücudu ve vücut üzerindeki saç ve kılların tamamını suyla yıkamaktır.

3 — Hanefi âlimlerine göre ağız ve buruna su almak ile ' bütün vücudu yıkamaktır.

4 — Hanbelî mezhebine göre suyun deriye ulaşmasına mâni herhangi bir madde ve necaset varsa gidermek, niyet, besmele, ağız ve burun dâhil vücudun her tarafını ve kılların tamamını suyla ıslatmaktır.

Nevevi, Müslim'in şerhinde: 'Gusleden kişinin önemli olan şu hususa dikkat etmesi gerekir: Avret mahallini güzelce yıkadıktan sonra, o yerin ve çevresinin cünüplüğünü kaldırmak niyetiyle yıkanması uygun olur. Çünkü o esnada bacakların arasının guslünü yapmazsa bilâhere orayı unutabilir. Dolayısıyla guslü sahih olmaz. Bir de başını ve vücudun şâir yerlerini yıkayıp guslettikten sonra avret yerinin guslünü yapmadığını hatırlarsa ya çıplak eliyle oraların guslünü yapması gerekir, elini sürmesi icap eder ki avret mahalline el ayasının dokunmasıyla abdesti bozulmuş olur. Yahut da abdestinin bozulmaması için eline bir bez bağlaması icab eder ki bu da bir güçlüktür. Şunu da belirtelim ki gusül yapılırken hiç kimse abdest almayı vâcib görmemiştir.

Dâvüd-i Zahirî ve arkadaşlan hâriç. Onlara göre vâcibtir.

Cumhur'a göre abdest almak sünnettir. Gusülden sonra namaz kılmak ve Kur'an-ı ellemek gibi abdestsiz yapılamayan ibâdetler gusletmekle mubah kılınır. Yâni cünüp olan kişi abdest almadan vücudun her taraf ma su dökerek guslünü yaptığı takdirde yaptığı gusül sahih olup onunla namaz ve benzerî ibâdetler yapmak mubah olur, demiştir. [53]


Guslün Efdali


El-Menhel yazarı şöyle der: «Gusledecek kişi kaba ellerini batırmadan önce üç defa yıkadıktan sonra avret mahallini güzelce yıkamalı ve vücudunun her hangi bir yerinde bulunan necaset, kir ve suyun deriye yahut lallara ulaşmasına engel olan ne varsa gidermeli. Bundan sonra namaz abdesti gibi tam abdest almalı ve bunun akabinde su avuçlayarak sakalını saçlarını hilâllemelidir. Yani parmaklarını kıllar arasına geçirip her tarafını ıslatmalıdır. Daha sonra başına üç defa su dökmeli ve koltuklar altı göbek nahiyesi, kulaklar ve sair vücut kıvrımlarını güzelce ovarak her tarafı ıslatman daha sonra başına üç defa su dökmeli, vücudunun her tarafını yıkamalı ve ellerinin yetiştiği her tarafını ovalamalıdır. Vücuduna su dökerken üst kısımlarına ve sağ tarafa öncelik tanımalı. Gusle başlarken niyet etmeli, vücudunda bulunan kılların her tarafını güzelce ıslatmalıdır.



574) Cümey' bin Ümeyr [54] Et-Teymî (Radtyattâhü anh)'ten rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :

Ben, halam ve teyzemle beraber gidip Âişe (Radıyallâhü anhâ) '-nin yanma vardık ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin cü-nüplüktert guslettiği zaman.nasıl yaptığım sorduk. Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle cevap verdi:

«Ellerine Üç defa su döktükten sonra ellerini kaba sokardı. Sonra başını üç defa yıkardı. Daha sonra vücuduna su dökerdi. Sonra namaza dururdu. Ama biz saç örgüsünden dolayı başlarımızı beş defa yıkarız.[55]


İzahı


Nesâi, Ebû Dâvûd ve Darekutnî de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Senedlerinde Cümey' bin Ümeyr (Radıyallâhü anh) bulunur.Tirmizi onun hadîsini hasen saymış ise de zayıf olduğunu söyleyenler bir kişi değildir. Âişe (Radıyallâhü anh)'nin buradaki sözünden kadının basma beş defa su dökmesi hükmü çıkarılıyor. Fakat râvi Cümey (Radıyallâhü anh) dolayısıyla hadîs zayıftır. Kaldı ki kadının başına üç defa su dökmesinin yeterliliği Müslim, Nesâi, Tirmizî ve İbn-i Mâceh'in rivayet ettiği Ümmü Seleme' nin hadîsi, Buhârî, İbn-i Mâceh ve Ebû Dâvûd'un rivayet ettikleri Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsi ve Ebû Dâvüd' un rivayet ettiği Sevban' in hadisi ile sabittir.

Bâzı rivayetlerde Âişe (Radıyallâhü anhâ), Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in namaz abdestinin aynısını gusülden önce aldığını, sonra başına su döktüğünü ifâde etmiştir. [56]


95 — Cünüblükten Gusül Hakkında Bir Bâbtır


575) Cübeyr bin Mut'im (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Sahâbîler Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda gusül hakkında mübahase ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bana gelince: Ben de başıma üç avuç su dökerim.» [57]


İzahı


Buhârî, Muslini, Beyhakî, Nesâi ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

Ebû Davud'un rivayetine göre sahâbiler Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda cünüplükten gusletmekten bahsettiler. Müslim*in, Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anh) 'tan rivayetine göre Sakif hey'eti Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e: Bizim memleketimiz soğuktur. Acaba nasıl gusledeceğiz? diye sormuşlar. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) da hadîsteki cevabı buyurmuştur. Tercemede geçen mübahaseden maksat, her sahâbînin nasıl guslettiğini ani atmasıdır. Bâzıları; gusül böyle yapılır, bâzıları; şöyle yapılır deyince Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de: «Ben şöyle yaparım», buyurmuştur. [58]


Hadîsin Fıkıh Yönü


1 — Cünüplükten dolayı gusül abdesti alırken başa üç defa su dökmek meşrudur.

2 — Din büyüklerinin huzurunda ilmî müzakere yapmak meşrudur.

3 — Öğretici, öğrencinin kolayca anlayabileceği bir yolla öğretim yapmalıdır.



576) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:

Bir adam, cünüplükten (dolayı) gusül hakkında Ona soru sormuş, kendisi de:

Üç defa (başına su dök) diye cevap vermiştir. Bunun üzerine adam: Benim saçım çoktur, demiştir. (Üç defanın kendisine yetmeyeceğini anlatmak istemiş) Ebû Saîd (Radıyallâhü anh) de » Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in saçı seninkinden daha çok ve daha temizdi, demiştir."



577) Câbir (Radtyallâhü an/tj'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :

Bent Yâ Resûlallah! Ben soğuk bir yerdeyim. Cünüplükten (dolayı) gusül nasıldır? diye sordum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bana gelince, ben başıma üç avuç su dökerim.» diye cevap buyurdu." [59]



578) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü a»h)'den rivayet edildiğine göre bir adam O'na:

Ben cünüb iken başıma kaç defa su dökeyim? diye sormuş; kendisi de:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mübarek başına üç avuç su dökerdi, diye cevap vermiş. Adam ona: Benim saçım uzundur, deyince kendisi: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in saçı seninki nd en daha çok ve daha temizdi, diye karşılık vermiştir."


İzahı


Cünüplükten gusül için gereken asgari su miktarı bir sâ'dır. Bu konuda geniş izahat isteyenler, taharet kitabının birinci babına müracaat etsinler. [60]


86 — Gusülden Sonra Abdest Almak Babı


579) Aişe (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cünüplükten (dolayı) guslettikten sonra abdest almazdı." [61]


İzahı


Beyhaki, Nesâî. Bbû Dâvûd, Tirmizi ve Hâkim de bu hadisi az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.Tirmizî ve Hâkim, sahih olduğunu da belirtmişlerdir. Ebû Dâvûd' un rivayetinde Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle, der:

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), guslederdi. Ve iki rekat (sabah farzından önceki sünnet) namaz ile sabah farzını kılardı. Gusülden sonra abdest aldığını bilmem, (veya) sanmam.»

El-Mcnhel yazarı şöyle der: «Cünüplük guslünden sonra abdestin meşru olmadığı bu hadîsten anlaşılıyor. Tirraizî: Sahâbîve tabiîlerden bir kısmının kavli budur, demiştir. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e; Gusülden sonra abdest alınıp alınmıyacağı sorulduğu zaman O: «Hangi abdest gusülden daha efdaldır.» diye cevap vermiştir.El-Hâkim bunu rivayet etmiştir. îbn-i Eb İ Şeybe'nin ibn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ'den rivayet ettiğine göre gusülden sonra abdest aldığını söyleyen bir adama Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh): Hakikatan sen işi derinleştirmişsin, demiştir.Tirmizi nin Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'den rivayet ettiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gusülden sonra abdest almazdı.Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre : Tepesinden ayağına kadar yıkanmak birinize yetmiyor mu ki, abdest alsın? demiştir. Sahâbîlerden bir cemaat ve onlardan sonra bir çok âlim. ayni şeyi söylemişlerdir. Hattâ Ebû Bekir bin El-Arabi: Abdestin, guslün altına girdiği hususunda âlimler arasında ihtilâf yoktur, demiştir.

Hadis, sabah farzından önce iki rek'at fecir sünnetinin kılınmasının meşruluğuna ve gusülden sonra abdest almanın meşru olmadığına delâlet eder. [62]


97 — Cünüblükten Gusleden Adamın Henüz Gusleimeyen Karısıyla Isınmak İstemesi Babı


580) Âişe (Radtyallâhü anhâyâen şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüplükten guslettikten sonra henüz ben guslümü yapmamış iken benimle ısınmak isterdi." [63]



İzahı


Tirmizi, bu hadîsi az bir lafız farkıyla rivayet ederek, isnadında beis olmadığım beyan etmiştir. Oradaki rivayette Aişe (Kadıyallâhü anhâ) şeyle der:

«Resul i Ekrem iSallallahü Aleyhi ve Sellem), çok defa cünüp-İükten guslettikten sonra gelirde, benimle ısınmak isterdi. Ben de guslümü henüz yapmadığım halde, ısıtmak için Ona sarılırdım.» Tuhfe tü'1-Ahfez'in yazarı, hadisi açıklarken şöyle der :Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ)'nin.- «Benimle ısınmak isterdi.» sözünden maksadı şuydu: 'Yâni Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek uzuvlarını örtüsüz olarak benim uzuvlarımın üzerine bırakarak, bedenimdeki hararet ile ısınmak isterdi.' El-Lemaât sahibi, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin sözünü böyle açıklamıştır. Seyyid Ce-mâlüd'din.El Mirkat adlı kitabında: 'Hadîs, cünüp adamın çıplak vücudunun necis olmadığına delâlet eder. Çünkü ısınmak iki tarafın çıplak vücudlarınm birbirine temas etmesiyle meydana gelir.' demiştir.Tıybî: Hadis buna delâlet etmiyor, demiştir.EI -Kâri', Tıybî' nin maksadının şu olabileceğini söyler. 'Çünkü ısınmak isteği elbise ile de mümkündür. Mutlaka vücudlarınm çıplak olması şart değildir. [64]


98 — Cünübün Suya Dokunmadan Cünüp Olarak Uyuması Babı


581) Aişe (Radîva/lâkii anhâ)'âen şöyle söylemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüp olurdu. Sonra Buya dokunmadan uyurdu. Bilâhare uyandığı zaman guslederdi. [65]


İzahı


Tirmizi,Nesâî, Ebû Dâvûd, Tahavi ve Beyhaki de bu hadisi rivayet etmişlerdir.Hadiste geçen «suya dokunmadan...» kaydım açıklayan El-Men-hel yazan şöyle der: «Yani Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ) cünüp olduktan sonra gusül etmeden ve abdest almadan uyurdu. Bu hadis, cünübün uyumadan önce abdest almasının müs-tehab olduğuna dâir rivayet olunan hadîslere muhalif değildir. Çünkü abdest almadan cünübün uyumasının câizliğini beyan etmek için Resûli- Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bazen abdest almazdı. Nevftvl, Müslim'in şerhinde : 'Eğer bu hadîs sahîh ise Re-sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «Cünüp olduğu zaman abdest alır da öyle uyurdu.» mealindeki hadîslere muhalif olmaz. Görülen zahiri muhalefet için iki cevap vardır: Birisi, Ebu'lAbbâs bin Şüreyh ve Ebû Bekir el-Beyhâki'nin cevabıdır. Bu yüce iki imam derler ki: 'Suya, gusletmek için dokunmadığı kasdedilmiştir.' Bu cevaba göre Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest almadığı mânası çıkmaz. İkinci cevab şudur: Abdest almadan cünübün uyumasının câizliğini beyân etmek için Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bazen hiç suya dokunmadan uyurdu. Çünkü eğer dâima abdest alarak uyumuş olsaydı, bunun vâcib olduğu zannedilirdi. Bu cevab bence güzeldir.



582) Âişe (Radtyaliâhü anhâ)'dan şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, eşlerine ihtiyacı olduğu takdirde giderirdi. Sonra suya dokunmadan o vaziyette uyurdu."



583) Âişe (Radtyallâhü ankâ)'dan şöyle demiştir:

'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüp olurdu. Sonra suya dokunmadan o vaziyette uyurdu/

Sufyân demiş ki: Ben bir gün bu hadîsi anlattım, ismail bana: Ey genç! Bu hadîs bir şeyle bağlanır, dedi. [66]


İzahı


Merhum müellifimiz bu bâbta Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nin hadisini üç sened ile rivayet etmiştir.Tirmizi de iki senedle zikretmiş ve:Said bin El-Müseyyeb ile başkası böyle demişlerdir. Halbuki; Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in uyumadan önce abdest aldığına dâir E1-Esved'in Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiği hadisi bir kaç kişi E1-Esved' den nakletmiştir. O hadis Ebû îshak'ın El-Esved' den rivayet ettiği bu hadisten daha sıhhatlidir. Hatta Şu'be,Sevrî ve başkaları bu hadîsi Ebû 1shak'tan rivayet ederken hadisteki «...suya dokunmadan...» kaydını Ebû îshak' in galatı olarak göstermişlerdir, demiştir. Tuhfetü'1-Ahfe-zi yazarı bu hadîsin açıklaması bahsinde İbn-i Arabi' nin Eİ-Ârıza adlı eserinde: Ebû İs h ak'ın uzun bir hadîsi kısal-tarak rivayet ederken bu galatı yaptığını söylemiştir, der. Bu nedenle bu hadîsi rivayet etmenin caiz olmadığının Ahmed bin Salih tarafından söylendiği nakledilmiştir.

583 nolu hadisin sonunda ismail, Süfyân'a söylediği söz ile aynı şeyi kasdetmiş olabilir. Hadîsin sıhhatına itiraz olmuş ve sahih olduğu kabul edildiği takdirde yoruma muhtaç olduğu göz önünde bulundurulursa, yanlış anlamlara yer vermemek için rivayet edilmemesi uygun görülmüş olabilir. Fakat 581 nolu hadisin açıklamasında Nevevî'den naklettiğimiz gibi abdest almanın vâcib olmadığını beyan etmek üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bazen abdest almayı terkettiği muhtemeldir. [67]



99 — Namaz Abdesti Gibi Abdest Almadıkça Cünübün Uyuyamıyacağını Söyleyenlerin Babı


584) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan şöyle söylemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüb olarak uyumak istediği zaman namaz abdestj gibi abdest alırdı. [68]


İzahı


Bu hadisi Buhâri. Müslim, Ebû Dâvûd ve diğer sahih hadîs müellifleri rivayet etmişlerdir.

Zahiriye mezhebine mensub âlimler ile Mâliki âlimlerinden İbn-i Habîb: Bu hadîs'e dayanarak gusletmeden uyumak isteyen kimsenin abdest alması vâcibtir, demişler ise de cumhur, abdestin vâcib değil müstahab olduğunu söylemişler ve abdest alınması istenen rivâyetlerdeki emri mendupluk için yorumlamışlardır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in suya dokunmadan uyuduğuna dâir Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nin hadisi vardır. Buna benzer başka hadisler de mevcut olup, El-Menhel'-de nakledilmiştir.

Âlimlerden bir grup da: Hadiste söz konusu olan abdest ile şer'i abdest kasdedilmeyip, avret mahallinin ve ellerin yıkanması mu-raddır, demişlerdir. Onların delili ise Mâlik ve Tahavi'nin .rivayet ettikleri ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in cünüp iken abdest aldığını ve ayaklarını yıkamadığım bildiren hadistir. Lâkin onların delili merduttur. Çünkü 'abdest' kelimesiyle şer'i abdest kasdedilmiştir. Nitekim buradaki rivayette Âişe (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namaz abdesti gibi abdest aldığını belirtmiştir,ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) bir özür dolayısıyla ayaklarını yıkamamış olabilir.

Bu abdestin hikmetine gelince; Bununla cünüplük halinin hafifletilmiş olduğu söylenmiştir. Çünkü îbn-i Ebî Şeybe'-nin, râvileri sıka olan bir sened ile sahâbilerden Şeddâd bin Evs (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

'Geceleyin biriniz cünüb olur da gusletmeden uyumak isterse ab-dest alsın. Çünkü abdest, cünüplük guslünün yarısıdır.» Şöyle bir hikmet de anlatılmıştır: Kişi uyku halinde iken ölebilir. Hiç olmazsa abdestli olarak uyusun. Bu hususta da îbn-i Ebî Şeybe1-nin Âişe (Radıyallâhü anha) den şöyle bir rivayeti vardır:

«Cünüp olarak uyumak isteyeniniz olursa abdest alsın. Çünkü uykuda iken başınıza bir musibet gelebilir.- İbnü'l-Cevzi de: 'Abdestin hikmeti, meleklerin kir ve pis kokudan nefret etmesi, şeytanların da böyle şeylerden hoşlanmasıdır.' demiştir.

Su bulamayan veya kullanamayan kimsenin teyemmüm etmesi müstahabtır.Çünkü Beyhaki, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den şunu rivayet etmiştir:

'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cünüb olup uyumak istediği zaman abdest alırdı veya teyemmüm ederdi.» Bu hadisin zahirine göre, abdest ve teyemmüm hususunda kişi muhayyerdir. Hangisini isterse onu yapabilir.Fakat teyemmüm, yukarıda anlatıldığı gibir su bulunmadığı veya özür dolayısıyla kullanılamadığı zamanda müstahabtır. Abdest alınabilirken teyemmüm onun yerine geçinmez.



585) (Abdullah) tbni-i Ömer (Radtyatlâhu anhuntâ)'dax\ rivayet edildiğine göre (babası) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhu anh), Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)':

Birimiz cünüp iken uyuyabilir mi? diye sormuş. O da t «Evet, abdest aldığı zaman (uyuyabilir)» buyurmuştur. [69]


İzahı


Buhâri,Müslim,Nesâi,Beyhakİ, Ebû Dâvûd ve Mâlik,değişik yollarla ve az lafız farkıyla rivayet etmislerdir. Bütün rivayetlere göre Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cünüp adamın abdest aldığı zaman cünüp olarak uyuyabileceğini bildirmiştir.



586) Ebû Said-i Hudri (Radtyallâhu anh)'âen rivayet edildiğine göre:

Kendisi geceleyin cünüp olurdu. Gusletmeden uyumak İsterdi ı Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest almasını, sonra uyumasını emretti.[70] Cumhur'a göre, abdest almak mendub olduğu için buradaki emir, mendupluk içindir. [71]


100 — Cünüb Adamın Tekrar Cinsi Münâsebette Bulunmak İstediği Zaman Abdest Alacağına Dâir Bâb


587) Ebû Said(-i Hudrî) (Radtyallâhu anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Biriniz eşine yaklaşır, sonra tekrar yaklaşmak istediği zaman abdest alsın. [72]


İzahı


Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, İbn-i Huzey-me, îbn-i Hibban, Tahavî ve Beyhaki de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

Tirmizî de rivayet ederek hasen -sahih olduğunu söylemiş, E1-Hâkim de EI-Müstedrek te rivayet ederek, sahihliğini bildirmiştir.

Hadisteki yaklaşmaktan maksad, cinsi münasebettir, tstenen ab-dest ile şer'i abdest kasdedilmiştir. Çünkü mutlak olarak kullanıldığı zaman böyle anlaşılır.'Ayrıca îbn-i Huzeym e'nin rivayetinde :

«Namaz abdesti gibi abdest alsın.» buy uru İm ak tadır.

Hadisteki abdest emri, Zahiriye mezhebi âlimlerine ve Mâliki olan îbn-i Habib'e göre vücub içindir. Onlar, hadîsin zahirini tutmuşlardır. Fakat Cumhur, emrin müstehabhk için olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Tahâvi' nin Âişe (Ha-dıyallâhü anhâ) 'den rivayet ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bazen abdest almadan tekrar yaklaşırdı.

Ha n eli âlimlerinden Ebû Yûsuf'a göre söz konusu abdest ne vâcibtir ne de menduptur. Hadisteki emir de mubah-lık içindir.

Bâzı âlimler de: Hadisteki vudu' (abdest) kelimesi ile şer'i abdest değil, lüğavi abdest olan avret mahallini yıkamak anlamı kasdedilmiştir, demişlerdir.

Hadis, iki cima' arasında abdest alınmasının matlub olduğuna ve gusletmenin vâcib olmadığına delâlet eder. [73]


101 — Eşlerinin Hepsine Yaklaşmaktan Dolayi Bir Gusül Eden Hakkında Gelen Hadisler Babı


588) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâhü atıh)'<\en rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tek bir gusül etmek niyetiyle bütün hanımlarını dolaşırdı." 589) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâhü anh)'dtn şöyle söylemiştir: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için gusül suyunu koydum. Bir gecede bütün hanımlarına yaklaşmaktan Ötürü bir gusül yaptı." [74] İzahı Buhâri, Müslim, Beyhaki, Nesâi ve Ebû Dâvûd, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu uygulamasına ait Enes (Radıyallâhü anhl'in hadisini değişik lafızlarla rivayet etmişlerdir. Bütün rivayetlere göre birden fazla cinsi münâsebet için bir gusül kâfidir. İlk hadisteki «dolaşmak» kelimesiyle cinsi münâsebet kasdedilmiştir. Buhâri' nin bir rivayetinde o gün için Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dokuz eşi, diğer rivayetinde onbir zevcesi bulunduğu belirtiliyor. Bu husus âlimler arasında ihtilaflıdır. Buhâri' nin rivayetine göre, Katâde , Resûl-i Ekrem (Sallallrftiü Aleyhi ve Sellem)'in buna nasıl dayandığın En es'e sormuş. Enes de: Ona otuz erkek kuvveti verildiğini aramızda konuşuyorduk, diye cevap vermiştir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımlarına bir gusül ile yaklaştığında iki yaklaşım arasında abdest almış olması kuvvetle muhtemeldir. Ebû Dâvûd'un rivayetini açıklayan Menhel yazarı, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in duhul ettiği hanımları ismen şöyle sıralamaktadır: Huvey1id kızı Hadice, Zam'a kızı Sûde, Ebû Bekir kızı Âişe, Ömer bin El-Hattab'm kızı Hafsa, Ebû Ümeyye E1 Muğire' nin kızı Ümmü Seleme ( Hind) El-Hâris kızı Cüveyriye,Cahş kızı Zeyneb, Huzeyme kizı Zeyneb, Beni Küreyza kabilesinden, bir rivayete göre Beni Nadir kabilesinden Zeyd kızı Reyhâne, Ebû Süfyan kızı Ümmü Habibe (Ramlei, Hayybin Ahtab kızı Safiye ve E1-Hâris kızı Meymûne. Bunlardan başka Dahhâk kızı Fâllma ve Nu'man kızı Esma ile evlenmiştir. [75] Peygamberin Çok Kadınla Evlenmesinin Hikmeti El-Menhel yazarı bu hususta şunları söyler:«Peygamber (Sat-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'in çok kadınla evlenmesinin hikmeti, onların şer-i şerife ait ailevî ve dâhili hükümleri hıfzetmeleri ve hu hükümleri faydalanmak isteyenlere nakletmeleridir.Zevcelerinin çokluğu, dünyalık için, yahut nefsi arzulan tatmin için değildir...» Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz 25 yaşına kadar hiç evlenmemiş ve 25 yaşında iken 40 yaşında bir dul kadınla evlenmeye razı olmuş ve 50 küsur yaşına kadar onunla yaşamıştır. Birden fazla kadınla evlenmesi, O'nun ömrünün son senelerine rastlar. Ömrünün bu bölümünde gıda alması bakımından da çok sâde bir hayat sürdürdüğü, bazen haftada iki gün oruç tuttuğu, bazen de fasılasız olarak bir aydan fazla oruç tuttuğu sabittir. Yukanda isimleri anılan muhterem zevcelerin her birisi ile evlenmesinin nedenleri tetkik edildiği zaman, İslâm dîninin yayılması, yanlış fikir ve inanışların ezilmesi ve güzel ahlâk düstûrunun yerleştirilmesi gibi çok ulvî ve pek önemli amaçların güdüldüğü anlaşılır. [76] 102 — Eslerinin Her Birisine Yaklaştığında Gusleden Hakkındaki Bâb 590) Ebû-Râfi' (Radiyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle emiştir: peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gecede hanımlarının hepsini dolaştı ve dolaşırken her birinin yanında guslediyordu. Kendisine Yâ Resulallah! Neden bunu birleştirerek, bir gusül yapmadın? diye soruldu. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Bu (Her yaklaşmadan sonra gusletmek) daha sevap, daha güzel ve daha çok temizleyicidir.» buyurdu." [77] İzahı Bu hadisi Ebû Dâvûd, Ahmed, Beyhaki ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu hadîse göre Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir hanımıyla cinsi münâsebette bulunduktan sonra gusletmiş, gusül-den sonra diğer eşine yaklaşmıştır. Bu hadis, bir önceki bâbta geçen Enes (Radıyallâhü anh)'in hadisine muhalif değildir. Çünkü, Enes (Radıyallâhü anh) 'in rivayet ettiği hadîsteki uygulama, böyle yapmanın câizliğini beyan içindir. Buradaki uygulamanın çeşitli yönlerden daha iyi olduğu, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından beyan buyurmustur. Nesâi: Bu hadis ile Enes (Radıyallâhü anh)'in hadîsi arasında ihtilâf .yoktur. Bir defa öyle yapmış, bir defa böyle yapmış, der. Nevevi de: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ayrı ayrı zamanlarda iki şekilde guslettiği yorumu ile görülen zahiri ihtilâf bertaraf edilir, demiştir. Ebû Dâvûd'un rivayetine göre, Ebû Râfi (Radıyallâhü anh), Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e niçin bir gusül ile yetinmediğini sormuştur. Bu durumda soru sahibi Ebû Râfi' (Radıyallâhü anh)'dir. Ebû Râfi', Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in defalarca yıkanmaktan "mutazarrır olması endişesi ile soru sormuş olabilir. Gizli olması, beklenen bu duruma Ebû Raf i' (Radıyallâhü anh) nasıl muttali oldu? denemez^ Çünkü Eb û1 Râfi" (Radıyallâhü anh) O'nun hizmet-çisiydi. Suyunu o getirirdi. [78] 103 — Cünübün Yemesi İçmesi Babı 591) Âi§e (Radtyallâhü ankâ); şöyle demiştir: Hesül-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cünüp iken (bir şey) yemek İstediği zaman abdest alırdı." 592) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anh/dan şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e t Cünüp, uyuyabilir mi, veya yiyebilir mi, yahut içebilir mi? diye soru soruldu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dei «Evet, namaz abdesti gibi abdest aldığı zaman (bunları yapabilir)- buyurdu." [79] İzahı Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadisini Müslim, Nesâi, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.Bu hadîs bundan sonraki bâbda gelen Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadisine muhalif değildir.Orada, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yalnız ellerini yıkamakla yetindiği bildiriliyor.Bazen öyle yaparak câizliğini beyân buyuran efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ekseriyetle abdest alarak bunun daha ef-dal olduğunu göstermiştir. Sindi: 'Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinde cünüp için sorulduğu bildirilen sorudan maksad, cünübün bu işleri yapmasının uygun ve güzel olup olmadığıdır.Çünkü, cünübün abdest aldıktan sonra böyle yapması menduptur, şart değildir.Nitekim bundan sonra gelen hadisten, cünübün yalnız ellerini yıkamakla yetinmesinin câizliği anlaşılır, der. Hulâsa cünüp, gusletmeden uyuyabilir, yiyebilir, içebilir ve hanımına yaklaşabilir. Nevevî, Müslim'in şerhinde: Bu hususta icma' vardır. Keza cünübün bedenî ile terinin temizliğine âlimler icma' etmişlerdir.' der. Cünübün anılan işleri yapmadan önce avret mahallini yıkaması ve abdest alması müstehaptır. Nevevî: 'Abdest almadan bu işleri yapmanın mekruh olduğunu arkadaşlarımız kesinlikle belirtmişlerdir. Hadîsler buna delâlet eder. Bu abdestin vâcib olmadığı hususunda bizce ihtilâf yoktur. Cumhur'un görüşü de budur...' demiştir. [80] 104 — Cünübün Ellerini Yıkaması Yeterlidir Diyenlerin Babı 593) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre : Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî cuıftfö iten bir yemek istediği zaman ellerini yıkardı." [81] İzahı Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), câizliği beyân için, elleri yıkama ile yetinmiştir. Nesâi, Ebû Dâvûd ve Da-rekutni' nin rivayetleri şöyledir: «Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cünüp iken uyumak istediği zaman abdest alırdı ve cünüp iken yemek istediği zaman elerini yıkardı.Beyhaki ise Müellifimizin rivayet ettiği metni aynen rivayet etmiştir.Tahavi de aynisini rivayet etmiş yal nız «yed» kelimesi yerine «keff- kelimesini nakletmiştir Keftkeli mesi bileklere kadar el mânâsını ifâde eder. Yed kelimesi ise bu mâ nâda kullanılmakla beraber, ekseriyetle kol mânâsını ifâde eder. [82] 105 — Taharet Olmaksızın Kuran Okumak Hakkında Gelen Hadîsler Babı 594) Abdullah bin Seleme (Radtyallâhü anH)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Ben. Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh)'in yanına girdim Buyurdu ki i «Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helaya uğrayıp ihtiyacını giderdikten sonra çıkar ve (abdest almadan) bizimle beraber ekmekle et yiyer, Kur'an okurdu. Cünüplükten başka hiç birşey, O'nu Kur'an okumaktan men etmezdi.» [83] İzahı Ahmed, İbn-i Hibban, Ebû Dâvûd, El-Hâ-kim, El-Bezzâr. Darekutnî, El-Beyhakî, tn-Nesâî de bu hadisi tahriç etmişler, Tirmizi îbnü's-Seken, Abdü'1-Hak ve Bağavî bunun sahih olduğunu söylemişlerdir.Bâzı rivayetler daha uzundur. Tıybî: Et yendikten sonra abdest tazelenmeden ve ağza su alınmadan namaza durmak sahih olduğu gibi Kuran okumanın da sahih olduğunu bildirmek için burada et yemek ile Kur'an. okumak bir arada anlatılmış olabilir demiştir. Râvi,Hz.Ali (Radıyallâhü anh) 'nin; veya; dediğinde tereddüd etmiştir. Hangi fiil kullanılmış ise netice değişmez. Her iki fiilin mânâsı men etmektir.Onun için tercemede: «Onu men etmez.» diye anlatıldı. Hadis, cünüp adamın Kur'an okumasının caiz olmadığına delâlet eder. Cumhur'un görüşü budur. Delilleri de bu hadis, bundan sonra gelen İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisi ve Darekutni' nin Ebu'l-Garif El-Hemedâni' den rivayetle Hz. Ali (Badıyallâhü anh) 'nin şu mealdeki haberidir: «Cünüp olmadığınız müddetçe. Kur'an okuyunuz. Birinize cü-nüplük isabet ederse Kur'an okumasın. Tek bir harfini de okumasın.- Cumhurun görüşüne, delâlet eden rivayetler çoktur. Bâzılarının sa-hîhliğine itiraz edilmiş ise de rivayetler birbirini takviye eder. Mâlikîler: 'Âyetü'l-Kürsi, Ihlas ve Mua-vezeteyn gibi az bir parçayı, korunmak ve benzeri maksad-larla okumak caizdir. Fakat uzun parça okumak haramdır, demişlerdir. Şâfiîler: Kuran niyeti ile değil, zikir veya dua niyetiyle az bir şey okumak caizdir, demişlerdir. Ahmed bi^ı Hanbel: Cünübün bir âyet mikdarını okumasına ruhsat verilmiştir, def. Ebû Hanîfe: Bir âyetin bir parçasını okumak caizdir, demiştir. E1-Hattâbî şöyle der:«Cünübün Kur'an okuyamı-yacağı hükmü, hadîsten çıkarılıyor.Aybaşı âdetini gören köjdin'da okuyamaz. Çünkü onun abdestsizliği, cünübün abdestsizliğinden daha ağırdır, t m a m Mâlik, cünübün bir âyet miktarını okuyabileceğini söylemiştir. Kendisinin: Aybaşı âdeti gören kadın Kur'an okuyabilir. Fakat cünüb okuyamaz. Hayz süresi uza^ yabildiği için kadın okumadığı takdirde,Kur'an-ı unutabilir. Fakat cünüblük süresi uzun değildir, dediği rivayet edilmiştir.1b-nü'1-Müseyyeb ve İkrime' nin de, cünübün Kur'an okumasında beis görmedikleri rivayet edilmiştir.Âlimlerin ekserisi, cünübün Kur'an okumasının haram olduğunu söylemişlerdir.» El-Menhel yazan 'Cünübün Kuran Okuması Babında yukarıdaki bilgileri verdikten sonra, cünübün Kur'an-1 ellemesinin cumhura göre haram olduğunu bildirir. Bu arada cumhurun delil olarak gösterdikleri âyet ve hadisleri nakleder. Konunun uzatılmaması için delilleri buraya nakletmekten vazgeçtim. El-Menhel yazarı daha sonra abdestsiz olarak Kur'an-1 ellemenin hükmüne ait fı-kıhçıların görüşlerini şöylece nakleder: «Hanefîler, Şâfiller ve Hanbelller 'Kur'an-1 öğreten ve öğrenen dâhil hiç kimse abdestsiz olarak Kur'an'ı elleyemez. Ancak çocuğun, âyetlerin yazılı olduğu levhaları ellemesi zaruret icâbı caizdir. Mushafin cildini, sahifelerin yazısız olan kenarlarını, satırlar arasındaki boşlukları ellemesi de haramdır.Keza kılıf içinde veya rahle üzerinde yahut eşya içerisinde K u r'a n'ı , taşıması da haramdır. Ancak, eşyanın taşınması da kasdedildiği takdirde haram değildir.» demişlerdir. Hanefî ve Hanbell âlimlerine göre Mushaf'a yapışık olmayan kılıfı içinde Kur'an-1 abdestsiz olarak taşımak caizdir. Mushafin yangın ve sel gibi bir âfetle zayi olması tehlikesi karşısında, yahut kâfirlerin İslâm memleketini işgal etmesi halinde, veyahut pis yere atılmış olan Mushaf'ı kurtarmak niyetiyle abdestsizin onu taşıması, hattâ cünübün taşıması vâcibtir. Mushaf'm korunması ve saygınlığı bunu gerektirir. Eğer abdestsiz veya cünüp kişi, Mushaf'ı kurtarabildiği halde taş*-maz da yangın veya selde zayi olmasına yahut kâfirlerin istilâsına mâruz kalmasına göz yumarsa günahkâr olur. Şayet pis yerden kal-dırmazsa kâfir olur. Keza abdestsiz olarak Kuran âyetini yazmak da haramdır. Bağavi: 'Duvarları ve elbiseleri âyetlerle veya Allah'ın adlarıyla süslemek, yani bu yerlere yazmak mekruhtur. Mushaf'ları yastık gibi kullanmak caiz değildir. Keza dinî ilimlere âit: kitapları yastık gibi kullanmak caiz değildir. Ancak kaybolmasından korkulduğu takdirde, ona dayanmak caizdir. Küçük yaştaki çocuğa ve deliye K ur'an-1 elletmek caiz değildir,' demiştir. 595) (Abdullah) tbn-i Ömer (Rddtyailâkü anhütnâ)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «Cünüb ve aybaşı hâlindeki kadın Kur'an okuyamaz.»" 596) (Abdullah) İbn-İ Ömer (Radtyallâhü atthümâ)\\an: ŞÖyle demiştir. Resûlullah (Salhliahn Aleyhi ve Sellem) Cünüb ve hayz halindeki kadın Kurandan hiç bir şey okuyamazlar* buyurmuştur." [84] İzahı Tirmizî de İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsini 596 nolu metinle rivayet ederek; Bunu ismail bin Ayyaş'in şu senediyle tanırız, demiş ve buradaki senedi zikretmiştir.Tirmizi bu arada şöyle der:Cünüb ve hayız hâlindeki kadının Kur'an-1 okuyamıyacağı hükmü, Sahâbiler, tabiiler ve Onlardan sonra gelen âlimlerin çoğunun kavlidir. Süfyân-ı Sevri. İbnü'l-Mübârek, Şafii, Ahmed ve İshak'ın dâhil oldukları bu âlimlere göre cünüb ve hayz hâlindeki kadın Kur-ân'deın bir âyet dahi okuyamaz. Ancak bir harf ve âyetin bir kısmını okuyabilir diyenler vardır. Âlimler cünüp ve hayz hâlindeki kadının teşbih ve tevhid kelimesini çekmelerine ruhsat vermişlerdir. Ben, Mu-hammed bin İsmail' den şunu işittim :İsmail bin Ayyaş Hicaz ve Irak ehlinden bir takım münker hadisler rivayet eder.'İsmail bin Ayyâ-ş'ın yalnız olarak bu iki bölge sakinlerinden yaptığı rivayetin zayıflığını belirtmek için Muhammed bin İsmail'in böyle söylediğini sanırım. Bu zat şunu da söyledi: 'İsmail bin Ayyaş'in Şam halkından rivayet ettiği hadis, sahihtir.'Ahmed bin Hanbel: İsmail bin Ayyaş, Bakiyye' den iyidir, demiştir. Tirmizi' nin şerhi Tuhfe yazarı şöyle der: İbn-i Mâ-ceh de ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisini bu yoldan rivayet etmiştir. Hadîs zayıftır. Çünkü hadîs imamları, İsmail bin Ayyâş'ı Şam halkından yaptığı rivayetlerde sıka saymışlar. Fakat Hicâzlı lardan yaptığı rivayetleri zayıf görmüşlerdir. Kendisi bu hadisi Hicaz halkından olan Mûsâ bin Ukbe' den rivayet etmiştir.» Hulâsa, bu hadîsin senedi zayıf da sayılsa metni sahihtir. Çünkü bu hususta müteaddit hadîsler bulunur. Bunlar birbirini takviye ettiği için Cumhur, cünüb ve hayz hâlindekilerin Kur'an okumalarını haram saymıştır. [85] 106 — Her Kılın Altında Bir Cünüblük Vardır Babı 597) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den: Şöyle söylemiştir; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Her kılın altında bir cünüblük bulunur. Bunun için kılları yıkayınız ve deriyi İyice temizleyiniz.[86] 598) Ebû Eyyüb El-Ensârî (Radtyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir : Peygamber (Sallalldhü Aleyhi ve Sellem) buyurdu kî: «Beş vakit namaz, Cuma namazları ve emaneti edâ etmek, aralarındaki (küçük) günahlara keffaret olur.» Ben ı Emaneti edâ etmek nedir? diye sordum. Buyurdular ki i -Cünüblük guslüdür.Çünkü her kılın altında bir cünüblük vardır[87] İzahı Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsini Beyha-kî, Ebû Dâvûd ve Tirmizİ de rivayet etmişlerdir.Tirmizi: Râvi El-Hâris îbn-i Vecih* in hadisi ga-ribtir. Kendisini yalnız hadîsinden tanırız, demiştir. Ebû Dâvûd da: El-Hâris bin Vecih'in hadisi münker olup, kendisi zayıftır, demiştir. Hadîsin mânâsına gelince: «Her kılın altında bir cünüblük vardır.» cümlesi ile vücudunun dış kısmının tamamen cünüb sayıldığı bildirilmek istenmiştir. Vücudun her tarafı cünüb sayıldığı için, vü-cuddaki bütün kılların yıkanması emrediliyor. Hattâbî: «Hadîsin zahiri saç örgülerinin cünüblükten gusül edilirken çözülmesini vâcib kılıyor.Çünkü örgü, çözülmedikçe bütün kılların her tarafının ıslatılması mümkün değildir.İbrahim En-Nahâi, örgünün çözdürülmesini vâcib görmüştür. Fakat âlimlerin kahir ekseriyetine göre örgünün çözülmesi önemli değildir. Mühim olan bütün kılların her tarafının ıslatılmasıdır.Is-latüdığı takdirde örgü çözdürülmeden yapılan gusül kâfidir demiştir. Örgü çözdürme ile ilgili geniş tafsilât 108. bâbta anlatılacaktır. Hadisin: «Deriyi iyice temizleyiniz.» cümlesinden maksad, derinin kirlerden ve suyun deriyi ıslamasına manî olan maddelerden giderilmesidir. Çünkü her hangi bir şey, derinin en küçük bir yerine suyun ulaşmasına mâni olduğu takdirde cünüblük kalkmaz. Hattâbi: «Cünüblükte buruna su çekmek ve ağıza su almak vâcibtir, diyenler bu hadîse dayanırlar. Çünkü burun içinde kıl bulunur. Ağzın içi de vücudun dışından sayılır, demişlerdir. Fakat bu görüş lügat ehlinin sözüne aykırıdır. Şöyle ki: Hadîste geçen «beşere» kelimesi, bakan adamın gözle gördüğü bedenin dış kısmına denir. Ağızın iç kısmı bilindiği gibi karşıdan bakıldığı zaman görülmez. Ağız ve burunun iç kısmına; denir, demiştir. Hattabî' nin bu sözü reddedilmiştir. Çünkü lügat ehlinden C e v-heri ve başkaları nin, derinin ete bakan iç yüzüne denildiğini belirtmişlerdir. Ağız ve burunun iç kısmı böyle değildir. Bu itibarla gusülde ağıza su almanın gerekliliği bu hadîsten çıkarılabilir. El-Aynî de: 'İmam-ı Âzam bu hadîse dayanarak gusülde mazmaza ve istinşak'ın farz olduğunu söylemiştir. İstinşâk farzdır. Çünkü Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Her kılın altında cünüblük var.» buyurmuştur. Burunun içinde de kıllar vardır. Mazmazaya gelince; Ağızın içi, bedenin dış kısmından sayılır. Nitekim, oruçta ağıza bir şey alınabilir. Mazmaza bu itibarla farz kılınmış, Hattâbî' nin dediği itibarla farz kılınmamıştır,» demiştir. [88] Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri 1 — Bütün deriyi ve kılları suyla ıslatmak guslün farzıdır. 2 — Deri ve kıllara suyun ulaşmasına mâni olan şeyleri gidermek gerekir. Ebû Eyyûb-i Ensârî (Radıyallâhü anh)'nin hadîsine . gelince; Bu hadîste beş vakit namaz ile Cuma namazının ve emaneti ödemenin fazileti anlatılarak, bunlara riâyet edildiği takdirde bunların, aralarında işlenen günahlara kefaret olduğu bildirilmiştir. Günahlardan maksad, kul hakkı ile ilgisi olmayan küçük günahlardır. Buna benzer hadîsler böyle yorumlanır. Hadîste geçen : «Emanetin edası» ile cünüblükten dolayı, yapılan guslün kasdedildiği, râvinin sorusu üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından açıklanmıştır. Sindi, cünüblükten dfljayi yapman, guslün, bir emâneti ödemek olarak sayılması ile ilgili olarak şöyle der : 'Emânet sahibi, emânete müstahak olduğu gibi, insan vücudu da, cünüp-lükten sonra gusle müstahak olur. Bu nedenle gusül, sahibine ödenmesi vacip olan emânetler cümlesinden sayılmış ve ona emânet denmiştir. 599) Ali bin Ebî Tâlib {Radıyallâhü anh)'âen : Şöyle söylemiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Cünüblükten guslederken, cesedinden bir kıl yerini terkedip yıkamayan kimseye cehennem ateşinden şöyle, şöyle azab verilir.» buyurmuştur. Ali (Radıyallâhü anh) : tşte bundan dolayı ben, kıllarıma karşı düşmanca davrandım, demiştir. Ve kıllarını traş ederdi." [89] İzahı Ahmed, Ebû Dâvûd, Dârimî ve Beyhaki de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Hadisteki (kıl yeri) tabiriyle, kılın deri içindeki kökü kasdedil-memiştir. Suyun oraya ulaşması vâcib değildir. Bu tâbirden maksad, cünüblükten gusledilirken, yıkanmayan en ufak bir yerdir. Hadîsin tehdid ile ilgili cümlesinde: «...Ona...» zamiriyle, bedeninden kuru bir yer bırakan kişi veyahut, kuru kalan yer kasdedilmiştir. Yâni ya adamın ta'zib edileceği veya kuru kalan yerin ta'zib edileceği haber veriliyor.A1i (Radıyallâhü anh: «Ben kıllarıma karşı düşmanca davrandım.» sözü ile şunu kasdeder: 'Bu tehdidi ve şiddetli azabı duyduğum için başımın saçlarına karşı düşmanca davrandım.'Hz.Ali (Radıyallâhü anh) derisinin ve kıllarının her tarafına suyun bulaşmaması endişesi ile saçını sık sık kısaltır veya usturayla kazıtırdı. [90] Hadisin Fıkıh Yönü 1 — Cünüblük guslünde bütün bedeni ve beden üzerindeki kılların hepsini suyla ıslatmak vaciptir. 2 — Bundan az bir parçayı bile terkeden kişinin guslü bâtıl olduğu için, Allah'ın dilediği sürece ateşte ta'zib edilir. Guslederken,bir yeri terkedip, pek ara vermeden orayı da yıkayan kimsenin gus-lü, âlimlerin ittifakı ile sahihtir. Ve bir azaba müstahak olmaz. Şayet guslederken ıslattığı uzuvlar mutedil bir havada kuruduktan bir süre sonra yıkamadığı yeri su ile ıslatırsa, Hanefi, Şafii ve Hanbe1i imamlarına göre gusül sahihtir. Çünkü bütün vücudu aralıksız yıkamayı şart koşmamıştır. Mâliki mezhebine göre, bu adamın bütün vücudunu yeniden yıkaması gerekir. Çünkü onlara göre bütün vücudu aralıksız yıkamak gerekir. 3 — Başı usturayla traş etmek veya saçı kısaltmak caizdir. [91] 107 — Rüyasında Erkeğin Gördüğünü Gören Kadın Hakkındaki Bâb 600) (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve &eHem)'in muhterem hanımlarından) Ümmü Seleme[92] (Radtyallâkü anhâyâsm rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir: (Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'ın annesi) Ümmü Süleym (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e giderek, rüyasında erkeğin gördüğü şeyi gören kadının durumunu O'na sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Evet. Kadın su (men!) gördüğü zaman gusletsin.» buyurdu. Bunun üzerine ben (soru sahibi Ümmü Süleym'e) [93]: Sen kadınları rezil ettin, kadın ihtilâm olur mu? dedim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) : «Elin topraklansın. ( = ayıp ediyorsun.) Kadının suyu yoksa hangi sebeple çocuğu kendisine benzer?» buyurdu.[94] İzahı Buharî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi de Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsini farklı lafızlarla rivayet etmişlerdir. Bütün rivayetlerde Ümmü Süleym (Radıyallâhü anhâ)'in, ihtilâm olan kadının hükmünü Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sorduğu ve verilen cevapta, meni gördüğü takdirde gusletmesinin gerekli olduğu belirtiliyor. Ümmü Süleym (Radıyallâhü anhâ) 'in sorusu ve verilen cevâbı rivayet eden Sahâbî, bâzı rivayetlerde Ü m m*ü Seleme (Radıyallâhü anhâ) olduğu gibi, diğer bir kısım rivayetlerde de Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dir. Bâzı rivayetlerde Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh), olayı anlatıyor. Nitekim 601 nolu hadîs böyledir. Keza bâzı rivayetlerde Ümmü Seleme (Radıyallâhü /ınhâ)'nin, diğer bir kısım rivayetlerde Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin Ümmü - Sü1eym (Radıyallâhü anhâ) 'ya itiraz ettiği bildirilmektedir. Bu nedenle Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu iki muhterem hanımının beraber itiraz etmiş olmaları muhtemeldir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, kadının su görmesi hâlinde gusletmesinin gerekliliğini bildirmesinden sonra böyle bir soruyu sorduğundan dolayı Ümmü Süleym (Radıyallâhü anhâ)'yi kınayan Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) veya Âişe (Radıyallâhü anh)'nin: «Kadın ihtilâm olur mu?- sorusu inkâr anlamını taşır.. Yâni böyle bir şey olmaz denmek isten-' mistir. El-Ir aki bu hususta şöyle der: 'Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in cevâbından sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevcesi, soru sahibine: «Kadın ihtilâm olmaz» demiştir. Bu söz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-iem)'in buyruğuna ters düşmez. Çünkü bir şeyin şer'î hükmünü anlatmak, onun bilfiil vuku' bulmasını gerektirmez. Nitekim fıkıh-çılar, hükümleri bilinsin diye, vuku' bulması aklen mümkün olan bir çok meseleyi anlatırlar. Halbuki hiç de vaki olmaz. Kadının ihtilâm olması aklen mümkün olmakla beraber bilfiil vuku bulmasını tahmin etmeyen muhterem annemiz, kadınları mahcup eden bu soruya gerek görmediği için soru sahibini yadırgamış ve böyle şey olmaz demiştir.» İbn-i Abdi'1-Berr ise şöyle der: 'Her kadının ihtilâm olmadığı hadisten anlaşılıyor. Çünkü her kadın bunu görseydi Âişe ve Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhümâ), bunu inkâr etmezlerdi. Bâzı erkekler de ihtilâm olmaz. Ancak kadınlarda ihtilâm olmamak oranı daha yüksektir.' Süyûtî de : 'Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevcelerinin bir özelliği mâhiyetinde olmak üzere ihtilâm olmaktan korunmuş olmaları muhtemeldir. Nasıl ki, Peygamberlar de ihtilâm olmazlar.' demiştir. Cümlesini terceme ederken : «Elin topraklansın.» diye mânâlandırdık ve parentez içi ifâdeyle: «Ayıp ediyorsun- d*yo yorumladık. Bu cümlenin asıl mânâsı, dediğimiz gibi: «Elin topraklansın.» olup, fakir olmaktan kinayedir. Yâni: «Fakir olasın» demektir. Lâkin araplar bu cümleyi asıl mânâsından başka mânâlarda kullanmayı itiyat hâline getirmişler ve bir beddua anlamını kasdet-mez olmuşlardır. Bu nedenle Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhive Sel-lem), muhterem zevcesine hitaben kullandığı bu cümle ile beddua kasdetmemiştir. Gaye, zevcesinin soruyu yadırgamasını red etmek ve bilâkis onu kınamaktır. Hadisin son kısmında çocuğun anasına benzemesinin nedeni olarak, onun menisi gösteriliyor. El Menhel yazarı benzer başlık altında açılan bâbta rivayet olunan bu hadîsin açıklamasını yaparken, çccuğun annesine benzemesini şöyle anlatır: «Buradaki benzemekten maksad bâzı vasıflarda çocuğun annesine ortak olmasıdır. Şöyle ki; Erkeğin suyu kadının suyuna galip geldiği zaman çocuk babaya benzer. Aksi halde anneye benzer. Eğer annenin suyu olmasaydı çocuk, asla ona benzemezdi. Müslim'in sahîh'inde : «Annenin suyu babanın suyuna üstün gelirse çocuk dayılarına benzer. Babanın suyu üstün geldiği zaman, çocuk amcalarına benzer. Çocuk annesine benzediği için dayılarına, babasına benzediği için amcalarına benzer.» [95] Hadîsin Fıkıh Yönü 1. Yararlı olan mes'eleyi sormaktan haya edilmemelidir. 2. Lüzumu hâlinde böyle soru soran kişi kinanmamalıdır. 3. Onu kınayan kişi, davranışından dolayı ayıplanmalıdır. 4. Kadın ihtilâm olup, su gördüğü zaman gusletmelidir. 5. Kadın, erkek gibi ihtilâm olabilir. Ve suyu vardır. 6. Çocuk, bazen babasına benzediği gibi bazen de annesine benzer. 601) Enes (bin Mâlik) (Radtyaltâhü anh/den rivayet edildiğine göre : Ümmü Süleym (Radıyallâhü anhâ), uykusunda erkeğin gördüğü şeyi gören kadının hükmünü, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e sormuş ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Kadın onu (ihtilâmı) rüyasında görüp meni çıkarırsa gusletmesi gerekir.» buyurmuştur. Bunun üzerine (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) : Yâ Resûlallah! Bu olur mu? diye sormuştur. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) O'na: «Evet (olur). Erkeğin suyu koyu beyazdır. Kadının suyu ince sarıdır. İki sudan hangisi önce gelir veya galip olursa, çocuk onun sahibine benzer.» buyurmuştur." 602) Havle bint-i Hakîm (RadtyaUâkü anhâydan rivayet edildiğine Rüyasında erkeğin gördüğü şeyi gören kadının hükmünü kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sormuş ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Su inzal etmedikçe erkeğe gusletmek gerekmediği gibi kadına da, su inzal etmedikçe gusletmek gerekmez.»" 'Ravl Ali bin Zeyd zayıf olduğu için, hadisin İsnadının zayıf olduğu Zevaid'de bildirilmiştir. Nesât, hadisin aslını rivayet etmiştir.' Nesel, Ahmed ve îbn-i Kbi Şaybe'nin bu hadisi rivayet ettiklerini beyan eden Miftahu'1-Hace yazan şöyle der: Süyûtl, El-Camiül-Kebir'de bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir. El-Hafız dâ PethÜ'l-Bari'de bu hadisi zütretmlş fakat üzerinde konuşmamıştır. Hadisin mânası üzerinde ittifak vardır. 601 nolu Enes (R.A.)'in hadisini Müslim de rivayet etmiştir. [96] 108 — Kadınların Cünüblükten Gusletmeleri Hakkında Gelen (Hadisler) Babı 603) Ümmü Seleme (Radtyallâhu anhâydan rivayet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e. Yâ BeSûlallahl Ben saçımın örgüsünü çok sıkı bağlayan bir kadınım. CünOblflk giö-lü için örgümü çözeyim mi? diye sordum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki : Başına üç avuç su atman, sonra vücuduna su dökmen kâfidir. Sen bununla temizlenirsin.» veya buyurdu ki t «İşte o zaman sen-temizlenmiş olursun.»" [97] İzahı Müslim. Nesâİ, Ebû Dâvûd, Beyhakİ ve Tirmizî de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.Tirmizi, hadîsinin hasen - sahih olduğunu söylemiştir. Ümmü Seleme, sıkı bağladığı peliklerini, cünüblük gus-lü için çözmek mecburiyetinde olup olmadığını sorunca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), üç avuç suyu basma dökmesinin kâfi geldiğini buyurmuştur. Pelikleri çözmenin gerekli olmadığı anlaşılıyor. Üç avuç suyu dökmek şartı kasdedilmemiştir. Gaye, suyun her tarafa ulaşmasıdır. Örgülü saçın iç kısımlarının ıslatılması için çoğu zaman, üç defa su dökmek gerektiği için, hadîste, «Üç defa» tâbiri kullanılmıştır. Bazen bir defa ile her taraf ıslatılabilir, bazen de üç defadan fazlaya ihtiyaç duyulur. Hattabi : 'Cünüp adamın suya daldığı veya bol suyu vücuduna döktüğü zaman, eliyle vücudunu ovalamasa bile guslünün sahih olduğu hadisten anlaşılıyor. Mâlik bin Enes hâriç bütün fıkıhçıların kavli budur. Mâlik bin Enes'e göre, kişi cünüblükten guslettiği zaman elini vücudunun her tarafına sürmedikçe gusül tam sayılmaz. Keza, kolunu veya ayağını suya taharet niyetiyle batırdığı zaman onu eliyle ovalamadıkça o uzvun tahareti yapılmış olmaz. Hattâbî, sözlerine devamla şöyle der: Bir avuç suyla başın her tarafı ıslatıldığı zaman bunun kâfi geldiği ve üç defa yıkamanın vâcib olmayıp, müstahab olduğu hadîsten anlaşılıyor' demiştir. EI-Menhel yazarı, bu konu için açılan bâbta rivayet olunan mezkûr hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der: : «Hadîs, kadının cünüblük guslünü yaparken pelikleri çözmek zorunda olmadığına delâlet eder. Bu hususta, âlimler arasında ihtilâf vardır: 1 — Hanefi âlimlerine göre; peliklerin dip kısmı ıslanırsa kadın, onu çözmek mecburiyetinde değildir. Fakat erkek, pelikleri-nin dip kısmına su ulaşsa bile, çözmek mecburiyetindedir. Erkek ile kadın arasındaki ayırımın hikmeti şudur: Pelikleri çözmek kadına güçtür. Saçlarını kesmesi de suçtur. Bunun için pelikleri çözmek yükümlülüğü kalkmıştır. Fakat erkek böyle değildir. Guslederken mutlaka pelikleri çözmek mecburiyetindedir. Çünkü güçlük yoktur. (Yâni saçını da kısaltabilir, peilklerini kesebilir.) Delilleri bu ve benzeri hadîslerdir. 2 — Şâfiîler'e göre; Pelik çözülmeden saçların her tarafına su ulaşırsa çözmek vacip değildir. Aksi takdirde vâcibtir. Bu hususta erkek ile kadın arasında bir fark yoktur. Aynı şekilde cü-nüplük, lahusalık ve aybaşı âdeti arasında bir fark yoktur. Delilleri ise; 597 - 598 nolu hadîslerdir. Bir de : Ümmü Seleme (Radı-yallahü anhâ)'nin saçları hafifti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), saçının her tarafına suyun ulaşacağını bildiği için peliklerini çözmesini emretmemiştir, derler. 3 — Mâliki' lere göre; Saç, kıvırcık olup, çok sıkı ise gu-sülde çözülmesi vaciptir. Abdestte vâcib değildir. Şayet üç veya daha fazla iple Örülmüş ise, sıkı olsun olmasın gusül ve abdestte çözülmesi vâcibtir. Eğer bir veya iki iple örülü olup, sıkı ise çözülür, aksi takdirde çözülmesi mecburi değildir. Bu hususta erkekle kadın arasında bir fark yoktur. Keza cünüplük guslü ile diğer gu-süller arasında bir fark yoktur. Onların delilleri de, Şâfii1er' in delil olarak gösterdikleri hadîslerdir. 4 — Hanbelî âlimlerine göre hayz ve nifas guslünde pelikleri çözmek vâcibtir. Cünüplük guslünde ise peliklerin dip kısmına su ulaşırsa peliği çözmek vâcib değildir. Bu ayırıma delil olarak da Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayızdan guslünü yapmak isteyen Âiş e (Radıyallâhü anhâ)'ya buyurduğu şu emri göstermişlerdir: «Başını (saçını) çöz ve tara.»Hanbelîler: Taramak, örgülü olmayan saçta mümkündür, demişlerdir. Fakat bu delil şöyle reddedilmiştir:Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsi hac mevsiminde idi.Umre için ihrama girmişti.Sonra Mekke'ye girmeden aybaşı âdetini gördü. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) O'na başınm peliklerini çözüp taramasını ve yıkanıp, hac için ihrama girmesini emretmişti.Âi şe (Radıyallâhü anhâ), hayzdan henüz temizlenmemişti.Bu nedenle, onun yaptığı gusül, hayzdan kesilme guslü değil, temizlik için yıkanmadır. Dolayısıyla Ümmü Seleme' nin hadîsine muarız olamaz.» [98] Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri 1 — Cünüplük guslünde kadın, peliklerini çözmeye mecbur değildir. 2 — Vücûdun her tarafının suyla ıslatılması kâfidir. Bu husustaki tafsilâtı ve pelikleri çözme hususunda âlimler arasındaki ihtilâfı yukarda verdik. 604) Ubeyd bin Umeyr [99] (Radtyallâkü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Aişe (Radıyallâhü anhâ), Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh) in, kendi yakını olan kadınlara guslettikleri zaman peliklerini çözmelerini emrettiğini duymuş ve : «Bu Îbn-İ Amr'e şaşarım. Kadınlara, guslettikleri zaman saçlarını traş etmelerini niye emretmiyor? Vallahi ben ve Resûlujlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kabtan guslederdik. Başıma Üç defa su dökmekten fazla bir şey yapmazdım.»" [100] İzahı Mİftahü'l-H&ce'nin beyânına göre bu hadisi Ahmed ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Hadîs kadınların gusûl için peliklerini çözmelerinin vâcib olmadığına delalet eder. Abdullah bin Amr'm pelikJeri çözme emrine gelince; O'nun, yakını olan hanımların saçlarının gür olup, çözülmeden ıslanmıyacagını bildiği için bu emri verdiği muhtemeldir. Yahut ÜmmüSelem'e ve Âişe (Radıyallâhü anhümâ)'nın hadisleri kendisine ulaşmadığı için, behemehal pelikleri çözmeyi vâcib görmüş olabilir. Bir de şu ihtimâl var: Müstahablık ve ihtiyat için bu emri vermiş olup, vâctb-liği görüşünde olduğu için değildir. [101] 109 — Durgun Suya Dalan Cünüb Gusletmiş Olur Mu? Babı 605) Hişam bin Zühre'nin mevtası Ebü's-Sâib (Radtyailâkü ankîim)'-den Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den şöyle dediğini işittim > Be-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki

«Her hangi biriniz cünüb İken, sakın durgun, suda yıkanmasın,» Ebü's-Sâib ı Yâ Ebâ Hüreyre! Adam nasıl yapacak? diye sordu. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) : O sudan alıp, yıkanacak, dedi. [102]


İzahı


Hadiste geçen cümlesi olumsuzluk veya yasak-

lık için olabilir. Olumsuzluk için ise «Gusledemez.», yasaklık için ise «gusletmesin.» demektir.

Sindi'nin dediğine göre El-Kâdı, El-Mesâbih şerhinde şöyle demiştir:«Gusletmeme hükmünün durgun suya bağlanması,cünüblük guslünde kullanılan suyun, durgun olduğu takdirde temizleyicilik vasfını yitirmiş olduğuna delâlet eder. Eğer temizleyicilik vasfı kalmış olsaydı durgunluk kaydı mânâsız olurdu.Temizleyicilik vasfı kalkınca ya Ebû Hanife' nin dediği gibi temizliği de kalmaz yâni o su pis sayılırdı.Ya da Şâfii' nin dediği gibi temizleyicilik vasfı gitmekle beraber temizdir. Yâni abdest. gu-sül ve necasetin giderilmesinde kullanılamaz. Fakat başka türlü kullanılabilen temiz bir sudur.»

Sindi bu nakli yaptıktan sonra: Bence nadîsteki yasaklama, şer'i veya tıbbi yönden mekruhluk içindir. Yâni durgun suda gusletmek dînen mekruhtur. Veyahut sağlık yönünden mekruhtur. Yasaklama, durgun su içinde gusül edile edile, onun renk, koku ve tad bakımından değişmesine yol açma endişesi için de olabilir. Durgun su miktarı belirtilmeden konmuş olan yasaklama, sözümüzü te'yid eder. Kadının dediği gibi olmuş olsaydı, o durgun suyun az su olması şartı koşulacaktı. Ki Hanefî mezhebine göre boyutları 10 zira'dan az olan; Şafiî mezhebine göre de iki kulleden az olan su, şer'an az sayılır. Hulâsa hadîste musta'mel su hakkınca, mezheblerden herhangi birisinin görüşüne delâlet yoktur.» demiştir.

Hadîs, Müs1im'in (Durgun Suda Gusletmeyi Yasaklama) babında rivayet edilmiştir.Nevevî, bu hadisi açıklarken aş&-ğıdaki malûmatı veriyor.-

«Ravi Ebü's-Sâi b'in adı bilinmiyor. Durgun suda gusletmenin hükümlerine gelince; Şafiî olan arkadaşlarımız ve başka âlimler demişler ki: 'Durgun su az olsun, çok olsun içinde gusletmek mekruhtur. Keza, akan kaynak suyu içinde gusletmek de mekruhtur.' Şafii rahmetli, El-Buveytî'de: 'Taşsın, taşmasın, cünübün kuyu içinde gusletmesi mekruhtur. Durgun suyun azı ve çoğu birdir. Ben, onda gusletmeyi mekruh görürüm,' demiştir. İşte

Şafiî imamının nassı budur. Keza arkadaşlarımız ve başka âlimler, ayni sözü söylemişlerdir. Anılan kerahet tahrim için değil, tenzih içindir. Mekruh olduğu halde kişi, durgun suda cünüblük gus-lünü yaptığı zaman su musta'mel (kullanılmış ve taharet için elverişli sayılmayan suya bu isim verilir) sayılır mı? Bu hususta arka-daşlanmızca bilinen şu tafsilât vardır: Eğer su iki külle (yaklaşık olarak 210 litre) veya daha çok ise, içinde bir kaç kişi ayrı ayrı zamanlarda gusletseler bile müsta'mele dönüşmez. Şayet su iki kulleden az ise, cünüb kişi gusle niyet etmeden içine dalar da, bütün vücûdu su içine gömüldükten sonra gusle niyet ederse cünüblüğü kalkmış olur. Su da musta'mel sayılır. Eğer vücûdunun bir kısmı, meselâ dizlerine kadar suya girdikten sonra ve henüz bütün vücûdu suyun içine gömülmeden Önce gusle niyet ederse su müsta'mele dönüşür. Su içinde bulunan uzuvlarının cünüblüğü âlimlerin ittifakıyla kalkar. Dışarda kalan vücudunu suya gömdüğü zaman Şafii mezhebinin sahih, meşhur ve fetva verilen kayle göre, o yerlerin cünüblüğü de kalkmış olur. Çünkü gusleden kişi, o sudan çıkmadıkça onun için musta'mel sayılmaz. Arkadaşlarımızdan Ebû Abdiİlah Eİ-Hıdri: Kişinin su dışında kalan uyuzlarının cünüblüğü artık o suyla kalkmaz, demiş ise de, doğrusu ilk görüştür. Yukarıdaki hüküm, vücûdunun bir kısmını suya daldırıp, gusle niyetlendikten sonra, sudan çıkmadan vücûdunun kalan kısmını da suya daldıran kimse içindir. Şayet vücûdunun bir kısmını daldırıp, gusle niyetlendikten sonra, su içinden çıkar da, sonra tekrar suya girip, kalan uzuvlarını daldınrsa âlimlerimizin ittifakıyla ikinci girişte yıkanan uzuvların cünüblüğü kalkmaz.

Şayet iki kulleden az su içine iki kişinin dalması mümkün olur da, ikisi daldıktan sonra beraber gusle niyet ederlerse, gusülleri sahih olur. Su da musta'mel sayılır. Eğer birisi diğerlerinden önce gusle niyet ederse, onun cünüplüğü kalkar. Su da arkadaşı için musta'mel sayılır. Dolayısıyla arkadaşın cünüblüğü kalkmaz. Mezhebin sahih ve meşhur kavli budur.»

Hanefi âlimlerinin görüşüne gelince; Onlara göre durgun su aslında temiz ise de, içinde cünüblük guslü yapıldıktan dolayı temizleyici olma vasfını kaybeder. Bunun için, içinde gusledilmesi yasaklanmıştır. Abdest veya gusülde kullanılan suya müsta'mel denilir. Hanefi âlimleri, suyun ne şekilde müsta'mel sayılacağı hakkında ihtilâf etmişlerdir. Ebû Yûsuf'a göre, hadesten taharette veya cünüblükten taharette veyahut ibâdet niyetiyle kullanılan su, müsta'mel sayılır. Ebû Hanîfe' den yapılan bir rivayet de böyledir. İmam Muhammed'e göre ibâdet niyetiyle kullanılan su müsta'mel sayılır.

Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'a göre müsta'mel su, pis sayılır. Hattâ Ebû Hanife' den bir rivayete göre necâset-i galize sayılır. Başka bir rivayete göre hafif necasetten sayılır. İmam Muhammed, İmam Şafii gibi müsta'mel suyu temiz saymış, ancak; temizleyici değildir, demiştir. Yâni tekrar abdest ve gusülde kullanılamaz. Fetva bu kavle göredir. [103]


110 — Su, Meniden Dolayı (Gerekir), Babı


606) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyatiâhü anh)'öen şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ensâr'dan bir adama uğramış ta kendisini çağırtmış. Adam da, başından su damladığı halde hemen çıkmıştır. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— Galiba sana acele ettirdik» buyurmuştur. Adam da ı

— Evet, Yâ BesûlaUahl diye cevap vermiş. Resulullah (Sallallahü hü Aleyhi ve Sellem) : .

— «Sana acele ettirilir (de meninin çıkmasına fırsat verilmez) tveya meninin çıkmasından tutulursan sana gusül gerekmez de ab-dest gerekir.» buyurmuştur. [104]


İzahı


Buharl ve Müslim de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Buradan ve Müs1im' de yapılan rivayetten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ensâr'dan olan zatın evine uğradığı ve onu çağırttığı anlaşılıyor. Müs1im'in bir rivayetinde uğranılan Ensârî' nin itban olduğu belirtilmiştir. Bazı rivayetlere göre uğranılan zatın adı Sa1ih' tir. Bu duruma göre olay iki yerde olmuştur.

Adamın, başından su damlaya damlaya huzura çıkması üzerine durumu sezen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her hangi bir nedenle meni çıkmazsa yalnız cinsî münasebette bulunulmakla cünüblük halinin olmıyacağım ve dolayısıyla gusle gerek olmayıp abdest almakla yetinileceğini bildirmiştir.»

Sindi, hadisin (608, 609, 610 ve 611 nolu) hadîslerle mensûh olduğuna Cumhurca hükmedildiğini, hattâ müteahhirin âlimlerinin bu nesih işinde icmâ' ettiklerinin söylendiğini nakleder.

Sahâbi ve tabiinden bir cemaat meni inmedikçe cinsi münasebetle gusül gerekmez, demiştir. Ebû Eyyub-i E n s â r i, Ebû Said-i Hudrî, tbn-i Meş'ûd, Sa'd bin Ebî Vakkas, Übeyy bin Kâ'b. Raf i' bin Hadic ye Zeyd bin Halid (Radıyallâhü anhüm) böyle demişlerdir. Tabiîlerden de Ata' bin Ebi Rabab, Ebî Seleme ve Süleyman E1-A' me 8 (Radıyallahü anhüm) böyle demişlerdir. Zahiriye mezhebine mensub âlimlerin görüşü de budur. Delilleri ise Ebû Said-i Hudri (Radıyallahü anh)'nin mezkûr hadîsi, Ebü Eyyub-i Ensâri (Radıyallahü anh)'nin (607 nolu) hadisi ve bunlara benzeyen Ebû Hü-reyre (Radıyallahü anh) ile Osman bin Affân (Radıyallahü anh)'dan rivayet edilen hadislerdir. Fakat bu hüküm. Hu-lafâ-i Râşidîn, Âişe, Abdullah bin Ömer, Abdullah İbn-i Abbâs, Abdullah bin Mes'ûd (Radıyallahü anhüm)'den ve diğer muhacirlerden rivayet olunan hadislerle mensuhtur. Bu duruma muttali' olan Osman bin Af-fân, Ali bin Ebi Tâlib, İbn-i Mes'ûd ve İbn-i Abbâs (Radıyallahü anhüm)'ün ilk fetvalarından rücu' ettikleri Ibn-i Hazm tarafından açıklanmıştır.Nevevî de: 'Sahâbîlerden bir cemaat meni inzal olmadıkça cima' ile gusül icab etmez, demişler ise de, bir kısmı bu fetvadan rücu' etmiş ve diğerlerden sonra, meni gelsin gelmesin cima' ile guslün icab ettiği hakkında icmâ1 olmuştur,' der.



607) Ebû Eyyûb (El-Ensârî) (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir: «Su, sudan dolayı gerekir.» [105]


İzahı


Bu hadisi Nesâi de Ebû Eyyûb (Radıyallahü anh)'-den; Müslim, Tirmizİ, Tahâvi ve Beyhakî de Ebû Said-i Hudri (Radıyallahü anh) 'den rivayet etmişlerdir.

Hadîsteki birinci 'Su, kelimesi ile gusül suyu, ikinci 'Su, kelimesi ile de meni kasdedilmiştir. Hadisin mânâsı şudur: «Gusül için su,meniden dolayı gerekir.»

Hadîs iki şekilde yorumlanmıştır: Birinci yorum: 'Cinsi münasebet yapıldığı zaman meni gelmezse gusül icab etmez. Meni gelince gusül gerekir.' Bu takdirde hadis îslâmiyetin ilk zamanlarındaki durumuna âit olup, sonradan buyurulan hadîslerle mensûh olmuştur. İkinci yorum şekli t bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'a aittir. O da şudur: Hadis mensuh değildir ve cinsî münasebetle ilgisi yoktur. Maksad: Rüyasında ihtilâm olan kimsenin menisi gelmedikçe, gusletmesi gerekmez. Tirmizi, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm bu yorumu yaptığını, kendisine intikal eden bir sened ile belirtmiştir.Nesâî de bu hadîsi 'Rüyasında İhtilâm Olup Meni Görmeyen Bâbı'nda rivayet etmekle tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m yorumuna işaret etmiştir. Bu yorum şekli, cima' hâlinde meni gelmese bile guslün gerektiğine dâir hadislerle bu hadîs arasında zahiren görülen çelişkiyi kaldırır. Fakat bu yorum şekli reddedilmiştir. Şöyle ki:

Bu hadîs ihtilâm hakkında değil, cima hakkında buyurulm ustur. Çünkü Müslim, kendi sahîh'inde, Ebû Saîd-i Hudri (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bu hadiste Ebû Said şöyle der:

«Bir pazartesi günü ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-leirü'in beraberinde Küba'ya doğru yola çıktım. Beni Selim kabilesinin bulunduğu yere vardığımız zaman Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), İtbân'ın kapısı önünde durarak ona seslendi. İtbân elbisesini (üzerine) çekerek çıktı. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Adama acele ettirdik» buyurdu. İtbân :

Yâ Resûlallah! Ne hüküm buyurursun; Adam karısı ile cimft* ederken ona acele ettirilir de meni İnfoirmefcse öttâ ne gerekir? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de :

«Su ancak su ( meni) den dolayı gerekir.» buyurdu.»

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'e bu hadis ulaşmadığından dolayı mezkûr yorumu yapmış olabilir. Eğer ulaşsaydı böyle tefsir etmezdi. Şöyle denebilir: Hadîs mensûh olsa bile ihtilâm bakımından hükmü geçerlidir. Çünkü ihtilâm hâlinde guslün gerekliliği hususunda meninin çıkması esastır. îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) bu yönden hadisin hükmünün geçerliliğini belirtmek istemiş olabilir. [106]



111— Sünnet Yerleri Birbirine Kavuştuğu Zaman Guslün Gerekliliği Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı


608) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m (mübarek) zevcesi Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âen, şöyle demiştir :

Sünnet yerleri birbirine kavuştuğu ( duhul olduğu) zaman gusül vâcib olmuş olur. Ben ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu yapmışız ve gusletmişizdir." [107]


İzahı


Mü'minlerin anası Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın, kardeşi Muhammed'in oğlu El-Kâsım (Radıyallâhü anh)'a beyân buyurduğu bu hadîs Tirmizî de rivayet etmiştir. O'nun rivayeti şöyle başlar:

«Sünnet yeri sünnet yerini geçtiği zaman...»

Bu rivayet daha sarihtir. Çünkü tenasül uzuvlarının dokunması ile gusül gerekmez. Ancak erkeğin tenasül uzvunun sünnet yeri içeri girerse o zaman gusül gerekir. 611 nolu hadiste de bu sarahat vardır. Tirmizi, Hz. Âişe (Radıyallâhü *nha) 'nin hadisini müteaddit senedlerle rivayet ederek hasen - sahih olduğunu belirtmiştir. Bu arada şunları da söyler: 'Bu hususta Ebû Hüreyre,Abdullah bin Amr ve Râfi' bin Hadic ten de rivayetler vardır. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Âişe (Radıyallâhü anhümâ) 'nin dâhil oldukları âlim sahâbîlerin ekserisi, Tabiîlerin fıkıhçıları ve onlardan sonra gelen Süfyân-ı Sevri, Şafiî, Ahmed ve İslı a k gibi fıkıhçılar: Sünnet yerleri birbirine kavuşunca (= erkeğin sünnet mahalli duhul edince) gusül gerekir, demişlerdir.»

Tuhfetü'I-Ahvezî yazarı da :Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâ) '-nın hadîsinin zahirine göre maksadı şudur: «Menî nazil olmasa bile duhul olunca gusül gerekir ve «Su ancak sudandır.» mealindeki hadis mensuhtur.», demiştir.

Sindî:Buradaki rivayete göre hadîs,Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâî üzerinde mevkuf ise de Müs1im' de ve başka kitablarda merfu olarak rivayet olunmuş sahih bir hadîstir. Merfû olmakla delil oluşu tamamlanır...' demiştir.



609) Übeyy bin Kâ'b (Radıyallâhü anh)den; Şöyle demiştir:

O hüküm (su, meniden dolayı gerekir hükmü) İslâmiyetin ilk zamanlarına âit bir ruhsat idi. Sonra, gusül etmekle emrolunduk." [108]


İzahı


Bu hadisi Beyhaki, Ahmed, Dârimi, Ebû Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir.Tirmizi' nin lafzı şöyledir: «Su, meniden dolayı gerekir, hükmü İslâmın başlangıcına mahsus bir ruhsat idi. Sonra bu ruhsat yasaklandı.» Ebû Dâ vûd'un rivayeti ise şöyledir: «Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), İslâmın ilk zamanlarında elbiselerin azlığı nedeniyle, su meniden dolayı gerekir, hükmünü halk için bir ruhsat kılmıştı. Sonra (menî gelmese bile, cima olunca) gusletmeyi emretti.Ve o ruhsatı yasakladı.»Tirmizi bu hadîsin hasen - sahih olduğunu ve ilim ehlinin ekserisinin bununla amel ettiğini söylemiştir.îbni Huzeyme ve İbn-i Hibbân da, bunun sahih olup hüccet olmaya elverişli olduğunu söylemişlerdir.

El-Menhel yazarı İksâl babında rivayet olunan bu hadîsi açıklarken aşağıdaki ma'lumatı veriyor:

«İslâmiyetin ilk zamanlarında müslümanlarm elbiseleri azdı. Sık sık ıslatılması, onun çabuk çürümesine sebebiyet verirdi. Müslümanların çok gusül yapmaları hâlinde onlara zarar dokunabilirdi. Bu nedenle menî gelmeden yapılan her duhûlün guslü icab ettirmesi müslümanlarm için güçlük ve sıkıntı olabilirdi. Bu nedenle kolaylık olsun diye müslümanlara bu ruhsat verildi. Sonra duhul ile gus-lün gerekliliği hükmü kondu. Hulâfâ-i Râşidîn, Sahâbîlerin cumhuru ile fıkıhçıların cumhuru, meni gelmese bile mutlak duhul ile guslün gerekliliğine hükmetmişlerdir.Nevevi, Müs1im’in şerhinde:Bilki menî gelmese bile cima ile guslün gerekliliği üzerinde ümmetin tümü içtimâ etmiştir. Sahâbîlerden bir grup : Meni gelmedikçe gusül icab etmez demişse de bilâhare bir kısmı bu fetvadan rucu' etmiş ve kalan kısımdan sonra, menî gelmese bile, sırf cima' ile guslün gerekliliği üzerinde icma' olmuştur. Cumhur, bu hususta vârid olan bir çok hadisi delil göstermişlerdir. Bunların bir kısmı bu bâbta geçen hadislerdir. (El-Menhel yazarı, EbûDâvüd'un süneninde rivayet olunmayan ve Cumhurun delîl gösterdiği Buhâri ve Müslim" deki bâzı hadisleri de nakleder. Bunlardan birisi kitabımızdaki 610 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsidir.) Cumhur, meni gelmedikçe gusül gerekmez diyenlerin gösterdikleri delillerin,Übeyy bin Kâ'b (Radıyallâhü anh)'in bu bâbtaki hadîsi (kitabımızdaki 609 nolu hadîsi kasdeder.) ve Tahavî'nin Yezid bin Ebî Habîb'-den rivayet ettiği Rufâa (Radıyallâhü anh) 'nın şu hadisiyle mensuh olduğunu söylemişlerdir:

Rufâa (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:Ben, Ömer bin El-Hattâb (Radıyallâhü anh)'in yanında oturuyordum. Aniden bir adam geierek :

Yâ Emîre'l-Mü'minin! Şu Zeyd bin Sabit, cünüblükten gusül hakkında kendi reyi ile halka fetva veriyor, dedi. Bunun üzerine Halîfe: Bana acele Zeyd'i getirin, dedi. Biraz sonra Zeyd geldi. Halife Zeyd (Radıyallâhü anh)'e x

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mescidinde senin kendi re'yinle cünüblükten gusül hakkında halka fetva verdiğin haberi bana ulaştı, dedi. Zeyd (Radıyallâhü anh) Ona :

— Yâ Enure'l-Mü'minin! Vallahi ben kendi re'yimle fetva vermedim. Lâkin amcalarımdan bir şey işitmiştim. Onunla hükmettim* diye cevap verdi. Halife ona:

— Hangi amcalarından? (Bunu işittin.) diye sordu. Zeyd :

— Übeyy bin Kâ'b, Ebû Eyyûb ve Rufaa bin Raf (Radiyallâhü anhüm)'den işittim, dedi. Bunun Üzerine Hz. Ömer (Radiyallahü anh), bana bakarak t Bu genç ne diyor? diye sordu. Ravi Rufaa bin Râfi dedi ki t Bu soru üzerine ben halîfe'ye :

— Biz, Resûlullah (Sallajlahü Aleyhi ve Sellem), zamanında hakikaten bunu yapardık, (meni gelmeden cima yapardık) Sonra gus-letmezdik, dedim. Halife :

— Siz, şu yaptığınızı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sordunuz mu? dedi. Ben :

— Hayır, dedim. Halife :

— O halde sahâbileri bana toplayın, dedi. Bunun üzerine toplanan halkı -Su, ancak meniden dolayı gerekir.» hükmünde ittifak ettiler. Yalnız Ali ve Muâz bin Cebel (Radiyallahü an-hümâ) tarafından gelen bilgi böyle değildir. Onlar; Sünnet yeri içeri girince gusül gerekir, dediler. Bunun üzerine râvi:

— Ey Müminlerin Emîri! Bu hususta Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emrini muhterem zevcelerinden daha iyi bilen hiç bir kimseyi bulamam, dedi. Bundan sonra Halîfe, Hz. Hafsa (Radiyallahü anhâ)) 'ya haber gönderip sordu. Hz- Hafsa (Radiyallahü anhâ) : Bu hususta bilgim yok diye cevab gönderdi. Sonra Halife, Hz. Âİşe (Radiyallahü anhâ)'ye haber gönderdi. Hz. Âişe (Radiyallahü anhâ) : Sünnet yeri, sünnet yerini geçince gusül vacib olmuş olur dedi. Bunun üzerine Halife hiddetlendi ve >Vallahi bir kimsenin böyle yapıp gusletmediği haberini alırsam, o'nu cezalandırırım, dedi.

Cumhurun delil olarak gösterdikleri hadislerden birisi de yine' Tahavî' nin Ubeydullahbin Adiyy bin E1 Hıyar (Radiyallahü anh)'dan rivayet ettiği hadîstir ki, bu ha> dîste de Rufaa' nın anlattığı olay zikredilmiştir.

Tahavi:İşte Halife Ömer (Radiyallahü anh), Re-sûi-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sahâbiterinin huzurunda halkı gusletmeye zorlamış, sahâbîlerden hiç kimse bu hükme karşı çıkmamıştır' der. [109]



Hadisten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri


1. Meni gelmese bile cima' üe gusül vâcibtir.

2. Guslün, yalnız meni gelmesine tahsisi îslâmiyetin ilk zamanlarına ait olup, sonradan neshedilmiştir.

3. Şer'I hükümlerin bir kısmı, diğer bir kısımla neshedilir.

4. Hadis, hadisle neshedilir.



610) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ün/r,)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki t

«Erkek, kadının dört şu'besi arasında oturup, duhul ederse, her ikisine gusül vacip olur.»" [110]


İzahı


Bu hadisi Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi, ayrıca Beyhaki, Darekutni ve Tahavi de az bir lafız farkıyla rivayet etmiş olup, mana bakımından hepsi, meni gelmese bile sırf duhul ile iki tarafa guslün vâcibliğini ifâde ederler. Hattâ Müslim'in bir rivayetinde : «Meniyi inzal etmese bile...» cümlesi de vardır.

Hadiste geçen «Şuab» kelimesi, «şu'be»nin çoğuludur. Şu'be aslında ağaç dalına denir. Hadîsteki «Şu'beler» kelimesi ile kadının kolları ve ayakları kasdedilmiştir. Erginlik çağına gelen taraflara gusletmek vâcibtir. Hadis, bir Önceki hadisi te'yid eder.



611) Amr bin Şuayb'ın dedesi (olan Abdullah bin Amr bin El-Asj (Radıyallâhü ankümyâen rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu demiştir:

-Sünnet yerleri birbirine kavuştuğu ve erkeğin sünnet mahalline kadar olan kısmı kaybolduğu zaman gusül vâcib olmuş olur.Râvi Haccâc bin Ertat zayıf olduğu için hadisin isnadının zayıf olduğu rivayet edilmiştir. Müslim ve başkaları, ayni hadisi başka senedlerle rivayet etmişlerdir. [111]



112 — İhtilâm Olup. Islaklık Görmeyenin Babı


6l2) Âişe (Radtyallâhü ankâyâan rivayet edildiğine göre: Resûİul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Biriniz uykusundan uyanır da ihtilâm olduğunu hatırlamadığı halde bir ıslaklık görürse gusletsin. İhtilâm olduğunu bilir de ıslak-hk görmediği zaman ona gusletmek gerekmez.»" [112]


İzahı


Hadîsin hükmünü belirtmeden önce şunu söyleyeyim :

Tenasül uzvundan çıkan sidikten başka üç çeşit su var. Bunlardan menii normal lezzetle ve tazyikle çıkar ıslak iken hamur kokusunu, kuruduktan sonra yumurta kokusunu vermekle tanınır.

Mezî ise az şehvet olduğu zaman çıkan ince, sarımtırak bir sudur. Bazen çıktığının farkına varılmaz da kilotun ıslanması ile çıktığı anlaşılır.

Vedî ise genellikle sidikten hemen sonra veya ağır bir yük kaldırıldığı zaman çıkan kalın, beyaz ve bulanık bir sudur.

Hadîs, Beyhakî, Tirmizi, Ahmed, Dârimi, Ibn-i Ebî Şeybe ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir. Ebû Dâvûd'un rivayeti şöyledir:

«Âişe (Radiyallâhü anhâ) demiştir ki: Islaklık bulup da ihtilâm olduğunu hatırlamayan adamın hükmü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'e soruldu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Adam gusleder (gusletsin)» buyurdu. Bu defa ihtilâm olup da, ıslaklık bulamayan adamın durumu soruldu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Ona gusül gerekmez.» cevâbını buyurdu. Ürnmü Süleym: Kadın bunu görebilir. Ona da gusül gerekir mi? diye sordu. Resûlullah

(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Kadınlar, erkeklerin kardeşleridir, (Huy, tabiat ve hükümlerde erkekler gibidir.) buyurdu."

El Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: «Hadîsin zahirine göre uykudan kalkan kişi, ıslaklık bulduğu takdirde, o ıslaklık ne olursa olsun, yâni meni, mezi ve vedi'den hangisi olursa olsun gusül gerekir. Ibn-i Abbâs, Şa'bi, İbn-i Cübeyr ve Nahâî böyle demişlerdir.Tirmizi: Sahabi ve Tabiilerden böyle söyleyen bir kişi değildir, demiştir.

Ebû îshak, Atâ ve Mücâhid: Islaklık, meni olduğu zaman gusledilir, demişlerdir. ;

Hanefî âlimlerine göre kişi ihtilâmı hatırlar ve ıslaklığın meni veya mezi olduğunu bilirse yâhutta meni midir, mezi midir, vedi midir? diye şüphe içinde kalırsa ona gusletmek gerekir. Şayet vedî olduğuna hükmederse, gusletmesi gerekmez. Eğer ihtilâm olduğunu hatırlamazsa durumuna bakılır. Şayet ıslaklığın vedi olduğuna inanırsa gusül gerekmez. Meni olduğuna inanırsa gusletmesi gerekir. Menî mi, mezi mi, vedî mi diye şüphe ederse Ebû H a -nîfe ve Muhammed'e göre yine gusletmesi gerekir.

Ebü Yûsuf: 'thtilâm olduğunu hatırlamadıkça ona gusletmek gerekmez. Asıl olan, kişinin cünüb olmamasıdır. Kesin bilgi olmadıkça gusül gerekmez.Kıyas da budur' demiştir.Ebû Hani-fe ve Muhammed (Rahimehumullah), ihtiyatlı davranmışlar.Çünkü uyuyan kişi gafildir. Meni, hava ile inceleşerek meziye benzeyebilir. Ihtiyatan gusletmesi gerekir, diye ictihad etmişlerdir.

Şafii âlimlerine gelince, uykudan uyanıp ıslaklık gören kişi, meni mi, mezi mi diye şüphe ederse, kanaatine göre hareket eder.Eğer meni olduğu ihtimalini seçerse gusleder. Mezi olduğu ihtimalini tercih ederse o yeri yıkar ve abdest alır.Tahkik budur ki; eğer meni olduğunu bilirse ihtilâmı hatırlasın hatırlamasın gusletmesi gerekir. Şayet ıslaklığın sidik, mezi veya vedi olduğuna inanırsa gusül gerekmez. Eğer menî mi, diğerleri mi, diye şüphe ederse ihtiyaten gusletmesi gerekir.

Mâ1iki1er'e göre: Uykudan uyanıp, elbisesinde veya bedeninde ıslaklık bulan kişi, menî olduğunu bilirse yahut, meni mi başka bir şey mi diye şüphe ederse gusletmesi vâcibtir. Şayet meniden başka bir şey olduğunu bilirse, yahut meni mi, mezi mi, vedl mi diye şüphe ederse gusletmesi gerekmez.

Hanbelîler'e göre; uyuyan veya bayılan kişi uyanıp da, elbisesinde veya vücûdunda bir ıslaklık görürse bakar; Eğer meni olduğu tahakkuk ederse, ihtilâm olduğunu hatırlamazsa bile gusletmesi yâcibtir. Islaklığı yıkaması gerekmez. Çünkü meni tâhirdir. Eğer mezî olduğu tahakkuk ederse, oraları yıkar ve ona gusül gerekmez. Şayet menî veya mezi olduğu tahakkuk etmezse ve uyumadan önce hanımıyla oynaşmak, şehvani şeyleri düşünmek veya üşütmek gibi bir şey geçirmemişse gusletmesi ve ıslaklığın dokunduğu yeri temizlemesi gerekir. Eğer uyumadan önce, anılan bir neden geçmiş ise gusül gerekmez. O yeri yıkamak gerekir. Çünkü zahire göre o ıslaklık mezîdir. Zira uyumadan önce bir sebebi görülmüştür. Eğer bu adam ihtilâm olduğunu hatırlarsa gusül gerekir. Çünkü, çıkan ıslaklık ihtilâm sebebine bağlanır. [113]


Hadisin Fıkıh Yönü


1 — Uykudan uyanınca bir ıslaklık bulunduğu takdirde, ihtilâm hatırlanmasa bile gusül gerekir. Bu husustaki tafsilât yukarıda geçti.

2 — Şer1! bir hükmü bilmeyen kişi sormalı, bundan çekinmemelidir.

3 — EbûDâvûd'un rivayetinde belirtildiği gibi erkek nasıl ihtilâm oluyorsa kadın da ihtilâm olabilir. [114]


113 — Guslederken Örtünmek Hakkında Gelen Hadisler Babı


613) Ebü's-Semh (Radtyallâhü onA)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e hizmet ederdim. Gusletmek istediği zaman t

Sırtım bana döndür.» buyurdu. Ben ensemi O'na döndürür ve elbiseyi gererek ona perde tutardım."



614) Abdullah bin Abdillah bin Nevfel (Radtyallâhü anh)'âen; şöyle söylemiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yolculukta nafile namazı kılıp kılmadığını sordum. Beni bu hususta haberdar edeni bulamadım. Nihayet Ebû Talib'in kızı Ümmü Hâni, (Radıyallâhü anhümâ) bana haber verdi ki Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'nin fethedil-digi yü, Mekke'yi teşriflerinde bir perdenin gerilmesini emretti. Ona perde gerildi de, guslünü yaptı. Sonra sekiz rekat namaz kıldı." [115]


İzahı


Bu hadisi Buhâri «Namaz, Taharet ve Edeb» kitablarmda muhtelif lafızlarla rivayet etmiş, Müslim de «Hayız ve Namaz» kitablannda;Tirmizî İsti zan kitabında;Nesâî de Taharet kitabında değişik râvilerden rivayet etmişlerdir. Ümmü Hâ-ni'in Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile ilgili olarak beyan ettiği bilgiler kısmı, anılan rivayetlerde mevcuttur.Ibn-i Hâni' in râvisi cilan Abd ullah'ın yaptığı soruşturma kısmı, rivayetlerin çoğunda yoktur. MüsIim'in bir rivayetinde Ümmü Hâni (Radıyallâhü anh) 'in şöyle dediği Ebû Mûrre'den rivayet edilmiştir:

«Mekke'nin fethedildiği sene Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); Mekke'nin yukarısında bulunduğu bir sırada Ümmü Hâni' O'nun yanma varmış, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yıkanmaya kalkmış; kızı Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) da On a perde tutmuş, sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) elbisesini alarak ona sarınmış, sonra sekiz rek'at kuşluk namazını kılmıştır.»Nevevi, bu hadisi açıklarken şöyle der: 'Arada bir perde olduğu zaman kişinin, mahremi sayılan kadının bulunduğu yerde guslünü yapmasının caiz olduğu bu hadîsten anlaşılıyor. Hadîs, kuşluk namazının sekiz rek'at olduğuna da delâlet eder. Bâzı rivayetlerde kuşluk namazı kaydı olmadığı için, bir kısım insanlar, Mekke fethi nedeniyle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sekiz rek'at namaz kıldığını sanmışlardır. Bu kayıt, bu husustaki şüpheleri bertaraf eder. Âlimler, bu hadise dayanarak sekiz rekât kuşluk namazının varlığını ispat etmişlerdir.»



615) Abdullah bin Mes'ûd (Radtyallâhü ank)'den: Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki : «Sakın her hangi biriniz çölde ve vücudunu Örtmeyen bir dam üzerinde gusletmesin. Çünkü şüphesiz o, kimseyi görmese bile kendisi muhakkak görülebilir.[116]


114 — Abdesti Dar Olanın Namaz Kılmasından Nehiy Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı


616) Abdullah bin Erkam [117](Radtyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu kî: «Biriniz abdest bozmak istediği ve namaz kılmak vakti de geldiği zaman, önce abdestini bozsun.» [118]


İzahı


E1-Hâkim , hadisi rivayet ederek Buhâri ve Müslim'in şartı üzerine sahih olduğunu söylemiştir.Mâlik ve Nesâî de meâlen şöyle rivayet etmişlerdir:

«Abdullah bin Erkâm arkadaşlarına namaz kıldırırdı.Birgün namaza durma zamanı oldu da kendisi abdest bozmaya gitti.Sonra döndü ve i Ben Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim. Buyurdu ki t «Biriniz dışarı çıkma ihtiyacı duyduğu zaman namazdan önce onu yapsın.»"

Ahraed, Şafiî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibban ve Ebû Dâvûd da hadisi rivayet etmişlerdir.Ebû Dâvûd'un rivayetinde beyân edildiğine göre :Abdullah bin Erkâm Hac veya Umre yapmak üzere yola çıkmış ve be-râberiridekilere namaz kıldırıyormuş. Bir gün sabah namazına ikâmet getirdikten sonra arkadaşlarına hitaben: Biriniz öne geçsin, diyerek kendisi helaya gitti. Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Ateyhi ve Sellem)'in buyurduğu hadîsi rivayet etti.'

Bu babın başlığında ve 617 ile 618. hadîslerde geçen «Hâkin» kelimesi küçük abdestini tutan ve sıkışana denir. Büyük abdestini tutana «Hâkıb» denir. Burada kullanılan hâkin kelimesi, büyük abdestini tutan adama ve küçük abdestini tutan adama şümullü olarak kullanılmıştır.

Küçük veya büyük abdestini tutarak sıkışan adamın bu haliyle kıldığı namaz hususunda fıkıhçılar arasında değişik görüşler beyân edilmiştir. Hadis-i şeriflere göre böyle bir kişi, önce abdestini bozup, rahata kavuşmalı, kendisini meşgul eden gaileden kurtulduktan sonra kalb huzuru ile namaza durmalıdır. Çünkü sıkışık vaziyette na-< maza başlarsa kalbi meşguliyetinden ve huşu eksikliğinden dolayı fe-rağatla ibâdete yönelemez. Hanefi, Şafii ve Hanbeli âlimlerine göre; bu adam, namazın farzlarından bir şey eksik yapmazsa namaz sahihtir, lâdesi gerekmez. Ancak kerahet işlemiş olur. İmâm Tahâvî: 'Namaza duran adamın kalbi dünyaya âit her hangi bir şey ile meşgul olsaydı, kıldığı namazı iade etmesi müs-tahab olmazdı. Abdestin sıkışması da dünyevi meşguliyete benzer. Ebû Ömer demiş ki: Bu bâbta en güzel şey, Abdullah bin Erkâm (Radıyallâhü anh)'ın bu hadîsi ile Âişe Radı-yallâhü anhl'den rivayet olunan şu mealdeki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in hadisidir: «Her hangi biriniz yemek hazır İken veya küçük, büyük abdest kendisini sıkıştırmışken namaza durmasın.» Âlimler, yemek hazır iken kişi namazını tam kıldığı takdirde sahih olduğuna icmâ' etmişlerdir. Abdesti sıkışan- kişi de böyledir. Ama bu haliyle namaza durması mekruhtur.Namazını eksiksiz ki İsa bile iyi bir şey yapmış olmaz.» demiştir. Şafiî mezhebine âit El-Mİnhâc kitabında Nevevi, Hakin ve Hâkıb'ın namazının mekruh olduğunu bildirmiştir. Hanbeli mezhebine âit El-Kınâ' kitabında da aynı şey bildiriliyor. Mâliki mezhebine göre; küçük veya büyük abdesti dar olan kişinin, kıldığı namazı iade etmesi gerekir. Bu mes'ele hakkında tafsilât var. E1-Bâci, El-Muvatta'ın şerhinde bu tafsilâtla ilgili olarak şöyle der: «Abdesti dar olan kişi, sıkıştığından dolayı namazı bir an önce bitirmek için acele eder ve fikren bununla meşgul olduğu halde namazdan çıkmayıp, devam ederse, kıldığı o namazı iade etmesi gerekir. Mâlik: Vakit içinde olsun, vakit çıktıktan sonra olsun, o şekilde kılınan namazın iade edilmesi arzulanır, demiştir. Bizim delilimiz mezkûr hadistir. Çünkü hadîs, önce abdest bozmayı emreder. Bu emir namazı öne almayı yasaklar. Yasaklama, yasaklanmış olan şeyin yapıldığında, bozulmasını gerektirir. Sıkışık halde kılınan namaz yasaklanmış olduğuna göre, kıhnsa bile geçerli değildir. Mânâ yönüne gelince, namaza duran kişinin, devamlı surette abdestini tutması, amel-i kesir (çok hareket) sayılır. Namazın devamına mâni teşkil eder. Diğer ameli kesirler, namazı bozduğu gibi bunun da bozması gerekir. Şöyle ki: Namaz içinde ağır bir şeyi taşıyan kimse, nasıl kendisini zorluyorsa abdesti sıkışan adam da bacaklarını bitiştirir ve devamlı sıkıştırır. Bizim arkadaşlarımız, abdest daralmasını üç kısma ayırmışlardır: 1 — Hafif daralma. Bu halde namaza durulur. Namaz içinde belirirse, bundan dolayı namaz kesilmez. 2 — Orta derecede duyulan tutma ihtiyacı nedeniyle kişi bacaklarını birbirine yapıştırır. Bu halde namaza durulmamahdır. Durulduktan sonra görülürse, namaz kesilmelidir. Eğer bu halde namaza devam edilirse namaz sahihtir. Henüz vakit çıkmadan iade edilmesi müstahabtır. 3 — Abdest daralması, kişiyi meşgul ederek bir an önce namazı bitirmek için acele ettirirse namaz Kesilmelidir. Kesmeyip devam ederse, vakit içinde iade etmesi gerekir. Zamanında iade etmese bile vakit çıktıktan sonra iade etmesi gerekir.» Tabii bu kerahet hükmü, namaz vaktinin geniş olması hâline aittir. Namaz vakti dar ise abdest tazelemeden ve yemek yemeden namaz kılmak vâcibdir. 617) Ebû Ümâme (Radtyallâhü anh)'âen: şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adamın abdesti dar iken namaz kılmasını yasaklamıştır.[119] 6l8) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh) :Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Her hangi biriniz dışarı çıkma ihtiyacını duyarken sakın namaza durmasın.[120] 619) Sevbân (Radtyallâhü anh)'den:Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Abdesti dar olan hiç bir müslüman abdestini (tazelemekle* hafif letmedikçe namaza durmasın.-" [121] İzahı Sevban (Radıyailâhü anh)'ın bu hadîsini Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.Ebû Da-vûd'un rivayetine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: Üç şey vardır ki, onları yapmak hiç kimse için helâl değildir.Namazda yalnız kendisine duâ edip, cemaatı duasına katmayan kişi, onlara namaz kıldırmasın. Eğer böyle yaparsa, onlara hıyanet etmiş olur. Bir eve girmek için izin istemeden evin içine bakmasın. Eğer bakarsa, izinsiz eve girmiş sayılır. Abdesti dar olan kişi, abdestinl (bozup) hafifi etmedikçe namaza durmasın.» Ibn-i Mâceh te, hadîsin birinci cümlesini namaz kitabında şu lafızla rivayet etmiştir: «Namazda yalnız şahsına duâ edip cemaatı duasına katmayan kul namaz kıldırmasın.» Namaz içindeki duaların bir kısmında çoğul zamiri vârid olmuştur. Örneğin Kunut duası böyledir. Bir kısmı tekil zamiri ile vârid olmuştur. Rükû' ve secde teşbihleri gibi. Çoğul zamiri ile vârid olup, bütün cemaatı kapsayan duayı yaparken, imam çoğul zamiri yerine, mütekellime âit tekil zamirini kullanacak olursa, bütün cemâate şümullü olan bir duayı kendi şahsına tahsis etmiş ve cemâati bundan mahrum etmiş olur. [122] 115 — Kanı Devamlı Gelen Ve Daha Önce Aybaşı Âdetlerinin Günlerini Hesaplayabilen Müstahâza Kadın Hakkında Gelen Hadîsler Babı Bu bâbta gelen hadislerin terceme ve izahına geçmeden önce müstahâza kadın hakkında özlü bilgi vermeyi lüzumlu görüyorum. «İstihâza Aybaşı âdeti ve lohusalık zamanı dışında, rahmindeki azil adı verilen damardan gelen kandır. «Müstahâza» : Bu kam gören kadına müstahâza denir. [123] Mezheblere Göre Aybaşı Âdeti Süresi 1 — Hanefi mezhebine göre, aybaşı âdeti süresinin" en azı üç gün, en çoğu da 10 gündür. 2 — Şafii ve Hanbeli mezheblerine göre, aybaşı âdetinin en azı 24 saat ve en çoğu onbeş gündür. 3 — Mâliki mezhebine göre aybaşı âdetinin en az süresi için, ibadet bakımından bir sınır yoktur. Iddet ve istibra itibariyle bir gün veya günün bir kısmıdır. Bu âdetin en çoğu onbeş gündür. Lohusalık hâli hâriç, yukarıda belirtilen süreler dışında kadının rahminden gelen kan, fıkıhta belirtilen şartlar tahakkuk ettiği takdirde istihâze kanı sayılır. [124] Müstahâzanin Mezheblere Göre Aybaşı Âdeti Süresi 1 — Hanefi mezhebine göre: Müstahâze yeni kan görmeye başlamış ohıp, kanı devamlı gelirse onun aybaşı âdeti 10 gün kabul edilir. Onbirinci gününden ay sonuna kadar geçen yirmi gün nüstahâza sayılır. Bu hesaplama her ay devam eder. Lohusalık süresi kırk gün sayılır. Kırkbirinci gününden altmışıncı gününe kadar geçen yirmi gün müstahâza sayılır. İki ay hitamından itibaren her ilk on gün hayz v« onu takip eden yirmi gün istihâza sayılır. Kadın mu'tade ise yani; daha önce belirli bir âdeti var iken, meselâ ayın birinden itibaren beş gün kan görüp, yirmibeş gün temiz iken, bu âdeti bozulup, devamlı kan görürse ve eski âdetini unutmamış ise, onun hayz ve istihâza süreleri eski âdetine döndürülür. Yâni bütün ay kan görmesine rağmen eski âdeti veçhile Her ayın; meselâ ilk beş günü hayz ve ondan sonraki yirmibeş günü istihâza sayılır. Kadın mütehayyire ise yani, eski âdetini unutmuş ise, onun durumunu ve hükümlerini öğrenmek isteyenler fıkıh kitablanna müracaat etsinler. 2 — Şafii mezhebine göre, müstehâza kadın, yeni kan görmeye başlamış ise, kuvvetli kam zayıf kandan ayîrabih'yorsl& ölria mümeyyize denilir. Kuvvetli kanı yirmi dört saatten az olmayıp, rlS: günden de fazla değil ise ve zayıf kan 15 günden az değil ise onun gördüğü kuvvetli kan Hayz sayılır. Zayıf kan istihâza olur. Şayet kuvvet ve zayıflık bakımından kanda bir fark görmüyorsa veya* kuvvetli kan yirmidört saatten az veya onbeş günden çok ise y&ftbf da zayıf kan, onbeş günden az ise, kadın gayri mümeyyize sayılır/ Hayzı bir gün kabul edilir. Ayın yirmi dokuz günü istihâza sayılır. Şayet kadının eski bir âdeti olup, bunu zaman ve süre bakımından hatırlıyorsa; meselâ, eskiden her ayın ilk yedi günü kan pprüp, yirmi üç gün temiz iken bu âdeti bozulmuş, bütün ay kan görüyorsa durumuna bakılır. Eğer mümeyyiz ise, yâni kanı kuvvetli ve zayıf olarak iki çeşit görürse, kuvvetli kan hayz sayılır, zayıfı istihâza olur. Eğer mümeyyize değil ise onun hayz ve istihâzesi eski âdetine göre hesaplanır. Eğer eski âdetini de hatırlamıyorsa ona mütehayyire (şaşkın) denir. Hükümleri için fıkıh kitaplarına müracaat edilsin. 3 — Mâliki mezhebine göre, kadın gelen kanın hayz kanı olduğunu koku, renk, katılık gibi belirtilerle tanırsa o kan hayz sayılır. Şu şartla ki-, o kanı görmeden önce onbeş gün temiz kalması gerekir. Şayet onbeş gün temiz kalmamışsa veya gelen kanın hayz kanı olduğunu her hangi bir belirtiyle bilemezse kadın müstahâze sayılır. Hayatı boyunca kan devam ederse hep müstahâze sayılır.Mümeyyize (her hangi bir belirtiyle hayz kanını tanıyan) kadın, normal hayz âdetini bitirdikten sonra üç gün «îstithâr» yapmaz. Âdeti biter bitmez temizlenmiş sayılır. Fakat hayz olarak tanıdığı kan devam ederse âdeti bittikten sonra üç gün istithâr eder. îstithâr, kadının hayz süresi bittikten sonra, üç gür.3 kadar her gün yıkanmasıdır. 4 — Hanbeli mezhebine göre müstehâza kadın, mu'tade ise, yâni eski bir âdeti var ise kânı kuvvetli ve zayıf olarak görse bile hayz süresi eski âdetine göre hesaplanır. Meselâ her ayın ilk dört günü kan görüp, yirmialtı gün temiz kalan kadın, bu kere bütün ay kan görmeye başlar, ayın ilk iki günü simsiyah, ondan sonra iki gün kırmızı renkte ondan sonra da yirmialtı gün sarı kan görürse, eski âdetine bakarak, ayın ilk dört günü fetyz sayılır. Yirmialtı gün istihâza sayılır. Şayet kadın yeni kan görmeye başlamış ise ya mümeyyizedir, ya değildir. Eğer mümeyyize ise, temyizine göre hayzı hesaplanır. Ancak kuvvetli gördüğü kanın yirmidört saatten eksik ve on-beş günden çok olmaması şarttır. Eğer mümeyyize değilse, yani kanı hep aynı renkte görse veya kuvvetli kanı bir günden az veya on^eş günden fazla görse, onun hayzi bir gün bir gecedir. Sonra gusleder ve temiz kadınların yaptığı her şeyi yapar. Birinci, ikinci, üçüncü ay böyle hesaplanır. Dördüncü ay da genel hayz âdetine uyarak altı veya yedi günü hayız sayacaktır. Hayız süresinin altı veya yedi gün oluşunda kendisinin araştırması ve kanaati esastır. Aym kalan süresi istihâza sayılır. 620) Urve bin Zübeyr (Radtyallâkü anhümâ)'da.n rivayet edildiğine göre Fâtime bint Ebî Hubeyş (Radtyallâhü anhâ) O'na şunu anlatmıştır: Fâtime, Resulü İlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelerek kandan* şikâyet etmiştir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) : «Bu (hayız değil), bir damar (dan gelen kan) dır. Bunun için sen bak, mu'tad hayızm zamanı gelince namaz kılma. Senin hay izin zamanı geçince guslet, sonra iki hayız arasındaki sürece namaz kıl,» buyurdu." [125] İzahı Bu hadisi Nesâî, Beyhaki ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. îbn-i Hazm'ın dediğine göre: 'Urve bin Zübeyr, Fâtime bint Ebî Hubeyş'in zamanına ulaşmış olup, bu olayı kendisinden ve ayrıca Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ)'dan işitmiş olabilir.' Bu duruma göre senedde bir inkıta1 yoktur. Hadisin mânâsına gelince; Fâtime (Radıyallâhü anhâ)'nin, âdet dışı devam eden kanın dinmemesi üzerine hâlini Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arzederek, bu haliyle namaz durumunu sorduğu, verilen cevaptan ve bundan sonra gelen hadîsten anlaşılıyor. Buradaki rivayette Fâtime (Radıyallâhü anhâ) 'nfri şahsen Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sorduğuna veya birisinin aracılığıyla sordurduğuna dâir bir serahat yoktur.Beyhaki, Darekutni ve Ebû Dâvûd'un bir rivayetine göre Fâtime (Radıyallâhü anhâ) Peygamber'in zevcesi Meymûne'nin kardeşi olan Esma (Radıyallâhü anhâî aracılığıyla bu durumu Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sordurmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu kanın hayız kanı olmayıp bir hastalık kanı olduğunu bildirerek, hayız zamanı geldiğinde namazı bırakmasını ve hayız süresi bitince guslederek namaza başlamasını emretmiştir. Hadiste geçen «Kar'» kelimesi hayz müddeti anlamında kullanılmıştır.Bazen iki hayız arasındaki temizlik süresi anlamında kullanılır. El-Menhel yazan «İstihâza» babında rivayet olunan bu hadis bahsinde :Ömer bin E1-Hattâb (Radıyallâhü anh) :Kar* kelimesinin mânâsı hayız süresidir, demiştir.Ebû Hanîfe ve Mâlik de kelimeyi böyle yorumlamışlardır.Bu hadiste, kelime bu mânâda kullanıldığı için hadis, onların hüccetidir.Hattâbi: «Kar'»ın hakiki mânâsı hayız veya temizlik hâlinin döndüğü zamanıdır.Bu nedenle hayız hâlinde «Kar'» denildiği gibi, temizlik hâline de «Kar1» denilmiştir. Burada hayız mânâsı kasdedümiştir, demiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), iki hayız zamanı arasında geçen sürenin temizlik süresi gibi kabul edileceğine işaretle, Fâtime (Radiyallâhü anhâ) 'nin namaz kılmasını emretmiştir.Fâtime (Radıyallâhü anhâ)'nin devamlı kan görmeden önce bir aybaşı âdetinin bulunduğu ve kendisinin bu âdeti hatırladığı, hadisin cevap kısmından anlaşılıyor.» Eski âdeti bulunan müstehâza kadına, mu'tâde denir.Mu'tâde iken âdeti bozularak devamlı kan gören kadının hayız günlerinin hesaplanmasında, âlimler arasında ihtilâf vardır.Hanefî âlimler ve Ahmed bin Hanbe1'e göre mu'tâde kadın eski âdetini hatırlıyorsa, gördüğü kanın kuvvetliliğine ve zayıflığına, yani siyah, kırmızı, sarı ve bulanık renkleri arasında bir ayırım yapılmadan eski âdeti dikkate alınacak ve hayız günleri ona göre hesaplanacaktır. Meselâ her ayın ilk beş günü hayız gören kadının âdeti değişerek bütün ay kan görmeye başlayınca, kanın koyuluğuna ve açıklığına ve diğer vasıflarına bakılmaksızın eski âdetine göre her ayın ilk beş günü hayız sayılır. Ondan sonra 25 gün istihâza sayılır. Bu görüşü savunan âlimler bu hadîsi delil göstermişlerdir. Çünkü bu hadîste Fâtime (Radıyallâhü anhâ)'nin, hayız müddetine bakması bu müddet gelince namazını bırakması ve müddet bitiminde guslünü yaparak ikinci bir hayız zamanı gelinceye kadar namazına devam etmesi emredilmiştir. Hanefi âlimleri ve Ahmed bin Hanbel'in meşhur kavli budur. 621) Aişe (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Fâtime binti Ebî Hubeyş, Resûlullah CSallallahü Aleyhi ve Sel-lem) 'e gelerek» Yâ Resûlallah! Ben müstehâza bir kadınım. Kandan temizlenemiyorum. Namazı terk edeyim mi? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Hayır! O ancak bir damar kanıdır, hayz değildir. Hayz geldiği zaman namazı bırak ve hayz gittiği zaman kanını yıka ve namaz kıl.» Bu Veki (Radıyallâhü anh)'in hadisidir." [126] İzahı Bu hadisi Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi rivayet etmişlerdir, El-Menhel yazarı, bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der: «Fâtime bint Ebî Hubeyş (Radıyallâhü anhaTin Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) aracılığıyla bu soruyu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e intikal ettirdiği bazı rivayetlerde belirtilmiştir. Başka bir rivayete göre Meymûne, (Radıyallâhü anhâ)'nin kardeşi olan Esma (Radıyallâhü anhâ), bu soruda aracılık etmiştir. Buradaki hadîsin zahirine göre Fâtime (Radıyallâhü anhâ) şahsen Peygamber (SallaHahüv Aleyhi ve Sellem)'e sormuştur. Rivayetler arasında bir ihtilâf yoktur. Çün:, kü sorunun tekerrür etmesi muhtemeldir. Şöyle de denilebilir: Fâtime (Radıyallâhü anhâ), sordurmuştur. Râvi, aracıyı zikretmemiştir. Hadîsin: «Hayız geldiği zaman...» ve: «Hayız gittiği zaman...» ifâdeleri iki şekilde yorumlanabilir: 1 — 'Senin hayız günlerin geldiği ...ve gittiği zaman...' buna göre eski âdete göre hayız günleri hesaplanacaktır. Hanefi âlimlerinin ve Ahmed bin Hanbel'in meşhur görüşü budur. 2 — 'Hayzın belirtisi olan koyu renkli kan geldiği...ve bu kan bitip hayzın bitim belirtisi olan açık renkli kan gelmeye başladığı...' Bu takdirde hayız günlerinin hesaplanması, kanın kuvvet ve zaafına dayanır.Şafii âlimleri ile Mâlik'in görüşü budur. Yukarıda belirtildiği gibi hayız âdetinin başlangıç ve bitimi, eski âdete göre hesaplanabildiği gibi, kanın kuvvet ve zaaf vasfına göre de hesaplanabilir. Bu nedenle hadis, mu'tâde kadının hayız hesaplaması, âdete göredir, diyen âlimlerin, veya; âdete göre değil de temyize (kanın rengini ayırabilmek) göredir, diyen âlimlerin görücüne müsaittir. (îki taraftan birisinin görüşünü te'yid eder durumda görülmemektedir.) Hadisin: «Hayız gittiği zaman kanını yıka...» fıkrası ile kadının gusletmesi ve kanlı yerini yıkaması kasdedilmiştir.Nitekim Buhâri'nin bir rivayetinde «Sonra guslet ve namaz kıi.» buyurulmuş, kanlı yerin yıkanması zikredilmemiştir. Bu ihtilâf Hişam'm arkadaşları arasındadır. Onların bir kısmı, kanı yıkamayı zikretmiş, gusletmeyi zikretmemiştir. Diğer bir kısmı gusletmeyi anlatmış, kanı yıkamayı zikretmemiştir. Hepsi sıkadır. Hadisleri Buhârİ ve Müslim'de bulunur. Bu nedenle gerek kanı yıkama ve gerekse gusletme gereği açık olduğu için, iki gurup rivayetlerinde kısaltma yapmıştır, diye yorum yapılır. [127] Hayızın Kesilmesinin Alâmeti İmam Ebû Hanife ve arkadaşlarının görüşüne göre müstahâza kadının hayız süresinin bitimine alâmet, onun eski âdeti ve zamanıdır. Âdetini unuttuğu takdirde, araştırma yapacak, kuvvetli sanısına göre hareket edecektir. Şayet, kuvvetli bir kanaati yoksa bildiği günlerin en azıyla amel eder. İmam Şafii ve arkadaşlarına göre hayızın bitimi eski âdete göre değil, kanının renk değişikliğine göre tesbit edilir.Siyah kan kırmızıdan kuvvetlidir. Kırmızı kan, Sarı kandan; sarı kan da bulanık kandan kuvvetlidir. Müstahâza kadının kuvvetli kanı, hayız sayılır. Zayıfı da istihâza kabul edilir. Kanını kuvvetli ve zayıf gören kadına mümeyyize denir. Temyizin geçerliliği için üç şart vardır: 1 — Kuvveli kan onbeş günden fazla devam etmiyecek. 2 — Kuvvetli kan yirmidört saatten az olmayacak ki, hayız sa-yılabilsin. 3 — Zayıf kan, onbeş günden az olmayacak. Tâ ki, iki hayız arasında bir temizlik süresi sayılabilsin. Mâlik ve Ahmed'in de bununla hükmettikleri E1-Ayni tarafından ifâde edilmiştir.E1-Ayni daha sonra:Bu şartlara uygun olarak görülen kuvvetli kan kesilip, zayıf kan gelmeye başlayınca ve böylece hayız zamanı bitince kadının derhal guslü-nü yapıp namaza başlaması vâcibtir. Bundan sonra, namaz veya orucu terketmesi caiz değildir. Müstanâ ulan bu kadının hükmü temiz olan kadının hükmü gibidir. îstithâre (hayız bitiminden itibaren, üç güne kadar gusletmek) lüzum yoktur. Şafii' nin hükmü budur. Mâlik' ten üç rivayet vardır : 1 — Hayız bitiminden itibaren üç gün istithâr yapacak, ondan sonra istihâza başlamış olur. 2 — Kuvvetli kan kesilip, yerine zayıf kan gelmeye başlasa bile kadın, onbeş güne kadar namaz kılmayacak, çünkü hayızın en çok süresi onbeş gündür. 3 — Mezhebimizde olduğu gibidir; demiştir.E1-Ayni' nin dediğine göre hayızın en az müddeti,İmam-ı Mâ1ik' in mezhebinde yirmidört saattir.Halbuki meşhur mezhebine göre, hayızın en az süresi ibâdet bakımından bir lahzadır.İddet bakımından bir gün veya günün bir parçasıdır. [128] Hadîsin Fıkıh Yönü 1. Câhil adam, bilmediği şeyleri âlimlere sormalıdır. 2. Gerektiğinde, kadın erkeklerle konuşabilir. (îslâmî örtünmeye riâyet etmek şartıyla) 3. Utanılan hususları sormak caizdir. 4. İhtiyaç zamanı nâmahrem kadının sesini dinlemek caizdir. 5. Sorulan zât, büyük de olsa sorana cevap vermelidir. 6. Hayız hâlinde kadın, namazı bırakır. Sonra da kaza etmez. Haricîler müstesna, kimse bu hükme muhalefet etmemiştir. 7. Müstahâza kadın, hayız zamanında namaz kılmaktan men edilmiştir. Bu yasaklama haram kılmak içindir. Yâni namaz kılması haram olup, kılsa bile fasittir. Yasaklık bakımından farz namaz ile nafile namaz eşittir.Kâ'b e'yi tavaf etmek, cenaze namazı, tilâvet ve şükür secdeleri, Kur'an'ı ellemek ve camiye gitmek de namaz gibidir. 8. Hayız kanı necistir. Pislikleri gidermek gerekir. 9.Hayız kam kesilir kesilmez, istithâr yapmadan namaz kılmak caizdir.» 622) Ünımü Habîbe bint-i Cahş (Radıyallâkü anhâ)'âsın: şöyle söylemiştir : Ben çok ve uzun zaman müstahâza oluyordum. Nihayet durumunu bildirmek ve fetva istemek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına geldim. O'nu kız kardeşim Zeyneb (Peyganv ber'in hanımı) (Radıyallâhü anhâ)'mn yanında buldum. Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ) dedi ki: Ben: Yâ Resul ali ah! Sana ihtiyacım vardır, dedim. O: -Ey hentâh[129] ihtiyacın nedir?» diye sordu. Ben t Uzun süreli ve büyük istihâza görüyorum. Bu kan, benim namazıma ve orucuma mâni oldu. Bu kan hakkında bana ne emredersin? diye sordum. O t «Ben sana pamuğun özelliğini anlatayım. Çünkü o, kanı giderir.» buyurdu. Ben t Kan çok fazladır, dedim. Bunun üzerine, râvi Şerik'in (625 nolu) hadîsinin benzerini buyurdu." [130] İzahı Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ)'nin bu hadisini, Kü-tüb-i Sitte sâhiblerinin hepsi, kısa ve uzun metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarı: Kendisine Ümmü Habîbe dendiği gibi Ümmü Habib de deniliyor. Adı Habibe'dir.Müs1im' in rivayetinde belirtildiği gibi Abdurrahman bin Avf'ın nikâhı altında idi. îbn-i Abdi'l-Berr'in dediğine göre Cahş' in; Zeyneb, Ümmü Habîbe ve Hamne adında üç kızı vardı. Zeyneb, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi idi. Ümmü Habîbe, Abdurrahman bin Avf'ın zevcesi idi. Hamne de Tal-hâ bin Ubeydullah'ın hanımı idi. Hepsi müstahâza oluyorlardı. Îbnü'l-Arabi' nin dediğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında müstahâza olan kadın beş tane idi Hamne bint-i Cahş, Kardeşi Habîbe, Fâtime bint-i Ebî Hubeyş, Sehle bint Ebî Süheyl ve mü'minlerin annelerinden (Şevde). Şerİk' in rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , şöyle buyurmuştur: «Müstahâza kadın, hayız günlerinde namazı bırakır. Hayız günleri bitince gusleder ve her namaz için abdest alır, oruç tutar, namaz kılar.» Müslim'in bir rivayetinde Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ) 'nin her namaz için guslettiği bildirilmiş ve El-Leys bin Sa'd: Şihâb, Peygamber, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Habîbe1 ye her namaz için gusletme emrini verdi, dememiştir. Ümmü Habîbe kendiliğinden bu işi yapmıştır, der.Müs1im'in ^bir rivayetinde : «... Guslet ve namaz kıl.» emri verilmiştir. Bu emrin, bir defa gusletmek için mi, yoksa her namaz için mi olduğu hususunda bir sarahat yoktur. Bâzı rivayetlerde. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ümmü Habi-b e ' ye «Her namaz için yıkama» emri verdiği, diğer bir kısım rivayetlerde : «Her namaz için abdest alma» emri verdiği görülmektedir. Bâzıları bu hadîsin Fâtime bint Ebi Hubeyş (Radıyallâhü anhâ) hadisiyle neshedildiğini söylemişlerdir. Çünkü Â işe (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatından sonra Fâ1lma (Radıyallâhü anhâ) hadisiyle fetva ver miş ve Ümmü Habîbe {Radıyallâhü anhâ) hadisine muhalefet etmiştir. Tahavî: Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ) 'nin ha dişi Fâtime bint Ebî Hubeyş (Radıyallâhü anhâ) hadîsi ile mensuhtur, demiştir. Çünkü Fâtime (Radıyallâhü anha)'nin hadisinde, her namaz için abdest alma emri var, gusletme emri yoktur. îki hadisin arasında görülen ihtilâfı bertaraf etmek için Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisindeki emri mendubluk için yorumlamak daha iyidir. Beyhakide,Rabi' tariki ile Şafiî' den rivayet ettiğine göre Şafii: ReşûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâJ'ye gusletmek ve namaz kılmak emrini vermiştir. Her namaz için gusletme emri onun hadisinde yoktur. Şüphesiz onun guslü emredildiği için değil, taat olsun, diye yapılmıştır, demiştir. Ebû Dâvûd'un bir rivayetinde; «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ)'ya her namaz için gusletmeyi emretti...» Fıkrası vardır. El-Menhel yazarı: «Hadis hafızları bu fıkraya itiraz ederek Zühri' nin sıka arkadaşları bu ilâveyi zikretmemişlerdir. Zühri'-nin râvilerinden yalnız tbn-i tshak'ın rivayetinde bulunur. Bu nedenle Beyhaki: «tbn-i îshâkın rivayeti galattır. Çünkü Zühri'den yapılan bütün rivayetlere muhaliftir, demistir.» der. [131] Mustahâza Her Farz İçin Abdest Alır Mı ? El-Menhel yazarı şu malumatı verir: El-Fetih»te : -Istihâza kanının hükmü, abdestsizlik hükmü gibidir. Cumhur'un görüşüne göre müstahâza kadın, her farz namaz, için abdest alır ve bir abdesile birden fazla farz namaz kılamaz. Kaza namazı da vaktinde kılınan namaz gibidir. Yâni bir abdestle birden fazla kaza namazı da kılamaz. Çünkü hadiste her namaz için abdest alma emri verilmiştir. Mâlikiler'e göre, her farz için abdest alması vâcib olmayıp, müstahabtır. Başka nedenle abdesti bozulmadığı takdirde is-tihâza kanının gelmesiyle yeniden abdest alması gerekmez. Ahmed ve İshak'a göre, her farz için guslederse daha ihtiyatlı davranmış olur. Hanelilere göre, abdest, namaz vaktine bağlıdır. Dolayısıyla müstahâza kadın bir vakit namaz için aklığı abdest ile o vaktin farzı ile, vakit çıkmadıkça dilediği kadar kazaya kalmış namazlarını da kılabilir. Hadisteki-Her namaz için abdest almak- emrinin mânâsı, her namaz vakti için abdest almaktır. Ahmed ve İshak'in bu yorumu, delile muhtaçtır.» denilmiştir. Hanbe1i1er' in mezhebi, Hanefller'in mezhebi gibidir. Delilleri ise Ebü Hanife (Rahimehullah) 'den merfu' olarak rivayet olunan şu hadistir: -Müstahâza kadın, her namaz vakti için abdest alır.» El-Menhel yazarı, bu arada başka delilleri de zikreder. 623) (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve. Seİtemy'ın zevcelerinden) Ümmü Seleme (Radtyallâhü anhâyâan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ben, müstahâza bir kadınım. Temizlenemiyorum. (Kanım kesilmiyor.) Ben, namazı bırakayım mı? diye sordu. «Hayır. Lakin daha evvel hayız gördüğün günler ve geceler kadar namazı bırak. Sonra guslet ve bir bezle istisfar et ve namaz kıl.* buyurdu. Râvi Ebû Bekir, kendi rivayetinde dedi ki t Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «...ve ayın hayız günleri ve geceleri kadar da buyurdu." [132] İzahı Bu hadis Tirmizi hâriç, Kütüb-i Sitte sahipleri tarafından rivayet edilmiştir. El-Menhel yazarının beyânına göre Peygamber ISallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e soru soran kadın Fâtime binti Ebî Hubeyş1 tir. Nitekim bâzı rivayetlerde ismen geçiyor. Yine bâzı rivayetlere göre Ümmü Seleme, kadının sorusunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e iletmiştir. Verilen cevâba göre kadın, müstehâza olmadan önce, kaç gün ve gece hayız kanı görüyorduysa bundan sonraki aylarda hayz süresini eskisi gibi hesaplayacak ve aydan kalan günlerde müstehâza sayılıp namazını kılacaktır. Meselâ, müstehâza olmadan önce her ayın başından itibaren bir hafta hayz görüp, ondan sonra gelecek aybaşına kadar temiz kalan kadının bu âdeti bozulup, bütün ay kan görürse, her ayın ilk haftası hayız kanı sayılıp namaz kılmayacak, hafta bitince gusledip namazını kılacak ve kan devam etse bile ibâdetini bırakmayacaktır. Bu hadisi îbn-i Mâceh'e Ebû Bekir bin Ebi Şeybeve Alî bin Muhammed rivayet etmişlerdir. Bunlardan Ali bin Muhammed'in rivayetinde hadîsin metni meâlen şöyledir: «Hayır! (Namazını bırakma) Velâkin daha önce hayız gördüğün günler ve geceler miktarınca namazı bırak, sonra guslet.. Ebû Bekir bin Ebî Şeybe' nin rivâyetindeki metin arasında bir ziyade vardır. Ona göre metin meâlen şöyledir: «Hayırf (Namazını bırakma) Velâkin daha önce hayız gördüğün günler ve geceler miktarınca ve aydan o günler ve geceler miktarınca namazı bırak. Sonra guslet...» Hat tâbi: 'Müstehâza-lık illetine tutulmadan önce her ayın belirli günlerinde hayız gören ve sonra âdeti bozulup devamlı kan gören kadının hükmü bu hadiste tesbit edilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu kadına müstehâzahk hastalığına tutulmadan önceki âdete göre hayız süresini hesaplamasını ve o günlerde namazını bırakmasını süreyi doldurunca bir defa gusletmesini ve namazına devamını emretmiştir. Bu kadın oruç ve namaz kılma sorumluluğu, Kabe'yi tavaf etmesi ve eşinin yaklaşması hususunda temiz kadın hükmündedir. Temiz kadından şu farkı vardır: Namaz kılmak istediği zaman her farz için abdest alması gerekir. Çünkü onun abdesti bir -îarüreı abdestidir. Bu yünden teyemmüm eden kişi gibi bir abdest-le iki farz kılamaz.» demiştir. Bu kadının müstahâza olmadan önce, bir hayz âdetinin bulunduğu ve bu âdetini hatırladığı hadisten anlaşılıyor. Kadının mümeyyiz olup olmadığı, yâni kanı kuvvetli ve zayıf olmak üzere çeşitli olarak görüp görmediği açıklanmamıştır. Ebû Hanife ve meşhur rivayetine göre Ahmed bin Hanbel, hadisi delil göstererek demişlerdir ki: Müstahâza olmadan önce hayız âdeti bulunup bunu hatırlayan kadın müstahâza olunca hayız süresi, eski âdetine göre hesaplanır. îster kanını kuvvetli ve zayıf olarak görmekle mümeyyiz olsun, ister kanını hep aynı renkte görüp gayri mümeyyize olsun, farketmez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu kadına mümeyyize olup olmadığını sormamıştır. Bunu sormaması, mümeyyizeliğin neticeyi değiştirmediğine alâmettir. Mâlik ve $âfii ise : Eğer kadm mümeyyize değilse (kanı hep aynı vasıfta görüyorsa), hayızı eski âdetine göre hesaplanır. Mümeyyize ise, temyizine göre hesaplama yapılır, demişlerdir. İstisfâr: Hadîste geçen: «İstisfâr et» cümlesinin mânâsına gelince; İstisfâr şuna denir: İçi pamukla doldurulan genişçe bir bez, uyluk kemikleri arasından ve avret mahallinin üzerinden geçirilerek, uçları yukarıya kaldırılıp kuşak, kemer gibi bir şeye bağlanır: Böylece kanın dindirilmesine çalışılır. îstisfâr, 'Sefr, kelimesinden türemedir. Sefr ise, atın kuyruğunun altından geçirilerek eyere bağ: lanan kayışa denir. 624) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'<\an rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Fâtime bint Ebî Hubeyş (Hadıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek ı Yâ Resûlallah! Ben müstahâza olan bir kadınım. Temizlenemiyorum. (Kanım kesilmiyor.) Ben namazı bırakayım mı? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Hayır! O ancak bir damar kanıdır. Hayız değildir. Sen hayız olduğun günlerde namazdan uzak kal. Sonra guslet ve kan, haşir üzerine damlasa bile her namaz için abdest al.» [133] İzahı Fâtime bint Ebî Hubeyş (Radıyallâhü anhâ)'in Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)'e vâki müracaatına ve aldığı cevâba ait olan bu hadîs az bir lafız farkıyla Urve bin Zübeyr (Radıyallâhü anh)'den 620 numarada rivayet edilmişti. Orada Urve bin Zübeyr, (Radıyallâhü anh I, Fâtime bint Ebî Hubeyş (Radıyallâhü anhâ)'den hadisi işittiğini belirtmiştir. Burada ise Âişe (Radıyallâhü anhâ)'don işittiği kaydedilmiştir, öyle anlaşılıyor ki, Urve (Radıyallâhü anh) bunu hem Âişe (Radıyallâhü anhâ) hem de soru sahibi Fâtime (Radıyallâhü anhâ)'den işitmiş. Hadis, ihtiva ettiği hüküm bakımından daha önce geçen rivayetten farksız görülüyor. Zahirine göre, müstahâza kadının hayız günlerinin hesaplanmasında eski âdeti esastır. Hadisin sonunda: »...kan, haşirin üzerine damlasa bile fıkrası ile ilgili olarak El-Menhel yazarı şöyle der: 'Bu ııkra, istisfâr edip, kanının akmasının önlenmesi için gereken tedbiri alan ve buna rağmen, kanı durdurulamayan kadın için yorumlanır. Bu durumda kadın, sâhib-i Özür hükmündedir. Hanefilere göre müstahâza kadın, küçük abdestini tutamayan veya burnu devamlı kanayan sâhib-i özür hükmündedir. Bir vakit için güzelce taharetlenip, istisfâr denilen bez bağlama işini sağlamca yaptıktan sonra, aldığı abdest ile o vakit çıkıncaya kadar vakit namazı ile bir çok kaza namazı kılabilir. Şâfiîlere göre vakit girdikten sonra, kadın taharetlenip, istisfâr denilen işlemi yapıp abdest alır ve yalnız bir farz namaz kılar. Bunun yanında dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Kazaya kalmış farz namazların hükmü de budur. Yâni, kaza olsun, edâ olsun birden fazla farz namaz kılamaz. Tarif edilen şekilde bez bağlayıp abdest alırken veya abdest aldıktan sonra ara vermeden namaza dururken, kan damlasa bile özür sahibi sayılır.' Özür sahibi ile ilgili fıkıh hükümler ve şartları uzun izahat ister. İsteyenler- Hanefî veya Şafiî fıkıh kitablarma müracaat etsinler. 625) Adiyy bin Sâbit'in dedesi (Radtyallâkü anhüm)'den: Şöyle söylemiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), buyurdular ki: Müstahâza kadın (eski âdetine göre hesaplanacak) hayız günlerinde namazı bırakacaktır. Ondan sonra (bir defa) gusledecek ve her namaz için abdest alacak oruç tutacak, namaz kılacaktır.» [134] İzahı Bu lıadîsi Ebû Dâvûd ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.Tirmizî' deki metin, meâlen şöyledir: 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: 'Müstahâza kadın, daha önce hayız gördüğü günlerde namazını bırakacak, (o günler geçtikten) sonra gusledecek ve her namaz için ıabdest alacak, oruç tutacak, namaz kılacaktır.» Tirmizî, bu arada şöyle der: 'Bu hadîsi Ebû Yekzan' dan yalnız Şerik rivayet etmiştir. Ben Muhammed'e bu hadisin duru-munu sorarak: Adiyy bin Sabit'in dedesinin adı nedir? diye sordum. Muhammed, onu tanımadı. Bu kere Yahya bin Muin'in: Adiyy'in dedesinin adı Dinar1 dır, dediğini söyledim. Muhammed, bu söze iltifat etmedi.' Tirmizî' nin şerhi Tuhfetü'l-Ahfezî yazarı, bu hadisi açıklarken, hadîste emredilen guslün bir defaya mahsus olduğunu ve her namaz için yalnız abdest almasının gerekliliğini belirttikten sonra: Bu hadîs zayıftır.Lâkin hafız Zey1âi ve hafız îbn-i Hacer, bu hadîsi te'yid eden şahitlerini zikretmişlerdir. Bu şahitlerden birisi, Hz.Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin Fâtime bint Ebi Hubeyş (Radıyallâhü anhâ) ile ilgili hadîsidir. Tuhfetü'l-Ahvezî yazan, Adiyy bin Sabit1 in dedesinin adı ile ilgili olarak, El-Münzirî' den şunu nakleder : Adiyy'nin dedesi tabiriyle anasının babası Abdullah bin Yezid E1 -Hıtmi' nin kasdedildiğini söylemiştir. Darekutni: Söylenen isimlerin hiç birisi doğru değildir, demiştir. Yahyâ * dan başka kimseler, onun adının Kays El-Hıtmi olduğunu söylemişler. Hadîs imamlarının beyanlarına göre bu adam tanınmıyor.' Bu hadis de, müstahâza kadının eski bir hayız âdeti var ise ve bu âdeti unutmamış ise hayız günlerini ona göre hesaplayacak, meselâ; eskiden her ayın ilk beş günü hayız gören ve yirmibeş gün temiz kalan bir kadının âdeti bozulup devamlı kan görmekle müstahâza olunca, her ayın ilk beş günü hayız sayılır. Bu günlerde namazı terkedecek, altıncı gün gusledip namazına, orucuna ve sair ibâdetine başlayacak. Ay sonuna kadar temiz sayılacaktır. [135] 116 — Müstahâzanın Kanı Karışık Olup Hayız Günlerini Bilmediği Zamandaki Durumu Hakkında (Gelen) Hadîsler Babı 626) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/etuyin zevcesi Âise (Ra-utyallâhü a rıhtı )' hadisini açıklayan Tuhfe yazan, Nevevi'nin şöyle dediğini nakleder, biz de aynen aktaralım : -Bil ki müstehâza kadın hesaplanacak hayız süresinin bitiminde, bir defaya mahsus olmak üzere gusleder. Bundan sonra kılacağı namazlar için gusletmesi vacip değildir. Selef ve halefin, âlimlerin cumhuru böyle hükmetmişlerdir.

Bu hüküm, Ali, İbn-i Mes'ud, îbn-i Abbâs ve Âişe (Radıyallâhü anhüm)'den rivayet edilmiştir.Urve bin Zübeyr, Ebû Seleme bin Abdurrahman, Mâlik, Ebû Hanife ve Ahmed (Radıyallâhü anhüm)'ün kavli de budur. îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), İbn-i Zübeyr (Radıyallâhü anh) ve Atâ' bin Ebi Eabah (Radıyallâhü anh) 'dan gelen rivayete göre bunlar: Müstehâzanın her namaz için gusletmesi vâcibtir, demişlerdir. Ali ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm)'dan da böyle bir rivayet gelmiştir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'den gelen bir rivayete göre kendisi: Müs-tehâza her gün bir defa yıkanır, demiştir. İbnü'l-Müseyyeb ve E1-Hasan ise : Öğle namazından öğle namazına kadar, günde bir defa gusül yapılmalı, demişlerdir.

Bir defadan fazla gusletmesine gerek olmadığına hükmeden cumhurun delili şudur : Asıl olanı vâcib hükmünün bulunmayışıdır. Şer'i şerif, bir şeyi vâcib kılmadıkça, vücub hükmü düşünülemez. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sahih olarak sübut bulan hüküm, müstahâza kadının hayız müddetinin bitiminde bir defa gusletmesi emridir. O emir de şudur:

«Hayız zamanı gelince namazı bırak ve hayız zamanı gidince guslet.» Bu emirde tekrar tekrar gusletmeyi belirten bir ifâde yoktur. Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'in Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ)'ye gusletmeyi emrettiğine dâir Ebû Dâvud, Beyhaki ve diğerlerine âit sünenlerde vârid olan hadislere gelince, bunlar içerisinde sabit olan bir şey yoktur. Beyhaki ve kendisinden önce gelen âlimler, o hadislerin zayıf olduklarını beyân etmişlerdir. Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ)'nin her namaz için gusletmesine dâir, sahih hadîs, yalnız Buharı ve Müslim'in kendi sahihlerinde rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir :

«Ümmü Habibe bint-i Cahş (Radıyallâhü anhâ) müstahâza oldu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :

«Bu, bir damar (kanı) dır.Sen guslet. Sonra namaz kıl.» buyurdu.Ümmü Habîbe de her namaz zamanı guslederdi.»

Şafiî şöyle demiştir: 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ)'ye gusletmesini ve namaz kılmasını emretmiştir. Bu hadîste her namaz için gusletmesinin emrine âit hiç bir şey yoktur. Şüphesiz Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ)'nin yaptığı gusül, bir mendup olarak yapılmış, emir olduğu için yapılmamıştır. Süfyan İbn-i Uyey-ne, El-Leys bin Sa'd ve başkaları da böyle söylemiştir.

Tuhfe yazan, Nevevi' den yukarıdaki nakli yaptıktan sonra şöyle der: 'Âlimlerin bir kısmı, her namaz için gusletmeye âit hadîsleri müstahablık mânâsına yorumlamışlardır. [137]


117 - Kız Müstahâza Olarak Kan Görmeye Başladığı Zaman Veya Müstahâzanın Eskiden Hayız Günleri Bulunup Unuttuğu Zamandaki Durumu Hakkında (Gelen) Hadîsler Babı


627) Hamne bint-i Cahş (Radıya/iâhü ankâ)'<\nn rivayet edildiğine göre : Kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zamanında müstahâza olmuş ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek : Şüphesiz ben nefret edilen ve çetin bir şekilde istihâzaya tutulmuşum, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona. «Kan çıkan yere pamuk koy» buyurdu. Hamne. Ona: Gerçekten kan çok daha şiddetlidir. Benden çok fazla kan akıyor, dedi. Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Kan akan yeri gem gibi bir bezle sıkıca bağla ve her ay, Allah'ın (kadınlar için) takdir ettiği altı gün veya yedi gün kendini »hay izli say. Sonra guslet ve yirmi üç veya yirmidört gün namaz kıi ve oruç tut. (İstersen) öğle farzını geciktir. İkindi farzını da ilk anda kıl ve iki namaz için bir gusül yap. Akşam namazını da geciktir. Yatsıya acele et. Bu iki namaz için de bir gusül yap. Bu son şekil, bence daha sevimlidir.» [138] İzahı Bu hadîsi, Beyhaki, Dârekutni, Ahmed, Tir-mizî veel-Hakim de rivayet etmişlerdir. Tirmizî ve Ahmed hadîsin sahih olduğunu beyan etmişler. Hadîsin, metni bâzı rivayetlerde uzun, bâzılarında kısadır.Tirmizi'nin rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit hadisin son cevap kısmı meâlen şöyledir: «Ben sana iki hüküm emredeceğim. Sen, bunlardan hangisini uygularsan sana kâfidir. Eğer sen ikisini de yapabilirsen, artık sen bilirsin. Sen, bundan sonra altı veya yedi gün kendini hay izli say. (Hayız süresinin altı veya yedi gün oluşu) Allah'ın Umindedir. Sonra guslünü yap. Sen kendini hayızdan çıkmış ve temizlenmiş olarak görünce yirmidört veya yirmiüç gece ve gündüz namaz kıl ve oruç tut. Bu sana kâfidir. Kadınlar hayız gördüğü ve hayız süresinin bitiminde temizlendikleri gibi sen de böyle yap. Gücün yeterse şöyle de yapabilirsin: Öğle farzını geciktirip ikindi farzını erken kılmak kaydıyla bu iki namaz için bir gusül yap ve bunları kıl. Sonra, akşam namazını geciktir. Yatsı namazına acele et ve gusledip bunları kıl. Sabah vaktiyle beraber guslet ve sabah namazını kıl. Böylece yap ve orucunu tut. Eğer bunu yapabilirsen bence daha çok beğenilir.» Hamne (Radıyallâhü anhâ) 'nin, gördüğü şiddetli istihâza kanı dolayısıyla vâki müracaatı üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye Sellem), önce pamuk kullanmasını tavsiye etmiş, fakat pamukla dinmesinin mümkün olmadığı söylenince bu defa kuvvetli bir ça-putla kan yerinin sıkıca kapatılması emri verilmekle beraber; her ay ,allı veya yedi gün hayızlı sayılması emri verilmiştir. Bu emir verilirken «... Attı veya yedi gün ...» Duyuruluyor. El-Menhel yazarı, bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der: «Yâni altı veya yedi gün, namazı bırak ve hayızlı kadm davran. «Altı veya yedi gün...» tâbirine gelince, râvinin tereddüdünden ileri geldiği söylenmiştir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , altı gün mü buyurmuş, yoksa yedi gün mü buyurmuş? Bu hususta râvi şüphelidir. Şöyle de olabilir: Hamne Mu'tâde idi. Eski âdetinde altı şün mü, yedi gün mü? hayız gördüğünü unutmuş, bunun için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona araştırıp ietihad yaptıktan sonra kanâati bu iki sayıdan hangisine gelirse ona göre hayızını hesaplamasını istemiştir. •Allah'ın ilminde...» tâbiri, bu ihtimali te'yid ediyor. Yâni senin hayız sürenin altı veya yedi gün olduğunu Allah bilir, demektir. Bu tâbirin muhayyerlik için olduğu da söylenmiştir. Buna göre Hamne serbest bırakılmıştır. Kendisini, dilerse altı gün, dilerse yedi gün hayızlı sayar. «Yirmi üç gün veya yirmi dört gün...» tâbirine gelince; bu ifâde, çeşitlilik içindir. Yâni hayız süresi yedi gün sayılırsa temizlik süresi yirmi üç gün sayılır. Şayet hayız süresi altı gün sayılırsa, temizlik süresi yirmi dört gün sayılır. Hamne' nin gusletmesi meselesine gelince; bu hususta ona iki yol gösterilmiştir. Birincisi, kendisini hayızlı saydığı sürenin bitiminde bir defa gusledip, namaz ve orucuna başlamasıdır. İkincisi, günde üç defa gusletmesidir. Her gün sabah namazı için bir gusül yapar, öğle farzını te'hir eder, ikindi namazı yaklaşınca gusledip öğle farzını kılar. Biraz sonra ikindi vakti girince .geciktirmeden hemen ikindi farzını da kılar. Böylece ikindi farzını toplamış gibi olur. Sonra akşam farzım geciktirir, yatsıya doğru gusledip akşam farzını kılar. Yatsı vakti girince durmadan hemen yatsı namazını kılar. Her gün belirtilen şekilde üç defa gusletmesinin daha iyi olduğu hadîsin sonunda bildiriliyor. Tirmizî' nin bu hadis bahsinde verdiği beyâna göre İmam Ahmed b. Hanbel (Rahimehullah) ve İshak b, Rahavey h (Rahimehumullah) şöyle demişlerdir: Müstahâza kadın, hayız süresinin geliş ve gidişini anlayabiliyorsa onun hükmü, Fâtime bint Ebî Hubeyş (Radıyallâhü anhâ) 'in hadîsine göredir. Hayzın gelişi, kanın siyahlaşmasıyla; gidişi de, kan renginin sarıya doğru renk değiştirmesiyle bilinir. Eğer, müstahâza kadın bu hâle düşmeden önceki hayız zaman ve süresini hatırlıyorsa, ona göre hayzım hesaplar. Hayız günlerinde namazı bırakır, süre bitince gusleder ve her namaz için abdest alır, namaz kılar. Şayet müstahâza kadın, devamlı kan görür, hayız zaman ve süresini bilemez ve hayızın geliş ve gidişini kan rengiyle tesbit edemezse onun hükmü Hamne bint Cahş (Radıyallâhü anhâ)'in hadisine göredir, demişlerdir. Tirnıizî' nin İmam Ahmed b. Hanbel ve ishak b. Rahaveyh' ten yaptığı nakilden anlaşıldığı gibi Hamne, kan rengiyle hayız süresinin geliş ve gidişini bilememiştir. Keza, Hamne'nin istihâza hastalığına tutulmadan önceki zamanına âit, hatırladığı bir hayız âdeti de yokmuş, El-Menhel yazarı El-Ayni' nin şöyle dediğini nakleder: 'Bu hadîsin hükmü Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadis hükmüne ve Âişe (Radıyallâhü anhaJ-'nin hadîs hükmüne muhaliftir.Hamne, yeni kan görmeye başlayan, renk ile vasıf bakımından gördüğü kanda bir farklılık bulamayan ve devamlı kan gören bir kadındır. Bunun için Resûlullah (Sailallahü Aleyhi ve Sel-lem), onun durumunu kadınları ekseriyetle gördükleri âdete döndürmüştür.1 El-Menhel yazarı da hadisin fıkıh yönünü açıklarken: Müs|a-hâza kadın âdetini hatırlamazsa ve kanı renklere göre âyiramazsa kadınların hayız ve temizlik hususundaki âdetine göre hayız ve temizlik süresini hesaplar, demiştir. [139] Âlimlerin, Eski Âdetini Unutup Karışık Kan Gören Müstahâza İle Yeni Kan Gören Müstahâza Hakkındaki Görüşleri 1 — îmam Ebû Hanîfe (Rahimehullati)'ye göre: a) Müstahâza olarak erginlik çağına gelen kadının hâyzı şöyle hesaplanır: Her ayın ilk on günü hayız sayılır. Sonra gusleder ve aydan kalan sürece namaz kılar. Her namaz vakti için abdest alır b) Mu'tâde olup eski âdetinin zaman ve süresini unutan kadın, araştırıp ictihad eder ve kanaatına göre günlerini tesbit eder. Hayız ve temizlik arasında tereddüt ettiği zaman, her namaz vakti için abdest alır. Şayet hayızda mıdır? Temizlik hâlinde midir? Ua-yızhk süresi bitti de, temizlik süresine mi geldi diye tereddüt ederse, bu tereddüdü duyduğu zaman, her- namaz vakti için gusleder, gayrı müekkede sünnetleri kılmaz, câmi'ye girmez ve eşiyle cinsi münâsebette bulunmaz. c) Eski âdetinin zaman ve süresini unutup, yaptığı araştırma neticesinde hiç bir kanaata varmayan kadın mütehayyire (şaşkın) pa-yılır. Ne temizliğine, ne de hayzına hükmedilir.Bütün hükümlerde, en ihtiyatlı olanı, tutar. Hayızlı kadın gibi namaz dışında Kur'an okumaz, Mushaf'ı ellemez, eçine yaklaşmaz, her namaz vakti için gusleder, bu gusül ile farz namazı ve vitir namazını kılar.Namazın sıhhati için gereken en az âyetleri okur. Fâtihâ ve sûre vâcib olduğu için, bunları okur, denmiştir. Hac yaptığı zaman ifâda tavafını yapar, çünkü o rükündür. On gün ara verdikten sonra tekrar ifâda tavafını yapar, sonra veda tavafını yapar. Çünkü vâcibtir. Ramazan orucunu tutar, sonra yirmi beş gün kaza eder. 2 — îmam Şafii (Rahimehullah) 'ye göre : a) Yeni kan görmeye başlayıp kanı kesilmemekle müstahâza olan kadın, gayr-i mümeyyize ise, yâni kanı hep aynı durumda görüyorsa hayızdaki kadına haram olan namaz vesâir şeyleri kanı gördüğü andan itibaren bırakacak, kan onbeş günde veya daha az zamanda kesilirse, kanın tamamı hayız sayılır. Eğer, onbeş günden fazla süre devam ederse, kan gördüğü ilk gün ve gece hayız ve kalan süre ay sonuna kadar temizlik sayılır. Bu nedenle ilk ayın birinci günü hâriç, bütün günlerinin namazını kaza edecek ve ilk aydan sonra her ayın ilk günü hayız ve yirmidokuz günü temizlik sayılacak ve ilk günden sonra bütün namazlarını vaktinde edâ edecek. b) Yeni kan görmeye başlayıp, kanı kesilmediğinden müstahâza sayılan kadın mümeyyize ise, yâni kanı kuvvetli ve zayıf olarak görürse, duruma bakılacak; Eğer kuvvetli kan yirmidört saatten az bir zaman görülürse veya onbeş günden fazla süre devam ederse, yahut zayıf kan onbeş günü doldurmazsa, hüküm aynidir. Yâni kan gördüğü ilk yirmi dört saati hayız ve ondan sonraki yirmi dokuz gün temizlik sayılır. îlk günden sonraki günlere âit namazları kaza edecek ve otuz günü dolunca her ayın ilk günü hayız yirmi dokuz günü müstahâza sayılıp, ibâdetlerini yapacak. c) Müstahâza kadın, mu'tâde ise, yâni devamlı kan görmeye başlamadan önce, her ayın belirli günlerinde hayız görmekte ise fakat bu âdetin zaman ve süresini unutmuş ise niyet etmenin şart olmadığı hususlarda hayızlı kadın hükmündedir. Niyet edilmesi şart olmayan işler; namaz dışında Kur'an okumak, Mushaf'ı ellemek, mescidden geçmek, eşine yaklaşmak ve benzeri işlerdir. Boşamakta ve niyetin şart olduğu namaz, oruç, tavaf ve itikâf gibi ibâdetlerde temiz kadın gibidir. Müstahâza olmadan önceki zamanlarda, günün hangi saatinde kanının kesildiğini bilmiyorsa, her farzın vakti girdikten sonra o farz için gusletmesi gerekir. Eğer eskiden günün hangi saatinde hayız kanının kesildiğini biliyorsa, meselâ Güneş battığı zaman hayız kanının kesilip guslettiğini hatırlıyorsa müstahâzalık süresince Güneş batınca gusletmesi gerekir. Bu gusül ile akşam namazını kılar. Diğer namazlar için yalnız abdest alır. 3 — îmam Ahmed bin Hanbel (Rahimehullah)'e a) Müstahazâhk hâline tutulan kadın, mümeyyize ise, yâni meselâ kanı siyah ve kırmızı olmak üzere iki renkte görse fakat siyah kan yirmi dört saatten eksik veya onbeş günden fazla görüldüğü için,, hayız sayılmaya elverişli olmazsa; b) Kadının bilinen bir âdeti yoksa ve mümeyyize de değilse, meselâ hep aynı renkte kan görse; Bu iki ihtimalde her ay altı veya yedi gün namazını vesâir işlerini terkederek kendisini hayizlı sayacak. Sürenin altı veya yedi gün oluşunda ve bu sürenin ayın başına mı, ortalanna mı, sonuna mı tesadüf etmesi hususunda kadının araştırması ve içtihadı esastır. Keza bu hususta kendisinin âdetine veya yakını olan kadınla nn aybaşı âdetine hangi zaman ve sürenin daha yakın olduğu hususunda veya hangi süredeki kanın hayız kanına daha çok benzediği hususunda kadının kanaati esastır. Bu esaslardan hareketle, kanaatına göre hayız süresi bitiminde gusleder ve namaza başlar. Dört naezheb imamlarından yalnız Ahmed bin Hanbel'in, anlattığımız bu fetvasını terceme ettiğimiz hadise dayandırdığı görülmektedir.Diğer imamlar bu hadisle amel etmemişlerdir.Çünkü seneddeki râvilerden Abdullah bin Muhammed bin Akil zayıf sayılmıştır. Görüşünü anlatmadığımız Mâliki mezhebine gelince; o da şöyledir: 4 — Mâ1ik'e göre, durumu üçüncü maddede belirtilen müs-tahâza kadının hayzı onbeş gün kabul edilir. Sonra gusleder ve namaza başlar. [140] 118 — Elbiseye Dokunan Hayız Kanı Hakkında Gelen Hadîsler Babı 628) Cmraü Kays (Radtyallâhü anhâ )'d&n rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Ben, elbiseye dokunan hayız kanından Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e soru sordum. Buyurdu ki: «Onu su ve sidr ağaç tozuyla yıka ve bir dıla' bile olsa ona sürt.»" [141] İzahı Sidr: Trabzon hurmasına benzeyen bir ağaçtır. Ona arap kirazı denir. Tozu temizlik işinde kullanılır. Dıla: Aslında hayvan kaburgasının adıdır. Burada kaburgaya benziyen çubuk kasdedilmiştir. Sıka hadîsçiler, kelimeyi böyle tes-bit etmişlerdir. İbn-i Dakîki'1-îyd: 'Nesâi' nin bir yazma nüshasında bu kelime «Sal'- olarak geçmiştir. Başka bir yerde «Dıla'» olarak geçmiştir. Dıla' kelimesinin konuyla ilgisi görülmemektedir. Sal* ise taş demektir. Taş, her yerde bulunabildiği ve sürtme işine elverişli olduğu için zikredilmiş olabilir', demiştir. Fakat El-Irâkî ona itiraz ederek: Rivayette bilinen ve zaptedilen kelime «Dıla'»dır, denmiştir. Hattâbi: Hayız kanını çubukla giderme emri verilmiş ki elbiseye yapışan ve sertlenen kan, çubuğu sürtmekle çıkarılsın, arkasından suyla yıkamak suretiyle kalan eseri,giderilsin, demiştir. Elbisenin iyice temizlenmesi ve kan eserinin tamamen giderilmesi için, yıkamada sidrin kullanılması istenmişse de şaft değildir. Suyla yıkamak kâfidir. Bu hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd, İbn-i Huzeyme ve İbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Abdülhak1 da bunu E1 - A hkâm'da zikretmiş ve : 'Sahih hadîslerde dıla' ve sidr kelimesi yoktur, demiştir.1bnü'1-Kattân: Bü iki kelimenin zikredilmesi, hadîsin sıhhatine halel getirmez. Hadîs'gayet sıhhatlidir. Ne senedinde ne de metninde sahihliğini ihlâl edici bir şey vardır, demiştir. 629) Esma bint-i Ebî Bekr-i Sıddîk[142] (Radtyaliûhii ankiimâ)'f\an rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Elbisede bulunan hayız kanının hükmü Resûlullah (Salİallahü Aleyhi ve Sellem)'e soruldu. O da: «Su döküp, parmak uçları ve tırnaklarla ovalayıp sık ve yıka. Sonra o elbiseyle namaz kıl.»" [143] İzahı Hadis, Kütüb-i Sitte sahipleri tarafından az lafız farkıyla ve aynı mânâyı ifâde eder mâhiyette rivayet edilmiştir. Buhâri ve Müs1im'in rivayetlerinde Esma' (Radiyallâhü anhâ) : «Bir kadın gelerek soru sordu.» diye rivayete başlar. Şâfii' nin Süfyân bin Uyeyne' den, Onun da Hâşim'den Onun da Fatime (Radıyallâhü anhâ)'den, Onun da Esma Radıyal-lâhü anhâ)'dan rivayet ettiğine göre soru sahibi Esma (Radıyallâhü anhâ) 'dır. El-Hâfız îbn-i Haceri-l'Askala-n i'nin El-Fetihü-1'Bâri'de ifâde ettiği gibi Esma (Radıyallâhü anhâ), soru sahibi olduğu halde ismini kapalı tutmuş olabilir.Buhâri'nin rivayetinde Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e âit hadîs kısmı şöyledir: «Kadın, elbisesini eliyle ovalar. Sonra üzerine su döküp sıkar. Daha sonra azar azar su döküp yıkar ve onunla namaz kılar.» Hadiste geçen; fiili «Kars» kökünden alınmadır.Nihâye'de: Kars, su döküp parmak uçları ve tırnaklarla ovalamak ve necasetin eseri giderilinceye kadar ovalamaya devam etmektir, denmiştir. Hal1âbi de: Kars, aslında bir şeyi iki parmakla tutup iyice sıkmaktır,demiştir.Hadisde sıkma ve ovalama emrinin hikmeti, yıkamayı kolaylaştırmaktır. [144] Hadisten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri 1 — Dîni hükümleri öğrenmek gerekir. Müracaat edilecek zâta utanılan şeyler de sorulabilir. 2 — Müracaat edilen zât, soruyu cevaplandırmalıdır. 3 — Kan necistir. Bu hususta icma' vardır. 4 — Necasetin giderilmesi gerekir. Necaset, giderilinceye kadar yıkamaya devam edilir. Bunun için kaç defa su dökülmesi gerekliliği yoktur. Önemli olan, necasetin giderilmesidir. 5 — Namaza duran kişinin elbisesinin temiz olması gerekir. 6— Necasetin giderilmesi için suyla yıkamak gerekir. [145] Namaz İçin Bağışlanan Necasetin Miktarı El-Aynİ, Buhârî şerhinde şöyle der: îbn-i Battal: Esma (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsi elbisedeki necasetlerin yıkanması hakkında âlimler nezdinde bir kaynaktır. Bu hadis, âlimlerce fazla kana yorumlanmıştır. Çünkü Allah Teâlâ, kanın necisliği için mesfuh, yâni akmış olmasını şart koşmuştur. Mesfuh oluşu, akan fazla kandan kinayedir. Âlimlere göre az kandan afv vardır. Namaza rnâni değildir. Âlimler, kanın azlığı ve çokluğu için değişik ölçüler beyân etmişlerdir. Küfe âlimlerine göre, kan ve diğer necasetler için ölçü bir dirhem miktarıdır. Buna göre namaz kılan kimsenin elbisesinde veya namaz kıldığı yerde bir dirhem miktarı, yâni el ayası kadar bir necaset bulunursa, namaz sahih olur. Bu miktar az sayılır. Necâset-i galiza, bir el ayasından daha geniş bir sahayı kaplarmşsa, namaz sahih değildir. Necâset-i galîza câmid ise; bu miktar bir miskal, yâni yirmi kırattan fazla ise namaza mâni olur.Daha az ise mâni olmaz. Mâ1ik'e göre az kandan afv vardır. Fakat diğer necasetler az da olsa yıkanması gerekir. İbn-i Veheb' den rivayet edildiğine göre hayız kanı az bile olsa ondan afv yoktur. Diğer necasetler ve çok kan gibi namaza mânidir. Hayız kanından başka kan çeşitlerinin azından afv vardır. Az hayız kanının çok kan hükmünde olduğuna dâir delil. Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sel-lemi'in Esma (Radıyallâhü anhâ)'ya: «(Hayız kanını) Su döküp parmak uçları ve tırnaklarla ovala sık ve yıka...» şeklinde buyurduğu emridir. Bu emri verirken az kan ile çok kan arasında bir ayırım yapmamış, kan miktarını sormamış, bir dirhem miktarı veya daha az bir ölçü ile tahdid etmemiştir. El-Aynî, İbn-i Veheb'in bu görüşüne karşılık Âişe (Radıyailâhü anhâ)'den rivayet olunan şu mealdeki hadisi delil göstermiştir: «Hiç birimizin birden fazla elbisesi yoktu. Onda hayız âdetini görürdü.Az bir kan o elbiseye dokunursa tükürüğü ile onu ıslatır, sonra tükürüğüyle parmakları arasında ovarak sıkardı.» Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Buhâri tahric etmişlerdir. Beyhakî: Âişe (Radıyailâhü anhâ) nin bu hadisi, af olunan azıcık kan hakkındadır. Fazla kan hakkında ise Âişe (Radıyailâhü anhâ)'den sahih rivayetle sabit olmuştur ki, kendisi onu güzelce yıkardı. Şu halde az necaset ile çok necaset arasında bir fark vardır. Şafii mezhebine göre necaset çeşitlerinden şunlardan af vardır: Taşla istincâ edildiği takdirde, kalan necaset eseri, kesinlikle necis olduğu bilinen ve sakınılması güç olan sokak çamuru, çok bile olsa pire kanı, sinek pisliği, sivilcelerden çıkan kan, hacamet, neşter, yara ve çıbanlardan gelen kan ve başkasının az kanı, namaza duranın elbisesine dokunursa namaz sahihtir. Yaradan çıkan irin ve su da kan hükmündedir. Fakat hayız kanı sidik hükmündedir. Azından bile af yoktur. Namaza mâni olmayan necaset çeşitleri ve miktarları ile şartları hakkında köklü bilgi edinmek için, her mezhebe ait fıkıh kitab-larında geniş izahat vardır. Oralara müracaat edilmesi ve burada verdiğimiz bilgi ile yetinilmemesi tavsiye olunur. Çünkü bu konuyu detaylarıyla izah etmek, müsait yer ve zaman ister. 630) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m zevcesi Âişe (Radt-yallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Şüphesiz birimiz hayız âdetini görürdü, sonra temizlenince elbisesine dokunan hayız kanım su döküp parmak uçları ve tırnaklarla ovalayıp sıkarak yıkardı. Elbisenin kan dokunmayan kısmını da azar azar su döküp yıkardı. Sonra o elbiseyle namaz kılardı. [146] 119 — Hayızu Kadın Namazı Kaza Etmez, Babı 631) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dnn rivayet edildiğine göre; bîr kadın, kendisine : Hayızlı kadının (hayızdan temizlendikten sonra hayız zamanında kılmadığı) namazı kaza etmesi gerekir mi? diye sormuş, Âişe (Radıyailâhü anhâ) : Sen Haruriyye misin? Biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin yanında hayız âdetini görürdük, sonra (temizlenince) guslederdik. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı kaza etmemizi bize emretmezdi, diye cevap vermiştir." [147] İzahı Bu hadisi Buhâri, Müslim, Nesâî ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.Tirmizi de bu hadisi rivayet ederek, hadisin hasen - sahih olduğunu bildirmiştir. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ye soru soran kadının ismi burada bildirilmemiştir. Buharı' nin bir rivayetinde kadının Muâze bint-i Abdi İlah El-Adeviyye olduğu belirtilmiştir.Harûriye kelimesi, Kuf e'ye iki mil mesafedeki Har ura köyüne nisbet edilen bir kelimedir. Haricîler ilk olarak bu köyde toplandıkları için onlara Harûriye ismi verilmiştir. Hâriciler, dinde çok taassup ederek çirkin dalâletlere sapmıştır. Sapıklıkları cümlesinden olarak hayız âdetinde kılınmayan namazların bilâhare kaza edilmesinin gerekli olduğunu iddia ederler. Hadislere inanmazlar. Âişe (Radıyallâhü anhâ), bu kadın hayızda kılınmayan namazların kaza edilmesinin gerekliliğini sorunca : Sen haricîlerden misin? diye sormuştur. Kadın, başka bir rivayete göre Hz.Aişe (Radıyallâhü anhâ)'ye şöyle sormuştur : Hayız gören kadın niçin orucunu kaza eder de namazını kaza etmez. Şer'î hükmü inkâr eder gibi soru yöneltilmesinden şüphelenen Âişe (Radıyallâhü anhâ) : Sen Haruriyye misin? diye taaccübünü beyan buyurmuştur. Bir rivayete göre kadın : Hayır. Ben Haruriyye değilim. Lâkin, ben şer'î hükmü öğrenmek için sordum, demiştir. Âişe (Radıyallâhü anhâ):«Biz...» demekle Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımlarını kasdetmiştir. Hadîs, hayız âdetini gören kadının temizlendikten sonra hayız günlerinde kılmadığı namazları kılmakla mükellef olmadığına delâlet eder. Bu hususta icmâ' vardır.Yalnız Hârici1er'den bir taife, namazın kaza edilmesinin gerekli olduğunu söylemiştir. El-Menhel yazarı, Nevevî' nin Mühezzeb şerhinde şöyle dediğini nakletmiştir: Bizim mezhebimiz ve Selef ile halef âlimlerinin cumhurunun mezhebine göre hayız gören kadın namaz kılmakla mükellef olmadığı gibi abdest almak, teşbih veya zikir yapmakla da mükellef değildir. Evzâi, Mâlik, Sevri, Ebû Hanîfe ve arkadaşları böyle hükmeden âlimlerdendirler. Hasanı Basri ve Ebû Ca'fer' den rivayet edildiğine göre bu iki zât, hayızlı kadının abdest alıp teşbih ve zikir etmelerini istemişlerdir. Onlar, bu isteyişleri müstahablık anlamına yorumlamışlardır. Teşbihin müstahabhğı hususu için hiç bir mesned olmamakla berabet mahzuru da yoktur. Fakat abdest alması, bizce ve cumhurca sahih değildir. Bilâkis kadın bu abdestle bir nevi ib&det maksadını güderse bununla günaha girer. Orucun kazası gerekirken namazın kaza edilmemesinin hikmeti açıktır. Çünkü oruç, yılda bir aydır. Fakat namaz yıl boyunca devam eder. Bunun kazasının vücubu güçlüğe ve meşakkate yol acar. Bunun için kadın, namazın kazasından muaf tutulmuştur. [148] 120 — Hayızlı Kadın Mescidden Bir Şey Alabilir. Babı 632) Aişe (Radtyallâkü anhâydan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Resûlullah (SallaÜahü Aleyhi ve Scllent) bana şöyle buyurdu : «Humreyi Mescidden bana ver.» Ben: Hayız halindeyim, dedim. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Senin hayız (kan)'in senin elinde değildir. [149] İzahı Bu hadisi Müslim, Beyhakî, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.Tirmizi,hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Humre Hurma çöpleri ve benzeri bitkilerden örülmüş küçücük hasıra denir. Secde için baş hizasında yere serilir, üzerine secde edilir. Yeri örttüğü için, yahut hurma çöpleri dikiş yerlerini örttüğü için ona bu isim verilmiştir. Ha1lâbi:Humre, küçük seccade demektir, demiştir. «Humreyi mescidden bana ver.» cümlesi iki şekilde açıklanabilir: 1 — Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mesciddeydi ve Âişe (Radıyallâhü anhâ) kendi odasındaydı. Peygamber (Sallal-lâhü aleyhi ve Sellem) ondan humre istemiş, Âişe (Radıyallâhü anhâ) hayızlı olduğu için vücudu mescid dışında bulunmakla beraber, yalnız elini mescidin içerisine uzatmasının sakıncalı olacağını sanmıştır. Bu ihtimale göre hadisin mânâsı şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mescidden, yâni mescidde iken, mescidin dışında bulunan humreyi istemiş ve Âişe (Radıyallâhü anhâ)'-nin, eliyle bunu kendisine doğru uzatmasını arzulamıştır. Âişe (Radıyallâhü anhâ) hayızlı haliyle, elini mescidin içine uzatmasının sakıncalı olduğunu sandığı için : «Ben hayız halindeyim» demekle özürünü hatırlatmış; Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de elini mescide uzatmasının sakıncalı olmadığını beyan için: «Senin hayızın senin elinde değildir.» buyurmuştur. Buna göre; kelimeleri fiiline taallûk eder. 2 — Hattâbî ve imamların ekserisine göre; kelimeleri; fiiline taallûk eder. Babın başlık kısmına ve hadîsin zahirine uygun olanı da budur. Çünkü mescidden münâvele (vermek), ehli mescide sormakla mümkündür. Peygamber (Sallal-îâhü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Senin hayızın senin elinde değildir.» buyruğu da buna delâlet eder. Şu yorum şekline göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidin dışında, humre mescidin içinde fakat kapısına çok yakındı. Âişe (Radıyallâhü anhâ) odasında bulunuyordu. Odasından elini mescide uzatmakla humreyi alabiliyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona elini mescidin içerisine uzatıp humreyi çıkarmasını emretmiş, Âişe (Radıyallâhü anhâ) özürünü hatırlatmış, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de elinin hayızlı olmadığını yâni mescide uzatmasının sakıncalı olmadığını beyan buyurmuştur. Ibn-i Hacer: kelimeleri; fiiline mu-taalliktir. Maksadın şu olduğu muhtemeldir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'ye«Mescidde durmadan ve dolaşmadan humreyi bana vermek için mescide gir.» demek istemiş olabilir. Çünkü hayızlı kadının mescidi kirletmekten emin olduğu zaman durmadan ve dolaşmadan mescide girip çıkması caizdir. Şöyle de yorumlanabilir: «Sen mescidin dışında olduğun halde, elini mescide sokup humreyi al, sonra bana ver.» Bu hareket, haliyle caizdir. Birinci yorum şekline göre kelimelerin taalluku caizse de uzak ihtimaldir.» Kadı Iyâz'ın birinci şekle göre yorum yapmasının sebebi, Müslim ve Nesâİ' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhâ) 'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir: 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde iken bir ara: «Yâ Âişel Bana elbise ver» buyurdu. Âişe (Radıyallâhü anhâ) de i Ben namaz kılmıyorum, dedi. Bunun Üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onaı «O (hayız) senin elinde değildir.» buyurdu. Âişe (Radıyallâhü anhâ) de elbiseyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e uzattı.» Hattâbî, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsi ile Aişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsini bir olayla ilgili olarak yorumladığı için yukarıda belirtilen birinci yorumu seçmiştir. Halbuki olayın taaddüdü açıktır.Çünkü birisinde elbise, diğerinde humre isteniyor.) Hadiste geçen; kelimesi «Hayzatuki» ve «Hiyazatuki» diye okunabilir. Hayzat, bir defalık kan demektir. Hizat ise hayızlı kadının kendisi için helâl olmayan şeylerden uzak durması hâlidir. Sahih ve meşhur rivayete göre Nevevî' nin de dediği gibi bu kelime «Hayzat» okunur. Mâna bakımından münasip olanı da budur. Çünkü kan çıkması ve akması el organında değildir. Fakat hayız hâli bütün vücud organlarında ve bu arada elde de bulunur. Nitekim hayızlı kadın Kur'an-1 elleyemez Hattâbî: 'Hadisçiler bu kelimenin «Hayzat» olduğunu söylemişler ise de hatâdır. Doğrusu «Hizat» tır, demiştir. Kadı Iyâz, Hattâbî' nin sözünü kabul etmemiş ve : «Doğrusu hadîsçilerin dediğidir . Çünkü bu kelimeyle kan kasdedil-miştir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «...senin elinde değildir.» buyurmuştur. Bunun mânâsı şudur: 'Mescidlerin korunması gerekli olan necaset — ki hayız kamdır — senin elinde değildir'» demiştir. Nevevî: Hadîsçilerin tercih ettikleri şık, açık olanıdır. Hattâbî' nin savunduğu şıkkın da uygunluğu vardır, demiştir. El-Menhel yazarı: Nevevî' nin işaret ettiği uygunluk şudur, demiştir: Aişe (Radıyallahü anha) mescidin korunması gerekli olan hayız necasetisin eline bulaşmadığını biliyordu. Hayızdoa dolayı bütün vücûduna arız olan halin elinde de bulunduğunu bildiği için elini mescide sokmaktan çekinmiştir. Bu bilgiden başka onu çekindi-ren hiç bir neden yoktu. Âişe (Badıyallâhü anhâ)'nin çekinme nedeni dolayısıyla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle cevap vermek istemiştir: 'Hayızhk hâli Âişe (Radıyallâhü an-ha)'ya vücûdunun tümü itibariyle peyda olmuş; vücûdunun parçalan itibariyle değil'. Nitekim falanın eli hay izlidir, denmez ki, mescide uzatılması yasaklansın.» [150] Hadîsin Fıkıh Yönü 1 — Hayızlı kadın, elini mescide sokup ondan bir şey alabilir. 2 — Kadının kocasına hizmet etmesi meşrudur. 3 — Hattâbî: Hadîste şu fıkıh hükmü de vardır, demiştir: Eve, mescide veya benzeri bir yere girmemek için yemin eden kişi, elini veya vücûdunun bir kısmını o yere sokunca yeminini bozmuş olmaz. Bütün vücûdunu sokunca yeminini bozmuş olur. 633) Âişe (Radtyallâhü a«Aâ)'dan; şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (mescidde) itikafta iken ve ben (odamda) hayızlı iken mübarek başını bana doğru uzatırdı. Ben de başını yıkar ve tarardım." [151] İzahı Bu hadîsi Buhârî, Mâlik, Müslim,Ebû Dâvûd ve Tirmizi de biraz lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. Rivayetlerin bir kısmında Âişe (Radıyallâhü anhâ) kendisinin hayızlı olduğunu belirtmemiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinin her birisine mahsus olan hücre (oda) lerin kapıları Mescid-i Şerife açılırdı. Bu tarife göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hücresine bitişik, mescidin bir köşesinde itikâf buyurmuştur. Bu hadis, Buhâri' de daha uzundur. Urve b. Zübeyr (Radıyallâhü anh) 'e biri : Hayızlı kadının bana hizmet etmesi yahut bu kadıma cOnüp iken yanıma gelmesi caiz midir? diye sormuş. O da şöyle cevap vermiştir «Bence hepsi caiz. Hayızlı olan da, cûnOb olan da ban» hizmet eder. Bundan ötürü taraflar için bir sakınca yoktur. Aişe (Radıyallâhü anhâ) bana dediğine göre kendisi hayan İken...» [152] Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri 1 — ttikafa giren kişi, mescidden ayrılmamalıdır. 2 — Bedeninin bir kısmını mescidden çıkarması zarar etmez. 3 — îtikaftaki adamm başını yıkaması ve taraması caizdir. Saç traşı, koltuk altı yolunması, tırnakların kesilmesi ve bedenin temizletil mesi, hadisteki baş yıkama ve saç tarama hükmüne ilhak edilebilir. 4 — Hayızh kadının bedeni necis sayılmaz. 634) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âar\: şöyle demiştir : Ben, hayalıyken ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek başını kucağıma koyar, Kur'an okurdu." [153] İzahı Buhâri, Müslim, Nesâi ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Buhâri ve Müslim'in bir rivayetinde: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başını kucağıma yaslardı» tâbiri kullanılmıştır. Bu hadîs, hayızlı kabına yaslanarak Kur'ân okumanın câiz-Jiğine, hayızlı kadının yakınında oturmanın câizliğine ve hayızlı kadının şahsı ile elbisesinin temizliğine delalet eder. Bir necasetin kadından yanındakine bulaşması hâlinde yanaşmak caiz değildir. [154] 121 — Kadın Hayızlı Olduğu Zaman Kocası İçin Helâl Olan Yaklaşma Babı 635) Âişe (Radtyaüâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle de-r : Bizden birisi hayızlı olduğu zaman Resûlullah (Sallallahü Aleyhi .ve Sellem) ona; hayızmın şiddetli zamanında izâr kuşanmasını emreder, sonra ona mübaşeret ederdi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nefsine hâkim olduğu gibi hanginiz nefsine hâkim olabilir?" [155] İzahı Kütüb-i Sİtte sahiplerinin hepsi bu hadisi rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım : Fevr: Bir şeyin başlangıcı, şiddeti ve çoğu anlamına gelir. Burada -Hayzın Fevri» ile kanın ençok.ve en şiddetli akması kasdedilmişti Bâtir. Bâzı rivayetlerde; yerine; bulunur, aynı mânâyı ifâde eder.Bu kelime iki mânâya muhtemeldir. Birisi ihtiyaç anlamıdır, îrb, Ereb, Irbe ve Me'rebe kelimelerinin hepsi aynı mânâda kullanılır, -trb» in bir ikinci mânâsı organdır. Ve tenasül uzvundan kinayedir. Nihâye'de beyan edildiğine göre hadîsçilerin bir kısmı da hadiste geçen kelimeyi «İrb» olarak rivayet etmişlerse de hadîsçilerin ekserisi «Ereb» olarak rivayet etmişler ve bununla ihtiyaç anlamını kasdetmişlerdir. Hattâbî, «Ereb» rivayetini tercih etmiş ve «İrb» rivayetini inkâr ederek, böyle söyleyenleri kınamıştır. El-Ob-b i: «İrb» tenasül organı ile ihtiyaç anlamlarına gelebilir. Hattâbi tenasül organı anlamında kullanılması nedeniyle «İrb» rivayetini reddedip böyle söyleyenleri kınamıştır. Halbuki «trb» kelimesi Ha11âbî' nin tasvip ettiği «Ereb» kelimesi gibi ihtiyaç anlamını da ifâde eder. «İrb» rivayeti, cinsî münâsebet şehvetinden kinaye olduğu için bunda bir tekellüf yoktur.' demiştir. Hadisin bu fıkrasından maksad şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) belden aşağı peştemal gibi bir elbiseyle örtünen zevcesiyle aynı yatakta yattığı halde, yasak olan cinsi münâsebette bulunmamaktan emindi. Nefsine hâkimdi. Hanginiz onun gibi nefsine hâkim olabilir. Mübaşeret: Teni tene değirmektir. Cinsi münâsebet mânâsında da kullanılıyor ise de buradaki mübaşeretten maksad, o değil, öpmek, oynaşmak ve benzeri şehvani davranışlardır. î'tizar: İzâr giymektir. îzâr, göbekten diz kapaklarının altına kadar olan, vücûdu örten giyeceğe denir. îzâr, eteklik, peştemal, çarşaf ve benzeri şeyler olabilir. Hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, hayızlı zevceleri izâr giydikleri zaman onlara mübaşeret ettiğine delâlet eder. Hayızlı kadına mübaşeretin çeşitleri vardır: 1 — Cinsi münâsebette bulunmak suretiyle olan mübaşerettir. Bu nevî mübaşeret, kitab, sünnet ve icma* ile haram kılınmıştır. Bir müslüman, bunun helâl olduğunu itikad ederse kâfir olur. Haram olduğuna inandığı halde, bile bile yaparsa büyük bir günah işlemiş olur. Derhal tevbe etmesi ve kefaret vermesi gerekir. Kefaret durumunu 123 nolu bâbta inşaallah anlatacağız. 2 — Göbekten yukarı ve diz kapağından aşağı yerlere mübaşerettir. Bu, icma' ile helâldir. Ubeyde Es-Eselmânî ve başkasının bu nevi mübaşereti caiz görmemelerine dâir yapılan rivâyet şâyânı kabul değildir, münkerdir, tanınmıyor. Faraza böyle bir rivayet sahih olsa bile Kütüb-i S itte'de rivayet olunan sahih hadislerle merduddur. 3 — Göbek ile diz kapağı arasında yapılan ve cinsi münâsebet dışında kalan mübaşerettir. Bu tür mübaşeret hakkında âlimlerin üç görüşü vardır: a — Ebû Hanîfe, Mâlik, Saîd bin El-Müsey-yeb, Şüreyh, Tavus, Ata', Süleyman bin Ye-sâr ve Katâde'ye göre cima endişesi bulunsun, bulunmasın bu nevi mübaşeret mutlaka haramdır. Ebû Yûsuf tan bir rivayet de böyledir. Şâfiî1er' in sahih kavli de budur. Delil leri ise bu bâbtaki hadîslerdir. Bir de Mâ1ik' in rivayet ettiği Zeyd bin Eşlem'in şu mealdeki hadisidir: 'Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'e gelerek: Eşim hayizlı iken {bana neyi helâldir? diye sordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -İzarını iyice kuşasın. Sonra yukarısına mübaşeret edebilirsin.» buyurdu. b — Bu nevî mübaşeret tenzihen mekruhtur, tkrime, Mücâhid, Şâdi, Nehâi, El-Hakem, Sevrî, Evzâİ. Ahmed, îshak bin Râhaveyh, Ebû Sevr, 1 b -nü'1-Münzir ve İmamı Âzam'in arkadaşı Muhammed binEl-Hasan ile Mâlikiler' den Asbağ' in kavli budur. Bunların delili ise Buharı' den başka sahih hadis kitablarında merfu' olarak rivayet olunan Enes' inşu hadîsidir: «Cimadan başka her şey yapabilirsiniz.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in izâr üzerine mübaşeret etmekle yetinmesi, kavli ve fiili hadîslerinin işlerliğini korumak için müstahablık anlamına yorumlanmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, hayızh zevcelerine izâr üzerindeki mübaşereti şehvet duygusuna ihtirasından dolayı değil, şer'î hükmün te'sisi içindir. Zevceleri müteaddidken, hepsine hayız hâlinde mübaşeret etmesi, bu şer'î hükmün yayılması amacını güder. Nasıl ki, çok hanımla evlenmesinden maksadı, onlar aracılığıyla şer'i hükümleri yaymak ve her zevcenin müşahede edip iyice bellediği fiili ve kavli sünnetleri bildirmesidir. c — Kişinin, cinsi münâsebette bulunma tehlikesinden eminse mübaşeret etmesi caizdir. Aksi takdirde haramdır. emtfenhel yazarı: «Hadisin zahirine göre izâr kuşanma emri, hayzın şiddetli zamanına aittir. Böyle olunca kan şiddetini kaybettikten sonra, göbekten diz kapağına kadar olan yerleri örten izâr yerine, yalnız avret mahallini örten bir elbiseyle mübaşeretin câizliği hükmü çıkar. Ebû Davud'un rivayet ettiği bir hadîs, bu hükmü te'yid eder. Şöyle de olabilir: Hayızın şiddetli zamanı daha önemli olduğu için, bu devredeki mübaşeret şekli bildirilmiştir. Bu esnada izâr üzerine mübaşeret caiz olunca bu devre atlatıldıktan sonra izâr üzerine mübaşeretin câizliği mesele değildir. [156] Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri 1 — Hayızh kadına izâr üzerine mübaşeret caizdir. 2 — Nefsine hâkim olmayan için bu tür mübaşeretten sakınmak daha iyidir, demiştir. 636) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan; şöyle demiştir : Bizden birisi hayız gördüğü zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona bir izâr giymesini emrederdi. (O da izâr kuşandıktan) sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona mübaşeret ederdi." Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi bu hadîsi rivayet etmişlerdir. 637) (Mü'minlerin annelerinden) Ümmü Seleme (Radtyallâhü anhâ)'-dan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Ben ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber onun çarşafı altında idim. Kadınların gördüğü hayız kanını o esnada gördüm. Ben, çarşafın altından hemen sıvıştım. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Hayız mı gördün?» diye sordu. Ben: Kadınların gördüğü hayız kanını gördüm, dedim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Bu, Allah'ın Âdem kızlarına yazmış olduğu bir şeydir.» buyurdu. Ümmü Seleme dedi ki t Ben sıvıştıktan sonra durumumu düzelttim (= Hayız elbisemi giyip tedbirimi aldım.) Sonra döndüm. ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana; «Gel de, benimle beraber çarşafın altma gir.» buyurdu. Ümmü Seleme dedi ki: Bunun üzerine ben de O*nunla beraber çarşafın altına girdim.İsnadının sahih ve ricalinin sıka olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [157] İzahı Buharı, Müslim ve Nesâî de bu hadîsi az bir lafız farkıyla, aynı mânâyı ifâde eder mâhiyette rivayet etmişlerdir. Yalnız «Bu Allah'ın Âdem kızlarına yazmış olduğu bir şeydir.» fıkrası Buhâri ve Müslim'in rivayetinde yoktur. Bu hadise göre hayızlı kadınla bir yatakta yatmak caizdir. Yalnız çıplak tenlerin göbekle diz arasında temasına mâni, bir örtü bulunması gerekir. Ebû Dâvud'an Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiği bir hadis, bu hadise zahiren ters düşer. O hadisin meali şöyledir : 'Ben hayız gördüğüm zaman (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in) yatağından inerek hasır üzerinde (yatardım.) Biz hayız-dan temizleninceye kadar ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e yaklaşmazdık.' Görüldüğü gibi bu hadîse göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevceleri hayız iken ondan uzak dururlardı. Âişe (Radıyallâhü anhâ) hadîsiyle Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) hadîsinin arasını bulmak için El-Menhel yazarı şöyle der: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in muhterem zevcelerinin bazen uzak durdukları muhtemeldir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onlarla beraber ayni yatakta ve aynı çarşaf altında yattığı sabittir. Şu da vardır ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara yaklaşırdı. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in isteği olmadan, onlar kendiliğinden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e yaklaşamazlardı denilebilir. El-Aynî: 'Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsi izarlı olarak mübaşeretin yasaklığına delâlet etmez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hayızlı hanımlarına bazen mübaşeret eder. Bazen de mübaşeret etmezdi.' demiştir. Tıybî: Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisindeki yaklaşma, cinsi münâsebet mânasına hamledilebilir. Aksi takdirde hadîs mensuhtur' demişse de bu sözü reddedilmiştir. Çünkü hadîslerin arasını bulmak mümkün olmadığı takdirde mensuhluk yoluna gidilir. Yukarıda açıklandığı üzere bu iki hadîsi cem etmek mümkündür. Hadîsten anlaşıldığı gibi, kadının hayız için ayrı elbise kullanması ve hayızlı iken gerekli tedbiri aldıktan sonra eşinin yatağına girmesi müstahabtır. 638) Muâviye bin Ebî Süfyan (Radtyallâhü ankümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi olan (kız kardeşim) Ümmü Habîbe (Radiyallâhü anhârye*: Sen haya kanı gördüğünde Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile nasıl yaparsın? diye sordum. Ümmü Habîbe dedi ki: Birimiz hayız kanını görmeye başlayıp şiddetli zamanında uyluk kemiklerinin yarılarına kadar uzanan izârı üzerimize bağlardı. Semra Eesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İle beraber (aynı yatakta) yatardı.Sindi şöyle demiştir : 'Senedin râvileri arasında Muhammed bin hak'ın bulunduğu ve tedlisçi olup hadisi an'ane ile rivayet ettiği gerekçesiyle bu isnadın söz götürdüğü Zevâid'de belirtilmişse de hadis mânâca sahihtir.'[158] İzahı Nesâi ve Beyhaki benzer mânâyı ifâde eder bir hadisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Mey mûne (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet etmişlerdir. O rivayette izâ-nn uzunluğunun uyluk kemiklerinin yarılarına kadar veya dizlerine kadar olduğu ifâdesi bulunuyor. Buna göre izâr, bazen dizlere kadar uzun olurdu, bazen de dizlere kadar varmaz. Bu hadîs de, daha önce geçen hadisler gibi izâr üzerinde hayızh kadınla mübaşeretin câizliğine delâlet eder. Sindi, izârın uzunluğuyla ilgili olarak şöyle der: Fıkıh âlimlerinin beyanlarının zahirine göre izârın diz kapaklarına kadar uzun olması gerekir. Daha kısa olursa mübaşeret caiz değildir. [159] 122 — Hayızu Kadınla Cima Etmeden Nehiy Babı 639) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir : Hayizli kadınla cima eden veya kadının dübürü ile cima eden yahut bir kahine varıp onun dediğini tasdik eden kimse (Hz.) Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e indirilene küfretmiş olur.[160] İzahı Bir önceki bâbta hayızh kadına mübaşeret çeşitlerini bunlardan hangisinin helâl, hangisinin mekruh ve hangisinin haram olduğunu konu hakkındaki âlimlerin görüşleriyle birlikte beyan etmiştik. Cima şeklindeki mübaşeret Kur'an-ı Kerim'in nassıyla haram kılınmıştır. Bakara sûresinin 222. âyetinden meâlen şöyle buyu-ruluyor: «Sana hayız mes'elesini soruyorlar. De ki: O bir ezadır. Bu sebeple siz hayız hâlinde kadınlarla (cima)dan sakınınız...» Kitab ile yasaklandığı gibi sünnet ve i cm a' ile de haram kılınmıştır. Haramlığını inkâr, küfrü mucibtir. Ha ram lığını bile bile bu suçu işleyen kişi büyük günah işlemiş olur. Tevbe etmesi âlimlerin ittifakıyla vâcibtir. Bâzı âlimlere göre keffaret ödemesi de vâcibtir. Cumhura göre müstahabdır. Tirmizi de bu hadisi rivayet etmiş bu arada şöyle demiştir: «Âlimler nezdinde hadis teşdid ve tehdid içindir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle bir hadîs rivayet edilmiştir: «Kim hayızlı kadınla cima ederse bir altın sadaka versin.* (Kitabımızda 640 no'da geçer) Eğer hayızh kadınla cima etmek küfrü gerektirseydi bu suç için keffaret ödeme emri verilmeyecekti. (Çünkü keffaret m üs lü m anın işlediği günahın bir nevi cezası ve afv vesilesidir. Kâfirler için keffaret ödenmesi söz konusu değildir. Kâhinı El-C ezeri1 nin, En-Nihâye'de beyân ettiği gibi kâinatta ilerde vuku bulacak şeylerden haber veren ve kâinat sırlarını bildiğini iddia eden kişidir. Araplarda çeşitli kâhinler vardır. Bunların bir kısmı emirlerinde cinlerin bulunduğunu ve kendilerine cinler tarafından haberler getirildiğini iddia ederlerdi. Diğer bir kısmı bâzı emarelerle ilerde meydana gelecek olayları bildiğini, konuşturduğu kişinin söz, fiil ve hâlinden bu olayları çıkardığını iddia ediyorlardı. Çalınan malın veya kaybolan eşyanın kim tarafından çalındığını veya bulunduğunu, hâlen nerede olduğunu bildiklerini söylerlerdi. İstikbalde kimin ne yapacağını kâinatta ne gibi olayların vuku bulacağını kesin olarak kimse bilemez. Bu yüzden kâhin'in ga-yıptan verdiği haberi doğrulamak küfürdür, böylelerine inanmamak gerekir. Hayızlı kadınla cima' eden veya kadınla livata eden kişi bu fiilin mubah olduğunu itikad ederse kâfir olur. Hadîsi böyle yorumlayanlar olmuştur. Ama bu suçu işleyen kişi haramlığını itikad ederek işlemişse bundan dolayı kâfir olmaz bu nedenle hadîste geçen küfürden maksad küfran-ı nimet (nankörlük) tür diye de yorum yapılabilir.Tirmi zi şerhi Tuhfe yazan bu iki yorum şeklini nakletmiştir. [161] 123 — Hayızlı Kadınla Cima1 Edenin Keffareti Hakkında Bâb 640) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zevcesiyle hayızlı olduğu halde cima eden kimse hakkında şöyle buyurdu, demiştir i «O bir altın yeyâ yarım altın ile tasadduk eder.Sindi: Ebû Dâvûd, Tinnizİ ve Nesâl de bu hadisi rivayet etmişler, zayıflığı hakkında bir şey söylememişlerdir, demiştir. [162] İzahı Hadîsteki «Tasadduk eder» fiili emir anlamındadır. Nitekim bâzı rivayetlerde : Tasadduk etsin» buyurulmuştur. Hadîsteki «Bir altın veya...» tâbiri taksim içindir. Çünkü bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi cima' işi hayızın ilk günlerinde olursa bir altın, hayızın sonlarında ise yarım altm keffaret çıkarılır. El-Menhel yazarı şöyle der: «Tirmizİ'nin İbn-i Abbas (Radıyallâhü anh)'tan rivayet ettiği bir hadise göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «Hayız kanı kırmızı iken bir dinar, san iken yarım dinar...» Ahmed' in rivayet ettiğine göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayız kanı devam ederken cima' edene bir altın ve kan kesilip henüz gusül yapılmadan cima' edene yarım altın ödenmesini emretmiştir. Hadis, hayız hâlindeki eşi ile cima' eden kişiye keffâretin vâcib-liğine delâlet eder. [163] Keffaret Hakkındaki Âlimlerin Görüşü 1 — İbn-i Abbâs, Hasanı Basri, Said bin Cübeyr, Katâde, Evzâi, îshâk, Kadim kavline göre Şafii, iki rivayetten birisine göre Ahmed bin Han-b e 1 keffâretin vâcibliğine hükmetmişlerdir. Bunlardan El-Ha-san ve Said'e göre keffaret bir köleyi âzad etmektir. Diğerlerine göre keffaret rivayetlerin ihtilâfına ve kadının hayız hâline göre bazen bir altın, bazen yarım altındır. Bu âlimlerin delili bu bâbta geçen hadistir. Keffâretin ödenmesi erkeğe aittir. Bu keffâre-ti fakirlere sarfedecektir. 2 — Atâ', Sabi, Nahâi, Mekhûl, Zühri. Süfyân-ı Sevri, Levs bin Sad, Mâlik,, Ebû Hanîfe, en sahih kavline göre Şafii iki rivayetin birisine göre Ahmed bin Hanbel ve Selefin cumhuru keffâretin vâcib olmadığını söylemişlerdir. Bunlara göre adamın istiğfar ve tevbe etmesi gerekir. Lâkin bu suçu hayzın ilk günlerinde işlemişse bir altın ve sonlarında ise yanın altın sadaka çıkarması müstahabtır. Bunlar mezkûr hadisin bir kaç yönden illetli olduğunu söylemişlerdir. İlletlerden bâzıları şunlardır: Hadis, mürsel olarak rivayet edilmiş, mûdal olarak rivayet edilmiş, mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Fakat El-Hâkim, îbnü'l-Kattân ve İbn-i Dakîki'1-Iyd hadîsin sahih olduğunu, Ahmed bin Hanbel de hadîsin hasen olduğunu söylemiştir. Ha1lbide : "Âlimlerin ekserisi bu hadîsin mürsel veya mevkuf olduğunu sanmışlardır. Halbuki hadis muttasıl ve merfu'dur, diyerek gerekçesini izah etmiştir. Müellifimiz hadîsi merfû olarak rivayet etmiştir. Hadis, hayızlı eşiyle cima eden adamın bir altın veya yarım altın tasadduk etmesinin gereğine delâlet eder. Bu konudaki âlimlerin ihtilâfını yukarda gördünüz. Bu hadîsi Nesâî, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Beyhakî, Ahmed, Dârimi ve tbnü'l-Cârud da rivayet etmişlerdir. El-Hakira ve başkaları hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. [164] 124 — Hayızlı Kadın Nasıl Gusül Eder Babı 641) Aişe (Radıyallâhü anhâ)'dm rivayet edildiğine göre; Kendisi hayızlı iken (hac için ihrama gireceği zaman). Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona: «Saçları (nın örgüleri) ni çöz ve guslet» buyurdu." Râvî Ali kendi hadis rivayetinde dedi ki: -Başını çöz.[165] İzahı Bu hadisi müellifimize Ebû Bekir bin Ebi Şeybe ve Ali bin Muhammed rivayet etmişlerdir. Ebû Bele ir'in rivayetinde hadîsin metni: «Saçlarım çöz...» diye başlar. Ali' nin rivayetinde ise : «başını çöz...» diye başlar, iki rivayet arasında mânâ itibariyle bir fark yoktur. Gaye, saçları tarayabilmek için örgüleri çözmektir. Bu hadis, hayız sonunda vâcib olan boy ab-desti ile ilgili değildir.  işe (Radıyallâhü anhâ)'nin hayız hâli devam ediyordu .Hac için ihrama girecekti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hayızlı hâlinin ihrama girmesine enççl olmadığına işaretle temizlik ve nezafet için yıkanmasını ve bu cümleden olarak saçlarını tarayabilmesi için saç örgülerini çözmesini emretmiştir. Buhârî, Müslim ve başka hadis kitablarının «Hac» bahsinde bu hadîs rivayet edilmiştir. Bu nedenle hayızın sonunda yapılması gerekli gusle ait bu bâbta, bu hadisin niçin zikredildigi bilinmiyor. Sindi: «Bu duruma temas ediyor, hayızdan dolayı yapılacak guslün hükmü dolaylı olarak bu hadisten anlaşıldığı için müellifimiz burada rivayet etmiş, denilebilir,' demiştir. 642) Âişe (Radtyallâhü onhâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : (Ensâr'dan şekel kızı) Esma (Radıyallâhü anhâ), hayızdan dolayı yapılacak gusül keyfiyetini Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e sormuş, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de: . «Sizden birisi suyunu ve sidrini aldıktan sonra abdest alır. ab-destini güzelce alır veya abdestini mükemmel alır. Sonra başına su dökerek, başını sıkıca ovalar. Tâki, su başının kemiklerine ve saç diplerine ulaşsın. Sonra vücuduna su döker. Daha sonra üzerine misk sürülmüş bir pamuk veya bez parçası alarak, onunla temizlenir.» buyurmuştur. Esma (Radıyallâhü anhâ) : 'Onunla nasıl temizleneceğim? diye sormuş. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Süphânellahl Onunla temizlen.» buyurmuştur. Âişe (Radıyallâhü anhâ) sözünü gizlercesine (Esmâ'ya fısıldayarak) : Onu kanın dokunduğu yere sür, demiş. Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki i Esma (Radıyallâhü anhâ). Peygamber (Satfallahü Aleyhi ve Seİİem) 'e cünüblükten dolayı (yapılan) gusül keyfiyetini de sormuş ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Biriniz suyunu aldıktan sonra, önce abdest alır, abdestini .güzelce alır veya abdestini mükemmel alır. Nihayet başına su dökerek, başını iyice ovalar. Tâki, su başının kemiklerine ve saç diplerine ulaşsın. Sonra vücûduna su akıtır.» buyurmuştur. Bunun üzerine Âişe (Radıyallâhü anhâ) .- 'Şu Ensâr hanımları ne iyi hanımlardır. Haya, onları dinî bilgileri edinmekten alıkoymuyor.* demiştir." [166] İzahı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e soru soran Esmâ {Radıyallâhü anhâ), Âişe (^dıyallâhü anhâ)'nin kız kardeşi olan Esma değildir.Müs1im 'in bir rivayetinde belirtildiği gibi Ensâr'dan Şekkel kızı olan Esma (Radıyallâhü anhâ)'dir. Hatib; Yezid kızı olan Esma (Radıyallâhü anhâ) olduğunu söylemişse de böyle değildir. Müslim' den önce de Ebû Bekr bin Ebİ Şeybe, kendi müsnedinde ve Ebû Avâne ile Ebû Naîm, kendi müstahreclerinde bu hâtûnun Şekel kızı olduğunu söylemişlerdir. İbn-i Sa'd, Taba-râni, Barudi ve İbn-i Menden, Esma bint-i Şekel'i ashab arasında zikretmişlerdir. El-Menhel yazan, hadîsin açıklanması ile ilgili olarak aşağıdaki ma'lumatı verir: «Herhalde Esma (Radıyallâhü anhâ), en mükemmel gusül şeklini sormuş olacak ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gusül için suyla beraber sidrin alınmasını buyurmuştur. Çünkü gusül-de sidrin kullanılması farz değildir. Keza gusülden önce abdest almak ve misk sürülmüş parça kullanmak farz değildir. Bu sebeble, bunların her hangi birisinin farz olduğunu ileri sürerek, bu hadîsi delil göstermek yanlış olur. Sidr : Daha önce de geçtiği gibi Trabzon hurması denilen ağacın adıdır. Bu ağacm yaprakları öğütülüp, gusledilirken sabun gibi temizleyici olarak kullanılır. Gusül bahsinde kullanılan «Sidr»-den maksad, ağacın öğütülmüş yapraklarıdır. Fırsat: Pamuk veya bez parçası olup, hayız kanının temizlenmesinde kullanılır. Hadîste bu parça ile temizlenme tavsiyesi yapılıyor. Hayız veya lahusalık hâlinden dolayı yapılacak gusülde evli olan ve olmayan her kadının misk sürülmüş bu parçayı kullanması müstahabtır. Misk bulunmadığı takdirde, başka esanslar kullanılır. Hattâ güzel kokulu maddeleri bulamayan kadının kerih kokuyu giderici çamur veya benzerini kullanması müstahabtır. Hiçbir şey bulamazsa su kâfidir. Misk kullanılması hikmeti hakkında ihtilâf olmuştur. Sahih ve meşhur kavle göre gaye, kanın dokunduğu yere güzel koku sürmek ve kerih kokuyu gidermektir. El-Mâverdî bâzı kimselerin : Maksad çabuk gebeliği sağlamaktır, dediğini hikâye etmişse de, Neve vi bu hikmeti zayıf veya bâtıl olarak niteleyip şöyle demiştir: Bunların dediği gibi olsaydı misk sürmenin, kocası hazır olan kadınlara mahsus olması gerekirdi. Hiçbir âlimin böyle bir tahsis yaptığını bilmiyoruz. Hadîslerin mutlak oluşu, bunlarm sözlerini reddsder. Doğrusu şudur ki: Maksad, kan dokunan yere güzel koku sürmek ve pis kokuyu gidermektir. Bu, evli olsun olmasın, hayızdan veya. lahusalıktan dolayı gusleden her kadın için müstahabtır. Esma (Radıyallâhü anhâ) misk sürülmüş parçayla yıkanacağını sandığı için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe: Ben bununla nasıl temizleneceğim? diye sormuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Esma (Radıyallâhü anhâVnın bu istifhamından hayret ederek: «Sübhâr.allah! İşte bununla temizlen» diye buyurmuş, bunun üze: rine Âişe (Radıyallâhü anhâ) yalnız Esma (Radıyallâhü anhâ) 'nın duyabileceği bir ses tonuyla: 'Onu kanın dokunduğu yere sür' diyerek mes'eleyi anlatmıştır. Esma (Radıyallâhü anhâ), cünüblükten gusül durumunu da sorup öğrendikten sonra, Âişe, onun dînî mes'eleleri öğrenmeye karşı gösterdiği titizliğe hayran kalmış, bilhassa kadınlarla ilgili olup, haya: edilen mes'eleleri öğrenmek için gayretini beğenmiş ve Ensar kadınlarını öğmüştür. [167] Hadisten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri 1 — Bir şeye hayret edildiği zaman; Sübhânallah, demek caizdir. 2 — Avret mahalliyle ilgili mes'elelerde kinayeli konuşmak gerekir. 3 — Hayayı gerektiren durum karşısında çekingenlik açığa vurulmalıdır. 4 — Kişi, din ile ilgili bilmediği hususları sormalıdır. 5 — Gusledilirken, yıkamada mübalâğa yapılmalıdır. Ovuşturmak da mübalâğadan bir parçadır. 6 — Hayızdan gusleden kadın vücûdundan kanın dokunduğu bütün yerlere misk ve benzen kokular sürmelidir. Lotusa da hayızlı kadın gibidir. 7 — Dinî soru soran kişi, verilen cevâbı anlamadığı takdirde, ce-vab tekrarlanmalıdır. 8 — Alimin sözünü, onun huzurunda anlamayan kişiye anlatmak caizdir. Şu şartla ki: Bu anlatış, âlimin hoşuna gitsin. 9 — Daha üstün bir zâtın huzurunda, onun kadar üstün olmayan ehil zâtlardan ilim almak caizdir. 10 — Öğrenmek isteyene karşı yumuşak davranılmalıdır. İl — Hadîs, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üstün huyunu, yüce halimliğini ve büyük hayasını ifâde ediyor. [168] 125 — Hayızu Kadınla Beraber Yemek Ve Onun Artığı Hakkında Gelen Hadîsler Babı 643) Âişe (Radıyallâhü auhÛ): şöyle söylemiştir : Ben hayızh iken kemik üzerindeki etin çoğunu dişlerimle alıp, yiyerdim. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), o etli kemiği alarak ağzımın dokunduğu yere mübarek ağzını koyup (ondan yerdi) Ben, kaptan içerdim. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabı alır, mübarek ağzını ağzımın dokunduğu yere koyup içerdi ve ben hayızlı idim." [169] İzahı Bu hadîsi Müslim. Nesâi, Ebû Dâvûd ve Ah-med de rivayet etmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'yi sevindirmek ve hayızlı kadınla beraber oturmaktan, birlikte yemek yemekten ve benzeri şeylerden kaçınılmamasının gereğine işaret buyurmuştur. Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den önce yemeğe ve içmeye başladığı hadisten anlaşılıyor. Bunun edebe aykırı olduğu söylenemez. Çünkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun önce başlamasını emrederdi. Çünkü Nesâi' nin rivayetinde Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle der: -O, etli kemiği alır, benim hissemi tâyin ederdi. Bunuii üzerine ben de hissemi dişlerimle yiyip kalanı bırakırdım. Sonra, O alır dişleriyle ylyerdi. Ve o etli kemikten ağzımın dokunduğu yere mübarek ağzını koyup yiyerdi. İçecek isterdi. Ondan içmeden önce belirli bir kısmını benim içmemi İsterdi. Ben alıp hissemi içtikten sonra bırakırdım. Sonra O alır ve bardağın ağzımı koyduğum yerine, mübarek ağzını koyup içerdi.» Hadiste geçen «Etearraku» fiili «Taarruk» masdanndan yapılmadır. Taarruk, kemik üzerindeki eti dişlerle almaktır. Bunun kökü olan «Arak» ise, üzerindeki etin çoğu alınmış olan kemik demektir. [170] Hadisin Fıkıh Yönü 1 — Hadis, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in son derece mütevâzi olduğuna delâlet eder. 2 — Erkek, zevcesine karşı yumuşak davranmalı ve zevcesini se-vindirmelidir. 3 — Hayızlı kadınla aynı kabtan yemek ve içmek caizdir. 4 — Hayızlı kadının yiyecek ve içecek artığı, eli, ağzı ve şâir uvuzları temizdir. 644) Enes (bin Mâlik) (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Yahudiler, hayızlı kadınla bir evde oturmazlardı. Onlarla birlikte yemezler, içmezlerdi. Enes dedi ki: Yahudilerin bu durumu Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatıldı. Bunun üzerine Allah u Teâlâ : «Sana kadınların hayız hallerini de soruyorlar. De ki ı O. nefret edilen bir pisliktir. Bunun için hayız zamanında kadınlarınızdan ayrılın (cinsî münâsebette bulunmayın)...- âyetini indirdi.[171]Re-sûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) de : «Cimâ'dan başka her şey yapın» buyurdu." [172] İzahı Müslim, Nesâi, Ebü Dâvûd, Ahmed ve Beyhaki de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Rivayetlerin bir kısmı daha uzundur. Ebû Dâvûd'un rivayeti şöyledir: Enes (bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Yahudiler' den bir kadın, hayız âdetini görmeye başlayınca onu evden çıkarırlardı. Onunla ne yerlerdi ne de içerlerdi. Onlarla aynı evde oturmaz ve ihtilat etmezlerdi. Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e bu durum soruldu. Bunun üzerine Allah Subhânehu ve Teâlâ; âyetinin tamamını indirdi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) : «Hayızlı kadınlarla evlerde her çeşit ihtılati yapınız. Ve cimâ'-dan başka her şey yapınız.» buyurdu. Bunun üzerine Yahudiler: Neyimiz varsa, bu adam (Hz. Muhammed'i kasdediyorlar) hepsine muhalefet ediyor. (Yahudilerin sözünü duyan) Üseyd bin Hudayr ve Abbâd bin Bişr, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek : Yâ Resûlallah! Yahudiler şöyle şöyle, söylerler. Biz (onların inadına) hayız hâlinde kadınlarla cima etmiyelim mi diye sordular. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek yüzü değişti. Hattâ, onlara kızdığım zannettik. Onlar da çıktılar. Yolda Peygamber (Sallal lahü Aleyhi ve Sellem)'e hediye olarak getirilen sütle karşılaştılar. Peygambe*1 (Sallailahü Aleyhi ve Sellem), arkalarından haber gönderip çağırttı ve onlara süt içirdi. Bu defa, onlara kızmadığını sandık.» Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e yahûdîlerin durumunu anlatanların Üseyd bin Hudayr ve Abbâd bin Bişr oldukları Ebû Dâvûd'un rivayetinden anlaşılıyor. Âyetin açıklamasına gelince, Allah Teâlâ meâlen şöyle buyuruyor : «Onlar, hayız kanı devam ettiği zaman, kadınlarla temas etmenin hükmünü sana sorarlar. De ki: O kan, tiksindirici bir kirdir. Rengi, kokusu, necaseti ve zararlığıyla tiksindiricidir. Bu sebeple, kadınlardan hayız hâlinde uzak durun.» Bu kaçınmadan maksad, cinsî münâsebetten kaçmaktır. Âyet nazil olduğu zaman, sahâbile rin bir kısmı uzak kalmayı mutlak anladılar. Hattâ, meskende bile, bir arada kalamıyacaklarını zanneden bâzı Araplar : Yâ Resûlallah! Soğuk çetindir. Elbise azdır. Eğer, hayızh kadınlarımızı ev halkımıza tercih ederek evde tutarsak, ev halkı dışarda kalır, helak olurlar. Onları da meskene alırsak, bu hükme karşı gelmiş oluruz, dediler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Siz, yalnız cimâ'dan kaçınmayla emrolunmuşsunuz. Acemler gibi, onları evlerden çıkarmayla emrolunmamışsınız.» buyurdu." [173] Hadîsten Çıkarılan Fıkhı Hükümler 1 — Hayızh kadınla cinsî münasebette bulunmak haramdır. Bu hususta icmâ' vardır. Haramlığı inkâr eden kâfir olur. 2 — Başka türlü mübaşeret caizdir. 3 — Hak, kolay ve ma'kul din, ancak müslümanlann dînidir. [174] 126 — Hayızlı Kadının Mescidden Uzak Kalması Hakkında (Gelen) Hadisler Babı 645) Ümmü Seleme (Radıyallâhü mthâ)'<\an rivayet edildiğine ' şöyle demiştir : Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu mescidin avlusuna girerek en yüksek sesiyle: «Şüphesiz mescid, cünüb adama ve hayızh kadına helâl değildir.» buyurdu.Râvi Mahdûç sıka olmadığı ve râvi EbU'l-Hattab meçhul olduğu için isnadın zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [175] İzahı Bu hadisin hükmünü ifâde eden Âişe (Radıyallâhü anhâ)'-nin uzunca bir hadîsini Buharı, Et-Târihü'1-Kebîr'de ve Ebû Dâvûd, süneninde rivayet etmişlerdir. îbn-i Huzeyme, hadîsin sahih olduğunu, Îbnü'l-Kattân da hasen olduğunu söylemiş, Ebû Dâvûd ise rivayet ederken bir şey söylememiştir. Sükut etmesi, kabul alâmetidir. Ebû D âvûd 'un rivayeti şöyledir: Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Sahâbîlerin evlerinin kapıları mescide açılıyordu. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek: «Bu evlerin kapılarını mescid cephesinden başka tarafa çevirin.» buyurdu ve içeri girdi. Sahâbîler, kendilerine bir ruhsat ineceği ümidiyle kapı cephesini değiştirmediler. Bilâhere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların bulunduğu yere çıkarak: «Şu evlerin kapılarını mescid cephesinden çevirin. Çünkü ben mescidi hayızh kadın ve cünüb için helâl kılmam.» buyurdu." Hadisin zahirine göre hayızh kadının ve cünübün camiye girmesi mutlaka haramdır. Camide durmak ile camiden geçmek arasında bir fark yoktur. Fakat, cünüb adamın ihtiyaç olsun olmasın, abdestli olsun olmasın mescidden geçmesinin câizliği İki hadisle sabittir. Saîd ve îbn-i Ebî Şeybe' nin rivayet ettiklerine göre Câbir (Radıyallâhü anh) bizden birisi, cünüb olarak mescidden geçerdi, demiştir. İbnü'l-Münzir'in rivayetine göre Zeyd bin Eşlem (Radıyallâhü anh) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı cünüb olarak mescidde yürüyorlardı, demiştir. Bu iki hadiste bildirilen geçişler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zamanında idi. O da bu hareketi reddetmiştir. Bu nedenle mezkûr hadisler, cünübün cami'den geçişinin mutlaka caiz olduğuna delâlet ederler. Yani ihtiyaç olmasa da ve abdest alınmasa da geçmek caizdir. 1- lbn-i Mesüd, İbn-i Abbâs. Şafiî, Şafii' nin arkadaşları ve Ahmed bin Hanbel böyle demişlerdir. Bunlar Nisa sûresinin 43. âyetinde geçen; «...Cünüb iken de —yoldan geçenler müstesna— (namaz* yaklaşmayın)...- ilâhi nazm'ı delil olarak gösterirler. Onlar, âyette geçen «Ubûr = Geçiş- ancak namaz yerinde olabilir. Bu geçişin yolcuya tahsisine dâir her hangi bir delil yoktur. Yâni yolcular cünüb olarak mescidden geçebilirler de, mukim olanlar geçemez diye âyeti yorumlamak için bir delil yoktur. Bilâkis, âyetin zahirine göre kasdedilen mânâ o yerden geçen herkestir. Çünkü yolcu adamdan âyetin sonlarında bahsedilmektedir. Eğer «geçen kimseler» tabiriyle yalnız yolcular kasdedilmiş olsaydı, âyette aynı şeyin tekerrür etmiş olması neticesine varılıyor ki,Kur'an böyle tekrarlardan korunmuştur. İbn-i Cerîrin Yezîd bin Ebî Habib' ten rivayet ettiğine göre, En -sâr-ı Kiram' dan birkaç zatın evlerinin kapıları Mecid-i Nebevi 'ye açılıyordu. Bazen onlara cünüblük hâli arız oluyordu da evlerinde su bulamıyorlardı.Su bulunan yere gitmeleri için, mescidden geçmeleri gerekiyordu. Çünkü başka yollan yoktu. Bunun üzerine yukarıya alınan nazm-ı celil nazil oldu.Bu eser âyetle kasdedilenin mescidden geçen herkes olduğu hususunda en ufak bir şüphe bırakmaz. En-Neyl sahibi: Âyeti, mescidde iken cünüb olan kişiye tahsis ederek yorumlamak mesnedsizdir, demiştir. 2 — Ebû Hanife ve arkadaşlarına göre cünüb ve hayızlı kadının, durmadan geçmek niyetiyle de olsa, mescide girmeleri haramdır. Çünkü hadîs mutlaktır. Ancak bir zaruret varsa, meselâ evin kapısı mescide açılır .kapı cephesini değiştirmek mümkün olmazsa ve başka da mesken bulunmazsa, cünüb ve hayızlı kadının mescidden geçmeleri, zaruret icabı caiz olur. Eğer mescidde iken cünüb olursa, bulunduğu yerde derhal teyemmüm edip hemen çıkması gerekir. Keza cünüb olduğunu unutarak mescide girdikten sonra cünüblüğünü hatırlarsa ayni şeyi yapar. Şayet teyemmüm yapmadan sür'atle camiden çıkarsa caizdir. Eğer, mescidden çıkmaya gücü yetmezse teyemmüm edip duracaktır. Lâkin ne namaz kılabilir, ne Kuran okuyabilir. 3 — Mâ1iki1er'in çoğuna göre cünübün zaruret olmadıkça camiden geçmesi caiz değildir.Zaruret hâlinde teyemmüm ederek geçer. Onlar da, bu bâbtaki hadisin umumiliğini delil gösterirler. [176] Hayızlı Kadın Ve Cünübün Mescidde Durmaları Âlimlerin cumhuruna göre bu yasaktır. Yalnız, Hanbeliler ve Ishak' a göre cünüb adam, abdestli ise durabilir. Hanefî âlimlerine göre hayızlı ve 1 ah usa kadının mescide girmeleri yasaktır. Mâ1iki1er' e göre de durum aynıdır. Ancak mal veya can tehlikesi olursa mescide girmeleri caizdir. Şafiî ve Hanbeli âlimlerine göre hayızlı ve lahusa kadın, mescidi kanla kirletmekten emin iseler mescidden geçebilirler. Mescidde durmaları ise Şâfiî1er' e göre mutlaka yasaktır. Hanbelîler'e göre ise, eğer kan kesilir ve abdest alırlarsa durmaları caizdir. [177] Hadîsin Fıkıh Yönü 1 — Dîne uygun olmayan şeyleri değiştirmeye çalışmak gerekir. 2 — Hayızlı kadın ve cünübün mescide girmeleri yasaktır. [178] 127 — Temizlendikten Sonra Sarı Ve Bulanık Renkleri Gören Hayızlı Kadın Hakkında (Gelen) Hadisler Babı 646) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dnn rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Temizlendikten sonra şüpheye düşürücü şeyi gören kadın hakkında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) buyurdu ki «O, ancak damar veya damarlar (kanı) dır.» Hâvi Muhammed bin Yahya dedi ki «Temizlendikten sonra-dan maksad, temizlenip guslettikten sonraki zamandır.[179] 647) Ümmü Atiyye (Radtyattâhü a«Aâ/dan; şöyle demiştir: Biz (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında kan.-daki) sarılığı ve bulanıklığı (namaza mâni olması bakımından) hiç bir şey olarak görmezdik. Muhammed bin Yahya dedi ki: Bize Muhammed bin Abdillah Er-Rakkâşî tahdis etti. Bize Vüheyb tahdis etti. O da Eyyûb'den, o da Hafsa'dan, o da Ümmü Atiyye [180]'den tahdîs ettiğine göre Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ) Biz (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında) sanlığı ve bulanıklığı (namaza mâni olması bakımından) hiç bir şey saymazdık. Muhammed bin Yahya dedi ki: Bizce bu rivayette Vüheyb için öncelik vardır." [181] İzahı Bu hadisi Beyhakî, Ebû Dâvûd ve El-Hâkim de rivayet etmişlerdir. El-Hâkim: Buhâri ve Müsli m'in şartları üzerine sahihtir, demiştir.E1-1smâi1i müstahricinde ve Darekutni de az bir lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. Hadîs, hayızlı kadının aybaşı âdet günleri geçip temizlendikten sonra gördüğü sarılık ve bulanıklığın hayızdan sayılmadığı hakkındadır. Ümmü Atiyye: «Biz, sarılığı ve bulanıklığı saymazdık» derken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zamanında ve O'nun bilgisi altında bu renkleri hayızdan saymadıklarını anlatmak istemiştir. Kasıt bu olunca hadîs merfü hükmünde sayılır. Buradaki rivayette sarımtırak ve bulanık renklerin hayız süresinin bitiminden sonra olduğuna dâir bir kayıt yoksa da Ebû Davüd' un rivayetinde; «Hayız günleri geçtikten sonra...> kaydı mevcuttur. El Menhel yazarı, bu kayıtla ilgili olarak: 'Kadın, gusletmemiş olsa bile hayız süresi geçtikten sonra gördüğü sarılığın ve bulanıklığın hayızdan sayılmayacağı kasdedilmiştir.Dârimi' nin rivayetinde bulunan;

«Gusülden sonra...» kaydı, çoğu zamandaki uygulamaya yorumlanır. Çünkü kan kesildikten sonra çağü zaman kadın, hemen gus-lünü yapar. Hadîs, hayız âdeti dışında ve temizlik günlerinde görülen mezkûr renklerin hayızdan sayılmayacağına delâlet eder. Dolayısıyla henüz âdet süresi dolmadan görülen bu renklerin hayızdan sayılacağını ifâde eder.' demiştir. El-Menhel yazarı şu ma'lumati verir :

«El-Hattâbi: Hayız âdeti, kadın temizlendikten sonra görülen sarılık ve bulanıklık hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir.

1— A1i (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre temizlik hâlinde görülen bu renkler, hayız değildir. Kadın namazını bırakamaz. Abdest alıp namaza devam eder. Süfyân-ı Sevri ve Evzâî' nin kavli de budur.

2 — Saîd bin El-Müseyyeb: kadın, temizlik hâlinde bu renkleri görünce gusledip namaz kılar demiştir. Ahmed bin Hanbel'in görüşü de budur.

3 — Ebû Hanîfe: Kadın, hayız âdetinden ve kan kesildikten sonra bir iki gün mezkûr renkleri gördüğü zaman, hayız gün-leriyle beraber, toplam on günü geçmedikçe, hepsi hayız sayılır ve bu renkler kesilip, beyaz su görmedikçe temiz sayılmaz, demiştir.

4 — Şafii mezhebinin meşhur kavline göre kadın aybaşı âdet kanı kesildikten sonra mezkûr renkleri gördüğü zaman hayız gün-leriyle beraber, toplam süre onbeş günü geçmedikçe hepsi hayizdır.» demiştir.

EI-Ayni: 'Arkadaşlarımızın delili Mâlik ve Muhammed bin El-Hasan'm kendi Muvatta' larında Âişe (Radıyallâhü anhâ)pnin mevlası Ümmü Alkarna' dan rivâyet ettikleri şu haberdir:

«Kadınlar, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ye, üzerinde hayız kanının sanlığı bulunan pamuk parçasını götürerek namaz kılıp kıla-mayacaklarım ona sorarlardı. Âişe (Radıyallâhü anhâ) de onlara t 'Acele etmeyiniz. Pamuğu kan yerinden çıkarırken, kireç gibi beyaz oluncaya kadar namaz kılmayın'» diyerek hayızdan temizlenmeyi beklemelerini emrederdi.» demiştir.

Muhammed: Biz bununla hükmederek kadın, kırmızı veya san veyahut bulanık renk gördükçe temizlenmez ve bembeyaz renk görünce temizlenmiş olur, deriz, demiştir. [182]


128 — Lohusa Kadın Kaç Gün (Namaz Kılmayıp) Oturur, Babı


648) Ümmü Seleme (Radtyaltâkü anhâ)'dan rivayet edildiğine «öre şöyle söylemiştir:

ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında lohusa kadın kırk gün (namazsız) otururdu. Ve biz kelef (lekesiz) den dolayı yüzlerimizi vers (Yemen za'feran bitkisi) ile sıvardık." [183]



İzahı


E1-Hâfız , Et-Telhis'te :Bu hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâceh, Darekutni ve E1-Hâkim rivayet etmişlerdir, demiştir.Nevevî: Fıkıhçı-lardan bir cemâat bu hadisi zayıf görmüşlerse de, bu görüş merdud-dur. İbn-i Mâceh'in Enes (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiği (649 nolu) hadîs, onun şahididir, demiştir.

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:

Nüfesâ: Doğum anında veya doğumu müteakip kan gören kadına nüfesâ denir. Bu kelimenin çoğulu *Nifâs»tır.

Vers : Sarı bir ottur. Yemen'de bulunur. Kış ile yaz arasında çıkar. Boya işlerinde kullanılır. Ona Yemen za'feran bitkisi denir.

Kelef: Siyah ile kırmızı arasında bir renk hâlinde, bazen de bulanık kırmızı hâlinde ve susam şeklinde yüzde beliren lekedir. Do ğumdan dolayı görülen bu lekeyi tedavi etmek için versi yüzlerine sürdükleri anlaşılıyor.

Lohusa kadının kırk gün oturmasından maksad, kırk gün namaz kılmaması ve hayızlı kadın gibi hareket etmesidir. Bu süre, bâzı la-husalara göredir. Umumî değildir. Çünkü bir asrın bütün kadınlarının lahusalık veya kanını görmek süresinde müttefik olmaları düşünülemez. Bu süre dolmadan önce kanı kesilip temizlenen kadınların kırk günün dolmasını beklemeden hemen gusül edip namaza başlamaları gerekir. Bundan sonra gelecek olan (649 nolu) hadîs de bu durumu aydınlatır. [184]


Lohusalık Hâlinin Azami Süresi Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri


1— Ömer bin El-Hattâb, Osman, Ali, tbn-i Abbas, Enes bin Mâlik, Âişe, Ümmü Seleme, Süfyân-ı Sevri, Ebû Hanife ile arkadaşları A h -med ve İshak bin Raheveyh (Radıyallâhü anhüm) : Lahosalık hâlinin azamî süresi 40 gündür, demişlerdir, tlim ehlinin ekserisinin kavli budur. Delilleri bu hadistir.

2 — Şâ'bi, Atâ' ve Şafiî'ye göre âzami süre 60 gündür.

3 — Mâlik' ten rivayet edildiğine göre kendisi ilk zamanlar Ş â'bi ve arkadaşları gibi söylüyordu. Sonra bu sözden rücu' ederek:Bu husus kadınlara sorulmalıdır, demiş ve muayyen bir sınır koymamıştır.Lâkin onun arkadaşları, ilk kavli üzerinde durup, rastlanan vakıaların en uzun süresi budur, demişlerdir.Hasan-ı Basrî ise: Âzami süre 50 gündür, demiştir.

El-Menhel yazan bu nakilleri yaptıktan sonra: Sürenin âzamisinin 40 gün olduğuna dâir deliller, birbirini takviye ediyorlar, diyerek hadisleri nakleder.

Tirmizi: Sahâbilerin, tabiilerin ve onlardan sonra gelenlerin âlimleri lahosa kadın 40 güne kadar namazı bırakır, ancak daha önce temizlenmiş olduğunu görürse derhal gusledip namaz kılar. 40 günden sonra kan görürse, âlimlerin ekserisine göre kadın 40 gün bitti mi namazı terk etmeyecektir, demiştir. [185]


Lohusalığın En Az Süresi Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri


Şafii, Mâliki ve Hanbeli âlimlerine göre lahosa-hğın en az süresi için bir sınır yoktur. Yâni kan, bir lahza gelip kesilebilir ve lahosa kadın o halden çıkmış sayılır, gusleder, namaza başlar.

Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının ibâdet bakımından görüşleri de budur. Şayet boşanma veya ölüm nedeniyle kadının idde-tinin hesaplanmasına ihtiyaç olursa Ebû Hanîfe'ye göre lahosalığın en az süresi 25 gündür, Ebû Yûsuf'a göre 11 gündür, Muhammed'e göre bir saattir, Sevri' ye göre en az süre üç gündür. [186]


Hadîsin Fıkıh Yönü


1 — Lahosalık süresinin azamisi 40 gündür. Bu husustaki tafsilatı yukarıda gördünüz.

2 — Tedavi meşrudur.



649) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâhü anhy&en rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), lahosa kadının daha önce temizlenmemesi hâlinde, ona 40 günlük bir zaman tâyin etmiştir.Enes'ua bu hadisine âit isnadın sahih olup, ricalinin sıka olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.

Kütüb-i Sitte'den yalnız sünenimizde bulunduğu için Zevâid'den sayılan ve sahih olan bu hadîs lahosalığın âzami süresinin 40 gün olduğuna delâlet eder ve bu görüşü savunanlar için delildir. [187]


129 — Hayızlı İken Eşiyle Cima' Edene Âit Bâb


650) (Abdullah) İbn-i Abbaş (Radtyallâhü anhüntâ)'âan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :

Adam, zevcesîyle hayız hâlinde iken cima ettiği zaman.Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ona yarım altın sadaka çıkarmasını emrederdi."

Keifaret hususu 123 nolu babta geçen 640 nolu hadisin izahı bahsinde açıklanmıştı. Oraya müracaat edilsin. [188]



130 — Hayızlı Kadınla Beraber Yemek Yemek Hakkındaki Bâb


651) Abdullah bin Sa'd [189] (Radıyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :

Ben, hayızlı kadınla beraber yemek yemenin hükmünü Resûlul lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sordum. Buyurdu ki: «Onunla yemek yiyebilirsin.»"

Hayızlı kadınla beraber yemek yemek, su ve benzeri meşrubatı içmek ve birlikte oturup konuşmak hakkında gerekli izahı 125 nolu bâbta geçen hadislerin izahı bahsinde anlatmıştık. Oraya müracaat edilebilir. [190]


131 — Hayızlı Kadının Elbisesi İle Namaz Kılmak Hakkındaki Bâb


652) Âişe (RadtyaUâhü anhâ)'dan: şöyle demiştir :

Ben, hayızlı olarak Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in yakınında iken (geceleyin) namaz kılardı. Üstümde benim Futam bulunuyordu. Ve Futam'ın bir kısmı onun üzerindeydi."



653) Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve ScUem)'in (zevcesi) Meymûne (RadtyaUâhü atıhâ)'den rivayet edildiğine göre :

Kendisi hayızda iken Resûlullah (Sallalİahü Aleyhi ve Sellem), üzerinde bir futa olduğu halde namaz kıldı. Futanın bir kısmı O'nun üzerine bir kısmı da Meymûne (Radıyallâhü anhâ) nm üzerindeydi." [191]


İzahı


Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsini Müslim, Nesâi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Meymûne (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsini ise az lafız farkıyla Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Müs1im ' in rivayetinde Meymûne (Radıyallâhü anhâ) meâlen şöyle demiştir :

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz kılıyordu. Ben de hayızlı olarak, O'nun hizasında bulunuyordum. Kendisi secde ettiği zaman bazen elbisesi bana dokunuyordu.»

Hadîste geçen «Mırt» kelimesini «Futa» olarak terceme ettik. El-Menhel'de rivayet edildiğine göre «Mırt» yün, keten ve başka şeylerden mamul elbisedir. Yalnız yeşil renkli olan elbiseye «Mırt» denir, diyenler de olmuştur. Mırt, rida ve izâr olabilir. Yâni vücûdun üst kısmında kullanılan ceket, palto, manto, aba gibi elbise olabildiği gibi bedenin belden aşağısını örten elbise de olabilir. Mırt, erkek ve kadın elbisesi olabilir.

Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsinden anlaşıldığına göre Futa Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ye aitti ve üzerindeydi. Onun bir kısmı namaza duran Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üzerindeydi. Meymûne (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisinde ise futanın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üzerinde olduğu ve bir kısmının Meymûne (Radıyallâhü anhâ) 'nin üzerine bulunduğu belirtiliyor. [192]


Hadîslerin Fıkıh Yönü


1 — Üzerinde kan veya başka necaset görülmedikçe hayızlı kadının elbisesi temizdir.

2 — Kişinin, hayızlı hanımının bitişiğinde namaza durması caizdir.

3 — Kişinin, bir tarafı hayızlı ailesinin üzerinde bulunan bir elbiseyle namaza durması caizdir. [193]


132 — Kız, Hayız Çağına Gelince Baş Örtüsüz Namaz Kılamaz Babı


654) Âişe (Radıyallâhü anhâyâan rivayet edildiğine göre: ıBir defa) odasına Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) girmiş ve (O girince Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin cariyesi gizlenmiştir. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Hayız gördü (mü?)» buyurmuş. Âişe (Radıyallâhü anhâ) de

— Evet, (hayız gördü.) diye cevap verince, Resûlullah (Sallalla hü Aleyhi ve Sellem), (mübarek) sarığından bir parça kesmiş ve câ-riye'ye:

«Bununla başını ört» buyurmuştur.[194]


İzahı


Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin cariyesi erginlik çağma gelerek hayız görmeye başlamış; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hücresine girince câriye saklanmış; Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onun hayız görmeye başladığını, saklanışından anlamış; durumu te'yid maksadıyla Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ye sormuş ve «Evet» cevâbını alınca mübarek sarığından kestiği bir parçayı vererek cariyenin başını örtmesini emretmiştir. Bu hadîsin senedinde bulunan râvi A b -dülkerim zayıf olduğu için isnad zayıfsa da hadîsin metni mânâ bakımından sahihtir.Çünkü erginlik çağına gelen bir kız namaz dışında da nâmahreme karşı başını örtmek zorundadır.Bu zorunluluk Kur'an-ı Kerîm'in nassı ile sabittir. Ayrıca Ebr Davud'un Muhammed bin Şirin' den rivayet ettiği Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin başka bir hadîsi bu hadîsi te'yid eder, mahiyettedir. Şöyle ki Muhammed bin Sirîn (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; (Cemel vak'asından sonra) Âişe (Radıyallâhü anhâ) Basra1 da Abdullah bin Halef in kasrında Safiyye Ümmü Ta1ha Et-Talahât'a misafir olduğunda Safiyye' nin kızlarını görmüş, (hayız çağma gelen bu kızları baş açık olarak görmüş olacak ki) Âişe (Radıyallâhü anhâ) : 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir defa odama girdi. O esnada odamda genç bir kız bulunuyordu. (Bu kız, Âişe Radıyallâhü anhâ)'nin cariyesi idi.) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) izârını bana atarak:

«Bunu ikiye böl. Yarısını şuna ver. Yarısını da Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin yanında bulunan genç kıza ver. Çünkü ben ikisinin de hayız çağına geldiklerini sanıyorum.» buyurdu.' demiştir.

Bu hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, izârını Aişe (Radıyallâhü anhâ) ye vererek Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin câriyesiyle Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin cariyesi arasında taksim etmesini emrettiğini sarahaten belirtir. Müellifin rivayetinde ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sarığından bir parça keserek Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin cariyesine onunla b'aşım örtmesi için verdiğini bildirir. îki hadîs arasında bir ihtilâf yoktur. Çünkü olayın tekerrür etmiş olması muhtemeldir. [195]



Hadîsin Fıkıh Yönü


Hadîs, erginlik çağma gelen kızın, bütün vücûdunu, namazın içinde ve dışında örtmesinin vücubuna delâlet eder. Ancak Şâri-i Hakim, yüz ve bileklere kadar elleri bu hükümden müstesna kılmıştır.

Hür kadına ait şer'î hüküm budur. Cariyenin avret durumuna ait âlimlerin görüşünü bundan sonraki hadisin izahında belirteceğiz.



655) Aişe (Radıyallâhü anhâ)7daıı rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Allah, hayız görme çağına gelmiş olan kadının baş örtüsü olmaksızın (kıldığı) namazı kabul etmez,-" [196]


İzahı


Bu hadisi Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn-i Huzeyme, El-Hâkim, El-Beyhaki ve Tabarâni de rivayet etmişlerdir. Tabarâni' nin rivayeti biraz daha uzundur.

-Allah ... kabul etmez» tâbirinden maksad, hayız çağ» a gelmiş olan kadının baş örtüsüz olarak kıldığı namaz sahih değildir. Bir cemâat, hadîsi böyle açıklamıştır.

Hadiste geçen «Hâiz» kelimesiyle, hayız yaşma gelmiş olan kadın kasdedilmiştir. Bilfiil hayız hâlindeki kadın kaydedilmemiştir. Çünkü ona hayız günlerince namaz kılmak vâcib değildir, hatta namaz kılması yasaktır.

Bâzı âlimlere göre: «Allah ... kabul etmez.» tâbirinden maksad, Allah tam olarak kabul etmez, demektir.

Avret bakımından câriye, hür kadın gibidir, diyen Zahiriye mezhebi mensubları, bu hadîsi delil göstermişlerdir. Fakat Cumhur: Câriye avreti, erkeğinki gibi, göbek ile diz kapağı arasıdır, demişlerdir. Cumhurun delili şu mealdeki hadîstir:

«Biriniz cariyesini kölesiyle veya hizmetçisiyle evlendirdiği zaman, artık cariyesinin diz kapağı ile göbeği arasına bakmasın.» Bir

de şu hadisi delîl göstermişlerdir:

«Adam, bir câriye satın almak istediği zaman, avret mahalli hâriç, başka yerlerine bakabilir. Cariyenin avreti, diz kapağı ile peştamalım' bağladığı yer arasıdır.»

Hadîs, namaza duran kadının başını örtmesinin vâcib olduğuna delâlet eder. Bu husustaki açıklama yukarda geçti. [197]



133 — Hayızlı Kadın (Kına İle) Boyanabilir, Babı


656) Muâza [198] (RadtyaUâhü anhâ)'<\&n rivayet edildiğine göre bir kadın, Âişe (Radıyallâhü anhâyye : Hayizlı kadın kına ile boyanabilir (mi?) diye sormuş, Âişe (Radıyallâhü anhâl'de: Biz, kına kullandığımız halde Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında bulunuyorduk da, bizi bundan men etmezdi, diye cevap vermiştir.Zevâid'de: Bu isnad sahihtir. Râvİ Haccâc, İbn-i Minhal'dır, Râvi Eyyub da Es-Sahtayâni'dır, denmiştir. [199] İzahı Miftahü'1-Hace yazan şöyle der: Hadîs, hayızlı kadının kına ile boyanmasının câizliğine delâlet eder. Kınanın saç, eller ve ayaklarda, kullanılması hususunda bir fark yoktur. Kadını erkekten ayıran sünnet budur. Kadınların kına kullanmayı terketmeleri mekruhtur. Bâzı âlimler: Hayızlı kadının ve cünübün önce kına kullanması, sonra gusletmesi caizdir, demişlerdir. (Yâni kına rengi, guslün sıhhatma engel olmaz, denmek istenmiştir. [200] Erkeklerin Saç Boyamasına Ait Dört Mezhebin Görüşü: 1 — Hanefi âlimlerine göre, erkeğin sakalını ve başını kına ile boyaması müstahabtır. Kınayı, el ve ayaklarda kullanması ise mekruhtur.Çünkü onda kadınlara benzemek vardır.Keza, şer'î bir amaç olmaksızın saçlarını siyah renkle boyaması da mekruhtur. Savaşta düşmana karşı daha heybetli görünmesi gibi şer'î bir amaçla siyaha boyarsa iyi bir şey yapmış sayılır. Eğer eşine karşı süslenmek için yaparsa bir kavle göre mekruhtur, diğer bir kavle göre mekruh değildir. 2 — Şafiî mezhebine göre saç ve sakalı siyaha boyamak mekruhtur. Sarı ve kırmızıya boyamaya gelince; eğer savaşta düşmana karşı daha kuvvetli ve genç görünmek gibi şer'î bir gaye ile olursa caizdir. Fasit bir amaçla olursa, kötü bir şey yapmış olur. Keza çevresinin itibar ve saygısını kazanmak, şâhidliğinin kabul edilmesi ve benzeri fena gayelere ulaşmak için yaşlı görünmek üzere saç ve sakalı beyaza boyaması da mekruhtur. Sakalı beyaza boyamak mekruh olduğu gibi ağaran kılları yolmak da mekruhtur. 3 — Mâlikîler'e göre erkeğin ağaran saç ve sakalını siyaha boyaması tenzihen mekruhtur. Ancak, düşmanı korkutmak gibi şer'i bir maksatla yaparsa mahzuru yoktur. Bilâkis sevab kazanır. Ama evlenmek istediği bir kadını aldatarak ona genç görünmek gibi fasit bir niyetle yaparsa haram işlemiş olur. Kına gibi, saçları sarartan boyayı kullanmak mekruh değildir. Çünkü erkeğin saç ve sakalını kına ve benzeri şeylerle boyaması caizdir. El ve ayaklarında kına ve benzerini kullanması caiz değildir, Çünkü kadınlar süs için bunu kullanırlar. Erkeklerin kadınlara benzemeleri caiz değildir. 4 — Hanbeliler'e göre kına ve benzeri boyaları kullanmak sünnettir. Fakat siyaha boyamak, şer'i bir niyetle olursa mekruh değildir. Aksi takdirde mekruhtur. Şayet evlenmek istediği kadına genç görünmek gibi kötü bir niyetle yaparsa haramdır.[201] 134 — Cebireler Üzerine Meshetmek Babı 657) Alî bin Ebî Talib (Radtyallâkü ank)'öen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : «Bilek kemiklerimden birisi kırıldı ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sordum. Bana cebireler üzerine meshetmemi emretti.» Ebü'l Hasan bin Seleme dedi ki. Bize Ed-Deberi Abdürrazzak'tan bu hadîsin benzerini haber verdi." Zevâid'de : Bunun isnadında râvi Amr bin Hâlid vardır. İmam Ahmad ve İbn-1 Muîn onu tekzib etmişler; Buhârî: Onun hadisi münkerdir, demiş; Vekî' ve Ebû Zur'a : O, hadîs uydurur, demişler; El-Hakim de : O, Zeyd bin Ali'den mevzu hadîsler rivayet eder demiştir, diye bilgi verilmiştir. [202] İzahı Cebire Fıkıhçıların ıstılahında yaralı yere sarılan sargı veya yara üzerine konan ilâçtır. Sargıda, tahta çubuklar ve benzeri şeylerin kullanılmış olması şart değildir. Keza, sargılı uzvun kırık olması da şart değildir. Cebirenin hükmü hususunda önemli olan nokta, uzvun hasta olmasıdır. Kırık olabilir, çıkık olabilir, yaralı v.b. olabilir. El-Menhel yazarı, Yaralı Teyemmüm Eder Bâbı»ında bu hususta geniş ma'lumat verir. Biz, 572 nolu hadîsin izahında, konu hakkındaki âlimlerin görüşlerini nekletmiştik. Burada, özlü olarak şunu söylemekle yetinelim : Hanefi ve Mâliki mezhebine göre, cünüb olan kimsenin vücûdunun çoğu sağlam olup, kalanı da yaralı ise, sağlam yerlerin guslünü yapar, yaralı yerin cebirelerine mesheder. Ayrıca teyemmüm yapmaya gerek yoktur. Şayet, bedeninin çoğu yaralı ise, yalnız teyemmümle yetinir. Sağlam yerleri yıkamasına ve cebirelere meshetmesine gerek kalmaz. Abdestin hükmü de böyledir. Ahmed bin Hanbel'e göre, kişi sağlam yerleri yıkar, yaralı yer için teyemmüm eder. Şafii mezhebine göre, her hangi bir uzvunda cebire bulunup açılması tehlikeli görülen kişi, sağlam yerleri yıkar. Cebirenin üzerine mesheder ve ıslanmayan yer için teyemmüm yapar. Cebire ile ilgili şer'î hükümler, mezheblere göre geniş izahat ister. Fıkıh kitablarına müracaat edilmesi tavsiye olunur. [203] 135 — Tükürük Elbiseye Dokunur Babı 658) Ebû Hüreyre (Rndıyallâhü anhyfen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i gördüm. Hüseyin bin Ali (Radıyallâhü anhümâVyı mübarek omuzunda taşıyordu. Hüseyin'in tükrüğü de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin üzerine akıyordu.[204] İzahı Hadîsin zahirine göre Hüseyin (Radıyallâhü anh)'in ağzından akan tükrük, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in elbisesi üzerine akmıştır. Eğer necis olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yaptırmazdı. Bu durum, tükrüğün temizliğine delâlet eder. İnsanın ağızından akan tükrük, aslında İslâm âlimlerinin ittifakıyla temizdir. Ağızın içi, başka bir nedenle pislenirse dolayısıyla tükrük de pislenmiş olur ki bu başka bir konudur. El-Fıkıh Ala'l-Mezâhibi'l-Arbaa adlı kitabın ı. cildinin baş kısmında 'Temiz Maddeler, bahsinde şöyle deniliyor: 'Diri olan her şeyin göz yaşı, teri, tükrüğü ve sümkürüğü, mez-heblerin beyânı veçhiyle temiz sayılır. (Yâni namaza mâni değildir.) Şâfii1er’e göre mezkûr maddeler, eti yenen, yenmeyen ve şer'an temiz sayılan hayvanlara âit ise temizdir. Mâ1ikî1er'e göre uyanıklık veya uyku hâlinde ağızdan akan tükrük, ittifakla caizdir. Fakat mideden ağıza gelen su necistir. Mide suyu renk veya kokusunun değişikliği ile tanınır. Meselâ, akan su sarı olup pis kokuyorsa mideden gelmedir. Eğer kişi buna müb-tela ise kendisine avf vardır. Aksi takdirde afv yoktur. Hanbe1i âlimlerine göre, göz yaşı, ter, tükrük ve sümkü-rük, eti yenen hayvanlara âit ise temizdir. Eti yenmeyip kedi veya ondan küçük ise ve bir necasetten doğma değilse ona âit mezkûr maddeler de temizdir. Hanefi âlimlerine göre, dirinin ter ve tükrüğü temizlik ve necaset bakımından onun artığı gibidir. Yâni artığı temiz olan canlının ter ve tükürüğü temizdir. Artığı necis olanınki ise necistir. Şafii fıkhına âit Nihâyetü'l-Muhtaç adlı kitabın -Necaset» babında ağızdan gelen su ile ilgili olarak ezcümle şöyle deniliyor: 'Uyuyan kişinin ağzından akan su, mideden gelme ise necistir. Bunun bir alâmeti, suyun sarımtırak ve pis kokulu oluşudur. Şayet mideden gelmiyorsa veya mideden gelme olup olmadığında şüphe edilirse onun temizliğine hükmedilir. Eğer bir şahıs mideden gelme su akmasıyla mübtela ise ondan afv vardır. [205] 136 — Ağızdan Kaba Su Akması Babı 659) Vâil (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir kova (su) getirildiğini gördüm. Kovadan mübarek ağzına su alıp çalkaladıktan sonra onu misk veya miskten daha güzel kokulu olarak ağzından kovaya attı. Burnuna da su çekip, kovanın dışına sümkürdü.Râvi Abdü'l-Cebbâr bin Vâil'in babasından hadis İşitmediğini İbn-i Mufn ve başkası söylediği için isnadının munkatı' olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [206] İzahı Bu hadîs Zevâid kismmdandır. Buhâri' nin Tâif gavzesi bahsinde Ebû Musa El-Eş'ârİ (Radıyallâhü anh) '-den rivayet ettiği şu mealdeki hadîs, bu hadisin mânâsını te'yid eder mâhiyettedir:Ebû Musa El-Eş'ârî şöyle demiştir: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke ile Medine arasında Ci'râne mevkiinde konakladığında ben onun huzurunda bulunuyordum. Bu esnada bir a'rabî Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek: — Bana verdiğin sözü hâlâ yerine getirmiyecek misin? dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : —(Huiîeyn ganimet taksimi veya sabretmekle kazanılacak buyuz sevab zamanının yaklaştığını) sana müjdelerim!» buyurdu. Â'rabî: Bana, «müjdelerim* sözünü çok ettin, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Musa ve Bilâl (ı Habeşî) 'ye dönerek öfkeli vaziyeti gibi şöyle buyurdu i — Bu adam, verdiğim müjdeyi reddetti, ikiniz (bu müjdeyi) kabul ediniz» buyurdu. Onlar da : — Kabul ettik, dediler. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir bardak su istedi. Mübarek ellerini ve yüzünü bu kab içinde yıkadı. Ağzına aldığı suyu bardağa döktü. Sonra: — Bundan içiniz, yüzlerinize, göğüslerinize sürünüz! Sizi müjdelerim.» buyurdu. Ebû Musa ile Bilâl de, su kabını aldılar ve Resü-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emrini yerine getirdiler. Bu arada Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ), perde arkasmdan : — Evlâdım. O sudan ananıza da bir miktar bırakın, diye seslendi. Onlar da Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ye bir miktar su bıraktılar.1 Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Tâif savaşına gitmeden önce Huneyn savaşma âit ganimet malını Ci'r â-ne'ye gönderip Tâif seferi dönüşünde böleceğini bildirmişti. Bedevî' nin, kendisine verildiğini söylediği söz bu vaad olabilir.Belki de bu bedeviye özel bir vaad de bulunmuştu. Hadis râvisi Vâil bin Hücr El-Hadremi, sa-, hâbidir. 71 hadîsi vardır. Müslim altı hadisim rivayet etmiştir. Râvileri, oğulları Abdül-Cebbâr ve Alkarna' dır.[207] 660) Mahmud bin Er-Rabî[208] (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre : Kendisi, kabilesine âit bir kuyudan alınan bir kova su içine Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in mübarek ağzındaki suyu döktüğünü hatırlıyormuş." [209] İzahı Buradaki rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek ağzındaki suyu kovaya dökmüştür. Bu babın başlığına uygun olan yorum budur. Fakat Sindî' nin beyânına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağzındaki suyu râvi Mahmud (Radıyallâhü anh)'un yüzüne atmıştır. Bunun hikmeti de ya çocukla oynaşmak yahut Mahmud'u bu su ile mübarek kılmaktır. Nitekim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbi-lerin çocukları ile bu şekilde meşgul oluyordu. Eğer hadîs, böyle yorumlanırsa bu bâbla ilgisi yoktur. Sindi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, ağzındaki suyu onun yüzüne attığı, sahih olan başka bir rivayetle sabittir, demiştir. Buradaki rivayet ile Sindi' nin bahsettiği rivayet arasında bir tezat yoktur. Çünkü olay, iki ayrı zamanda meydana gelmiş olabilir. Yahut Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hem râ-vinin yüzüne hem de kovaya su atmış olabilir. [210] 137 — Kişinin, Din Kardeşinin Avretine Bakmasının Yasakuğı Babı 661) Kbû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şyle buyurdu demiştir: «Kadın, kadın avretine bakmasın. Erkek de, erkek avretine bakmasın. [211] İzahı Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve îbn-i M&ceh de rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadisin hasen - garib olduğunu bildirmiştir. Nevevî,bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der: «Hadis, erkeğin erkek avretine, kadının da kadın avretine bakmasını haram kılmıştır. Erkeğin kadın avretine bakması ve kadının erkek avretine bakması da icma' ile haramdır. Bu haramlık, eş durumunda olmayanlar hakkındadır. Eşlerin ise, tenasül uzvu hariç, birbirlerinin avret mahalline bakmaları caizdir. Tenasül uzvuna bakmak hakkında üç kavil vardır. En sıhhatli kavle göre iki taraf için de haram değil mekruhtur. îkinci kavle göre her ikisi için haramdır. Üçüncü kavle göre erkeğin bakması haram kadmınki mekruhtur. Câriye ile efendisinin birbirinin avret yerlerine bakmalarına gelince; Eğer câriye neseb süt veya kayınvalide, üvey kız ve oğlun karısı gibi sihri nedenle kişiye haram durumunda ise, o câriye efendisine karşı hür kadın gibidir. Meselâ adamın cariyesi süt kardeşi ise veya kayınvalidesi ise o kadın, hür olan mahrem akraba gibidir. Yâni o kadının avreti efendisi için göbek ile diz kapağı arasıdır. Şayet cariyenin mezkûr yakınlığı yoksa, kendisi ile efendisi, avret bakımından eşler gibidir. Adamın, mahremlerine bakması ve onların kendisine bakması ise, sahih kavle göre göbekten yukarı ve diz kapağından aşağı yerler için caizdir. Birbirlerinin göbek ile diz kapağı arasındaki yerlerine bakmaları caiz değildir. Birbirine yabancı olanların avret sınırına gelince: 1 — Erkeğin erkeğe karşı avreti göbekle diz kapağı arasıdır. 2 — Kadının kadına karşı avreti keza göbekle diz kapağı arasıdır. Göbek ve diz kapağının avretten sayılıp sayılmaması hakkında üç kavil vardır. En sahih kavle göre, ikisi de avret değildir. îkinci kavle göre ikisi de avrettir Üçüncü kavle göre göbek avrettir, diz kapağı avret değildir. 3 — Erkeğin, yabancı kadının her hangi bir yerine bakması haramdır. 4 — Kadının, yabancı erkeğin her hangi bir yerine bakması haramdır. Erkeğin yabancı erkeğin her hangi bir yerine bakması haramdır. Erkeğin yabancı kadına veya kadının yabancı ferkeğe bakması şehvetli olsun olmasın hüküm aynıdır. Bazı âlimler-.- Kadının, erkeğin yüzüne şehvetsiz bakması haram değildir, demişlerse de, bu söz tutarlı değildir. Şafii' nin açıkça belirttiğine göre erkeğin parlak yüzlü olup henüz saç sakalı çıkmamış olan gence bakması, şehvetli olsun olmasın, bir fitne korkusu olsun olmasın haramdır. Şafii' nin delili şudur ki; genç erkek, kadın anlamındadır. Çünkü kadma şehvetle bakıldığı gibi ona da bakılabilir. Güzellik bakımından icabında daha güzel olabilir. Hattâ kadınlar hakkında yapılamayan kötülükler, onlar hakkında düşünülebilir. Yukarıda anlattığımız bakmak haramlığı, ihtiyaç olmadığı zamana aittir. Şer'î ihtiyaç bulunduğu zaman bakmak caizdir. Meselâ, alış - veriş yaparken, tedavi olunurken, şahitlik yapılırken ve benzerî durumlarda bakmak zarureti vardır. Bu gibi ahvalde şehvetle bakmak haramdır. Çünkü şehvetle bakma zarureti yoktur. Şehvetle bakmak eşler ve câriye efendisi hariç, herkese haramdır. Hattâ, kişinin anasına ve kızına şehvetle bakması haramdır. Halkın çoğunun hamamlarda toplanması ve avret mahallini örtmeye dikkat etmemesi, bir belâ hâlini almıştır. Oraya giden kimsenin gözünü başkasının avret mahallin© bakmaktan koruması; avretini de başkasının gözünden hıfzetmesi vâcibtir. Örtünmeye riâyet etmeyenleri görünce münâsip tavır v© ed& ile uyarıda bulunması vâcibtir. Bir fitne çıkması korkusu olmadıkça, sözü dinlensin dinlenmesin bu gibi durumlara müdahale etmesi vâcibtir. Adamın hiç kimsenin görmeyeceği tenhâ bir yerde avret mahallini açmasına gelince; Eğer bir ihtiyaç içinse caizdir, ihtiyaç yoksa avret mahallini açmasının mekruhluğu veya haramlığı hususunda ihtilâf vardır. En sıhhatli kavle göre haramdır. [212] Dört Mezhebe Göre Avret Mahalli A — Namaz içindeki avret yeri. B — Namaz dışındaki avret yeri. [213] A — Namaz İçindeki Avret Yeri Hakkındaki Âlimlerîn Görüşleri 1 — Hanefi âlimlerine göre, namaz bakımından erkeğin avreti göbekten diz kapağının altına kadardır. Göbek, avretten değjj, fakat diz kapağı avrettendir, Câriye de erkek gibidir. Ayrıca karnı, sırtı ve yanları da avrettir. Hür kadının avreti ise, bütün bedenidir. Hattâ kulaklarından aşağı sarkan saçları da avrettir. Yalnız yüzü ve bileklere kadar elleri avret değildir. Ayakların üst kısmını da avretten istisna edenler vardır. 2 — Şâfiîler'e göre, namaz bakımından erkeğin ve cariyenin avreti göbek ile diz kapağı arasıdır.Göbek ve diz kapağı, avretten değildir. Bununla beraber, buralara bitişik avretin tam ör-tünülebilmesi için göbekten ve diz kapağından birer parçanın örtülmesi gerekir. Hür kadının avreti ise, bütün vücududur. Kulaklarından aşağıya doğru sarkan saç telleri de avrettir. Yalnız yüz ve bileklere kadar eller, avret değildir. 3 — Hanbelîler, Şâfiiler gibi avret yerlerini tesbit etmişlerdir. Ancak aralarında şu fark var: Hanbeliler'e göre hür kadının yalnız yüzü avret değil, bundan başka bütün vücudu avrettir. 4 — Mâlikiler'e göre; Namaz bakımından erkek ye kadın avreti iki kısma ayrılır: Galiz avret, hafif avret. Galiz ve hafif diye adlandırılan avret çeşitlerinin hükmü de ayrıdır. Erkeğin galiz avreti, erkeklik uzvu ve mak'ad halkası ile-yumurtalarıdır. Göbek ile diz kapağı arasında kalan diğer yerler hafif avrettir. Hür kadının galiz avreti baş, boyun, kollar, göğüs ve göğüsün hizasındaki arkaları ile diz kapağından ayak tırnağına kadar olan yerler hariç, bütün vücûdudur. Anılan bu yerler de hafif avrettir. Yüz ve bileklere kadar eller avret değildir. Cariyenin hafif avreti, erkeğin hafif avreti gibidir. Yalnız şu fark vardır: Câriye'nin kalçaları, onun hizasındaki yerler ve eteği de galiz avretten sayılır. Galiz ve hafif avret yerinin ne kadarının açılmasıyla namazın bozulacağını öğrenmek isteyenler, fıkıh kitablarına müracaat etsinler. Çünkü geniş izahat ister. [214] B — Namaz Dışındaki Avret Yeri Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri 1 — Hanefi mezhebine göre erkeğin yabancı kadına bakması caiz değildir. Ancak, şehvetsiz olarak yüzüne ve bileklere kadar ellerine bakabilir. Eğer şehvetten emin değilse, bir ihtiyaç olmadıkça yüzüne bakması caiz değildir.Hâkimin, şahidin, tabibin zaruret durumuna göre, bakmaları caizdir. Erkek, erkeğin göbek ile dizkapağı altına kadar olan yerlerine bakam az. Göbekten yukarı ve dizkapağından aşağı yerlere bakabilir. Kadın da kadının göbek ile dizkapağı altına kadar olan yerlerine bakamaz. Göbekten yukarı ve diz kapağından aşağı yerlere bakabilir. Kadın, erkeğin göbek ile diz kapağı arasındaki yerine bakamdı. Diğer yerlere şehvetsiz olarak bakabilir. Erkek, zevcesinin ve cariyesinin her tarafına bakabilir. Erkek, mahremi olan kadının yüzüne, başına, göğsüne, diz kapağından aşağısına ve kollarına bakabilir. Fakat arkalarına, karnına ve diz kapağından yukarı kısmına bakamaz. 2 — Şafiî mezhebine göre, erkeğin yabancı kadına bakması caiz değildir. Kadının yüzü ve elleri de avrettir. Bakılamaz. Ancak zaruret ve ihtiyaç hâlinde bakılabilir. Meselâ hâkim, şâhid, evlenmek isteyen kişi ve tabib fıkıh kitablarında belirtilen şartlar altında ve belirtilen yere bakabilirler. Erkek, erkeğin göbek ile diz kapağı arasındaki yerlerine bakamaz. Diğer yerlerine bakabilir. Kadın da, kadının göbek ile diz kapağı altına kadar olan yerlerine bakamaz. Diğer yerlere bakması caizdir. Kadının yabancı erkeğe bakması caiz değildir. Erkeğin, yabancı kadının yüzüne bakması nasıl haramsa, kadının erkeğin yüzüne bakması da aynı şekilde haramdır. 3 — Mâliki mezhebine göre erkek, erkeğin göbek ile diz kapağı arasındaki yerlerine bakamaz. Mahrem kadınlar da erkekler gibidir. Yâni "anne kız ve teyze gibi kadınlar, erkeğin diz kapağı ile göbek arasındaki yerlerine bakamazlar, diğer yerlerine bakabilirler. Yabancı kadın, erkeğin yüzüne, basma kol ve ayaklarına şehvetsiz olarak bakabilir. Şehvet korkusu varsa bakamaz. Kadının bütün vücûdu, yabancı erkekler için avrettir. Yalnız, bir fitne korkusu yoksa yüzüne ve bileklere kadar ellerine bakmak caizdir. Erkeklerin, mahremi olan kadınların, yüz, baş, boyun, kollar ve ayaklarına bakmaları caizdir. Diğer yerlerine bakmaları caiz değildir. 4 — Hanbeli mezhebine göre kadının, mahremi olan erkeklere ve kadınlara karşı avreti diz kapağı arasıdır. Kadının yabancı erkeğe karşı avreti, yüz ve bileklere kadar elleri hâriç, bütün vücûdudur, korkusu olduğu takdirde kadının yüz ve elleri de avrettir. Erkeğin erkeğe karşı avreti, göbekle diz kapağı arasıdır. Bütün mezheblerde, tedavi gibi zaruret hâlinde avret mahalline lüzumu kadar bakmak caizdir. 662) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir : Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in fercine kat'iy-yen bakmadım veya bu yeri görmedim." Ebû Bekir demiştir ki: Ebû Nuaym'in dediğine göre Âişe (Radıyallâhü anhâ)'d"en hadîsi rivayet eden râvi, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'-nin kadın olan mevlâsıdır.Bu isnadın zayıf olduğu Zevaid'de bildirilmiştir. [215] İzahı Ed-Dimneti, Nûr-u Mısbâhı'z Zıcâce de beyan ettiğine göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin bu hadîste beyan ettiği durum, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bütün hanımlarına şümullü değildi.Ve onlara yasak da değildi. Nitekim Tabarâni ve Ebû Sa'd'ın tahric ettiklerine göre; Osman bin Maz'ûn (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: — Ya Resûlallah! Eşimin, benim avretimi görmesini arzulamam, demiş. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Ona: — Şüphesiz, Allah onu sana örtü kılmış, seni de ona örtü kılmıştır. Benim eşlerim, benim avretimi görürler. Ben de onlannkini görürüm.» buyurmuştur. Miftâhü'1-Hâce yazarı da:Müs1im'in bir rivayetine göre Âişe (Radıyallahü anhâ), kendisiyle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberce aynı kabtan su alarak cünüblükten guslettiklerini beyan etmiş, yine M üs1im'in başka bir rivayetine göre Âişe (Radıyallahü anha) ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, bir kabtan beraber cünüblükten guslederken, kabtan nöbetleşe su aldıkları belirtiliyorBu iki hadis,onların birbirlerine baktıklarına delâlet eder, demiştir. Miftahü'l-Hâce'nin bahsettiği, ilk hadîs ve benzeri bir kaç hadis. Sönenimizin Taharet, kitabına âit 35. bâbta geçmiştir. Oraya müracaat edilebilir. Kan ve kocanın, birbirinin avret mahalline bakmalarına âit, İslâm âlimlerinin görüşleri bir önceki hadîs'in açıklaması yapılırken anlatılmıştır. Oraya müracaat edilebilir. [216] 138 — Cünüblükten Gusledip De Vücudundan Bir Yeri Kuru Kalan Adam Ne Yapacak Babı 663) (Abdullah) İbn-i Abbas (RadtyaÜâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cünüplükten guslettikten sonra, bir yerin kuru kaldığını gördü. Bunun üzerine, omuzlarına sarkmış bulunan saçlarını sıkarak, o yeri ıslattı. İshak, kendi rivayetinden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), saçlarını kuru kalan yer üzerine sıkarak (orayı yıkadı), demiştir." 664) Ali (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir adam. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek ı Ben cünüplükten guslettim ve sabah namazını kıldım. Sonra sabahleyin vücûdumdan bir tırnak yeri kadarının kuru katriıftını gördüm, dedi Peygamber- (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) O'n» : Efeer sen, o yerin üzerine elini sürseydin (ve böylece o yerin üzerinden su geçmesini sağlamış olsaydın) sana kâfi gelecekti.» buyurmuştur.Râvl Muhammed bin Ubeyduüah'ın zayıf olması sebebiyle İsnadın sayıfUğı Zevaid'de belirtilmiştir. [217] İzahı Kütüb-i Hamsede bulunmayan bu iki hadîs ile ilgili olarak Sindi şöyle demiştir: 'İlk hadîs, guslederken bir uzvun üzerindeki ıslaklık ve suyun, başka bir uzva nakledilmesi ve onun da bu suretle yıkanmasının câizliğine delâlet eder. Bu hüküm, Hanefî âlimlerimizin kavline uygundur. Guslederken, kuru kalan yerin meshedilmesinin yeterliliği anlamı, hadisten çıkarılamaz. Bilâkis Peygamber (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek saçlarını sıkması suretiyle kuru kalan yer üzerinde suyun aktığı hadîsten açıkça anlaşılıyor. İkinci hadîste geçen meshden maksad, yalnız ıslak elin kuru kalan yere sürülmesi suretiyle ıslatılması değildir. Gaye, ıslak elin sürülme-siyle kuru kalan yer üzerinden suyun kolayca akmasına yardımcı olunmasıdır. Bu nedenle ikinci hadîste de kuru kalan yerin meshedilmesinin kifayet edeceği mânâsı yoktur.' Gusül edilirken kuru kalan yerin bilâhere yıkanması ile ilgili, âlimlerin görüşünü bundan sonraki bâbta gelen hadîslerin izahı bahsinde belirteceğiz. Babın başlığında ve birinci hadîsin metninde geçen «Lum'a» kelimesinin asıl mânâsı, yeşil sahanın bir bölümüdür. Kuru iken alınan bir parça otun adı olduğu da söylenir. Bir de başka renk içinde bulunan beyazlık veya siyahlık yahut da kırmızıya da lum'a denir. Fı-kıhçıların İstılahında ise abdest veya gusülde kuru kalan yere lum'a denir. [218] 139 — Abdest Alıp Suyun Dokunmadığı Bir Yeri Bırakan Adam Babı 665) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre: Bir adam, abdest alarak (ayağının üst kısmından baş parmak) tırnağı kadar bir yeri kuru bıraktığı ve oraya su d eğmediği hâlde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına geldi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona j «Dön de abdestini güzel al.» buyurdu." [219] İzahı Bu hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, îbn-i Huzey-m e, Darekutnî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Tercemede parentez içi ifâde, Ebû Dâvûd'un rivayetinden alınmadır. Ebû Dâvûd, bu hadîsi «Tefrikü'1-Vudû'» bâ-bında rivayet etmiştir. El-Menhel yazarı, hadîsin izahı ile ilgili olarak aşağıdaki malûmatı vermiştir: «Hadîste abdest aldığı bildirilen zâtın kim olduğu bilinemiyor. Kuru bıraktığı yerin ayak baş parmağı tırnağı kadar olduğu ve ayağın üst kısmında bulunduğu Darekutnî' nin rivayetinde belirtilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in adama söylediği: «Dön de abdestini güzel al.» buyruğunun mânâsı: 'Dön de kuru bıraktığın yeri yıkamak suretiyle abdestini ikmâl et' demiştir. Abdest uzuvları arasında müvâlatın (= abdest uzuvlarını ara vermeden yıkamanın) vâcib olmadığını söyleyen Hanefî âlimleri ve cedid kavlinde Şâfii bu hadîsi delil göstererek şöyle demişlerdir .- 'Çünkü, eğer abdestte müvâlat vâcib olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Dön de tekrar abdest al» buyuracaktı. Zira O, şer'î hükümleri açıklamak için özellikle açıklama ihtiyacı duyulan yerde aydınlatıcı beyanlarda bulunmak için gönderilmiştir. Hal böyleyken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adama: «...abdestini güzel al.» buyurmuştur. Abdestin güzel alınması, onun tam ve mükemmel yapılması, ikmal edilmesi demektir. Bu da, eksikleri gidermekle gerçekleşir. Netice şudur ki: Kişinin, abdestin noksanını tamamlamadıkça, o abdestle namaza durması caiz değildir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «Dön...» emri, tekrar abdest almaya delâlet etmez. Bu emir, adamın geri giderek kuru kalan yeri yıkaması içindir. Hadisin böyle yorumlanmasını te'yid eden; İbn-i Ebî Şeybe'nin Hz. Ali (Ra-dıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği hadis, meâlen şöyledir: «Adam, abdest alıp, başına meshetmeyi unuttuğu ve bilâhere hatırladığında, sakalında ıslaklık bulduğu zaman sakalından ıslaklığı alarak başını meshedebilir.» A1i (Radıyallâhü anh) 'nin bu hadisi,Enes(Ha-dıyallâhü anh)'in hadîsinden daha bariz bir şekilde müvâlatın vâr cib olmadığına delâlet eder. Çünkü burada kişi, abdestin bir farzını olduğu gibi unutuyor da bilâhere hatırlayınca tekrar abdest almaksızın yalnız unuttuğu uzva su değdirmesi kâfi geliyor. A 1 i (Ka-dıyallâhü anh) 'nin hadisini El-Ayni zikretmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «... abdestini güzel al.» emri ile «tekrar abdest al» mânâsı kasdedilmiş olabilir.Kadı Iyâz, EvzâîEl-Leys bin Sa*d," Katâde,Mâ1ikİ1er'den Abdü'1-Aziz bin Ebî Seleme, Kadim kavlinde Şafiî ve bir rivayette Ahmed böyle demişler ve abdestte müvâlatın vâcib olduğuna delil olarak bu hadisi göstermişlerdir. Şöyle ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adama: 'Kuru bıraktığın yeri yıka, dememiş de: «...abdestini güzel al.» demiştir. Fakat Nevevî, Müslim'in şerhinde: 'Hadîsi bu görüşe delil göstermek zayıf veya bâtıldır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «...abdestini güzel al.» emrinin, abdestin eksiğini tamamlamak ve yeniden abdest almak anlamlarına gelmesi muhtemeldir. Bu iki ihtimalden birisinin diğerine önceliği yoktur.' demiştir. Lâkin El-Ayni: 'Bu emir, iki mânâya muhtemel ise de, abdestin noksanını ikmal etmeye yorumlanması evlâdır.Evet, abdestte müvâlatın vâcibliğine bu hadis delîl gösterilemez. Çünkü böyle bir şeye delâlet etmiyor.Delâlet ettiğini kabul etsek bile müvâlatın vâcib olduğunu kabul etmeyeceğiz. Bilâkis müstahab olduğuna hükmederiz. Çünkü mutlak olan hadîs nassını, vâciblik anlamına yorumlamakla, nassı kayıtlamış oluyoruz ki, bu caiz değildir, demiştir. El-Hâfız da El-Fetih'te şöyle der1:. 'Abdest ve gusülde uzuvları fasılalı olarak yıkamak caizdir. Şafii' nin cedid kavli de budur. Şafii bu görüşe şöyle delil getirmiştir .- Allah Teâlâ, uzuvları yıkamayı emretmiştir. Fasılasız veya fasılalı olarak uzuvlarını yıkayan kişi, kendisine vâcib olanı yerine getirmiş olur. Şafiî, daha sonra bu görüşünü Abdullah İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in fiiliyle te'yid etmiştir. (Çünkü Mâ1ik'in rivayet ettiğine göre İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), çarşıda abdest almış ve ayaklarindaki mestler üzerine meshetmemiş;. abdest uzuvları üzerindeki ıslaklık kuruduktan sonra cenaze namazma davet edilince meselâ» girmiş ve orada mestler üzerine meshederek cenaze namazına durmuştur.)İbnü'1 -Müseyyeb, Atâ' ve bir cemaat da bu görüştedirler. Rabia ve Mâlik'e göre, uzuvları yıkama arasında bilerek ara veren kişinin yeniden abdest alması gerekir. Unutarak ara verenin bir şey yapması gerekmez. Mâlik' ten bir rivayete göre, kısa ara veren kişi abdestine, ara verdiği uzvu yıkama ile devam eder. Uzun ara verdiği takdirde baştan başlaması gerekir. Katâde ve Evzâi'ye göre, önceden yıkadığı uzuvlar kuruyuncaya kadar ara veren kişi, tekrar baştan başlar. Aksi takdirde bir şey gerekmez. Nehâİ: Gusülde ara vermek mutlaka caizdir. Abdestte art* vermek caiz değildir, demiştir. Îbnü'l-Münzir, âlimlerin mezkûr görüşlerinin hepsini anlatmış ve: Kurumayı ölçü tutanların elinde her hangi bir delîl yoktur, demiştir. Tahavî de : Kurumak, bir abdestsizlik hali değildir ki, yıkanan uzuvların abdestini bozsun. Nasıl ki, abdestin bütün uzuvları kurumuş olsa bununla abdest bozulmaz, demiştir.' Hattabi de: 'Bu hadîs, abdest uzuvlarını aralıklı yıkamanın caiz olmadığına delâlet eder. Şöyle ki; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Dön de abdestini güzel al.» buyurmuştur. Bunun zahiri mânâsı, tekrar abdest almaktır. Eğer abdest uzuvlarını aralıklı yıkamak caiz olmuş olsaydı, kuru kalan yeri yıkamak emri ile yetinilmesi beklenirdi. Diğer taraftan, kişiye aldığı yere dönmesi emredilmeyecek ti. Hemen orada kuru kalan yerin ıslatılması emredilecekti,' demiştir. Nevevî, El-Mühezzeb'in şerhinde şöyle demiştir: Yıkamada uzuvlar arasında az bir fasıla yapmanın zarar etmediği icmâ ile sabittir. Uzun ara vermeye gelince; Mezhebimizdeki sahih kavle göre yine zarar vermez. Ömer bin El-Hattab ile oğlu Abdullah, Saîd bin El-Müseyyeb, A,tâ', Tavus, Hasan-ı Basrî, Nahâî, Süfyan-ı Sev-r i, bir rivayette Ahmed, Dâvûdve lbaû'1-Müı-% i r' in kavli budur. , Âlimlerden bir taife: Uzuvları aralıklı yıkamak zarar verir ve müvalat vâcibtir, demiştir. İbnü'l-Münzir, bu kavli Ka-tâde, Rabia, Evzâi, El-Leys ve Ahmed' den nak-letmiştir. Îbnü'l-Münzir: Mâlik (Radıyallâhü anh)*den bu hususta muhtelif görüşler nakledilmiş, der. Eş-Şeyh Ebû Hâmid, Malik ve El-Leys' den şöyle bir şey nakletmiştir: Eğer uzuvlar bir özür dolayısıyla aralıklı yıkanırsa caizdir. Özürsüz ara verilirse caiz değildir. Uzuvlar arasında müvâlatın vâcib olduğunu söyleyenler, Ebû Dâvûd ve Beyhakî'nin Hâlid bin Mi'clan aracılığıyla bâzı sahâbîlerden rivayet ettikleri şu mealdeki hadîsi delil göstermişlerdir: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namaza duran bir adam gördü. Ayağının üst kısmında bir dirhem miktarı (bir el ayası kadar) yer kuru kalmıştı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adama yeniden abdest alıp namazını iade etmesini emretti/ Bu görüşteki âlimlerin diğer bir delili de Ömer bin El-Hattâb (Radıyallâhü anh) 'dan rivayet edilen şu mealdeki hadistir: 'Bir adam abdest aldı da ayağı üzerinden bir tırnak miktarını kuru bıraktı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adamı görünce : «Dön de abdestini güzel al.» buyurdu. Adam da döndü, sonra namaz kıldı.' (Hz.Ömer (Radıyallâhü anh) 'in bu hadisi, suneni-mizin 666 nolu hadisidir.) Ömer (Radıyallâhü anh)'den mevkuf olarak rivayet edildiğine göre uzvunda kuru bir yer bırakan adama «yeniden abdest al» demiş; diğer bir rivayette *Kuru bıraktığın yeri yıka» demiştir. Uzuvlar arasında müvâlat vâcib değildir, diyen âlimlerin delilleri ise şudur: Allah, uzuvları yıkamayı emretmiş, müvâlatı vâcib kılmamıştır. Diğer taraftan Mâlik'in Nafi'den rivayet ettiği sahîh bir esere göre: Ashab'tan Abdullah İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ), çarşıda abdest almış, yüzünü ve kollarını yıkamış ve başını meshetmiştir. Bilâhere bîr cenazeye davet edilince mescide girmiş ve abdest uzuvları tamamen kurumuş olduktan sonra mestleri üzerine mesh ederek namaz kılmıştır.»Beyhaki: Bu hadis sahîh ve meşhurdur, demiştir. Bu delil güzeldir. Çünkü îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), cenazenin beraberinde bulunanların huzurunda böyle yapmış, hiç kimse de itiraz etmemiştir. Müvâlatın vâcib olduğunu söyleyenlerin delil olarak gösterdikleri Hâ1id'in hadisi isnad bakımından zayıftır.Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisinde, müvâlatın vücûbuna âit bir delil yoktur. Onun eseri, iki türlü rivayet edilmiştir. Yukarıda geçtiği gibi bir rivayette abdest iadesini, diğer rivayette kuru kalan yerin yıkanmasını istemiştir. Bu sebeple tekrar abdest alma rivayetini müstahablık için, kuru kalan yeri yıkama emrini câizlik için yorumlamak gerekir. Bilindiği gibi Ömer (Radıyallâhü anh)'in mezhebi, müvâlatın vâcib olmamasıdır.» [220] Hadisin Fıkıh Yönü 1 — Abdest alınırken yıkanması gereken uzuvları iyice yıkamak vâcibdir . 2 — Bilmeyerek veya unutarak bile olsa yıkanması gereken en ufak bir yeri kuru bırakanın abdesti sahîh değildir. Âlimler bu hususta müttefiktirler. 3 — Câhil adama bilmediğini tatlılıkla öğretmek matlubtur. 4 — Âlim yanlış bir hareket gördüğü zaman susmamalı, o yanlışı düzeltmeye çalışmalıdır. 666) Ömer bin El-Hattab (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), abdest alan ve ayağı üzerinde tırnak kadar bir yeri kuru bırakan bir adam gördü ve ona abdestini ve namazını iade etmesini emretti. Adam da döndü." [221] İzahı Bir önceki hadisin açıklamasını yaparken Müslim'in Hz. Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği hadîsin mealini nakletmiştik. Oradaki rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o adama: «Dön de abdestini güzel al.» buyurmuştur.Ebû Dâvûd da Müslim' deki rivayet gibi Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadîsini tahriç etmiştir. E1-Hâfiz , Et-Telhis'te şöyle der: E1-Bezzâr: Câbir'in Ömej (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği hadîsi ancak bu senedle biliriz, demiştir.Ebü'1 -Fadl El-Herevî de: Bu hadîs, yalnız İbn-i Lahî a rivayetinden tanınıyor. Bunun merfu' gösterilmesi hatâdır. Çünkü El-Â'meş, bu hadisi Ebû Süfyan aracılığıyla Câbir'-den; O da Ömer (Radıyallâhü anh) 'den mevkuf olarak rivayet etmiş; Keza Hâşim'de, başka bir senedle yine mevkuf olarak Ömer (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir, demiştir.' El-Menhel yazan «Tefrikü'1-Vudû» babında bu hadîsin, mevkuf olarak Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine dâir mü-teaddid senedler zikretmiştir.Bu arada Darekutnî' nin tah-riç ettiği şu mealde bir hadisi de nakletmiştir: Ubeyd bin Ümeyr El-Ley si' den rivayet edildiğine göre; «Ömer bin El-Hattab (Radıyallâhü anh), ayağının bir yeri kuru kalmış bir adam gördü de: Sen bu abdestle mi namaza duracaksın? diye sordu. Adam da: Ey müminlerin Emîri! Soğuk şiddetlidir. Beni ıslatacak bir şey de yanımda yoktur, deyince, ona önceden kızan Ömer (Radıyallâhü anh) bu sefer acıyarak: Ayağından kuru bıraktığın yeri yıka ve namazını iade et, buyurdu. Ve ona bir elbise verilmesini emretti.' Ebû pâvûd, Ahmed ve Beyhakî bu hadîsin bir benzerini Hâlid bin Mi'dan' dan rivayet etmişlerdir. Bu rivayette «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bâzı sahâbî-lerden rivayet edildiğine göre» ifâdesi kullanılmıştır. Sahâbînin meçhul oluşu, hadîsin sıhhatma zarar vermez. Buradaki rivayette de ayağından bir yeri kuru bırakan adamın, abdest ve namazını iade etmesi emredilmiştir. Namazın iade edilmesi emri açıktır. Çünkü noksan bir abdestle namaza durulmuştur. Abdestin iadesine gelince, bu da müvâlatm vâcib olduğuna hükmeden âlimlere göre durum bellidir. Hattâ bu hadîs onlar için delil olur. Müvâlatın vâcib olmadığı görüşünde olanlara göre abdestîn iadesi, mükemmel bir abdestin alınması ve ibâdette ihtiyatlı davranılması içindir. Hadîs, zahirîne göre müvâlatın vücûbuna hükmedenler için bir delil ise de, hadîsin sıhhatma itirazlar yapılmıştır. Bunun sahih olduğu kabul edilse bile, diğer rivayetlerle birlikte işlerliğinin kurulması için verilen emrin mendubluk için olduğu yorumu yapılır. [222] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/194 [2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/194 [3] Bu senedin râvilerinden Hasan bin Yahya'nın zayıflığı üzerine cumhur ittifak ettiğinden dolayı isnadının zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/194-195 [5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/195-196 [6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/196-198 [7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/199 [8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/199-200 [9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/200-202 [10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/203-204 [11] Râvi Abdülmüheyrnin'in zayıflığına cumhur ittifak ettiği için isnadın zayıf olduğu, Zevaid'de bildirilmiştir. [12] Zevâid'de : Bu isnad, zayıf ve munkati' bir isnaddır. Ebû ZÜr'a, Horasanlı Ata*nın Enes bin Mâlik'ten hadis işitmediğini söylemiş; Akilî de, Ömer bin El-Müsenna'nın hadisinin mahfuz olmadığını söylemiştir, denilir. [13] Necâşî'nin Hal Tercemesi Adı Ashama bin Bahr'dır. Meshama ve Asham .da denmiştir. Habeşistan meliklerine Necâşî unvanı verilirdi. Necâşî behiye anlamını taşıyor. İran meliklerine, Kisra, rum meliklerine Kaysar, Mısır meliklerine kâfir oldukları takdirde Fir'ayn, İskenderiye meliklerine Mukavkıs denildiği gibi Habeşistan kralına da bu. unvan, verilmiştir. Hadiste bahsi geçen Necâşî Resûlullah (S.A.V.)) hayatta- iken müslümanhğı. kabul etmiş fakat onunla görüşmek ve sahabilik kendisine müyesser- olmamıştı^. Müslümanlığı kabullenişinin sebebi şudur : Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Mekke. dey: rinde ashabına reva görülen eziyetleri görüp bu belâyı defetmeye o gün için. maddi gücü yetmediği için sahâbîlerin Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye çderek.: «Çünkü orada öyle bir kral var ki yanında kimseye zulüm cdpemez. AUah size bu eziyetlerden kurtuluş kapısını açıncaya kadar oraya gitmeniz arzulanır» buşruiv du. Bunun üzerine müslümanların bir kısmı İslâm'da ilk hicret olarak oraya göçüştüler. Mekke müşrikleri muhacirlerin Habeşistan'a güven içinde, yerleştiklerini görünce aralarında bu sorunu görüşüp Arar bin El-Âs ve Abdullah bin Ebl Re-bîa'yi Necâşi ve devletinin ileri gelenlerine verilmek üzere hediyelerle birlikte ora: ya gönderdiler. Bunlar hediyelerini Necâşi ve adamlarına takdim ederek Necâ; şiftin adamlarına şöyle dediler : 'Bizden bazı sefihler kavminin dininden çıkmışlar ve sayın melik'in dinine de girmemişler. Ne bizim ne de sizlerin tanıdığı yeni bir din getirdiler. Bu sefihlerin kavminin eşrafı onları kendilerine iade etmek için bizi sayın kıral'a elçi olarak gönderdiler. Süden istirhamımız biz bu sefihler sorunu hakkında sayın melikle görüştüğümüz zaman bunların iadesi için siz me lik'e işaret edin ki onları konuşturmadan bizimle geri göndersin. Elçiler Necâşi'nin müslümanları konuşturmasını istemiyorlardı. Çünkü bu takdirle onları teslim otmiyebilir diye düşünüyorlardı. Bunun üzerine adamlar elçilere yardımcı olmaya söz verdiler. Sonra melikin huzuruna çıkarılan elçiler ne maksatla geldiklerini bildirdiler. Ordaki devlet adamları müslümanlan iade etmenin uygunluğunu hemen söylediler. Fakat Necâşi buna Öfkelendi ve : 'Hayır! Vallahi ben bunları çağırıp elçilerin dedikleri hususları onlara sormadıkça memleketime gelen ve beni başkalarına tercih eden bir kavmi tes'im etmem. Eğer elçilerin doğruluğu anlaşılırsa bunları teslim ederim. Ve şayet göçmenler bunların dediği gibi değilse elçilerigeri çevirir ve göçmenlere iyilik ederim, dedi. Sonra Necâşî Sahâbtleri huzuruna çağırdı. Sahâbîler Necâşî'nin huzuruna girince selâm verdiler. Elçiler selâmı fırsat bilerek : 'Sayın melik! İşte doğruluğumuz hemen belirdi. Çünkü bunlar zatınıza karsı, mutad olan saygı usulü ile girmediler* dediler. Melik bunun sebebini sorunca Sahâbiler : 'Sayın Melik biz sana cennet ehlinin ve meleklerin ta'zim usulüyle saygı gSsterdik' dediler. Sahâbİlerin sözcüsü Ca'fer bin Ebi Talib (R.A.) idi. Necâşl onlara : 'Nedir sizin bu dininiz. Hem kavminizin dinini terkettiniz hem de benim dinimi ne de başka milletlerin dinlerinden birisini seçmediniz?» diye sordu. Sözcü Ca'fer şöyle cevap verdi: 'Ey Melik! Biz cahiliyet ehli idik. Putlara tapar, murdar hayvan etini yiyer. fuhuş yapar, yakınlarımıza şefkat etmez, komşularımıza kötülük ederdik. Kuvvetlimiz zayıfımızı sömürüyordu. Nihayet Allah bize nesebini, doğruluğunu, güvenilir, iffetini yakinen bildiğimiz bizden bir Peygamber'! bize gönderdi. Gelen Peygamber bizi tevhid'e, Allah'a şerik koşmamağa, tapmakta olduğumuz putlardan sıyrılmağa davet etti. Doğru konuşmayı, emanetleri sahiplerine vermeyi, yakınlarına şefkat etmeyi, komşulara iyilik etmeyi, ırz, namus ve kanlara saygılı olmayı emretti. Fuhuşlardan, yalan söylemekten, yetimin malını yemekten men etti. Namaz kılmayı, oruç tutmayı emretti, (diyerek İslâm'ın emirlerini saydı.) Biz de O'na iman edip tasdik ettik. Haram kıldığını haram ve helâl kıldığını helâl saydık. Kavmimiz bize saldırdı, dinimizden döndürmek ve tekrar putlara taptırmak için eziyetler ve ta'zibler yaptılar. Bizi kahredip zulmedince ve dini görevlerimizi yerine getirmemize mâni olunca biz memleketinize çıkıp geldik. Seni başkalarına tercih ettik ve senin yanında bize zulm edilemiyeceğini ümid ettik, dedi. Bunun üzerine Necâşl: O Fey-gamber'in Allah tarafından getirdiğinden - senin beraberinde bir şey var mı? diye sordu. Ca'fer: Evet, dedi ve Meryem sûresini okudu. Okunan âyetlerden etkilenen Necâşl ve adamları ağladılar. Ve Necâşt: Şüphesiz bu okunan ve İsa'nın getirdiği aynı kaynaktan çıkmıştır, dedi. Ve Kureyş elçilerine, gidiniz vallahi ilelebet bunları size teslim etmem dedi. Henüz ümitlerini tamamen kesmiyen elçiler ertesi gün başka bir oyunla Necati'nin huzuruna tekrar çıkarak : 'Sayın Melik! Bunlar Hz. îsâ hakkında çok büyük bir söz söylerler dedi. Bunun üzerine Necâşl Hz. İsâ hakkındaki görüşlerini sordu. Ca'fer (R.A.) biz tsâ (S.A.V.) hakkında Peygam-ber'imizin beyan ettiğini söyleriz, tsâ Allah'ın kulu ve resulüdür. îsâ, bakire ve hiç bir erkeğin dokunmadığı Hz. Meryem'e Allah'ın ulaştırdığı kelimesi ve Allah tarafından gelen bir ruhtur, dedi. Bunun üzerine Necâşl yerden bir çöp alarak: 'İsa'nın dediğinden bu çöp kadar bile fazla bir şey söylemediniz, dedi. Ve müs tumanlara: 'Gidiniz. Siz emin olabilirsiniz. Ben sizden birisine eziyet etmek karşılığında bir dağ kadar altm sahibi olmaya bile razı değilim, dedi. Ve Kureyş'in hediyesini reddetti. Sonra Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'e gönderdiği mektupta şunları yazmıştır : 'Ben, senin, Allah'ın resulü olup, doğru sözlü ve doğrulanan bir zat olduğuna şehâdet ederim. Sana ve senin amcan oğlu Ca'fer bin Ebî Talib'e btat ettim. Âlemlerin rabbl olan Allah'a teslim oldum. Necâşl (R.A.) müslümanlar? destek idi. Adaletle hükmeden ve insanlara yararlı bir melik idi. Onun meziyetleri meşhur olduğu için anlatmaya hacet yoktur. Kendisi Habeşistan'da vsfat etti. Resûl-i Ekrem (8.A.V.) ashabına O'nun cenaze namazını gıyabi olarak kıldırdı, (Menhel Cild 2, Sah. 122-123) [14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/204-205 [15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/206-207 [16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/207-208 [17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/208-209 [18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/209-210 [19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/210-211 [20] Aslen Yemenli olup, Kûfe'de yerleşmiş, Hz. Ali (RjUlıra üeri gelen arkadaşlarındır. Ebû Hüreyre, Ömer, Ali. Sa'd bin Ebt Vakkas. Aişe ve baskalarından rivayet etmiştir. Râvileri İki oğlu Muhammed Mikdam, Şabİ ve başkalarıdır. İbn-i Muin, Ahmed, Nesâİ ve İbn-i Hibbân onu sıka saymışlardır. Hicretin 78. yılında 120 yaşında iken Siclstan'da öldürülmüştür. Buhârt'den başka diğer sahih kitab sahipleri ondan hadis rivayet etmişlerdir. (Menhel-Cüd 3. Sah. 206)- [21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/211-212 [22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/212-213 [23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/213-214 [24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/214-215 [25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/216-217 [26] Nevevl: Bu, hadis ehlinin ittifakı ile zayıf olan bir hadistir, demiştir. [27] Ukbe bin Âmir (R.A.)'İn Hal Tercemesi Ukbe bin Âmir bin Abs bin Amr Ebû Hammâd El-Cüheni, meşhur bir sab&bl olup Resül-i Ekrem (S-A.V.)'den çok hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden sahâbi-lerden ve tabiilerden bir cemaat rivayette bulunmuştur. İbn-i Abbâs, Ebû Ümâ-me ve Ebû îdris El-Havlânî onlardandır. Ebû Saîd bin Yunus : Ukbe kurra'dan olup, ferâiz ve fıkıh âlimi idi. Edib, şâir ve kuvvetli kalem sahibi idi. Kur'an-ı toplayanlardan birisi idi. Ben, Mısır'da O'nun kendi eliyle yazmış olduğu Mushaf'ı Şerifi gördüm. Musahfm sonunda : Bunu Ukbe bin Âmir kendi eliyle yazmıştır, ibaresi vardı. Sahih-i Müslim'de Kays bin Ebl Hâzim tarikiyle Ukbe bin Amir'den rivayet edilen bir hadiste Ukbe şöyle demiştir : «Resûlullah (S.A.V.) Medine-I Münevvere'ye teşrif etti. Ben koyun sürüsünü güdüyordum. Koyunları bırakıp O'nun yanına giderek : Benim biatimi kabul buyur, dedim. O da Hicret üzerine biatimi kabul buyurdu.» Ebû Dâvûd ve Nesai de bu hadisi rivayet etmişlerdir.Ukbe bin Amir, Fetihlerde bulunmuştur. Şam fethinde kumandan ile halife Hz. (R.A.) arasında postacı idi. Hicretin 58. yılı Mısır'da vefat etmiştir Sahih kitap sahipleri ondan rivayette bulunmuşlardır. (Menhel Cİld 2, Sah 166) [28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/217-218 [29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/219 [30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/219-220 [31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/220-222 [32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/222-223 [33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/224-225 [34] Kahramanlardan olan bu zatın 20 hadisinden birisini Bühârî ve Müslim, diğer birisini de. Buhârî rivayet etmiştir. Kavileri : Oğullan Ca'fer, Abdullah ve EI-Fadl'dır, uhud savaşından sonra müslüman olmuştur. Ha. Muaviye devrinde Şam'da vefat etmiştir. (Hulasa: 287) [35] Bahreyn tarafından Katar adlı köy imalatından olduğu için bu ismi almıştır. Nihaye de : Katar, kırmızımsı, desenli ve oldukça sert bir hırka çeşididir denilmiştir. Bu takdirde sarık bu tür kumaştan yapılmadır. [36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/225-227 [37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/228 [38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/229-231 [39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/231-234 [40] Zevâid'de bunun senedinde tbn-i Edi Leylâ bulunduğu, adının Muhammed bin Abdurrahman olduğu, hıfzı yönünden zayıflığı dolayısıyla isnadın zayıf olduğu bildirilmiştir. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/235-236 [41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/236-238 [42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/238 [43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/239 [44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/239-240 [45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/240-242 [46] Ata' bin Ebî Rabâh üe-fiYjenr meden Önce Ebu Seleme Abdullah bin Abdil-Esed'in nikahı altında idi. Esiyle beraber ilk müslümanlardan olup, -Habeşistan'a hicret etmişler, orada Seleme adlı kızları olmuş, sonra Mekke'ye dönmüşler ve Medine'ye hicret etmişlerdir. Medine'de Otner, Durre ve Zeyneb adlı çocuklan olmuştur. Medine'de iken eşi vefat edip, iddeti bittikten sonra Ebu Bekir (R.A.) kendisiyle evlenmek istemiş, fakat O, reddetmiştir. Bilâhare Resûl-i Ekrem (S.A.V.) evlilik talebinde bulununca Ümmü Seleme şu cevabı göndermiştir: 'Ben kıskanç bir kadınım. Çocuklarım vardır. Yakınlarımdan kimse burada yoktur.' Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (S.A.V.) onun bu mazeretlerini şöyle cevaplandırmıştır : «Senin kıskançlığın İçin Allah'a dua ederim, kıskançlığın gider. Çocuklarına ben bakarım. Yatanların bunla olsun, olmasın, bu isten hoslannuyacak yoktur.» Bunun üzerine Ümmü Seleme (R.A.), oğlu Ömer'e : Kalk, Peygamber (S.A.V.)'in nikâh işini bitir, demiş ve Fahri Kainat efendimizle evlenme şerefine nail olmuştur. Ümmü Seleme (R.A.) Peygamber (S.A.V.Vden 378 hadis rivayet etmiştir. Bu-hâri ve Müslim 13 hadisi müttefikan ve üçer hadisi münferiden rivayet etmişlerdir. Kavileri, oğlu Ömer, kızı ve Nafi, Ebû Osman En-Nehdl, Sald bin El-Müsey-yeb, Küreyb mevla tbn-i Abbas ve başkalarıdır. Hicretin 59. yılı vefat etmiş ve Ebû Hüreyre (R.A.), cenaze namazuu kıldırmıştır. Zehebl, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in son vefat eden hanımının Ümmü Beleme (RJ\.) olduğunu söylemiştir. -

[118] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/301

[119] Kâvî Sevr ve Bişr bin Adem zail oldukları İçin isnadın zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir

[120] Hadîsin isnadındakl ricalin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmiştir.

[121] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/301-305

[122] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/305-306

[123] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/306

[124] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/306

[125] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/306-309

[126] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/309-311

[127] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/311-312

[128] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/312-313

[129] Nİhâye'Öe bu kelime : Ey su kadın! demektir. Cevheri : Bu kelime çağ-nlmaya mahsustur demiştir.

[130] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/313-314

[131] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/314-316

[132] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/316-317

[133] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/318-320

[134] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/320-321

[135] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/321-322

[136] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/322-323

[137] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/323-327

[138] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/327-328

[139] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/328-330

[140] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/330-332

[141] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/332-333

[142] Esma (K.A.)'nın Hal Tercemesi

Ebû Bekr-i Sıddlk (R.A.)'ın kızı olan bu hatun, Zübeyr bin Avvâm (R.A.)'ın zevcesidir. Peygamber (S.A.V.)'den rivayette bulunmuştur. Râvileri, iki oğlu Abdullah ile Urve ve torunları Abbâd bin Hamza bin Abdillah, Abbâd bin Abdîllah ve Abdullah bin Urve bin Zübeyr ile Fâtime bint El-Münzir'dir. 17 sahâbiden sonra mtislümanhğr kabul eden ilk müslümanlardandır. Oğlu Abdullah ile hâmile iken Medine'ye hicret etmiştir. Bir asır yaşamış, buna rağmen aklına bir halel gelmemiştir. Hicretin 73. yılı Mekke'de vefat etmiştir. (El-Menhel Cilt : 3, Sah. 230>

[143] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/333-334

[144] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/334

[145] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/335

[146] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/335-337

[147] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/337

[148] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/338-339

[149] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/339

[150] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/339-342

[151] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/342

[152] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/342-343

[153] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/343

[154] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/343-344

[155] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/344

[156] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/344-347

[157] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/347-348

[158] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/348-350

[159] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/350

[160] Tirmizi demiştir ki: Biz bu hadisi yalnız Hakim El-Esrem'den Ebû Temime El-Hüceymİ'den Ebû Hüreyre'den tanırız. îlim ehli nezdinde bu hadisin mânâsı ancak teşdid içindir.

Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/350-351

[161] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/351-352

[162] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/352

[163] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/353

[164] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/353-354

[165] Bu hadisin isnadındaki ricalin sıka olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. Sin-di : Bu hadîs Zevâid kısmından değildir. Bilâkis Buhar i, Müslim ve başkalarında da mevcuttur, demiştir.

Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/354

[166] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/355-356

[167] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/356-358

[168] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/358

[169] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/359

[170] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/359-360

[171] Bakara. 222)

[172] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/360-361

[173] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/361-362

[174] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/362

[175] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/362-363

[176] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/363-364

[177] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/365

[178] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/365

[179] îsnadın sahih ve ricalinin sıka olduğu Zevaid'de bildirilmiştir.

[180] Adı Nesibe veya Nüseybe olup, Ensâr'dan KaTı'ın kızıdır. Peygamber (S.A.V.)'den kırk hadîsi vardır. Buhâri ve Müslim altısını ittifakla, birer tanesi ni de münferiden rivayet etmişlerdir. Râvileri Enes bin Mâlik, Slrin'in iki oğlu Muhammed ve Hafsa, Abdü'l-Melik bin Ümeyr ve Ümmü Şarahil'dir. Resûl-f Ekrem (S.A.V.) ile beraber savaşlara katılır, yaralıları tedavi eder ve hastalara bakardı. Basra'ya gidip ikamet etmiştir. Sahâbllerden bir grup ve tabiilerin Bas-ra'daki âlimleri. Ölü yıkamakla ilgili hadisleri ondan alırlardı. (Menhel: CUd 3, Sahife : 128)

[181] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/365-366

[182] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/367-368

[183] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/368

[184] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/369

[185] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/369-370

[186] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/370

[187] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/370-371

[188] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/371

[189] Abdullah bin Sa'd El-Enbârt (R.A.) El-Kureşi de denilir. EI-Ezdİ diyenler de vardır. Bu zat. Haram bin Hakîm'in amcasıdır. Onun Abdullah bin Hâlid bin Sa'd olduğu da söylenmiştir. Buna göre Sa'd, onun dedesidir. Şam'da ikamet-etmiştir. Râvlsi Haram ve Hâlid bin Mi'dâm'dır. Sahâbîdir. Yalnız iki hadîsi var. Ebû Dâvûd, Tirmlzl ve İbn-i Mâceh rivayet etmişlerdir. (Menhel Cild 2, Sahife : 267)

[190] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/372

[191] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/372-373

[192] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/373-374

[193] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/374

[194] Zevâid'de : Hadisin isnadında Abdulkerim bin El-Muhank vardır. İmam Ahmed ve başkası onu zayıf görmüşler. Hatta îbn-f Abdi'l-Berrln dediğine göre onun zayıflığı hakkında icmâ vardır, denmiştir.

Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/374

[195] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/375

[196] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/376

[197] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/376-377

[198] Muâza bint Abdillah El-Adeviyye Ümmü's-Sahbâ El-Basriyye EI-Âbide. Ali ve Âişe (R.A.)'dan rivayet etmiştir. Hâvileri ise Ebû Kulâbe, Yezîd Er-Rsşk, Eyyub, Asım El-Ahvel ve bir cemaattır. İbn-i Muin, Onu sıka ve hüccet olarak göstermiştir. Zehebi, onun geceyi ihya ettiğini ve kabirlerde uzun süre uyuyacağını bildiği halde, «uyuyan göze şaşarım» dediğini rivayet etmiştir. Îbnü'l-Cevzi, onun hicretin 83. yılı vefat ettiğini söylemiştir. (Hulâsa, Sahife : 496)

[199] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/377

[200] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/378

[201] El-Fıkıh Ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa Cild : 2, Sahife 46-47; 6. baskı.

Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/378-379

[202] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/379

[203] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/379-380

[204] Zevâid'de isnadının sahih olup, ricalinin sahîh hadis ricali olduğu bildirilmiştir.

Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/380

[205] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/381

[206] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/382

[207] Hulâsa : 415

[208] Mahmud bin Er-Rabî' bin Suraka bin Amr bin Zeyd El-Ensârî Hazreç kabilesindendir. Kudüs'te yerleşmiştir. Peygamber (S.A.V.)'den ve Ubâde bin Es-Sâmit (R.A.)'den rivayette bulunmuştur. Kendisi 5 yaşında iken. Peygamber (S.A.V.)'in bir kovadan mübarek ağzına aldığı suyu yüzüne attığını hatırlıyormuş. Kendisinden rivayet edildiğine göre Enes bin Mâlik yaşça ondan büyükmüş. Va-kıdl'nin dediğine göre hicri 99 yılında vefat etmiştir. (Hulâsa: 371)

[209] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/382-384

[210] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/384

[211] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/384

[212] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/385-386

[213] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/386

[214] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/387

[215] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/388-389

[216] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/390

[217] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/390-391

[218] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/392

[219] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/392-393

[220] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/393-397

[221] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/397

[222] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/397-398



© 2015 http://islamguzelahlaktir.blogspot.com/