SÜNEN-İ İBNİ MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHİ > ZEKAT KİTABI

 

islam

help 2.30.8 08-Zekat previous next

HADİS KİTAPLARI > SÜNEN-İ İBNİ MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHİ > 08-Zekat
8 - ZEKAT KİTABI

1- Zekâtın Farziyeti Babı

2- Zekât Vermekten İmtina Etmek Hakkında Gelen Hadisler Babı

3- Zekatı Ödenen Mal Kenz (= Biriktirilmiş Mal) Değildir

4- Gümüş Ve Altının Zekâtı(Nın Kaçta Kaç Olduğunun Beyânı) Babı

Dirhem Ve Dînâh Nedir ?

Ağırlık Ölçüsü Dirhem Ve Mıskal

Hanefî Âlimleri Şöyle Demişlerdir

Dirhemi Örfî Ve Miskal-Î Örfî Kaç Gramdır?

Mâliki - Şafiî Ve Hanbeli Alimlerine Göre Dirhemi Serî Ve Miskal İ Serî

Gümüşün Nisabı Şudur

Türkiye'deki Miskal-İ Örfî Ve Dirhemi Örfî Ağırlığı Şöyle Hesaplanır :

Hâlis Olmayan Altın Ve Gümüşün Zekâtı

Kâğıt Paranın Zekâtı

5- Bir Malı İstifâde (Eden)İn Babı

6- Zekâtın Farz Olduğu Malların (Miktarlarının Beyânı) Babı

Irak'ın Bir Rıtılı Kaç Dirhem Ve Kaç Gramdır?

Bir Sâ Kaç Dirhem Ve Kaç Gramdır?

Bîr Vesk 60 Sâdır

7- Zekâtı Vaktinden Önce Vermeye Acele Etmek Babı

8- Zekât Çıkarılırken Söylenecek Söz ( Dua) Babı

9- Deve Zekâtının Kaçta Kaç Olduğunun Beyânı) Babı

10- Zekât Memuru (Farz Yaştan) Bir Yaş Aşağısını Veya Bir Yaş Yukarısını Alacağı Zaman (Yapılacak İşîn Beyânı) Babı

11- Zekât Memurunun Alacağı Deve (Durumunun Beyânı) Babı

12- Sığır Ve Mandanın Zekâtı Babı

13- Ğanem (Koyun Ve Keçt)Nin Zekâtı Babı

14- Zekât Memurları Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

Bir Bölgenin Zekâtı Ba$Ka Bir Bölgeye Nakledilir Mî?

15- At Ve Köle Zekâtı Babı

16- Zekâtın Vacip Olduğu Mallar (İn Beyânı) Babı

17- Ekinlerin Ve Meyvelerin Zekâtının (Kaçta Kaç Olduğunun) Beyânı Babı

18- Hurma Ağaçları Ve Üzüm Harsı (= Dallarındaki Yaş Hurma Ve Yaş Üzümden Ne Kadar Kuru Hurma Ve Kuru Üzümün Çıkacağının Tahminen Tesbîtî) Babı

Harsın Meşruluğu Hakkında Âlimlerin Görüşleri

19- Malının Kötüsünü Zekât Olarak Çıkarmaktan Nehiy Babı

20- Bal'ın Zekâtı Babı

21- Fıtır Sadakası Babı

Fıtır Sadakasının Hükmü

Hangi Yiyecek Maddelerinden Ne Kadar Fıtıb Sadakasının Çıkarılacağı Hususunda Âlimlerin Görüşleri

Buğday Ve Arpa Unundan Fıtır Sadakası Verilir Mi ?

22- Öşür Ve Haraç Babı

23- Vesk Altmış Sa'dır' Babı

24- Yakınlığı Olana Sadaka Vermek Babı

25- (Halktan Dünyalık) İstemenin Mekruhlugu Babı

26- Yeterince Varlıklı İken (Halktan Mal) İsteyenin (Kötü Durumunun Beyânı) Babı

Seran Zengin Olmayıp Güçlü Ve Sağlam Adam Zekât Alabilir Mi ?

Sadaka İstemek

Sadaka Almaya Gelince:

Zekâttan Bir Muhtaca Ne Kadar Verilebilir?

27- (Zengin Olduğu Halde) Zekât Alması Helal Olanların (Beyânı) Bâbî

28- Sadaka Fazileti Babı

8 - ZEKAT KİTABI


Zekât: Bu kelime Arap dilinde temizleme, bereketlenme ve çoğalma mânâlarına gelir. Şer-i Şerifte Allah Teâlâ'nın hakkı olarak belirli mallardan çıkarılan miktara denir. Bu miktara zekât denmiştir Çünkü muhtaçların hakkı olarak maldan çıkarılmakla mal temizlenmiş olur. Zekât malı temizlediği gibi sahibini de cimrilik ve günahlar pisliğinden temizler ve malı bereketlendirir.

Şer-i Şerifteki zekât şöyle de ta'rif edilebilir: Zekât malın belirli bir miktarını müstahaklara temlik etmektir.

Zekât; Kitab, sünnet ve icmâ' ile sabit olan bir farzdır. Bunu inkâr etmek küfürdür. Fıtır sadakasından sonra hicretin ikinci yılı farz kılınmıştır. Bir kavle göre Mekke'de farz kılınmış ve Meri i n e ' de ayrıntılı olarak beyan edilmiştir. Çünkü zekât* a ftit* bâzı âyetler M e k k e' de inmiştir.

Zekâtın meşru kılınmasında bir çok hikmetler vardır. Bunların bir kıt,nıı şunlardır :

Zekât, sahibini günahların ve cimriliğin pisliklerinden temizler, muhtaçlara bir iyilik ve şefkat vesilesidir. Sahibinin derecelerin yükseltir. Dünya malına karşı duyulan aşırı ihttrası kırar. Zenginler için imtihandır. Fakirlerin gönüllerini hoş eder. Bunlarla zenginler arasında köprü görevini yapar. Onları birbiriyle kenetler. Sevgi ve saygı duygularını kuvvetlendirir.

Zekât deve, sığır, koyun, keçi, altın, gümüş, hububat, meyveler ve ticaret mallarına düşer. [1]


1- Zekâtın Farziyeti Babı


1783) İbn-i Abbâs (Radıyaliâhü anhümo)'âan: Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radryallâhü anh)'ı Yemen'e (vali olarak) gönderdi. (Gönderirken) ona şöyle buyurdu :

«Şüphesiz sen ehl-i kitap olan bir kavme gidiyorsun. Onları Allah'tan başka ilâh olmadığı ve benim Allah'ın resulü olduğum şe-hâdetine davet et. Eğer onlar bu davet için (sana) İtaat ederlerse Allah'ın her gün ve gecede beş (vakit) namazı onlar üzerine farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bunun İçin (sana) itaat ederlerse Allah'ın onların malında sadaka (zekât) ı onlara farz kıldığını bildir. Bu sadaka onların zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir. Eğer onlar bunun için (sana) itaat ederlerse sen onların mallarının seçkinlerinden sakın (zekât için en üstün kalitesini seçme). Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü o beddüâ ile Allah arasında hiç bir perde yoktur.»" [2]


İzahı


Buharı, Müslim, Tirmizî, Ahmed ve Dâ-rekutnl de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radıyaliâhü anh)'ı Y e m e n' e hicretin 10. yılı Veda haccmdan önce göndermişti. Zayıf bir kavle göre hicretin 9. yılı T e b ü k savaşı dönüşü göndermişti. B u h â r i savaşlar bölümünün sonunda ilk kavli zikretmiştir. V a k i d î ise 2. kavli zikretmiştir. 3. bir kavle göre hicretin 8. yılı göndermişti.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radıyaliâhü anh)'ı gönderirken ehl-i kitap bir kavme gideceğini belirtmiştir. Bundan maksat Muâz (Radıyaliâhü anh)'ın yapılan tavsiyeye azami dikkat ve önem vermesini sağlamaktır. Ehl-i kitap putlara tapanlar gibi câhil olmadıkları için onların kültür seviyesine göre temas etmesinin gerekliliğini belirtmektir. Y e m e n' de ehl-i kitap olmayanlar da vardı. Elh-i Kitabın irşadı daha dikkatli davranmayı gerektirdiği için yalnız onlar anılmıştır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) Muâz (Badıyallâ-hü anhî'ın Yemen halkını önce kelime-i şehâdete davet etmesini emretmiştir. Çünkü dinin temeli şehâdet. kelimeleridir. Bunlar olmadan hiç bir amel geçerli değildir.

Cumhur bu hadîsi delil göstererek müslümanlığa girebilmek için şehâdet kelimelerinden yalnız birisini söylemenin kâfi olmadığını ve her iki kelimeyi söylemenin şart olduğunu söylemiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Yemenliler* in şehâdet kelimelerini söylemek hususunda yapılan çağrıya itaat ettikleri takdirde günde beş vakit namazın farziyetini bildirmeyi ve buna da itaat ettikleri takdirde onlara zekâtın farziyetini tebliğ etmeyi emretmiştir.

Bu hadis kâfirlerin namaz, zekât ve oruç gibi ibâdetlerle mükellef olmadıklarını söyleyen âlimler için delildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radıyaliâhü anhJ'a onlara evvelâ yalnız îman etmelerini emretmesini buyurmuştur. Ve iman ettikleri takdirde namaz ve zekât farziyetini bildirmesini istemiştir.

El-Menhel yazarı bu hususta şöyle der:

Tüm kâfirlerin iman etmekle mükellef olmaları hususunda âlimler arasında ihtilâf yoktur. Kâfirlerin namaz, zekât ve oruç gibi ibadetlerin farziyetine ve şeriatın diğer hükümlerinin doğruluğuna inanmadıkları için âhiret günü cezalandırılacağı hususunda da ihtilâf yoktur. Ancak onların dünyada da ibâdetlerle vesâir dinî vecibelerle mükellef olup olmadıkları ve bu yükümlülüğün gereğini yapmadıkları için de ayrıca azap görüp görmiyecekleri hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki ;

Hanefi, Şafii ve Hanbeli âlimlere göre kâfirler küfür azabından ayrı olarak ibâdetleri ve diğer dini vecîbeleri yerine getirmedikleri için azap görmezler.

M â 1 i k 11 e r' le Iraklı âlimlere göre kâfirler küfür azâ-bmı görecekleri gibi ibâdetleri yapmadıkları ve haramları işledikleri için de ayrıca azap göreceklerdir.

M u â z (Radiyallâhü anh)'ın onların zekâtını alırken mallarının içinden en iyisini seçmemesi için PeygambertSallallahüAleyhi ve Sellem) emir ve ikaz buyurmuştur. Çünkü zekât fakirlere yardım için meşru kılınmıştır. Zenginlerin malından zekât çıkarılırken en üstün kısmı alındığı takdirde kalan malın maddî değerinin düşmesi gibi uygun olmayan bir durum doğabilir. Fakat mal sahibi malının en iyi kısmını gönül hoşluğuyla zekâta ayırabilir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M u â z (Radıyallâ-hü anh)'ın mazlumun bedduasından sakınmasını emretmiştir. Yâni; zulüm etme, hakkın olmayan bir şey alma; kimseye zarar verme ki, senin aleyhinde du£ «tmesin. Çünkü bir kimse zulme uğramış iken yaptığı duâ hızla kabul olunur.

Mazlumun bedduası ile Allah arasında hiç bir perdenin olmayışından maksat o duanın hızla Allah tarafından kabul buyurulmasıdir. O duâ reddedilmez, engellenmez. Sahibinin günahkâr oluşu duasının geri çevrilmesine sebep olmaz. Nitekim Ahmed'in Ebû Hüre y r e (Radıyallâhü anh) 'den merfû olarak rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyuruluyor:

«Mazlum günahkâr olsa bile bedduası makbuldür. Onun günahı onun boynundadır.- [3]


Hadisin Fıkıh Yönü


1. Islâmiyetin temel taşı şehâdet kelimeleridir.

2. Her gün ve gecede 5 namaz farzdır. Hadîs, vitir ve bayram namazlarının farz olmadığına delâlet eder. Bu hususta icmâ vardır. Bu namazların vacip olduğuna hükmeden âlimlerin başka delilleri I vardır.

3. Zekât farz bir ibâdettir.

4. Devlet başkanı bizzat veya yetkili kılacağı bir kimse eliyle zekâtı teslim alır.

5. Zekât müslümanların fakirlerine dağıtılır.

6. Devlet adamları Allah'tan korkmalı ve zulümden sakınmalıdır.

7. Zekât memurları malların en iyisini seçemezler.

8. Mazlumun bedduası makbuldür[4]


2- Zekât Vermekten İmtina Etmek Hakkında Gelen Hadisler Babı


1784) Abdullah bin Mes'ud (Radtyallâhü ank)'deu rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selem) :

«Zekâtını ödemeyen herkesin (zekâta tâbi) malı kıyamet günü kendisi (ni tâzib etmek) için erkek bir kel yılan şekline konularak boynunun gerdanlığı olur.» buyurdu. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize Allah Teâlâ'nın kitabından bunu tasdik edici:

( Allah'ın, kereminden verdiği servette cimrilik edenler, sakın bu cimriliğin kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Bilâkis bu, onlar için serdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü onların boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.[5] âyetini okudu." [6]


İzahı


Nesai ve İbn-i Huzeyme de bunu rivayet etmişlerdir. Buhârİ, Müslim ve Nesai bunun mislini E b û H tire y r e (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.

Hadîsteki bâzı kelimeleri açıklayalım :

Şucâ i Erkek yılan demektir. Bâzılarına göre yılan demektir. Yâni erkek yılana denildiği gibi dişi yılana da denilir.

Akra: Bu kelimenin asıl mânâsı kel adamdır. Burada ise zehi-rinin çokluğu dolayısıyla başının tüyleri dökülmüş olan yılan demektir. Bâzılarına göre burada kastedilen mânâ, zehirin çokluğundan başı beyazlanmış olan yılandır

Tatvîk = Giydirmek, boyuna bir şey dolamak, boyuna gerdanlık ve benzeri bir şey takmak gibi mânâlara gelir. Burada maksat yılanın gerdanlık ve halka gibi zekâtını vermeyen adamın boynuna sarılmalıdır.

Tavk : Gerdanlık, çenber ve halka mânâlarına gelir.

Hadis, zekâtı çıkarılmayan malın tamamının yılan şekline sokulacağına delâlet eder. Hadîste anılan âyetin zahirine göre ise malın zekât kısmı boyuna dolanır. Âyette kastedilen mânânın malın tamamının sahibinin boynuna sarılması olduğunu söylemek mümkündür.

Hadisteki IMal) tâbiri umumî olduğu için altın, gümüş, ticâret eşyası ve diğer zekât mallarına şâmildir.

Hadis, zekât vermemenin vahim sonucunu bildirir.



1785) Ebü Zerr (Radıyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre: Rc-sulullah {Sallallahü Aleyhi ve Settrm) şöyle buyurdu, demiştir:

«Develeri, koyunları ile keçileri ve sığırları bulunup zekâtını vermeyen herkesin bu malları kıyamet günü en İri ve en semiz durumu ile gelerek sahibine boynuzlan ile vurur ve ayakları ile çiğnerler. (Sahibini vura vura ve çiğneye çiğneye geçen) hayvanların sonu geldikçe başı sahibine dönüp ona böylece musallat olur. Bu tâ-zib (mahşerde) Allah tarafından insanlar arasında hüküm verilinceye kadar devam eder.-"



1786) Ebû Hüreyre (Radtyallahü anh)'<\en rivayet edildiğine göre; Kesûlullah (Saltııllahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «(Sahibi tarafından) zekât hakkı verilmeyen develer (kıyamet günü besili ve en kuvvetli hâli ile) gelerek sahibini tabanları İle çiğner, (zekâtı verilmeyen) sığırlar ve koyunlar ile keçiler de gelip sahibini tırnaklan ile çiğner ve boynuzları ile süser. (Zekâtı verilmeyen) kenz (ticâret eşyası, para, altın ve gümüş) de kel bir erkek yılan şekline sokulmuş olarak gelir ve kıyamet günü sahibine rastlar. Sahibi iki defa ondan kaçar. Sonra (tekrar) sahibinin önüne çıkar. Sahibi yine kaçarak: Senin ile aramızda (geçmiş) ne (olay) var (ki sen peşimi bırakmıyorsun) ? diye sorar. Yılan » Ben senin (zekatı ödenmeyen) kenzinim (= malınım). Ben senin kenzinim, der. Sahibi, eli-le kendini yılandan korumaya çalışır. Yılan onun elini kıtır kıtır yer.»" [7] İzahı Ebû Z e r r (Radıyallâhü anh)'ın hadisini B u h â r î . Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'ın hadisini Buhârİ de rivayet etmiştir. Müslim de bunun benzerini Câbir Abdillah el-Ensârî (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Bu hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım : îbil: Develerdir. Ğanem : Koyunlar ve keçilerdir. Bakar; Sığırlar nev'ine denir. Camus, inek ve öküz bunun kapsamına girer. Kürün: Karn'ın çoğuludur. Boynuzlar demektir. Ahfâf: Huff'un çoğuludur. Huffı Devenin ayağıdır. Azlaf i Zılf'ın çoğuludur. Sığır, koyun ve keçi gibi hayvanların çatal tırnağına denir. Kenz: Hazine demektir. Burada zekâtı ödenmeyen mal mânâsına kullanılmıştır. Hadisler, mezkûr malların zekâta tâbi olduğuna ve bunların zekâtını ödememenin ağır bir cezaya sebep olduğuna delâlet ederler. İlk hadîs, anılan cezanın mahşerde uygulanacağına ve insanların mahşerdeki hesapları bitip cennetlik veya cehennemlik olduklarına ,'lah Teâlâ hüküm buyuruııcaya kadar aralıksız devam edeceğine delâlet eder. Bu hadîs zekât ödemeyen kimsenin ebedi olarak tâzib edileceğine delâlet etmez. Ama zekâtın farziyetini inkâr ederek öde-mezse kâfir olur ve ebedî olarak azabta kalır. Çünkü zekât kitabının başında anlattığım gibi zekâtın farziyeti, Kitab, Sünnet ve İcmâ' ile sabittir. Bu sebeple inkârı küfrü mucibtit[8] 3- Zekatı Ödenen Mal Kenz (= Biriktirilmiş Mal) Değildir Kenz: Bu kelime Arap dilinde hazine, gömülü mal, biriktirilen mal anlamlarında kullanılır. Dinde ise zekâtı ödenmeyen mal demektir. İslâmiyet'in ilk zamanlarında ve henüz zekât farz olmamış iken, mal biriktirme durumu çok çetin idi. İhtiyaç fazlası malın Allah yolunda ve sadaka olarak harcanması gerekiyordu. Ey Resulüm! Mal sahipleri mallarının ne miktarını sadaka olarak vereceklerini sana sorarlar. Onlara de ki: İhtiyacınızdan fazlasını infak ediniz.[9] âyeti bu durumu hükme bağlamıştı. Zekât âyeti ininceye kadar bu âyet gereğin ce servet sahipleri ihtiyaçlarından artan miktarı Allah yolunda ve sadaka olarak dağıtmak zorunda idi. Bu durum cidden güçtür. Son ra zekât âyeti inince bu hüküm neshedildi. Aşağıda geçecek Hâlid bin Eşlem (Radiyallâhü anhJ'uı hadîsinde anılan T e v b e sûresinin 34. âyetinde altın ve gümüşün 'Kenz' edilmesinden yâni biriktirilmesinden bahsedilmekte ve bunları biriktirip Allah yolunda harcanmayanların elim azaba çarptınla cakları bildirilmektedir. Bu âyetin zahirine bakanlar, bu âyeti yukar daki âyet gibi mânâlandırabilirler. Yâni ihtiyaç fazlası altın ve gümüş biriktirmenin 'Kenz' olduğu ve azabı mucip bir mal biriktirme sayıldığı sonucunu çıkarabilirler. Fakat âyetteki infak zekât mânâsına yorumlanınca, âyet altın ve gümüş biriktirip zekâtını çıkarma yanların elim azaba çarptırılacaklarını bildirmiş olur. Meşhur olan kavil, bu âyetin zekât vermeyenler hakkında olduğu yolundadır. Aşn ğıdaki hadisten de bu yorumu çıkarmak mümkündür. 1787) Ömer bin el-Ilattab'm mevlâsı Hâlid bin Eşlem[10] (Radıyof- ankjimyden; Şöyle demiştir : Ben (bir gün) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ) ile beraber (Medîne dışına) çıkmıştık. Bir A'rabî- arkadan gelip Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'ya : — Allah'ın; ..«i) «Ve altın ve gümüşü kenz edip (= biriktirip) Allah yolunda har-camayanlar...» buyruğu(ndaki kenz ve mal biriktirmenin) mâhiyeti nedir? diye sordu. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) Ona: — Altın ve gümüşü biriktirip de zekâtını vermeyenler için helak ve azab vardır. Zekât farz kılınmazdan önce ihtiyaç fazlası olup biriktirilen mal, kenz (azabı mucip bir biriktirme) sayılırdı. Zekât far-ziyeti emri indirilince Allah Teâlâ zekâtı malların temizleyicisi kıldı, diye cevap verdikten sonra dönüp şöyle dedi: — Sayısını bilip zekâtını verdiğim ve Allah (Azze ve Celle)'nİn taâtile işlettiğim Uhud dağı kadar altınım olsa (bu yüzden) endişe duymam." Not : Tirmizl bu hadisi rivayet ettikten sonra : Bu hadîs hasan garib'tir, demiştir. [11] İzahı Bu hadîsi, Buhârî, Tirmizî ve Nesaî de rivayet etmişlerdir. Buhar i' nin rivayetinde; Sonra dönüp şöyle söyledi..." cümlesi ve onu takip eden ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in sözü yoktur. Sindi bu hadîsin açıklamasını yaparken şöyle der: îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) adama şunu söylemek istemiştir : Zekât farz olmadan önce bu âyetin zahiri ile amel edilirdi. İhtiyaçtan artan malları Allah yolunda harcamak gerekiyordu. Malları biriktirmek azabı mucip idi. Zekât farz edilince mezkûr âyeti zekâtı ödemeyenlere âit olarak yorumlamak gerekir. Âyetin mânâsı: «Altın ve gümüş gibi mallan biriktirip zekâtını ödemeyenleri elim azab ile müjdele...» şeklinde olur. îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in sözünden maksad budur, denilince hadîsten anlaşılan sonuç, zekâtın farziyetinden önce bu âyetin zahiri ile amel edildiği ve zekât farz edilince âyetin zahirî mânâsının neshedilmiş olmasıdır. Fakat meşhur olan durum, bu âyetin zekâtı ödemeyenler hakkında inmiş olmasıdır. Meşhur kavle göre olunca; âyet, zekâtın farziyetinden sonra inmiş olur. Ve âyetin zahirî mânâsı da zekâtını ödemeyenlere âit olmuş olur. Bir de şu var : Eğer ze- . kâtın farziyetinden önce bu âyetin indiği ve zekât âyeti ile mensuh olduğu söylenecek olursa artık nesihten sonra başka mânâya yorumlamak yoluna gidilmemesi gerekir. Bu itibarla îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in maksadı şu olabilir: Ey A'rabî! Zekât farz olmadan önce bu âyetin zahirinden anladığın gibi mânâ verseydin isabet etmiş olurdun. Yâni ihtiyaçtan artan malı biriktirmenin azabı mûcib olduğu mânâsını çıkarabilirdin. Fakat zekât farz olunca ve bu âyet daha sonra inince artık anladığın mânâ doğru değildir. Çünkü Allah Teâlâ zekâtla malı temizletmiş ve azaba müstehak olmayı zekâtı ödemekten imtina etmeye bağlamıştır. Kastalânî' nin nakline göre el-Bermavî: Âyetteki: fyjÂ&itj = "Ve o malı infak etmezler" cümlesi "vs o malın zekâtını vermezler" diye yorumlanırsa bu âyetin zekât âyeti ile mensuh olması söz konusu olmaz, demiştir. îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) son fırka ile şunu demek istemiştir : Benim Uhud dağı kadar altınım olsa, bunun hesabım bilip zekâtını çıkarırsam ve bu serveti Allah Teâlâ'nın rızasına uygun olarak kullanıp çalışmamda gayri meşru bir harekette bulunmazsam mal biriktirmiş sayılırım diye endişem olmaz. Yâni hak ve hukuka riâyet edildikten sonra servet sahibi olmak günah değildir. Azabı mucip olmaz 1788) Ebû Hürcyre (RadtyaUâhü anh)\\en rivayet edildiğine güre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : «Sen malının zekâtını verince, üzerindeki (malın hakkı) m ödemiş olursun,»" [12] İzahı T i r m i z î ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir. Hadisin mânâsı şudur: Zekâta tâbi malının gerekli zekâtını usûlüne uygun olarak verdiğin zaman malının vacip olan hakkını ödemiş olursun. O maldan zekâttan başka bir miktarını çıkarmaya mecbur değilsin. Sindi: "Zekât maldan çıkarılması vacip olan bir hak olduğu gibi Fıtır sadakası ve aile fertlerinin lüzumlu nafakası da maldan çıkarılması gereken bir haktır. Bu durumda şöyle denilebilir: Hadîsten maksat, zekât verildiği zaman maldaki hakkın çoğunun ödenmiş olmasıdır. Şöyle de söylemek mümkündür: Hadîsten maksat doğrudan doğruya mala yönelik hak zekâttır. Zekât verilince bu hak ödenmiş olur. Fıtır sadakası ve nafaka ile maldan doğan bir hak değildir. Bayrama kavuşmak ve akrabalık bağı gibi başka sebeplere dayalıdır. Şu halde malın sebep olduğu hak yalnız zekâttır T i r m i z i bu hadisi rivayet ettikten sonra : 'Bu hadîs hasen -garibtir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den müteaddit yollarla rivayet edildiğine göre; kendileri zekâtı anlatmış, bu arada bir adam: Yâ Resülallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)! Üzerimde zekâttan başka (maldan çıkarılması gereken) bir şey var mı? diye sormuş ve Efendimiz t «Hayır. Ancak nafile sadaka vermen vardır »buyurmuştur.' demiştir, " der 1789) Katime hint-i Kays[13] (Radtyallâhü anhâ)*âm rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «Malda ' zekâttan başka hiç bir hak yoktur.»" [14] İzahı Fâtime (Radıyallâhü anhâl'nın bu hadisini T i r m i z i ve D â r i m i de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin izahı bundan öncekinin izahı gibidir. Özeti şudur: Maldan doğan hak zekâttır. Fitre ve nafaka da maldan çıkarılması gereken bir hak ise de bunlar başka sebeplere dayanır. Yahut şöyle denilir: Mala âit hakkın çoğunluğunu zekât teşkil eder. T i r m i z i' nin rivâyetindeki metin ise şöyledir: = «Şüphesiz malda zekâttan başka hak vardır.» T i r m i z i bu hadisi zikrettikten sonra : Bu hadîsin merfû olarak rivayeti zayıftır. En sıhhatli,rivayet bunun Ş â ' b î' ye âit bir söz oluşudur, demiştir. Tuhfe yazarı: "Zekâttan başka olan haklar, açlık tehlikesini geçirmekte olana yemek yedirmek, kanı haram olan bir canlıyı ölümden kurtarmak yolundaki harcama, esir düşmüş bir müslümanı kurtarmak gibi haklardır. Bunlar da vacip olan bir takım haklardır. Ancak bu haklar dış etkenlerden doğan haklardır. Zekât ise dıştan değil doğrudan doğruya maldan doğan haklardır. Bu fark olduğu için bu hadis ile «Malda zekâttan başka hiç bir hak yoktur» mealindeki hadis arasında bir çelişki olmaz. E 1 - M ü n â v i, Câmlü's-Sağir şerhinde böyle demiştir. T ı y b i ve başkaları da zekâttan başka haklara 'su, ateş, ve tuzun' kimseden esirgenmemesi örneğini ve başka örnekleri zikretmişlerdir," demiştir. [15] 4- Gümüş Ve Altının Zekâtı(Nın Kaçta Kaç Olduğunun Beyânı) Babı 1790) Ali (bin Ebî Tâlib) (Radıyallâkü ank)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Şellem) şöyle buyurdu, demiştir : «Ben sizi at ve köle zekâtından kesinlikle afv ettim. Lâkin gümüşten öşürün dörtte birisini (zekât olarak) veriniz. Her kırk dirhemden bîr dirhem (veriniz).»" 1791) (Abdullah) bin Ömer ve Âişe (Radtyallâkü anhümyden; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her yirmi dinardan ve bundan fazla meblâğdan yarım dinar ve kırk dinardan bir dinar (zekât) alırdı." Not: Râvi İbrahim bin îsmâil zayıf olduğu için bunun isnadının zayıf oldufru Zevâid'de bildirilmiştir. [16] İzahı A 1 i (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Ebû Dâvûd, Ne-sai ve Tahavi.de rivayet etmişlerdir. Ebû Davud'un rivayeti daha uzun olup meali şöyledir: «Ben, at ve köle zekâtından (sizi) afv ettim. Gümüşün zekâlını her kırk dirhemden bir dirhem veriniz. Yüz doksan dirhemde (zekâttan) bir şey yoktur. Dirhemler iki yüze ulaşınca içinde beş dirhem (zekât) vardır.» Hadisin, at ve köle zekâtı ile ilgili cümlesi bunların zekâta tâbi olmadığına delâlet eder. Bu husustaki âlimlerin görüşlerini 15. bâbta gelecek olan 1812 ve 1813 nolu hadîslerin açıklaması bölümünde iri-şaallah anlatacağım. Öşür: Bir şeyin onda biri, demektir. Rubu' i Bir şeyin dörtte biri, demektir. Bub'u'1-Öşür: Öşürün rub'u demektir. Yâni onda birin dörtte biri, ki kırkta bir demektir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîste gümüşün zekâtının kırkta bir olduğunu ve gümüşün zekâta tâbi bir mal olduğunu bildirmiştir. Müellifin rivayeti kısa olup kırk dirhemden bir dirhem zekât vermenin gerekliliğine delâlet eder. Ancak dirhem sayısının ikiyüze ulaşması şarttır. Bu şart düşünülmüştür. Nitekim yukarıda mealini verdiğim Ebû Davud'un rivayetinde bu durum belirtilmiştir. N e s a i' nin rivayetinde de iki yüz dirhemden beş dirhemin verilmesi emredilmiştir. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ile Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet olunan ikinci hadîs Zevâid türünden olup Dâre-k u t n i tarafından da rivayet edilmiştir. Bu hadis, yirmi dinar altından yarım dinar altın kırk dinar altından bir dinar altın zekât çıkarmanın gerekliliğine delâlet eder. Şu halde altını yirmi dinardan az olan bir kimse altının zekâtını çıkarmakla mükellef değildir. Cumhurun kavli de budur. Bu hadisin isnadı zayıf ise de yukardaki cumhurun kavlini teyid eden başka hadisler vardır. Ebû Dâvûd, Ahmed ve B e y h a k i' nin A 1 i (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri mer-fu ve uzun bir hadiste ezcümle: «Senin (altının) yirmi dinar oluncaya kadar onda senin üzerinde zekât yoktur. Senin yirmi dinarın olup da üzerinden bir yıl geçtiği zaman onda yarım dinar (zekât) vardır. Altının yirmi dinardan fazla olunca zekâtı bu hesaba göredir.» Râvi demiştir ki bu son cümle Ali (Badıyallâhü anh)'ın sözü mü. yoksa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in sözü mü? bil e m i yeceğim. El-Menhel yazarı bu hadisi te'yid eden başka hadisleri de rivayet etmiştir Müellifin rivâyetindeki bu hadisin zahirine göre dinar sayısı yirmi veya daha fazla olduğunda kırk dinar olmadıkça yarım dinar zekât verilir. Fakat bu mânâ mürad değildir. Yirmi dinardan yanm dinar verilir. Yirmi dinardan fazla olunca fazlalığın yirmiden biri zekât olur. Örneğin otuz dinân olan bir kimse bir dinarın dörtte üçünü zekât, verir. Şafii ve Hanefiler' den Ebû Yûsuf ile Muhammed'in kavli budur. Ebû Hanife'ye göre yirmi miskalden sonra 4 miskalden az olan altın muaftır. Ve her dört miskal için kırkta bir hesabı ile zekât verilir. Örneğin 23 miskal altını olan bir kimse yarım miskal zekât verir Altını 24 miskal olunca 24 mıskalın kırkta birini verir. Altını 27 miskal olana kadar yine 24 miskaJın kırktan birini verir. Fa kal 28 miskal olunca bu kere 28 miskalin kırktan birisini verir... Gümüşten de 200 dirhemden sonra her kırk dirhem için bir dirhem verir. Aradaki kesirler için bir şey vermez. Buna göre 240 dirhem gümüşü elan bir kimse 6 dirhem verir. Fakat 200, 210, 220, 230 veya 239 dirhemi alan kimse, beş dirhem verir. 240 dirhemden sonra 279 dirheme kadar 6 dirhem verir. Ebû Hanife' nin delili Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: *Kırk dirhemden az olanda zekât yoktur.» hadisidir. İlk grubun delili ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in; «Ve İki yüz dirhemden fazla olanın zekâtı bunun hesabına göredir.» hadisidir. [17] Dirhem Ve Dînâh Nedir ? Dirhem: Bu kelime Arap dilinde iki mânâda kullanılır: Birincisi gram gibi bir ağırlık ölçüsüdür. Diğer mânâsı belli bir gümüş paradır. Dinar: Bu kelime Arap dilinde bir nevi altın paradır. Miskal mânâsına da kullanılır. Bu hadiste miskal manasına kullanılmıştır. Miskal: Bu kelimenin Arap dilindeki sözlük mânâsı küçük olsun büyük olsun her türlü ağırlık ölçüsüdür. Şer-i Şerifte ise aşağıda anlatılacak belirli bir ağırlık ölçüsüdür. Dirhem ı Bu kelime yukarda anlattığım gibi bir çeşit gümüş para ismi olarak kullanıldığı gibi bir ağırlık ölçüsü olarak da kullanılmıştır. Müteaddit hadislerde ikiyüz dirhemin gümüşün nisabı olduğu ve bu kadar gümüşten beş dirhem zekâtın verilmesi emredildiği için, dirhemin asr-ı saadette malum olduğu anlaşılıyor. Çünkü eğer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhatabları tarafından bil in meşeydi, onlara açıklayacaktı. Onları meçhul bir miktarla baş başa bı-rakmıyacaktı. El-Menhel yazarı "Zekâtın vacip olduğu mallar" babında ezcümle şöyle der : "Bu hadis (= Kitabımızdaki 1793 nolu Ebû Said-i Hud-r i (Radıyallâhü anhJ'ın hadîsi) kırk dirhem tutarındaki 'Okiyyo'-nin ve Dirhemin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muha-tablarının malumu olduğuna delâlet ediyor. Kadı Iyâz: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -Beş okiyye gümüşte zekât vardır. 200 dirhem (gümüş) den beş dirhem (gümüş) rekât vo-riniz- buyurduğu halde O'nun zamanında okiyye ve dirhemin meçhul olduğunu söylemek doğru bir şey olamaz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunun sayısında zekât bulunduğunu bildiriyor. Aynı zamanda alışverişler ve nikâhlar bunlarla yapılıyor. Şu halde okiyye ve dirhem'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında meçhul olduğunu söylemek bâtıldır. Sıhhatli bir söz değildir. Bâzıları durumun böyle olduğunu, Abdülmelik bin M e r v a n' in hilâfeti zamanına kadar bu hâlin devam ettiğini, nihayet Halîfe' nin, âlimlerin muvafakat ve görüşlerini aldıktan sonra dirhemleri topladığını, bir dirhemin ağırlığının 6 denk'e tekabül ettiğini ve her on dirhemin yedi miskal tutarında olduğunu kararlaştırdığını söylemişler ise de bu söz tutarlı değildir. Aslında Abdülmelik bin Mervân'ın yaptığı iş şudur: O'nun zamanına kadar, muamelelerde kullanılan dirhemler müslümanlar tarafından basılmış değildi. Standart bir durumu yoktu, iranlı' ların ve RumUr'ın küçüklü, büyüklü olarak bastıkları dirhemler vardı. Sikkesiz ve nakışsız dirhemler vardı. Küçük ve büyük ebadda gümüş paraları vardı. Y em e n dirhemi ve mağrip dirhemi vardı. Böylece çok çeşitli dirhemler tedavülde idi. Nihayet Halife Abdülmelik ve onun zamanındaki âlimler bu değişik dirhemleri toplayıp bunlar yerine İslâmi ve standart dirhem bastırmayı kararlaştırdılar. Artık basılan bu para piyasaya sürülmekle değişik yabancı dirhemlere ve gümüşten küçüklü büyüklü kesilmiş sikkesiz parçalara ihtiyaç kalmadı. Şüphesiz, dirhemler o zaman malum idi. Eğer malum olmasaydı zekât, cezalar ve kul hakları nasıl dirheme ve okiyye'ye bağlanırdı* demiştir. Kadı lyâz'ın yukarıda alınan sözünden de anlaşılıyor ki, zekâtta ve diğer şer'i hükümlerde muteber dirhem, bu gün malum olan ağırlık ölçüsü anlamındaki dirhemdir. Abdülmelik zamanında değişik olduğu bildirilen dirhem ise alış - verişlerde kullanılan tedavüldeki dirhemdi. Bu dirhem kalite ve ayar açısından farklı değer taşıyordu." [18] Ağırlık Ölçüsü Dirhem Ve Mıskal Ağırlık ölçüsü anlamındaki dirhem ve miskal iki kısma ayrılır: 1. Dirhemi Şer'î 2. Dirhemi Örfi Keza 1. Miskal-i Şer'î 2. Miskal-i Örfî Âlimler dirhem ve mıskalın ağırlığını ortalama buğday tanesi, uçlarındaki kılçıkları kesilmiş ortalama arpa tanesi ve kırat denilen ağırlık ölçüsü ile hesaplamışlar. Bu nedenle dirhem ve miskalı hesaplamaya geçmeden önce 'Kırat'ın ne olduğunu belirtelim : Kırat da Örfi ve Şer'i diye iki çeşite ayrılır: 1. Kırat-ı örfi, ortalama dört buğday tanesi ağırlığı kadardır. 2. Kırat-ı şer'i, ortalama beş arpa tanesi ağırlığı kadardır. El-Menhel yazarı dirhem ve miskal hakkında ezcümle şöyle der: "Âlimler, yedi miskal-ı şer'înin on dirhem-i şer'îye ve bir miskal-i örfi'nin bir buçuk dirhem-i örfi'ye eşit olduğunda ittifak etmişlerdir. Keza ilim ehli dirhem ve miskali kıratla ve buğday tanesi veya arpa tanesi ile hesaplarken ihtilâf etmişlerdir. [19] Hanefî Âlimleri Şöyle Demişlerdir Bir dirhem-i şer'î ondört kırattır. Bir kırat da ortalama beş arpa ağırlığındadır. Sonuç: Bir dirhem-i şer'i yetmiş arpa ağırlığındadır. Yedi miskal-i şer'î on dirhem-i şer'i'ye tekabüi ettiğine göre bir miskalin onda birisi bir dirheme eşit olur. Bir dirhem 14 kırat olduğuna göre şöyle hesaplanır: Miskalin onda yedisi 14 kırat olduğuna göre miskalin onda onu yâni tamamı 20 kırat eder. Dirhem-i şer'î ve miskal-i şer'i şöyle gösterilebilir : Bir dirhem = 14 kırat = 70 arpa — 7/10 miskal. Bir miskal — 20 kırat = 100 arpa = 3/7 dirhem. Dirhem-i Örfi ise 16 kırattır. Bir kırat dört buğday tanesi ağırlığındadır. Sonuç : Bir dirhem altmış dört buğday tanesi ağırlığındadır. Miskal-i örfi ise bir buçuk dirhem-i örfi'ye denktir. Bu duruma göre bir miskal 24 kırat olup 96 buğday tanesi ağırlığında olur. Dirhem-i örfî ve miskal-i örfî şöyle gösterilebilir: Bir dirhem = 16 kırat = 64 buğday = 2/3 miskal Bir miskal = 24 kırat = 96 buğday = 1,5 dirhem El-Menhel yazarı Hanefî âlimlerinin görüşlerini yukarda izah ettiği gibi belirttikten sonra sözlerine devamla şöyle der: Dirhem-i şer'î ile dirhem-i örfi, keza miskal-i şer'î ile miskal-i örfî arasındaki cüzî farkın buğday tanesinin arpa tanesinden biraz ağır olmasından ileri geleceği kuvvetle muhtemeldir. Bu kuvvetli ihtimal göz önüne alınınca dirhem-i şer'i ile dirhem-i örfî arasında hakiki bir fark kalmamış olur. Bunun içindir ki bâzı Hanefi âlimleri altın ve gümüşün nisabını dirhem-i örfi'ye göre hesaplamışlardır. Bâzıları da her şehirin dirhem-i örfî'sine riâyet edileceğini söylemişlerdir." [20] Dirhemi Örfî Ve Miskal-Î Örfî Kaç Gramdır? Bir dirhem-i örfi'nin Hanefi âlimlerince orta büyüklükte 84 buğday tanesi ve bir dirhem-i şer'inin kabukçuğu ve uçlarındaki kılçıkları kesilmiş olan 70 arpa tanesi ağırlığında olduğunu yukarda anlatmıştım. El-Menhel yazan bir dirhem i örfinin 3,12 gram olduğunu söylemiştir. Miskal-i örfi de bir buçuk dirhemi örfi olduğuna göre bir mis-kal-i örfi 4.88 gram olmuş olur. Dirhem-i örfi ile dirhem-i şer'i arasında çok cüzi bir fark olduğundan bâzı Hanefi âlimlerinin gümüş ve altın nisaplarını dirhemi örfi'ye göre hesapladıklarını da yukarda zikretmiştim. Gümüşün nisabı 200 dirhem olduğuna göre bu nisap gram olarak 200 x 3,12 = 624 gram eder. Altının nisabı da 20 mıskal olduğuna göre bu nisap gram olarak 20 x 4,68 — 93,6 gram olur. Gümüşün nisabı: 200 dirhem — 624 gram = 3200 kırat. Altının nisabı: 20 miskal = 30 dirhem — 93,6 gram = 480 kırat. Yukardakı hesaplama el-Menhel yazarının bir dirhem-i 3,12 gram olarak saymasına göredir. Memleketimizde dirhem-i örfi 3,207 gram ve miskal-i örfi 4,807 gram olarak hesaplanır. Buna göre gümüşün nisabı. 200 x 3,207 = 641,4 gram olur. Altının nisabı: 20 X 4,807 = 96,14 gram eder. Merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslâm ft-mühali'ne baktım. Kendisi' yaklaşık olarak bir dirhem-i şer'îyi 2,8 gram ve bir dirhem-i örfiyi de 3,2 gram olarak hesaplamıştır. Onun yaptığı-hesaplamaya göre miskaM şer'i 4 gram, miskal-i örfi de 4,8 gramdır ve: Gümüşün nisabı: 200 dirhem-i şer'i ~ 200 x 2,8 = 560 gramdır. Altın nisabına gelince 7 miskal-i şer'i 10 dirhemi şer'i'ye eşit olduğuna göre 20 miskal-i şer'i yaklaşık olarak 28,57 dirhem-i şer'i'ye eşit olur. 20 X 10: 7 = 28,57 Bir dirhemi şer'i 2,8 gram olduğuna göre altının nisabı 2.8 x 28,57 = 79.996 gram eder. Dirhem-i şer'i 64 buğday ve dirhemi örfi 70 arpa ağırlığında olduğunu yukarda anlatmıştım. Dirhemlerin grama çevrilmesinin esası ortalama buğday tanelerinin tartılmasına ve kabukçuğu ile uçlarındaki kılçıkları alınmış ortalama arpa tanelerinin tartılmasına bağlıdır. Nisapların ihtiyatlı ve fakirler lehine hesaplanması yönü düşünülmelidir. Bu duruma göre gümüşün nisabını 560 gram ve altının nisabım 80 gram olarak hesaplamak daha uygundur. [21] Mâliki - Şafiî Ve Hanbeli Alimlerine Göre Dirhemi Serî Ve Miskal İ Serî Bu üç mezheb âlimlerinin meşhur kavline göre dirhemi şer'i ortalama 50 2 5 arpa tanesi ağırhğındadır Miskal-i şer'î de ortalama 72 arpa tanesi ağırlığındadır. Bu üç mezhebin bâzı âlimlerine göre ise bir dirhemi şer'î 57 3 5 arpa ve bir miskal-i şer'i 82 3 10 arpa ağırlığındadır. El-Menhel yazarı: Bu üç mezhebin meşhur kavli ile diğer kavli arasındaki farkın menşei arpa tanelerinin hafiflik ve ağırlık, keza büyüklük ve küçüklük bakımından bir birinden farklı oluşudur. El-Menhel yazarı: Dirhem-i örfî ile dirhem-i şer'î arasında bir fark bulunmadığına dâir tahkikli görüşe göre : [22] Gümüşün Nisabı Şudur 200 dirhem = 624 gram = 3200 kırat ve altının nisabı da şudur der: 20 miskal - 30 dirhem = 93,6 gram -- 480 kırat. Hanefi âlimlerinden başka mezheblerin âlimlerinin meşhur kavline göre dirhem-i şer'î 50 2 5 arpa tanesidir. Miskal-i şer'î de 72 arpa tanesidir Bu kavle göre gümüşün nisabını tesbit etmek için dirhem-i şer'i-yi dirhem-i örfî'ye çevirmek gerekir. O da şöyle yapılır : Bir dirhemi şer'î 50 2 5 arpa tanesi olduğuna göre nisap olan 200 dirhemi şer'i'yi arpaya çevirmek için 200 x 50 2 5 = 10080 arpa eder, deriz. Dirhem-i örfî 64 buğday tanesi olduğu için 10080 rakamını 64 rakamına bölmekle 157 1 2 sayısını elde ederiz. Bu sayı dirhemi örfî olarak nisabı verir. Şu halde gümüşün nisabı şudur: 200 dirhem-i şer'î -- 157,5 dirhem-i örfi - 491,4 gram = 2520 kırat. Altının .nisabını tesbit için de şöyle deriz . Bir miskal-i şer'i 72 arpadır. Nisab 20 miskal olduğuna göre 20 miskalin kaç arpa tuttuğunu hesaplamak için 20yi 72ye çarparız. 20 x 72 - 1440 çarpım neticesinde çıkan 1440 arpayı miskal-i örfî olan 96'ya böleri/.. 1440 : 9(; — 15 Çıkan 15 rakamı miskal i örfi sayışım verir. Bir miskal-i örfî bir buçuk dirhem i örfi olduğuna göre 15 miskal-i örfî 22,5 dirhem i örfî eder. Bir dirhem i örfî 3,13 gram oldufcundan 22,5 dirhem-i örfî (3,12 x 22,5 = 70,2) işleminde görüldüğü gibi 70,2 gram eder. Şu halde altının nisabı şöyle gösterilebilir i 20 miskal-i seri = 15 miskal-i örfî = 22,5 dirhem-i Örfî = 70,2 gram = 360 kırat. El-Menhel yazan yukardaki hesaplan yapmıştı^. Şu var ki dirhem-i şer'î ve miskal-i şer'î arpa tanelerine göre hesaplanır. Dirhem-i örfî ve miskal-i örfî ise buğday tanelerine göre hesaplanır. Hesaplar neticesinde arpa tanelerinin yekûnu buğday tanelerinin yekunüne bölünür. Tabi buğday ve arpa tanelerinin orta büyüklüktekileri dikkate alınıyor ise de aynı ağırlıkta olduğu söylenemez. Bu itibarla çıkan sonuç yaklaşık bir sonuç sayılmalıdır. [23] Türkiye'deki Miskal-İ Örfî Ve Dirhemi Örfî Ağırlığı Şöyle Hesaplanır : Bir miskal = Bir buçuk dirhem — 4,807 gram Bir dirhem = Dört denk (danık) = 3,207 gram Bir denk = îki çekirdek = 0,801 gram Bir çekirdek = îki kırat = 0,400 gr. Bir kırat = dört buğday = 0,2004 gr. Bir buğday = 0,0501 gr. [24] Hâlis Olmayan Altın Ve Gümüşün Zekâtı Hâlis olmayan yâni yabancı maddeler karışmış olan altın veya gümüşe "Mağşuş" denilir. Dilimizde buna züyuf da denilir. El-menhel yazarı, âlimlerin bu husustaki görüşlerini şöyle nakleder : 1- Hanefî âlimlerine göre altın veya gümüşün hâlis olması şart değildir. İçindeki altın veya gümüş ağırlık açısından yabancı maddeden fazla veya onun kadar olduğu takdirde zekâtı verilecektir. Şayet yabancı maddeden az ise ticâret eşyası hükmüne girer. Değeri nisaba ulaşıyorsa zekâtı verilecektir. Ancak o karışımla ticâret etmeyi düşünmüyorsa değeri nisaba ulaşsa bile zekâta tâbi değildir. Örneğin 90 dirhem gümüş ile 110 dirhem bakır karışımı olan bir parça var. Bunu satmak niyetinde olmayan bir adam zekâtını vermez. Fakat ticâret niyetinde olduğu takdirde değerine bakılır. Eğer değeri 200 dirhem gümüş tutarında ise bir ticâret malı olarak zekâtını çıkarır. Değeri bundan düşük ise zekât vermez. 2- Şafii, Ahmed ve bunların arkadaşlarına göre Mağşuş altının içindeki hâlis altın kısmı 20 miskale ve mağşuş gümüşün içindeki hâlis gümüş kısmı 200 dirheme ulaşmadıkça zekâtını vermek gerekmez. 3- M â 1 i k î 1 e r şöyle demişlerdir. Mağşuş olan veya ağırlık bakımından noksan olan gümüş ve altın alış - verişlerde hâlis ve ağırlık bakımından tam olanlardan farksız olarak revaçta iseler zekâtı vâcibtir. Eğer hiç revaçta olmazlar veya tam olanlardan az revaçta iseler, mağşuş içindeki altın veya gümüş miktarı hesaplanır. Nisaba ulaşıyorsa zekâtı verilir. Ulaşmıyorsa verilmez. Ağırlık bakımından noksan olan da, tam olanın değerinde geçerli ise zekâtı verilir. Değerce düşük ise o farkı kapatacak meblâğ kadar fazlalaşmadıkça zekâtı verilmez. Örneğin ağırlık bakımından noksan olan 200 dirhem gümüş tedavülde, ağırlık bakımından tam olan 200 dirhem gümüşten farksız olarak revaçta ise zekâtı verilecektir. Fakat noksansız olan 190 dirhem değerinde revaçta ise zekâtı verilmez. Ancak aradaki on dirhemlik farkı kapatacak bir miktar gümüşü olunca o zaman nisaba mâlik sayılır." [25] Kâğıt Paranın Zekâtı EI-Fikhı Ale'l-Mezâhiib'l-Erbaa müellifi Zekât kitabından bu konuya ayırdığı bölümde şöyle der: Fıkıhçıların cumhuru kâğıt paraların ve benzeri paraların zekâta tâbi olduğuna hükmederek: Çünkü bu paralar muamelelerde altın ve gümüş paraların yerine geçmiştir. Her an onu altın ve gümüşe çevirmek kolaylıkla mümkündür. Halkın elinde bu servet bulunduğu ve bunu altın ve gümüşe çevirmeleri mümkün olduğu halde bundan zekât vermemeleri zekâtın meşruluğunun hikmet ve gayesine ters düştüğü açıktır. Bundan zekât verilmez demek, akıl ve mantık dışıdır. Bunun için Hanefî, Şafii ve Mâliki mezheplerin âlimleri bu paraların zekâtının çıkarılması gerekir, demişlerdir. Bu hususta ittifak etmişlerdir. Yalnız H a n b e 1 î âlimleri muhalif kalmışlardır. Bu konudaki dört mezhep âlimlerinin görüşleri şöyledir : 1- H & n e f i âlimleri; bu ve benzeri paraları kuvvetli alacak kabilinden sayarak bunların deyn-i kavi (= kuvvetli alacak) tan farkı şudur ki anında bu paraları gümüşe (veya altına) çevirmek mümkündür. Bu nedenle derhal zekatını çıkarmak gerekir. Deyn-i kavi'nin ise zekâtını geciktirmek caizdir. 2- M âl i k i 1 er: Kâğıt paralar alacak senetleridir. (Bonolar hükmündedir.) Şu farkla ki bu paralan, anında gümüşe çevirmek mümkündür. Alış - verişlerde altın yerine de geçer. Bu nedenle zekâta tâbidir, demişlerdir 3- Şafiî âlimleri: Kâğıt paralarla alış - veriş etmek bankalarca tanınmış olan bunların kıymetindeki altın ve gümüşle muamele etmek hükmündedir. Bu taamül, paranın tutarındaki altın ve gümüş kıymetini bankaya havale etmek kabilindendir. Çünkü, parayı kazanan kişi, bankadan o para kıymetindeki altın ve gümüşü almaya hak kazanarak bu meblâğı alacaklı ve bu alacağın sahip ve mâliki olmuş olur. Banka ise borçluluğunu İtiraf eden, borcunu ödeyebilen ve her zaman ödemeye hazır vaziyette bir borçlu durumundadır. Bir alacak bu durumda olunca derhal zekâtını çıkartmak gerekir. Havalelerde, "Verdim - kabul ettim" seklinde dille söylenen bir akit yok ise de, örf ve âdet böyle cereyan ettiği için sözlü akitin olmayışı bir sakınca teşkil etmez, demişlerdir. Üstelik bâzı Şafii âlimlerine göre îcab ve kabul (= verdim - aldım) den maksat, tarafların rızâsını ifâde eden her hangi bir söz veya harekettir. Eldeki paranın bankadaki altın veya gümüş stokuna karşılık olduğu taraflarca bilinmekte ve bu tahvillere rızâ gösterilmekte olduğu malumdur. 4- H anbeü ler'e göre kâğıt para altın, gümüş vevâ ticâret eşyasına çevrilmedikçe zekâtını çıkarmak gerekmez. Madenî ve kâğıt para zekâtı hakkında Sahihi Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesinin Zekât bahsinde bâzı fıkıh kitaplarından nakiller ve oldukça ayrıntılı bilgi vardır. Oraya müracaat edilebilir[26] 5- Bir Malı İstifâde (Eden)İn Babı 1792) Aişe (RadıyaUChü r, demişlerdir.

Ibn-i Abbâs, Zeyd bin Ali, Nehai ve Ebû Hanife: Malın nisaba ulaşması şart değildir. Zekâta tâbi mal, az olsun, çok olsun zekâtını çıkarmak gerekir, demişlerdir.

El Menhel yazarı bu grubun delillerini zikretmiş ve: Bunlara göre bu bâbtaki hadis ticaret malının zekâtını beyan etmek anlamında yorumlanır, demiştir.

Geniş malumat isteyenler el-Menhel in 9. cildinin 129. sahıfesine müracaat edebilirler. [33]


7- Zekâtı Vaktinden Önce Vermeye Acele Etmek Babı


1795) Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine

göre:

Abbâs (bin Abdılmuttalib) (Radıyallâhü anh), zekâtını vaktinden önce yermekte acele etmesi hükmünü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Söilem) e sormuş. Efendimiz de ona bu hususta ruhsat vermiştir." [34]


İzahı


Ahmed, Ebü Dâvûd, Tirmizi, Hâkim, Bey-haki ve D â r e k u t n î de bunu rivayet etmişlerdir.

Zekâtın vakti, mal üzerinde yılın tamamlandığı târihtir. Bir mal üzerinden bir yıl geçmedikçe zekâtını çıkarmanın vacip olmadığı 1792 nolu hadîs bahsinde anlatılmıştı. Orada belirtildiği gibi bu hüküm ticâret malları, altın, gümüş, para ve zekâta tâbi hayvanlara mahsustur. Hububat, hurma ve üzüm gibi mahsullerin zekâtı bunların elde edildiği zaman ödenir. Bunlar üzerinden yılın geçmesi söz konusu değildir.

El-Menhel yazarı bu hadisi açıklarken ez cümle şöyle der : "Bu hadîs yıl dolmadan evvel zekatı ödemenin câizliğine delâlet eder. Hanefi, Şafiî ve Hanbeli mezhebleri alimleri böyle hükmetmişlerdir. Bunlara göre zekâtı yıl dolmadan önce çıkarmak su şartlara bağlıdır:

Mal sahibi zekâtı çıkarırken nisaba mâlik olacak t Yânı malı nisap mikttmndan az olmayacak > Yı4 içinde nisap miktarı hiç düşmr-yacak ve yıl sonunda da nisap miktarı veya daha fazla olacaktır.

(Hulâsa bir malın yılı dolmadan önce çıkarılan zekâtın muteber sayılabilmesi için zekâtın çıkarıldığı târihten yıl sonuna kadar o malın en az nisap miktarı veya daha çok olması şarttır. Aksi takdirde verilen zekât, geçerli sayılmaz.)

Süfyân-ı Sevri, Dâvûd, Rebia, Hasanı Basri ve Mâliki ter'e göre yıl dolmadan zekât çıkarmak caizdir. Bunların delili: Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın (1792 nolu) hadîsidir. Bu hadiste :

«Bir mal üzerinden yıl geçinceye kadar onda zekât yoktur.» bu

vurulmuştur. Bir de Ebû Davud'un Ali (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği benzer hadîstir. Bunlara göre yıl dolmadan çıkarılan zekât, vakti girmeden kılınan namaz gibidir.

Birinci grubtaki âlimler: Bu hadisler, yıl dolmadan zekâtı çıkarmanın vacip olmadığına delâlet ederler. Bunda ittifak vardır. Yıl dolmadan zekât çıkarmanın câizliği de bu ve benzeri hadislerden anla siliyor, demişlerdir.

İkinci grubtaki âlimlerden Mâliki mezhebine mensup olanların kuvvetli kavillerine göre yılın dolmasına bir ay kala zekât çıkarmak mekruh olmakla beraber, caizdir. Yâni zekât yerine geçer.

Sindi, hadisin. cümlesindeki fiili, vacip olmak

mânâsına yorumlamıştır. Yani zekât vacip olmadan önce...

El-Menhel yazan ise bu fiili hulul etme mânâsına yorumlamıştır. Yâni zekât çıkarma vakti hulul etmeden (= gelmeden) önce...

El-Menhel'in yorumu daha açık olduğu için tercemeyi buna göre yaptım. [35]


8- Zekât Çıkarılırken Söylenecek Söz ( Dua) Babı


1796) Abdullah bin Ebî Evfâ (RadıyallÛhü ankümâyfan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Her hangi bir adam malının zekâtını Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemHn yanma getirdiği zaman Efendimiz ona rahmet ve mağfiret için duâ ederdi. Ben de malımın zekâtını Onun huzuruna getirdim. Efendimiz:

-Allah'ım! Ebû Evfâ ailesine rahmet ve mağfiret eyle.» diye duâ buyurdu." [36]


İzahı


Buhâri, Müslim. Ebû Dâvûd ve Nesâi de bunu rivayet etmişlerdir.

Buhâri ve Müslim'in rivayetleri meâlen şöyledir Abdullah bin Ebi Evfâ (Radıyallâhü anhümâ) 'dan; Şöyle demiştir:

Bir cemâat mallarının zekâtını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma getirdikleri zaman. Efendimiz:

«Allah'ım! Onlara (yâni mal sahiplerine veya bunların ailelerine) rahmet ve mağfiret eyle.» diye duâ buyururdu. Babam Ebû Evfâ da malının zekâtım O'nun huzuruna getirdi. Efendimiz i

-Allah'ım! Ebû Evfâ'mn ailesine rahmet ve mağfiret eyle.» diye duâ buyurdu.

Buhâri1 nin rivayetinde; Allah'ım! falanın ailesine rahmet ve mağfiret eyle.» ve M ü s I i m' in rivayetinde; «Allah'ım! Onlara rahmet ve mağfiret eyle.» buyrulduğundan bu durumu parantez içi ifâde ile işaret ettim.

Hulâsa, Buhâri, Mü si im ve Ebû Dâvûd'un rivayetlerine göre İ b n - i Evfâ (Radıyallâhü anh) değil, Onun babası olan Ebû Evfâ, zekâtını efendimize getirdiğinde efendimiz «Allah'ım! Ebû Evfâ ailesine rahmet ve mağfiret eyle.» diye duâ buyurmuştur.

El-Menhel yazarı : Bu duadaki :âîle» kelimesi, cümlenin mânâsı bakımından fazladır. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) E b ü Evfâ' nın kendisine duâ etmiştir. "Falanın âli" denilirken bazen adamın kendisi kastedilir. Ebû Musa el-Eş'ârl (Radıyallâhü anh) nin Davudi bir sese sahip

kılındığına dâir bir hadisteki; «Dâvûd (Aley-hisselâm) in nağmelerinden...» cümlesinde bulunan: «aile» kelimesi de böyledir, demiştir.

El-Menhel yazarının ve başka zâtların böyle söylemesinin sebebi zekât sahibinin Ebû Evfâ (Radıyallâhü anh) ailesi değil, bizzat Ebû Evfâ {Radıyallâhü anh)'nın kendisi olmasıdır. Efendimiz de zekât sahibine duâ etmeyi itiyad buyurmuştur.

Âcizane kanaatıma göre böyle bir yorum yapılmasa da olabilir. Şöyle ki "Falanın ailesi" denirken aile reisinin de dâhil olduğu aile fertlerinin tümü kastedüebilir.

Müellifin rivayetine göre Abdullah bin Ebi Evfâ (Radıyallâhü anh) kendi malının zekâtını efendimizin huzuruna götürmüş ve efendimiz anılan duayı buyurmuştur. Bu rivayetteki;

= «aile» kelimesi gereklidir. Çünkü îbn-i Ebi Evfâ (Radıyallâhü anh) E bû Evfâ (Radıyallâhü anh)'in aile fertlerinden-dir. Zekât sahibi de odur.

Hadis, zekât alan devJet yetkilisinin mal sahiplerine rahmet ve mağfiret duasında bulunmasının müstehablığına delâlet eder. İlim ehlinin ekserisine göre bu duada bulunmak müstehabtır.Zâhiriyye me/hebi mensuplarına göre bu duada bulunmak vaciptir.

BunJar; ve (Ey Muhammedi) Zekât sahiplerine dua et. Senin duan onların gönlüne sükûnet verir.[37] âyetinin zahirini tutmuşlardır. Fakat bu âyet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsustur. Çünkü Onun duası, zekât sahiplerinin gönlünü yatıştırır, sükûnet bahşeder. Başkalarının duası bu etkiyi yapmaz. TJir de şu var ki, duâ etmek vacip olsaydı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zekât toplayan memurlara bu duayı okumalarını emredecekti. Keza, devlet yetkilisinin ödenmesi gerekli olan kefaretleri, borçlan ve benzen tahsilatı teslim alırken her hangi bir duâ etmesi vacip değildir. Şu halde zekâtı teslim alırken de duâ etmesi vacip değildir.

Nevevî, Müslim'in şerhinde beyan ettiğine «Öre Ş â * f i'i, zekâtı teslim ;

«Allah, verdiğin zekâttan dolayı seni sevaplandırsm, günahlardan arındırsın ve bıraktığın inalını bereketlendirsin.» duasını okumasını müstehap saymıştır. Nevevi daha sonra şöyle der r

"Zekâtı teslim alanın; diye duâ etmesini Ş âfiile r'in cumhuru mekruh saymışlardır, îbn-i Abbâs, Mâlik, İbn-i Uyeyne ve Seleften bir cemaatın mezhebi de budur.

Âlimlerden bir cemâat bu hadise dayanarak mezkûr duayı okumanın mekruh olmayıp câizliğine hükmetmişlerdir.

Bizim arkadaşlarımız: Peygamberlerden başka kimselere salâvat getirmek suretiyle dua edilemez. Ancak Peygamberlere salâvat getirilirken, bu arada başkalarına da teşmil edilebilir Örneğin Allah'ım! Muhammed'e, ashabına ve âline salât ihsan eyle!' denilebilir. Peygamberlerden başkasına re'sen salâvat getirmenin sebebi şudur: Selef-i sâlihin dilinde salavât peygamberlere mahsustur. Nasıl ki (Azze ve Celle) ifâdesi Allah Teâlâ hakkında kullanılır. Ona mahsustur. H z . Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aziz ve celil olduğu halde Muhammed (Azze ve Celle) denmediği gibi E b û Bekir (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) veya Ömer (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de denilmez. Halbuki (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cümlesinin mânâsı Allah Ona rahmet ve mağfiret eylesin demektir. Mânâ yönünden bir sakınca bulunmamasına rağmen Peygamberlerden başkasına resen salavât okunamaz.

Peygamberlerden başkasına re'sen salavât okuma yasağının derecesi hakkında arkadaşlarımız değişik hükümler vermişlerdir. Bunun haram olduğunu söyleyenler olduğu gibi, tenzîhen mekruhtur diyenler ve âdaba aykırıdır diyenler de vardır. Meşhur ve en sahih olan kavil bunun tenzîhen mekruh olmasıdır. Çünkü bidat ehli. Peygamberden başka bir takım kimselere salavât okurlar. Biz onların âdetlerinden ve alâmeti farikalarından uzak durmak zorundayız.

İmamlardan sayılan arkadaşlarımızdan eş-Şeyh Ebû Muhammed el-Cüveynİ: Selâm da salavât hüküm ve mânâsını taşıyor. Peygamberlerden başkasına re'sen ve münferiden salavât okunmadığı gibi selâm da okunamaz. Meselâ falan aleyhi s-Selâm şöyle dedi, denilemez. Ama bir diriye veya. ölüye selâmla hitap etmek meşrudur. Meselâ selâm sana ey fülan. denilir. Selâmlaşmak bunun bir örneğidir, demiştir."

EI-Menhel yazarı da "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-den başkasına salavât getirmek" babında bu konuyu aydınlatıcı bilgi vermiştir. O da ezcümle şöyle der:

"Ahmed ve Zahiriye mezhebi mensuplarına göre Peygamberlerden başka kimselere salavât edilebilir. Fakat cumhur bunu caiz görmemiştir. Çünkü salavât bir ta'zim, yüceltme ve aziz sayma ifâdesi olarak peygamberler hakkında kullanılmıştır. Peygamber bâzı şahıslara salavât okumuş ise de bunu duâ ve rahmet dilemek anlamında kullanmıştır. Ta'zim amacı ile söylememiştir

Kur'an'da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e salavât getirme emri vardır. Bu da salavâtın normal bir rahmet dilemekten ötede başka bir özellik taşıdığını ifâde eder.

Ashab-j Kiram ve yüce müctehidlere rahmet, mağfiret ve rızâ duaları yapılır.

Ashab-ı Kiram devrinde peygamberlerden başkasına salavât getirmek suretiyle dua edilme âdeti yok idi. Bilâhere, Raf izi 1 e r ve Şiîler, bâzı imamlara salavât getirmeyi îtiyad ettiler. Meselâ A 1 i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dediler. Bidat ehline benzemek ise yasaktır. Onlara muhalefet etmek gerekir.'

Râvi Abdullah bin Ebî Evfâ (Radıyallâhü anhJ'm hâl tercemesi 416 nolu hadîs bahsinde geçmiştir. Babası E b û Ev-f â (Radıyallâhü anh)'ın isminin H â 1 i d bin el-Hars e 1 - E s 1 e m i olduğu Kastalâni' den anlaşılıyor. O da sa-hâbidir. Ebû Davud'un bu hadîs rivayetinde E b û E v -f â (Radıyallâhü anhVın Beyat-ı Rıdvan'da Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e biat eden sahâbilerden olduğu belirtilmiştir. Bu biat hicretin 6. yılı olmuştur.

Hulâsa, Kastalâni ve başka kitaplarda Alkarna' riın î b n - i Evfâ' nın adı olduğu bildirilmiştir. Buna göre Ebû Evfâ' nın adı Hal i d bin el-Hars otur.

El-Menhelde ise A 1 k a m a ' nın Ebû Evfâ' nın ismi olduğu bildirilmiştir. El-Menhel'deki malûmata göre Ebû E v f â ' -nın ismi Alkarna bin Hâlid olup Beyat-ı Rıdvan'a katılan sahâbîlerdendir.

Hulâsa ve diğer kitaplardaki ifâdeleri el-Menhel'deki bilgiye göre yorumlamak mümkün ise de uzak bir ihtimaldir. Bunlardan hangisinin daha kuvvetli olduğu incelenmelidir



1797) Khû Hüreyre (Hadi yalla hu untı)'ı\en rivayet edildiğine güre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Stllt-m) şöyle hııvıırdıı, demiştir:

«Zekât verdiğiniz zaman; 'Allah'ım! Bu zekâtı büyük bir sevaba vesile eyle ve bunu (sevaba sebep olmadan hak sahibine ödenen) bir borç eyleme'* demekle zekâtın sevabını istemeyi unutmayınız.»"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında el-Velİd bin Müslim ed-Dımışkl bulunuyor. Bu râvi tedJisci idî. Râvi ei-Bahteri ise Onun zayıflığı hususunda âlimler müttefiktir. îtm-i Ebî Evfâ (RA.)'ın (1796 nolu) hadîsi bu hadîs tein şâhid durumundadır. [38]


9- Deve Zekâtının Kaçta Kaç Olduğunun Beyânı) Babı


Bu babtaki hadîslerin tercernesine geçmeden önce bu bâb ve bunu takip eden bâblarda geçen bâzı kelimelerin açıklamasını verelim. Çünkü bu kelimelerin Türkçe anlamlarının bir kaç kelime ile ifâde edilmesi gerektiğinden tercemede bu kelimeleri aynen kullanacağım.

Şât: Küçükbaş hayvan diyebileceğimiz koyun ve keçinin erkek ve dişisine verilen bir isimdir. DVn yalnız koyun kısmına, Ma'z da yalnız keçi kısmına denilir

Develerin zekâtında çıkarılacak Şât, Hanefî ve Mâliki mezheplerine göre en az bir yaşını doldurmuş olan koyun veya keçi olabilir. Şafiî mezhebine göre verilecek keçinin iki yaşını doldurup üçüncü yaşa basmış olması ve verilecek koyunun bir yaşını doldurmuş olması gerekir. Artık altı ayı doldurmuş ve ön dişleri düşmüş olan kuzuyu vermek de caizdir. H a n b e 1 i mezhebine göre çıkarılacak keçinin bir yaşını ve koyunun en az altı ayı doldurmuş olması gerekir.

Koyun ve keçi zekâtı olarak verilecek koyun veya keçinin de yu-kardaki yaşlardan küçük olmaması gerekir. Ayrıntılı bilgi için fıkıh kitaplarına müracaat edilmelidir.

Şiyüh : Şalın çoğuludur.

Bint-i Mahad: Bir yaşını doldurmuş ve ikinci yıla girmiş olan dişi cirvp.ye 'Irnifir

Bint-i Mahad : Bir yaşını doldurup ikincisine basmış erkek devedir. Bini i Lehlin: iki yaşını duklnrup üçüncü yaşa basmış dişi devedir.

İbn-i Lebun = İki yaşını doldurup üçüncüsüne basmış erkek deveye denilir.

Hıkka: Üç yaşını doldurup dördüncüsüne basmış dişi devsdir. Hıkk: Üç yaşını doldurup dördüncüsüne basmış erkek deve. Cezaa: Dört yaşını doldurup beşincisine basmış dişi deve. Cez': Dört yaşını doldurup beşincisine basmış erkek deve.



1798) İbn-i Şihâb (Zührî)[39], Salim bin Abdi İlah (bin Ömer)'den O da babası (Abdullah.bin Ömer) (Radıyatlâhü anhiimj'ıien. O da Peygamber (Salia/lakii Aleyhi ve Sellem)\ien rivayetle şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'in vefat etmeden önce zekâtlar hakkında yazdırmış olduğu bir mektubu Salim bana okudu (veya okutturdu.) Ben o mektupta şöyle buyuruldugunu buldum.-

•Beş (deve) de bir şat, on (deve) de iki şat, on beş (deve) de Üç şat ve yirmi (deve)de dört şat (zekât) olur. Yirmi beş de(n) otuz beş (devey)e kadar bir bint-i mahad (zekât) olur. Eğer bint-i mahad bulunmazsa erkek olan bir İbn-i Lebun (verilir). Otuzbeşten bir (deve) fazJalaşırsa kırk beşe kadar (olan develer için) bir bint-i lebun zekât vardır. Develer kırk beşten bir fazla olunca altmış (devey)e (varıncaya) kadar bunlar için bir hıkka (zekât) bulunur. Altmıştan bir fazla olunca yetmiş beşe kadar bir Cezea (zekât) olur. Yetmişbesten bir fazla olunca doksana kadar iki bint-İ Lebun (zekât) olur. Doksandan bir fazla olunca yüz yirmiye kadar iki hıkka (zekât) olur. Develer daha da çoğalınca artık her elli (deve) için bir hıkka ve her kırk (de ve) için bir bint-i Lebun (zekât) olur.-" [40]


İzahı


Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvüd, Dârekutni, Beyhaki ve Hâkim de bu hadisi rivayet etmişlerdir

Ebû D â v û d ' un rivayetinde Peygamber (Sallnllahü Aluy hi ve Sellem)'in yazdırdığı zekâtla ilgili bu mektubu, zekât menfur larına vermeyip, kılıcının bulunduğu yerde sakladığı ve vefalından sonra Eb û Bekir (Radıyallâhü anh)'m hilâfeti süresi t .;e bu mektupla amel ettiği, ondan sonra da Ömer (Radıyallâhıî anh)'w bununla amel ettiği belirtilmiştir

Efendimiz hayatta iken zekâtla ilgili hükümleri şifahi olarak il gililere bildirdiği için yazılı talimatın! yanında hıfzetmiştir ki. vefa tından sonra ona müracaat edilsin

Dârekutni ve Hâkim'in rivayetlerinde belirtildiğine göre İbn-i Ş i h â b-i Zührî (Radıyallâhü anh) bu mek tubu Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)'in (»ğlıı Salim (Radryallahü anh) den dinlemiş ve hıtVetmiştiı O m o ı bin Abdİlazu (Radıyallâhü anh) da M e d i ti o eıtıiı Hği ne atanınca, Abdullah bin Ömer (Radıyallahü tmht'tn oğullan Salim (Radıyallâhü «nh) ve Abdulla h Ilif.dıy.tf lâhü anh) in yanlarında bulunan bu mektubun örneğini ^ılunlltrH rak ilgililerin bununla anıel etmelerini emretmiş ve bir nüshasını da e l'V e 1 i d bin Abd i I m e I i k'e göndermiştir, ilitlif-e 1 - V e 1 i d de bütün yetkililerin bununla amel etnıelormi eımat miş ve bundan sonra gelen bütün halîfeler bu mektubu lalbifc «I mislerdir.

Ebû Dâvûdun rivâyetindeki mektupta dovo zekâlı hü kümlerinden sonra Şat yâni koyun ve keçi zekâtı ile ilgili hükümler ve bâzı genel hükümler de Duyurulmuştur. Bu kısmı Müellifimi/ (1805 nolu) hadîste ayrı olarak rivayet etmiştir

Hadiste buyurulan deve zekâlı hükmü şudur:

l. Deve sayısı beşe ulaşmadıkça zekâtı yoktur.

2. Deve sayısı beş olunca dokuza kadar bir şât, (yâni bir koyun veya bir keçi.)

3. Deve sayısı 10 olunca 14'e kadar 2 şât,

4. Deve sayısı 15 olunca 19'a kadar 3 şât,

5. Deve sayısı 20 olunca 24e kadar 4 şât, verilir.

6. Deve sayısı 25 olunca 35e kadar bir bint-i mahad, bulunmazsa bir îbn-i Lebun verilir

Yukarıda anlatıldığı gibi bint-i mahad, bir yaşını doldurup ikinci yaşına basmış olan dişi devedir. İbn-i Lebûn ise iki yaşını doldurup üçüncüsüne basmış olan erkek devedir.

Deve sayısı 25'e erişince 35e kadar bunun zekâtı bir bint-i ma-had'dır. Bu bulunmazsa bir ibn-i lebun verilir. Hadis bu hükmü ihtiva eder. Dişi deve erkek deveden kıymetlidir. Ödenmesi gereken iki yaştaki dişi deve bulunmayınca bundan bir yaş büyük olan bir erkek deve verilir. Yaş büyüklüğü dişilik değerine karşılık tutulmuştur. Bu husustaki âlimlerin görüşlerine gelince :

1. Mâlik, Şafiî ve bir rivayete göre Ebû Yûsuf, bu hadisin zahirini tutarak böyle hükmetmişlerdir.

2. Ebû Hanîfe ve Muhammed: Bint-i Mahad bulunmayınca ibn-i lebun u almak zorunlu değildir. Muteber olan, kıymettir, demişlerdir. Fethü'l-Kadir'de : O zamanlarda İbn-i lebûn, bint-i

mahad kıymetinde idi. Yaş büyüklüğü dişilik üstünlüğünü kapatırdı. Bu durum değiştiği zaman netice de değişir. Eğer kıymeti dikkate almadan behemehal ibn-i lebun alınır, dersek bu karar, ya fakirlerin aleyhinde olur. Ya da mal sahiplerini mağdur eder, demiştir.

7. Deve sayısı 36 olunca 45'e kadar bir bint-i lebun verilir.

8. Develer 46 olunca 60'a kadar bir hıkka verilir.

9. Develer 61 olunca 75'e kadar bir cezea verilir.

10. Develer 76 olunca 90'a kadar iki bint-i lebun verilir.

11. Develer 91 olunca 120'ye kadar iki hıkka verilir.

12. Deve sayısı 120'yi geçince her 40 deve için bir bint-i lebun ve her 50 deve için bir hıkka verilir.

12. madde olarak gösterdiğim hükme göre deve sayısı 121 -129 olunca üç bint-i lebun, 130 olunca, 139'a kadar bir hıkka ve iki bint-i lebun, 140 olunca, H9'a kadar iki hıkka ile bir bint-i lebun verilir...

Hadîs deve sayısı 120'yi geçince zekâtının böyle hesaplanmasının gerektiğine delâlet eder Bu husustaki âlimlerin görüşlerine gelince : Şafii, tshak bin Rahaveyh, Evzâî, Ebü Sevr,Dâvüd ve M âl ikiler' den İbn-i Kasım bu hadîsin anılan zahiri ile hükmetmişlerdir. Ah m e d' den yapılan bir rivayet de böyledir.

Ali bin Ebİ Tâlib, İbn-i Mes'ud, Ebû Hani f e ile arkadaşları, îbrâhim-i Nahaî ve Sevrî'ye göre deve sayısı 120'yi geçince ödenecek zekât durumu yeniden baştan başlamış olur. Yâni 120 deve için iki hıkka verilmekle beraber, bundan sonraki fazla develer de beher beş deve için bir şât verilir. Fazla deve sayısı 24'e ulaşıncaya kadar hüküm budur. Meselâ: Deve sayısı toplamı 144 olunca 120 deve için iki hıkka ve artan 24 deve için 4 şât verilir. Toplam deve sayısı 145 olunca artan 25 deve için bir bint-i mahad olmak üzere iki hıkka ve bir bint-i mahad verilir. Develer 150'ye erişince beher 50 deve için bir hıkka olmak üzere üç hıkka verilir. Bundan sonraki develer için 120'den sonraki develer hakkındaki hüküm uygulanır.

El-Menhel yazarının beyânına göre bu grubun delili: E b û D â v û d ' un el-Merâsil'de, İshak bin Raheveyh'in kendi müsnedinde ve T a h a v i' nin Müşkilü'l-Asâr'da H a m -mâd bin Seleme' den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir :

H a m m â d şöyle demiştir: Ben, Kays bin Sa'd'a: Muhammed bin Amr Haz m'in kitabını benim için al, dedim. Bunun üzerine Kays bana bir kitap vererek : Bunu Ebû Bekir bin Muhammed bin Amr bin Hazm' dan aldığını ve bu kitabı Ebû Bekir'in dedesi —Amr bin Hazm— (Radıyallâhü anh) için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yazdırdığını bana haber verdi. ( H a m m a d demiştir ki) Ben bu kitabı okudum. Kitabta develerin verilecek zekâtı anlatılmıştı. H a m m a d bu arada gördüğü hadîsi nakletti. Hadiste : «Deve sayısı 120'yi geçince deve zekâtının başlangıcına dönülür.» bu yurulmuştu.

Bir rivayete göre Kays bin Sad: Ben, Ebû Bekir bin Muhammed bin Amr bin Hazm'e dedim ki : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in Amr bin Hazm (Radıyallâhü anh) için yazdırmış olduğu rekâtlar mektubunu benim için çıkart. Kays. bîr kâğıda yazılı olan mektubu çıkardı. O mek-tubta şu vardı :Develerin sayısı 120den fazlalaşınca (ödenecek) zekâta baştan başlanır. Bundan sonra 25'rien az olan develerde beher beş deve için bir şât olmak üzere zekât koyun veya keçiden verilir.»

El Menhel yazarı : Bu bâbtaki hadîs ile H a m m â d ' in rivayeti arasında bir çelişki yoktur, denilebilir. Çünkü bu hadisteki;

c/jS lili cümlesini deve sayısı 120'den çokça fazlalaştığı zaman, diye yorum yapmak mümkündür, demiştir.

Mâlike göre hadisteki mezkûr cümle ile kastedilen fazlalaşma 10 develik bir artıştır. 130 deve için bir hıkka ile iki bint-i le bun verilir. Ve her 10 deve artışı ile verilecek zekât develeri değişir. Fakat 121'den I29'a kadar olan develer için zekât memuru iki hıkka veya üç bint-i lebun almakta muhayyerdir. Çünkü bu meblâğlarda iki ellilikten de üç kırklıktan da artan vardır



1799) Khû S;ıi kısmının izahı da benzeri olan 1801 nolu hadîsin izahı bolü' münde anlatıldı.

Hadîsin: cümlesini açıklıyalım: Halitayn : Halît in tesniyesidir, iki halit, demektir. Halît i Ha-nef î âlimlerine göre ortak demektir. îki hâlit: Bir birinden ayırd edilmiyecek şekilde mallarını bir birine karıştıran iki ortak demektir. Hanefi âlimlerine göre zekâtın vücubu hususunda ortaklığın etkisi yoktur. Yâni beher ortağın sürüsü nisaptan az olup ikisinin sürüsünün toplamı nisaba ulaşırsa bunlar nisaba mâlik sayılmazlar ve zekât ödemeleri vâcib olmaz. Meselâ yirmişer koyunu olan iki kişi koyunlarını, birbirinden ayırd edilmiyecek tarzda karıştırarak ortaklık kurarlarsa koyunlarının toplamı kırka ulaşmakla nisab olduğu halde bunlara zekât vâcib olmaz. Ancak beherinin sürüsü nisaba ulaşırsa her ortak hissesine düşen zekâtı ödemekle mükelleftir.

Hanefiler'e göre yukardaki cümleden maksat iki ortağın hisselerine göre hesaplaşmalarıdır. Bunu bir misal ile aydınlatalım :

Ortaklardan birisinin kırk, diğerinin otuz sığırı bulunup bunları birbirinden ayırd edemiyecek tarzda karıştırarak ortaklık kurduktan sonra zekât ödeme zamanı gelince memur kırk sığır sahibinden üç yaşında bir sığır, ve otuz sığır sahibinden iki yaşında da bir sığır ister. Ortaklar da istenen iki sığırı ortaklık malından verirlerse ortaklar ödenen zekât için hisselerine göre hesaplaşacaklardır. Sığırların toplamı yetmiş olup kırk sığır sahibi tüm malın yedi bolü dördüne ve otuz sığır sahibi de tüm malın yedi bolü üçüne sahiptir. Bu duruma göre kırk sığır sahibi zekât için ortağının verdiği iki yaşındaki sığırın yedi bolü dördünün karşılığını ortağından alacaklı olur. Ve otuz sığır sahibi zekât için ortağının verdiği üç yaşındaki sığırın yedi bolü üçünün karşılığını ortağından alacaklı olur.

iki ortağın ortaklığa koydukları mallar eşit ise ortaklık malından ödenen zekâttan dolayı birbirinden alacaklı durumu olmaz. Bunu da bir misal ile açıklayalım :

Altmışar koyunu olan iki kişi sürülerini karıştırarak ortak olduktan sonra zekât memuru ortaklık malından iki koyun alırsa ortaklar birbirinden alacaklı olmazlar.

Şafiî ve Hanbelî âlimlere göre Halît: Malını diğerinin mâlına karıştıran demektir. Hanbeliler'e göre bu karıştırma işi yalnız zekâta tâbi hayvanlarda olabilir.

Karıştırma işi ortaklık şeklinde olabildiği gibi ortaklık olmaksızın çoban, mer'a, sulama yeri, süt sağma yeri ve ahır gibi gece ka-İınacak yerin birliği ile de gerçekleşebilir.

Buiki mezhebe göre koşulan farklı şartların gerçekleşmesiyle sürülerin karıştırılması ile hadiste söz konusu Hılta durumu oluşur. Ve böyle bir karıştırma işi, zekâtın vâcipliği ile ödenecek zekât miktarının çoğalması veya azalması bakımından etkili olur.

Bu duruma göre iki veya daha çok şahısların zekâta tâbi hayvanlarını koşulan şartlar içerisinde karıştırırlarsa beherinin hayvan sayısı nisabtan aşağı olsa bile toplam nisaba ulaşınca tüm hayvanlar tek bir şahsın malı imiş gibi zekâtı çıkarılacak ve herkes hissesine göre birbirleriyle hesaplaşacaklardır.Bunu da bir misal ile açıklayalım:

Birisinin yirmi, diğerinin kırk ve bir başkasının altmış koyunu olup Şafiî ve Hanbeli mezheplerinde koşulan şartlara uygun olarak tüm hayvanları karıştırırlarsa toplamı olan yüz yirmi koyundan bir koyun zekât verilir ve verilen zekât hangisinin koyunundan verilirse o koyun sahibi diğerlerinden koyun mevcutları nisabe-tinde alacakları olur. Faraza yirmi koyun sahibinin koyunlarından bir koyun zekât olarak alınmış ise koyun sahibi, verdiği koyunun değerinin altıda ikisini 40 koyun sahibinden ve altıda üçünü 60 koyun sar hibinden tahsil eder.

M â 1 i k i 1 e r' e göre koşulan şartlar dâhilinde zekâta tâbi hayvanlarını karıştıranların her birisinin sürüsü nisabı dolduruyor ise hayvanların tümü tek şahsın malı imiş gibi zekât çıkarılır. Ve hangisinin malından zekât çıkarılırsa mal sahibi diğerlerinden hisseleri nisbetinde alacaklı olur.

Hılta hakkında geniş malumat isteyenler Fıkıh Kitaplarına müracaat etsinler.

Hadisin: Fıkrası iki şekilde yorumlanabilir. Çünkü bu fıkranın sonundaki kelimesi ile mal sahibi veya zekât memuru kastedilmiş olabilir. Şöyle ki:

Musaddık t Zekât memuru demektir.

Mussaddak ve Mussaddık: Zekât veren demektir. Fıkradaki zekât memuru anlamını ifâde eden Musaddık olarak okunur. Akranın sonundaki: kelimesi "El-Mussaddak" vey&

"El-Mussaddık" okunursa mal sahibi anlamını ifâde eder. Ve cümledeki istisna döl hayvanının zekât edilmesine âit olur. Fıkranın mânâsı da şöyle olur:

«Zekât memuru dişleri dökülmüş yaşlı hayvanı, ayıplı hayvanı ve (koç ve teke gibi) döl hayvanı (zekât olarak) alamaz. Ancak mal sahibinin isteği ve rızası ile döl hayvanı alabilir.» Çünkü döl hayvanı mal sahibine lâzım olabilir, alınması ona zarar verebilir.

Hadisçilerin cumhuru fıkranın sonundaki; kelimesini "El-Musaddık" olarak tesbit etmişlerdir. Bu takdirde bundan maksat zekât memurudur. Ve fıkradaki istisna, yaşlı, ayıplı ve döl hayvanı kapsar. Mânâsı da şöyle olur:

«Zekât memuru dişleri dökülmüş yaşlısını, ayıplısını ve döl hayvanını almaz. Ancak dilerse bunları alabilir.» Çünkü zekât memuru fakirlere en yararlı olanı düşünür. İcabında sürü içinde fakirlere böyle bir hayvanı daha yararlı görebilir.

Zekât memurunun hangi hallerde döl hayvanı alabildiği ve hangi ayıplı hayvanı almak durumunda olduğuna dâir gerekli bilgi 1805 nolu hadîsin açıklamasında geçmiştir. [56]


14- Zekât Memurları Hakkında Gelen (Hadisler) Babı


1808) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre: ReSulullâh (Sa/tâllahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Zekâtta haksız davranan kimse zekâtı vermekten imtina eden gibidir.* [57]


İzahı


Tirmizi ve Ebû Dâvüd da bunu rivayet etmişlerdir.

Bir hadis zekât memuru hakkında olabilir. Müellifimizin açtığı babın başlığına göre kelidisi de hadisi zekât memuru hakkında yorumlamıştır. Hadisin mânası şöyledir:

Vacip olan miktardan fazla olmakla haksızlık eden zekât memuru zekât vermeyen zengin gibi günaha girer. Çünkü bir yıl vacip miktardan fazla alırsa ikinci yıl mal sahibi vacip olan zekâtı ver-memezlik edebilir. Bu yüzden memur zekâtın tam verilmesine mâni olmuş olur.

Hadîs mal sahibi hakkında olabilir. Bu takdirde hadisin mânâsı şöyle olur:

Malının bir kısmını gizlemek ve benzeri olumsuz davranışla haksızlık eden mal sahibi hiç zekât, vermeyen gibidir, günah işlemiş olur. Çünkü memur bu durumda zekâtın bir kısmını almış olur.

Bâzıları hadisi şöyle yorumlamışlardır:

Zekâtı müstehak olmayanlara vermekle haksızlık eden kimse zekât vermekten imtina eden gibidir. Çünkü müstehak olmayana verilen zekât verilmemiş gibidir. Veya verdiği zekâtla müstehaklara minnet ve eziyet eden kimse kastedilmiştir.

Diğerbir kavle göre hadis, çoluk çocuğuna hiç bir şey bırakma yacak şekilde zekât namına bütün malını veren ve böylece aşırı giden kimseler hakkındadır.

Yukarıdaki yorumlarda belirtildiği gibi gerek mal sahibi gerekse zekât memuru zekât işinde zulüm ve haksızlık etmemelidirler, ettikleri takdirde büyük bir günah işlemiş olurlar.



1809) RâfF bin Hadîç (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:

Ben, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyururken işittim:

«Hakkıyle çalışan zekât memuru evine dönünceye kadar Allah yolunda çalışan gazi gibidir.»" [58]


İzahı


Tirmizi ve Ebû Dâvûd da bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Zekât memurunun hakkıyla çalışmasından maksad doğru ve isabetli çalışması veya ihJâslı ve Allah rızâsı için çalışmasıdır.

Böyle çalışan zekât memurunun Allah yolunda çarpışan gaziye benzetilmesinin sebebi hakkında e 1 - K â â r i : Din ve dünya işlerinin yürütülmesi, devlet hazinesinin kazanç temini ve sevaba müs-tehak olmak yönünden zekât memuru gaziye benzer, demiştir.

İbn-i Arabi de Tirm izi1 nin şerhinde: Bu benzetmenin sebebi şudur : Allah, büyük fazl ve ikram sahibidir. Orduyu cihazlandıran kimseyi gazi gibi mükâfatlandırır, gazinin geride kalan aile fertlerine bakan gazi gibi sevaplandırır. Zekât memuru da gazinin geride bıraktığı bir vekili durumundadır. Çünkü memur da Allah yolunda mal toplar. Artık birisi fiilen gazidir. Diğeri ise niyetiyle gazidir. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadiste mealen şöyle buyurmuştur:

«Şüphesiz Medine'de mazeretleri dolayısıyla kalmış olan (yâni savaşa gelemeyen) bir grup vardır. Siz hangi derede gitmiş ve hangi boğazı ve dağı geçmiş iseniz onlar da (sevap kazanma yönünden) sizlerle beraberdirler.» Mazereti dolayısıyla savaşa katılamayanlar böyle sevap kazanırken zekât toplamak işiyle meşguliyetleri dolayı-siyle savaşa katılmayanların sevabı ne derece yüksek olur. Savaşmak gerekli olduğu gibi savaş için lüzumlu malı toplamakda lüzumludur. Bu itibarla zekât memuru ile gazi gerek niyetlerinde ve gerekse çalışmada ortaktırlar. Sevapta da ortak olmaları gerekir, demiştir



1810) Abdullah bin Üneys (Radtyallâhü ankyâr.n rivayet edildiğine göre:

Kendisi bir gün Ömer bin el-Hattab (Radıyallâhü anh) ile beraber zekât hakkında müzâkere etmişler. Bu arada Ömer kendisine:

Sen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'i zekâtta hiyânet etmeyi anlattığı zaman =

«Şüphesiz kim zekâttan bir deve veya bir şât (koyun veya keçi) hiyânetinde bulunursa kıyamet günü hiyânet edilen hayvan getirilerek niyânet edene yüklenir.» buyururken işitmedin mi? demiş. Râvi demiştir ki Abdullah bin Üneys de: Evet işittim diye cevap vermiştir.

Not : Zevâid'de şöyle denmiştir: Bunun senedi hakkında konuşulmuştur. Çünkü İbn-i Hibbân. Râvi Musa bin Cübeyr'i sikalar arasında zikrederek : O bazen hatâ eder. demiştir. Zehebi de el-Kâşif'te : O sıkadır, demiştir. Ben Musa hakkında başkasının bir şey söylediğini görmedim. Râvilerden Abdullah bin Abdurrah-man'ı İbn-i Hibban sikalar arasında zikretmiştir. Senedin kalan râvilert sıka zâtlardır. [59]


İzahı


Zevâid türünden olan bu hadisteki hiyânet zekât memuru tarafından olabildiği gibi mal sahibi tarafından da olabilir.

Gulûl: Bu kelimenin asıl mânâsı gizlice hiyânet etmektir. Burada her tür hiyânet kastedilmiştir.

Abdullah bin Üneys (Radıyallâhü anh) isimli iki sahâbi vardır. Hulâsa'da beyan edildiğine göre müellifimizin ve diğer sünen sahipleri ile Müslimve Buhârî1 nin rivayetini aldıkları Abdullah bin Üneys Ensârın halifi olan E b ü Yahya el-Cüheni' dir. Bu zât ikinci Akabe görüşmesine ve U h u d savaşma katılmıştır. M u â z (Radıyallâhü anh) ile beraber Benî Selime kabilesinin putlarını kırardı. 24 hadîsi vardır. Müslim onun bir hadisini rivayet etmiştir. Râvisi C â b i r onun bir hadîsi için Mis ır'a kadar giderek onunla görüşmüştür. Büsr bin Saîd ve başka râvileri de vardır. İbn-i Yûnus1 un dediğine göre hicretin 80. yılı Ş a m ' da vefat etmiştir.[60]



1811) İmrân bin Husayn Mevlâsı Atâ (Radtyallâkii atthümâ)'âan rivayet edildiğine göre :

İmrân bin el Husayn Ziyâd bin Ebi Süfyân veya başka bîr emir tarafından zekât memuru olarak gönderilmiş sonra görevden dönünce gönderen emir tarafından kendisine t

— Topladığın mal nerededir? diye sorulmuş. Kendisi de :

— Beni mal getirmek için mi gönderdin? Biz Resulullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken nereden alıyor idiysek oradan aldık ve aldığımızı nereye bırakıyor idiysek oraya bıraktık, diye cevap vermiştir." [61]


İzahı


E b û Dâvûd da bunu rivayet etmiştir. Oradaki rivayette İmrân (Radıyallâhü anh)'ı gönderen zâtın Ziyâd veya başka emîr olduğu belirtilmiştir. Ebû Süfyân'in oğlu olan Ziyâd halîfe Muâviye (Radıyallâhü anh)'in Irak vâlisiydi.

Emir, İ m r â. n (Radıyallâhü anh) a topladığı malın nerede olduğunu sormuştur. Çünkü diğer zekât memurları haklı veya haksız topladıkları zekâtları getirip emirlere teslim ederlerdi. Emirler de diledikleri yollarda harcarlardı veya diledikleri şekillerde taksim ederlerdi. î m r â n (Radıyallâhü anh)'m da topladığı zekâtı getireceğini sanan emir buna bu soruyu yöneltmiş î m r â n (Radıyallâhü anh) da cesaretle gerekli cevâbı vermiştir. Cevâbın mâhiyeti şudur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir bölgede toplanan zekât o bölgedeki müstehaklara dağıtılırdı. Başka bir bölgeye nakil edilmezdi. Çünkü B u h â r i ve M ü s 1 i m ' in rivayet ettikleri bir hadiste belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M u â z (Radıyallâhü anh)'ı Y e m e n ' e göndermiş ve ona şu talimatı vermiştir:

= «Yemen'Hlerin zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir zekâtın onların üzerinde farz olduğunu onlara bildir.»

İmrân (Radıyallâhü anh)'in bu hadîsi mücmeldir. M u â z (Radıyallâhü anh)'m hadîsi onu açıklar. Şu halde her bölgenin zekâtının oradaki fakirlere dağıtılması meşrudur ve hadîs buna delâlet eder. Bu hususta âlimler arasında ihtilâf yoktur. [62]


Bir Bölgenin Zekâtı Ba$Ka Bir Bölgeye Nakledilir Mî?


Her yerin zekâtının o yerdeki müstehaklara verilmesinin meşruluğu hususunda âlimler arasında bir ihtilâf yoktur. Başka yerdeki müstehaklara verilmesi hususunda ise âlimler ihtilâf etmişlerdir Şöy le ki:

l. Hanef îler'e göre mekruhtur. Ancak başka yerde daha muhtaç kimseler veya mal sahibinin yakını var ise, zekâtı onlar için nakletmek mekruh değildir. Zekâtın başka yerlere nakledilmesinin mekruhluğunun delili ise yukarda anılan M u â z (Radıyallâ-lâhü anh)'m hadisidir. Başka yerde oturan akrabalara zekât göndermenin mekruh olmayışının sebebi ise dinin emrettiği süa-ı rahm (yakınlarla İlgilenmek) prensibidir. Başka yerdeki daha çok muhtaç olanlara vermenin mekruh olmamasının delili de Bey haki' nin rivayet ettiği ve Buhârİ' nin de talîken zikrettiği Tâvûs'un şu mealdeki hadîsidir :"Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh) Yemen halkına. Arpa ve darı yerine zekât olarak falan tip elbise getiriniz. Çünkü bu sizin için daha kolaydır. Medine'deki sahâbîler için de daha iyidir." demiştir. Hanef ile r'in başka delilleri de vardır.

2. Mâlike göre zekâtın, o yer ve çevresinde bulunan müstehaklara verilmesi vaciptir. Namazın kısaltılacağı uzaklıktaki yerlere zekâtın nakli caiz değildir. Ancak o uzaklıktaki müstehaklar daha muhtaç iseler, zekâtın çoğunu öyle yere nakletmek mendubtur. Eğer zekâtın bulunduğu yerdeki fakirlerden daha az ihtiyacı olan uzak mesafedekilere zekât nakledilecek olursa, zekât kabul olunmakla beraber, bu işi yapanlar haram işlemiş olurlar. İki yerdeki fakirlerin ihtiyaç durumları aynı ise, nakil işi mekruhtur. Bir yerde ve çevresinde zekâtın müstehaklan yok ise o yerin zekâtını müstehak lann bulunduğu yere götürmek vâcibtir. O yer ne kadar uzak olursa olsun.

3. Şafii.ler'e göre, bir yerde müstehaklar varken o yerin zekâtını başka yerlere nakletmek hakkında dört.kavil vardır. En sahih kavle göre yakın yere bile nakletmek caiz değildir. Ancak müstehaklar yok ise nakil caizdir. îkinci bir kavle göre *ıakil caizdir. Üçüncüsüne göre yakın mesafelere caizdir.Namazın kısaltılacağı uzaklıktaki yerlere caiz değildir.

4. Hanbelîler'e göre, zekâtın bulunduğu şehir veya köydeki müstehaklar için öncelik tanınır. Sonra o yere yakınlık sırasına göre çevredeki yerlere nakledilir. Namazın kısaltılacağı derecede uzak olmayan yerlerdeki akrabalara veya daha muhtaç olanlara göndermek ae caizdir. Fakat uzak mesafedekilere göndermek caiz değildir..

Yukarda açıklanan mezheblerin görüşleri, zekâtın mal sahibi tarafından dağıtılması hâline mahsustur. Eğer zekât memuru veya devlet büyüğü zekâtın dağıtımını yaparlarsa bir kavle göre, mezkûr ihtilâf vardır. F&kat, diğer bir kavle göre her tür nakil caizdir. [63]



15- At Ve Köle Zekâtı Babı


1812) Ebû Hüreyre (Radıyattâhii anh)'âen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sailattakü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Müslüman üzerinde (ne) kölesi için (ne de) atı için zekât yoktur.-"



1813) Alî (bin Ebî Tâlib) (Radtyatlâhü attkyâen rivayet edildiğine göre; peygamber (Sallaihhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Sizin İçin at ve köle zekâtından vazgeçtim -"[64]


İzahı


Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Kütüb-i Sİtte sahihlerinin hepsi ve A h m e d rivayet etmişlerdir.

A 1 i {Radıyallâhü anh)'ın hadisini sünen sahipleri ve Taha-v î rivayet etmişlerdir.

Bu hadisler at ve kölenin zekâta tâbi mallardan olmadığına delâlet ederler. Bu husustaki âlimlerin görüşü şöyledir:

Ticâret malı olarak alınıp satılan at ve köle âlimlerin ittifakı ile zekâta tâbidir. Yalnız Z â h i r i y y e mezhebi mensupları bu hadîslerin zahirine bakarak muhalif kalmışlardır.

Binek atının ve hizmetçi kölenin zekâta tâbi olmadığı hususunda da ittifak vardır.

Bu iki gaye dışında edinilen köleler ve atlar hakkındaki âlimlerin görüşleri şöyledir:

1. Mâiikîler, Şâfiîler, Hanbeliler, Hanefî 1 e r' den Ebû Yûsuf ile Muhammedi atlarda ve kölelerde zekât yoktur. Alî bin Ebî Tâlib, İbn-i Ömer, Şâ'bi, Atâ', Hasanı Basri, Ömer bin A b d i 1 a z i z ve bir çok ilim adamlarının kavli de budur. Allah cümlesinden râzi olsun.

Bunların delilleri burdaki hadislerdir.

2. Ebû Hanife, Züfer, Hammâd bin Ebî Süleyman ve Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anhüm)'a göre, kırda otlayan ve dölü alınmak için erkeği ile dişisi karışık olan atlar zekâta tâbidir. Artık sahibi dilerse yuvarlak hesap her at için bir dinar (bir miskal altın) verir. Dilerse atlarının değerini tesbit ederek beher 200 dirhem için 10 dirhem veya beher 20 miskal için yarım miskal verir.

Ebû Hanife' nin meşhur kavline göre; atlar için nisap^ durumu yoktur. Yâni kaç tane olursa olsun zekâtı çıkarılır. Meşhur olmayan bir kavline göre atların nisabı üç veya beş adettir.

Atların tamamı erkek veya tamamı dişi olursa bunların zekâta tâbi olup olmadığı hususunda Ebû Hanif e' den iki rivayet vardır Kuvvetli olan rivayete göre tümü dişi olanların zekâta tâbi olması ve tamamı erkek olanların zekâta tâbi olmamasıdır. El-Menhel yazarı bu grubun delillerinin kuvvetli olmadığını zikretmiştir. H a -n e f i mezhebinde fetva Ebû Yûsuf ile Muhammed'in yukarda l. maddede anlatılan kavillerine göredir.

İkinci gruptaki âlimlere göre bu bâbtaki hadîslerde ve benzeri hadîslerde anılan atlardan maksad savaş atlarıdır. Nitekim Ebû Zeyd ed-Debbusi' nin Kitâbü'l-Ensâr'da anlattığına göre Ebü Hüroyre (Radıyallâhü anh)'ın bu bâbtaki hadîsi Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh)'a ulaştığı zaman Zeyd (Radıyallâhü anh) : 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğru buyurmuştur. Maksadı gazilerin atlarıdır,' demiştir. Ebû Zeyd daha sonra . Bu gibi açıklamalar, içtihad yolu ile bilinemez. Bu nedenle Zeyd (Radıyallâhü anh)'in bu açıklamasının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den alınma olduğu sübuta ermiş olur, demiştir

Birinci grubtaki âlimler, bu bâbtaki hadislerde anılan atları umumi mânâya almışlardır. Yâni ister savaş atı olsun, ister binek ve yük atı olsun, veya döllenme yolu ile çoğalmak için bulundurulsun. îster yemle beslensin ister yılın bir kısmı veya yarısından fazlası kırda otlanmakla geçinsin. Hiç bir surette zekâta tâbi değildir. [65]


16- Zekâtın Vacip Olduğu Mallar (İn Beyânı) Babı


1814) Muâz bin Cebel (Radtyallûkii anh)'<.İen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu Yemene göndererek ona şöyle talimat buyurmuştur: • (Zekât olarak) hububattan hububat koyun ile keçilerden koyun ve keçi, develerden deve ve sığırlardan sığır al.»" 1815) Amr bin Şuayb'ı[66] babasının dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As (Radtyaüâhü unA«m/den; Şöyle demiştir Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (toprak mahsullerinden) yalnız şu beş şey için zekatı meşru kılmıştır > Buğdayı, arpa. hur ma, üzüm ve darı."

Not: Zevoid'de şöyle denmiştir : Bunun İsnadı zayıftır. Çünkü râvi Muham-med bin Ubeydillah, et-Hazrecl olan Muhammed'dir. tmam Ahmed: Halk onun hadislerini terketmiş, demiştir. El-Hâkim de : Onun hadislerinin terkedilmiş olduğu hususunda rivayet imamları arasında ihtilaf yok, demiştir. Es-SacI de : Rivayet ehli onun hadislerini bırakmaya ittifak etmişlerdir. Onun yanında münker hadîsler var, demiştir. [67]


İzahı


Muâz (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ebû ûâvûd ve Hâkim de rivayet etmişler, Dârekutnî de bunun sahih olduğunu bildirmiştir.

Abdullah (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Zevâid türündendir. Hâkim, Dârekutni, Tabarâni ve Beyhaki1 nin Ebû Musa el-Eş'âri ve Muâz (Radıyallâhü anhümâ) '-elan rivayet ettikleri bir hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara şu talimatı buyurmuştur:

«(Yerden çıkan mahsullerden) şu dört şeyden başka maddelerden zekât alma: Arpa, buğday, üzüm ve hurma.»

Dârekutnî de Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anhî'den şu mealde bir hadîs rivayet etmiştir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yerden çıkan mahsullerden) yalnız şu dört madde için zekâtı meşru kılmıştır: Buğday, arpa, üzüm ve hurma."

B e y h a k î' nin bir rivayetinde Mücâhidi "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken zekât (toprak mahsullerinden) yalnız şu beş şeyde bulunurdu : Buğday, arpa, hurma, üzüm ve darı" demiştir.

Görüldüğü üzere B e y h a k î' nin son rivayetinde darının da zekâta tâbi olduğu belirtilmiştir. Yukardaki diğer rivayetlerde bu yoktur. Yalnız diğer dört madde vardır.

Şimdi önce müellifin ilk hadîsini açıklayalım :

EI-Menhel yazarı şöyle der:

M u â z (Radıyallâhü anh)'in hadisinin mânâsı şudur:

Hububat nisaba ulaşınca zekâtı, hububat cinsinden ödenir, başka maddelerden veya nakit olarak ödenmez. Koyun ve keçi sayısı nisaba ulaşınca zekâtı o cinsten ödenir. Deve sayısı 25e ulaşınca zekâtı deveden ödenir. Çünkü sayısı 25'ten az olan deve zekâtı koyun veya keçi olarak ödenir. Sığır sayısı nisaba ulaşınca zekâtı aynı cinsten verilir.

Bir malın zekâtının o malın cinsinden ödenmesinin gerektiğine ve bedelinin verilemiyeceğine hükmeden âlimlerin delillerinden birisi bu hadîstir. Diğer bir delîl de Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'in (1800 nolu) hadîsidir. Çünkü o hadîste belirli sayılardaki develer için zekât olarak belirli yaştaki devenin verilmesi ve o yaşta deve bulunmadığı takdirde bir yaş büyük veya bir yaş küçük devenin verilmesi ve aradaki yaş farkının koyunlarla veya 20 dirhem gümüşle telâfi edilmesi emredilmiştir. Zaruret olmadıkça Şâri'in nassından ayrılıp başka bir şeye dönüş caiz değildir. Şafiî ile arkadaşları ve Han-beliler böyle hükmetmişlerdir.

Ebû Hanlfe ve Zeyd bin Alî'ye göre, zekât olarak ödenmesi gereken malı vermeyip kıymetini vermek caizdir.

Bunların delillerinden birisi B u h â r î' nin talikan rivayet ettiği M u â z (Radıyallâhü anh)'in hadîsidir. O hadîste M u â z (Radıyallâhü anh) Yemen halkından arpa ve dan yerine bir nevî elbiseleri zekât olarak istemiş ve böyle yapmanın mal sahipleri için daha kolay ve Medine' deki fakir sahâbîler için daha yararlı olduğunu söylemiştir. Diğer bir delil de ilk grubun delîl saydığı Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in (1800 nolu) hadisidir. Çünkü o hadiste istenen evsaftaki deve bulunmadığı takdirde başka vasıftaki devenin verilmesi ve yaş farkının koyunla telâfi edilmesi, koyun temininde güçlük çekildiği takdirde koyunlar yerine 20 dirhem gümüş ödenmesi emredilmiştir. O gün için 20 dirhem iki koyunun değeri olarak tesbit edilmiştir. Bu değer değişebilir. Şu halde verilmesi gereken hayvan yerine onun kıymeti ödenebilir.

Bu grubtaki âlimler bu bâbta rivayet olunan Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsini mal sahipleri için kolay olanın bildirmesi anlamına yorumlamışlardır.

Abdullah (Radıyallâhü anh)'in hadîsi topraktan alman nan bilûmum mahsullerden yalnız buğday, arpa, hurma, üzüm ve darının zekâta tâbi olduğuna delâlet eder. Buna göre başka hububat, meyveler ve sebzeler ile topraktan alınan diğer bitkilerde zekât yoktur.

Bu husustaki âlimlerin görüşleri hakkında el-Menhel yazarının

verdiği geniş malumatın şöyle özetlenmesi mümkündür:

1. Hasan-ı Basrî, Sevri, Şa'bî ve Hasan bin Salih'e göre yalnız buğday, arpa, üzüm ve hurmadan zekât verilir. Bunların delilleri yukarda işaret edilen E b ü Musa e 1 - E ş' â r î (Radıyallâhü anh) ile M u â z (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi, Ömer bin el-Hattab (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ve M ü c â h i d' in rivayetidir. Bu bâbtaki Abdullah (Radıyallâhü anh)'m hadîsi de bunlar için delîl olabilir. Ancak notta belirtildiği gibi bunun senedi zayıftır. Bir de bu hadiste darının da zekâta tâbi olduğu bildirilmiştir.

B e y h a k î : Ayrı ayrı senedlerle rivayet edilen bu hadîsler birbirini takviye ederler. Bunun yanında Ömer, Ali ve Âişe (Radıyallâhü anhüm)'ün : "Sebze ve Den" zerî yeşilliklerde zekât yoktur." eserleri vardır.

2. Ebû Hanîfe ve Züfer'e göre, örf ve âdette, gelir ve verim almak için ekilen bitkiler zekâta tâbidir. Buna göre hu bûbat, karpuz, hıyar, patlıcan, yonca, şeker kamışı gibi mahsuller için zekât verilir. Fakat odun, ot, saman, hurma dalı, kendiliğinden çıkan çayır, kamışlar, ağaçlar ve benzeri maddeler zekâta tâbi değildir. Çünkü Örf ve âdette bu gibi şeyler, toprağın verimliliği amacı İle yetiştirilmez.

Bu grubun delilleri; «Mallarından zekât âyeti gibi zekâta âit nasslann umumîliği ve 1816-1818 nolu hadîslerin umumîliğidir. Bu mahsuller için nisap şart değildir. Azından da zekât verilir.

3. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre, bir yıl kalabilen mahsuller, ister bir ölçekle ölçülebilen hurma gibi maddeler, ister miktarının tesbiti başka yollarla yapılan pamuk ve şeker pancarı gibi maddeler olsun zekâta tâbidir. Fazla uğraştırmadan bir yıl kalamayan sebzeler, meyveler ve bitkiler zekâta tâbi değildir.

Zekâta tâbi olan mahsuller ölçeklerle ölçülen maddelerden olursa nisab miktarından az olmaması gerekir. Diğer maddelerden ise Ebû Yûsuf'a göre bunun değeri, ölçekle ölçülen en ucuz maddenin nisap miktarının değeri tutarından az değilse zekâta tâbidir. Aksi takdirde tâbi değildir. Bu görüşe göre kolaylıkla kurutulmakla bir yıl saklanamayan meyveler, sebzeler ve benzeri mahsuller zekâta tâbi değildir.

Bunların delîliı Dârekutni, Hâkim ve Tirmizî' nin değişik senedlerle rivayet ettikleri; Meyve, sebze gibi) yeşilliklerde zekât yoktur.» hadîsidir.

Bu hadîsin senedleri zayıf iseler de mâteaddit oldukları için birbirini takviye ederler.

4. Mâlik ve Ş â f i î' ye göre topraktan çıkan bitkilerden zekât, insanlar tarafından ekilen ve zahire nevinden olup uzun süre bozulmadan saklanabilen buğday, arpa, darı, pirinç, mercimek ve nohut gibi hububatta vardır. Şu halde zahire nevinden olmayan sebzeler ve meyveler gibi yeşillikler, keten ve pamuk tohumu, susam ve zeytin gibi maddeler zekâta tâbi değildir.

Meyvelerden yalnız üzüm ve hurma zekâta tâbidir. Bu iki mezhebe göre zekâta tâbi toprak mahsulünün nisaba ulaşması şarttır. Daha az ise zekâtı ödenmez.

5. A h m e d' e göre insanlar tarafından yetiştirilen hububat ve meyvelerden kurutulmaya ve uzun süre kalmaya elverişli olup ölçeklerle ölçülen maddeler zekâta tâbidir. Bu maddelerin zahire nevinden olması şart değildir. Şu halde buğday, arpa, darı ve pirinç gibi hububat, bakla, fasulye, keten ve salatalık tohumu zekâta tâbidir. Keza, kurutulmaya elverişli olan incir, kaysı, üzüm, hurma gibi meyveler, ceviz, fındık ve fıstık da zekâta tâbidir.

Şeftali ,ayva, elma ve kurutulmaya elverişli olmayan incir ile kaysı vesâir meyveler, hıyar, patlıcan, domates gibi sebzeler ve benzeri yeşillikler zekâta tâbi değildir."

Hububat, meyveler, sebzeler ve diğer toprak mahsullerinden hangilerinin zekâta tâbi olduğu ve hangisinin tâbi olmadığı ve ne gibi şartlar arandığı hususunda ayrıntılı bilgi için dört mezhebin fıkıh kitaplarına müracaat edilmelidir. [68]


17- Ekinlerin Ve Meyvelerin Zekâtının (Kaçta Kaç Olduğunun) Beyânı Babı


1816) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; ResûluIIah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Yağmurun ve pınarlar (gibi akar sular) m suladığı şeylerde öşür (vâcib)dir. Nadıh ( = âletle) sulananlarda da öşürün yarısı (vacip) dır.-"



1817) Sâlim'in babası (Abdullah bin Ömer) (Radıyaliâhü ankümyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i şöyle buyururken işittim :

-Yağmurun, nehirlerin ve pınarların suladığı veya ba'l olan (yâni köküne bağh damarlarla topraktan su emenler) de öşür (vacip} dir. Sevânî (su taşıyan develer veya büyük kovalar) ile sulananlarda öşü-rün yarısı (vacip)dir.»"



1818) Muâz bin Cebel (Radtyallâhü anhyâen; Şöyle demiştir:

'ResûiuHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni (Zekât toplamak ve dıger işleri yönetmek için) Yemen'e gönderdi ve bana, yağmurun suladığı ve ba'l (köküne bağlı damarlarla topraktan su emici) olarak sulananlardan öşür, devalî (âletter) ile sulananlardan öşürün yarısını almamı emir buyurdu.'

(Râvi) Yahya bin Âdem demiştir ki: Ba'l, aserî, azî ve izi: Yağmur suyu ile sulanandu. Aserî: Sırf bulut ve yağmurla yetişen ve yağmur suyundan başka hiç su görmeyen mahsuldür. Ba'l de: Köklerine bağh damarları yer altına gidip suya ulaşan ve beş altı yıl sulamaya ihtiyaç duymayıp sulanmamaya dayanan üzüm asmalarıdır. İşte ba'l budur. Dere suyu akınca ona da Seyl denir.[69] Peşpeşe gelen Seyl'e de 'GayT denir." [70]


İzahı


Ebû Hüreyre (Radıyaliâhü anh)'m hadisini Tirmizİ de rivayet etmiştir. İbn-i Ö me r (Radıyaliâhü anh)'ın hadîsini Buhâri, Tirmizi, Ebü Dâvûd, Nesaî, Ahmed ve Dârekutnî de rivayet etmişlerdir. Muâz (Radıyaliâhü anh)'ın hadisini Nesaî de rivayet etmiştir. Oradaki rivayette;cümlesi yoktur. Bir de râvi Yahya' nın Ba'l, Aseri ve İzi kelimelerinin tarifine âit kısım yoktur.

Bu hadislerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım : Semâ: Bu kelime gök ve bulut mânâlarına gelir. Bu bâbta geçen hadislerdeki bu kelime ile yağmur mânâsı kastedilmiştir.

Ebû Hüreyre (Radıyaliâhü anhî'ın hadisinde geçen Uyun kelimesi Ayn'ın çoğuludur. Ayn : Pınar demektir. Buharı' nin de tefsir ettiği gibi burada kastedilen mânâ nehir, ırmak, pınar ve benzeri her tür akar sulardır.

İbn-i Ömer (Radıyaliâhü anhî'ın hadisinde Uyun ve En-hâr kelimelerinin ikisi de mevcut olduğu için Uyun ile küçük akar sular ve Nehir'in çoğulu olan Enhâr ile büyük akarsular kastedilmiştir.

Nadh : El-Menhel yazarı, bu kelimenin asıl mânâsının, zirâatı sulamak için deve ile su taşımak olduğunu, Nâdıh'm da bu maksatla su taşıyan deve olduğunu ve sonradan her deve mânâsına kullanıldığını ve her hadisteki Nâdıh'tan maksadın zirâatın sulanmasında kullanılan her türlü âlet olduğunu söylemiştir.

Tuhfe yazarı da "Nadıh"m asıl mânâsının "Sulamak" olduğunu, burada sulamak için su taşımakta kullanılan mânâsının kastedildiğini ve sulama işinde kullanılan diğer hayvanlar ve araçların aynı hükme tâbi olduğunu söylemiştir.

Ba'l: Tercemede belirtildiği gibi müellifin rivayetine göre Yahya bin Âdem bu kelimeyi köklerine bağlı damarları yer altında uzayıp suya ulaşan ve beş - altı yıl sulama ihtiyacını duymayıp sulanmamaya dayanabilen üzüm asmalarıdır.

El-Menhel yazarı Nihâye'den naklen beyan ettiğine göre bu kelime, damarları ile yer altından su emen ve ne yağmur ne de başka sulara ihtiyaç duymayan bitkilerdir.

Kamusta ; Ba'I, sulanmayan veya yağmur ile sulanan bil'umum ağaç ve zirâattır, denilmiştir.

Yukardaki nakillerden de anlaşıldığı gibi bu kelime iki mânâya yorumlanmıştır: Bunlardan birisi hiç sulanmayan bitkiler ile diğeri yağmur suyu ile sulanan bitkilerdir. Müellifin Yahya' dan olan rivayetine göre üzüm asmasıdır.

Devâlî: S ü y û t î' nin beyânına göre "Dîlâ"m çoğuludur. "Di-lâ" da "Delv"in çoğuludur. S,i n d i' nin beyânına göre "Devâlî, Dâ-liye"nin çoğuludur. "Dâliye" su çıkarma işinde kullanılan âlettir. Delv ise, asıl mânâsı kovadır. Burada kastedilen mânâ, sulama işinde kullanılan her türlü âletlerdir.

Sevânî: *'Sâniye"nin çoğuludur. Sindi ve el-Menhettn beyânına göre "Sâniye"nin asıl mânâsı sulamak için su taşıma işinde kullanılan devedir. Ve el-Menhel'de belirtildiği gibi bir kavle göre Saniye büyük kova ve sulama için kullanılan dolap, ip, çıkrık, beygir ve deve gibi araç ve gereçlerdir.

Aserî: Müellifin Yahya' dan olan rivayetine göre yalnız bulut ve yağmurla yetişen bitkidir. Bu nevî bitkilere İzi de denilir.

Tuhfe yazarının el-Mirkât'tan naklen beyan ettiğine göre Aserî üç şekilde yorumlanmıştır:

1. Damarları ile yağmur sularını emen hurma ağacıdır.

2. Yalnız yağmur suyu ile sulanan bitkidir.

3. Suya yakınlığı dolayısıyla devamlı rutubetli olan yerde yetişen bitkidir.

Bütün bu rivayetlerin ifâde ettiği mânâ şudur ki: Yeryüzünde akaii sular veya yağmur suyu ile yetişen, yahut susuz yetişen bitkilerin ve meyvelerin zekâtı onda birdir. Hayvan sırtında su taşımak veya dolapla kuyu ve benzeri yerlerden su çekmek suretiyle sulanan ve ancak bu şekilde yetiştirilebilen bitki ve meyvelerin zekâtı yirmide birdir.

Ebû Hanîfe ve Züfer, bu hadîslerin zahiri ile amel ederek yetiştirilen toprak ürünleri, sebzeler ve meyvelerin miktarı az olsun, çok olsun zekâta tâbi olduğuna hükmetmişlerdir. Bu hususta gereken izah bundan önceki bâbta geçmiştir. Orada diğer âlimlerin görüşleri de anlatılmıştır. [71]



18- Hurma Ağaçları Ve Üzüm Harsı (= Dallarındaki Yaş Hurma Ve Yaş Üzümden Ne Kadar Kuru Hurma Ve Kuru Üzümün Çıkacağının Tahminen Tesbîtî) Babı


1819) Attâb bin Esîd[72] (RadtyaÜâkü a»A>'den; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) üzüm asmaları üzerinde bulunan yaş üzümden tahminen ne kadar kuru üzüm çıkacağını tesbit edecek kimseleri bağ sahiplerine gönderirdi."



1820) (Abdullah) bin Abbâs (RadtyaÜâkü anhümâydan; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber'i fethşttiği zaman, Hayber toprağı ile nekadar altın ve gümüş varsa hepisinin Zâtı Nebevilerinin emrine verilmesini şart koştu. (Yâni bu şartla yerli yahudîlerin orada kalmalarına müsâade buyurdu.) Hayber yahudî-leri O'na i

Biz toprak (tan iyi mahsul almak) işini daha iyi biliriz. Bu itibarla toprağı bize ver. Meyvesinin yarısı bize ve yarısı size âit olmak üzere biz işletelim, dediler. Hâvi demiştir ki. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Hayber arazisini) bu şekilde onlara verdi. Hurmaların devşirilmesi zamanı yaklaşınca Efendimiz Abdullah bin Ravâha (Radiyallâhü anhi'ı Hayber yahudîlerine gönderdi. İbn-i Ravâha hurma bahçelerindeki meyve miktarını tahminen tesbit etti. Medine halkı bu tahmini tesbit işine Hars derler. İbn-i Ravâha: Bu hurmalıkta, şu kadar, bu kadar hurma var dedi. Yahudiler t

— Ey İbn-i Revâha, tahmin ettiğin miktar bize fazla geldi, dediler. Bunun üzerine İbn-i Revâha

— Şu halde, bu miktarı ben kabullenirim ve dediğim bu miktarın yarısını ben size veririm, dedi. Râvi demiştir ki: Hayber yahudî-leri:

— Hak olan ancak senin yaptığın tahmindir ve gök ile yer ancak hak ile durur, dediler. Sonra: Biz senin dediğin miktarı vermeye râ-zi olduk, dediler." [73]



İzahı


A t t â b (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Tir m izi, E b û Dâvûd, Nesai ve Dârekutni de rivayet etmişlerdir. EI-Menhel'de belirtildiğine göre Saîd bin el-Müseyyeb, A t t â b (Radıyallâhü anh)'a yetişmediği için senedde inkıta vardır. E 1 - M ü n z i r i: Senedin inkıtaı açıktır. Çünkü S a i d , Ömer (Radıyallâhü anh)'m hilâfetinde doğmuştur. A t t â b (Radıyallâhü anh)'da E b û Bekir (Radıyallâhü anhJ'ın vefat ettiği gün vefat etmiştir, demiştir.

Hadîsin metni, T i r m i z İ' de buradaki gibidir. E b û Dâvûd1 daki metin, meâlen şöyledir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hurma ağaçları hars edildiği gibi üzümün hars edilmesini ve hurma zekâtının kuru hurma olarak alındığı gibi üzümün zekâtının kuru üzüm olarak alınmasını emretti."

İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'ın hadîsine diğer Kütüb-i Sitte'de rastlamadım. Müellif, rehinler kitabının 14. babında İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'den buna benzer kısa bir hadis rivayet etmiş, oradaki nota göre o hadîs Zevâid türündendir. Buradaki hadîsin A h m e d tarafından da rivayet edildiği Tuhfe'de belirtilmiştir. Burada bu hadîsin Zevâid türünden olduğuna dâir ne elimdeki nüshalarda ne de S i n d î haşiyesinde bir kayda rastlamadım. Bununla beraber Zevâid türünden olduğu kanısına vardım.

Bu hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım : Hars: Dalları üzerindeki yaş hurmadan ne kadar kuru hurmanın çıkacağını ve asmaları üzerindeki yaş üzümden ne kadar kuru üzümün çıkacağını tahminen tesbit etmektir.

NahI: Hurma ağaçlarıdır.

İneb: Yaş üzümdür. Üzümün kurusuna Zebib denilir. Yaş hurmaya Rutab, kuru hurmaya da Temr denilir.

Kurum: 'Kerem'in çoğuludur. Üzüm asmaları demektir.

Bu bâbtaki hadisler, üzüm ve hurmanın harsının meşruluğuna delâlet ediyorlar. Bunun hikmeti şudur: Hurma ve üzüm, zekâta tâbi meyvelerden olduğu için bunda zekât, müstehaklarımn istihkakı vardır. Bu meyveler toplanıncaya kadar mal sahiplen bundan yararlanmaktan men edilmiş olsalardı, zarara uğramış olurlardı. Mal sahiplerinin men edilmemesi ise, fakirlerin hakkına halel getirebilir. Sonra her mal sahibine güvenilemez. Bu sebeple hurma ve üzüm meyveleri olgunlaşmaya yüz tutunca bu işten anhyan bilirkişiler devlet yetkilileri tarafından gönderilerek bu meyvelerden tahminen ne kadar kuru hurma ve kuru üzümün çıkacağı tesbit edilir ve tesbit işinden sonra mal sahipleri meyvelerden yiyebilir, yedirebilir, başka şekillerle de yararlanabilir. Sonra meyveler devşirildikten sonra bilirkişi tarafından takdir edilmiş olan miktar için gereken zekâtı kuru hurma ve kuru üzüm olarak öder. Hars işi mal sahipleri ve zekât müstehakları için yararlı ve kolaylık olduğundan meşru kılınmıştır.

A t t â b (Radıyallâhü anh)'ın Ebû Dâvûd'un rivâye-tindeki hadisinde belirtildiğine göre hurma ve üzüm zekâtı hars işinden hemen sonra çıkarılmaz. Bunlar kurutulduktan sonra çıkarılır. Kurutulmaya elverişli olmayan çeşitlere gelince; Ebû Hanife'-ye göre miktarının nisaba erişip erişmediğine bakılmaksızın diğer meyveler gibi zekâtı yaş olarak çıkarılır. Veya değeri nakit olarak ödenir. Ebû Y û s uf ile Muhammed'e göre kurutmaya elverişli olmayan çeşitlerde zekât yoktur. Çünkü bunlara göre zekât, fazla emek vermeden bir yıl durabilen meyveler için farzdır. Böyle olmayanlar için farz değildir.

M â I i k î 1 e r' e göre kurutmaya elverişli olmayan hurma ve üzüm satılırsa, zekâtı onun bedelinden ödenir. Satıl m azsa olgunlaştığı günkü kıymetine göre nakit olarak ödenir Meyve olarak verilemez.

Şafii ve Hanbeli mezheblerine göre kurutulmaya elverişli olmayan hurma ve üzüm de zekâta tâbidir. Zekât memuru bunun zekâtını aynı meyveden alıp fakirlere dağıtabilir. Veya bu meyveyi herhangi bir kimseye satıp bedelini fakirlere dağıtabilir. [74]


Harsın Meşruluğu Hakkında Âlimlerin Görüşleri


El-Menhel yazarı "Harb bâbı"nda özetle şöyle der: A 11 â b (Radıyallâhü anh)'m (1819 nolu) hadîsi ve benzeri hadîsler, harsın meşruluğuna delâlet ediyorlar. îlim ehlinin çoğunun kavli de budur. Harsın hükmü ve hangi mallar için meşru kılındığı yolunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1- Mâlik ve arkadaşlarına göre üzüm ve hurmada hars vaciptir. Zekâta tâbi diğer mallarda meşru değildir. Ş ü r e y h, Ebû Ca'fer ve Zahiriye mezhebi âlimlerinin bir kısmının kavli budur.

2- Şafiî ve Hanbeli âlimlerine göre üzüm ve hurmada hars sünnettir. Başka mallarda meşru değildir.

3- Ebû Hanife ve arkadaşlarına göre harb caiz değildir. Çünkü bir tahmin ve zandır. Bunların bir delili de Tahavi'-nin rivayet ettiği C â b i r (Radıyallâhü anh)'in şu mealdeki'hadîsidir: "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) harstan nehiy etmiştir." Bu bâbtaki A 11 a b (Radıyallâhü anh)'in hadisine ve benzerî hadîslere şöyle cevap vermişlerdir: Bu hadisler, faizin haram kılınmasından Önceki zamana aittir. Sonra nesh edilmiştir. Faizin haram kılınmasının daha önce olduğuna dâir iddia kabul olunmamıştır. Çünkü faiz, Veda haccında haram kılınmıştır. Harsın neshedilmediği faraza kabul edilse bile hars işi tarımla uğraşanların hiyânet etmelerini önlemek içindir. Bu maksatla yapılmasında bir beis yoktur.

Harsın meşruluğuna hükmeden âlimler şöyle cevap vermişlerdir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayatı boyunca hars:işi sürdürülmüştür. Ondan sonra E b ü Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh) zamanında da devam etmiştir. H a t t â b î: Sahâbîlerin tümü harsı tecviz etmişler, bunu uygulamışlar ve buna herhangi bir sahâbînin muhalefet ettiği rivayet edilmemiştir.

Geniş bilgi için el-Menhel'e müracaat edilmesi tavsiye olunur.

îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in H a y b e r Yahudileri ile yaptığı görüşme neticesinde hurma bahçelerini onlara teslim ederek Yahudilerin bu bahçelere verecekleri emek ve bakım karşılığında mahsulün yansını onlara bıraktığı anlaşılıyor. Fıkıhta bu anlaşmaya "Mü-sakat" denilir. Müellif bu hadisin kısa bir metnini 16 nolu "Rehinler Kitâbı"nm 14. babında rivayet etmiştir. Müsâkat hakkında gerekli bilgi inşaallah orada verilecektir.

Hadîs, Yahudilere anlaşma ile verilen H a y b e r' deki hurma bahçeleri meyvelerinin toplanması zamanı yaklaşınca hars işi için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in îbn-i Revana (Radıyallâhü anhJ'ı gönderdiği ve İbn-i Revâha (Radıyallâhü anh)'in tam bir adaletle mahsûlün miktarını tesbit ettiğini bildiriyor. Çünkü Yahudiler îbn-i Revâhe (Radıyallâhü anh)'in yaptığı takdirin fazla olduğunu söyleyince îbn-i Reva-h a (Radıyallâhü anh) : şu halde bu meyveleri ben toplarım ve takdir ettiğim meblâğın yansını ben size veririm demiş, bahçıvanlar ise: Biz senin yapmış olduğun takdiri kabul ettik. Hak da budur, demişlerdir. Yâni kıyas-ı Nefs, mizan-ı adalettir, demek istemişlerdir.

Hayber, Medine-i Münevvere' nin kuzeyinde ve 60 - 70 Km. uzaklıkta bulunan bir kaç kale ve köylerden ibaret bir bölgedir. Hâlen de bu ismi taşıyan bir köy orada bulunmaktadır. Bu mıntıka A m a 1 i k a devletine mensup Hayber bin Kaâ-yîne isimli bir adama izafeten bu ismi almıştır. Burası, hicretin yedinci yılı Muharrem ayında fethedilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hudeybiye seferinden dönünce Ce-

nâb-ı Allah; [75] âyetiyle H a y b e r' i fethet-

melerini müjdelemiş, bunun üzerine oraya hareket etmiştir. Bu hareketten haberdar olan Esed ve Ğatafan kabileleri Hayber yahudîlerine yardım etmek üzere yola çıkmışlarsa da Allah Teâlâ onların kalblerine attığı korku ile gerisin geriye dönmüşler,Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) H a y b e r kalelerini bir bir fethetmiş. Nihayet en kuvvetli kaleye varılınca 10 günden fazla muhasara altında tutulmuş, daha sonra rahatsızlanan Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) sancağı E b û Bekir (Radıyal-lâhü anh)'e teslim ederek geri çekilmiş. E b û Bekir (Radıyal-lâhü anh) çetin savaşlar yapmasına rağmen kesin sonuç alamadan geri dönmüş; daha sonra Ömer (Radıyallâhü anh) da aynı iş için görevlendirilmiş, O da fetih işini bitirernemiştir. Nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Andolsun ben sancağı yarın Öyle bir adama vereceğim ki Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü Onu sever ve Allah Onun elleriyle Hayber fethini sonuçlandıracaktır.» buyurmuş. O gece sahâbî-ler bu zâtın kim olduğu hususunda merak edip konuşmuşlar. Sabah olunca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) A 1 I (Radıyallâ-hü anh)'ı sormuş ve SahâbîlerO'nun gözlerinin ağrıdığını söylemişler, A 1 i (Radıyallâhü anh) huzura getirilmiş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek tükürüğünü onun gözlerine sürerek duâ buyurmuş. Cenab-ı Allah A 1 î (Radıyallâhü anh)'a şifâ vermiş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sancağı O'na teslim buyurmuş; A 1 î (Radıyallâhü anh) savaşa devam ederek Hayber fethini sonuçlandırmıştır,[76]


19- Malının Kötüsünü Zekât Olarak Çıkarmaktan Nehiy Babı


1821) Avf bin Mâlik el-Eşcaî[77] (Radıyatlâhü anit)'den; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) elinde bir asa bulunduğu halde M esc id'e çıktı. Bir adam da (zekât olarak getirdiği) hurma salkımlarını veya bir hurma salkımını (mescid içinde iki direk arasında gerilmiş olan ipe) asmış idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) asılmış olan hurma salkımını (elindeki asâ ile) dürtüp sallamaya ve şöyle buyurmaya başladı:

-Bu zekât sahibi dileseydi bundan iyisini zekât olarak verebilirdi. Şüphesiz bu zekât sahibi kıyamet günü bozuk kuru hurma yer.»" [78]


İzahı


Ebü Dâvûd ve Nesaî de bunu rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Kımv î Üzerinde hurmalar bulunan hurma salkımı çubuğudur. Buna Kunuv, Kına ve Kana da denir.

Aknâ1, Kınvân ve Kmyân da bunun çoğuludur. Hasef s Bozuk ve âdi kuru hurmadır.

Bundan sonra gelen hadiste izah edildiği gibi Mescidi N eb e v î' nin içindeki iki direk arasına gerilen bir ipe zekât hurma salkımları asılırdı. Muhacirlerin fakirleri bu hurmalardan yararlanırlardı. Adamın birisi kötü ve bozuk hurma salkımlarını getirip oraya asmıştı. Asılan bozuk salkım bir tane mi, bir kaç tane mi? bu husustaki tereddüt râviden gelmedir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iyi hurmadan zekât vermeye muktedir olduğu halde kötü hurmadan zekât veren adamın sorumlu tutulacağım bildirerek: «Bunu yapan kişi âhiret günü kötü hurma yer.- buyurmuştur. Bu cümle zahirine göre yorumlanabilir. Adam fakirlere bozuk hurma yidirdiği için âhiret günü ceza olarak ona bozuk hurma yidirilecektir. Cümle şöyle de yorumlanabilir: Adam, işlediği bu kötü hareketinden dolayı kıyamette cezalandırılır. Bu yorum daha kuvvetlidir.

Hadis, malın kötüsünü zekâta ayırmanın kötülüğüne ve yasakh-ğma delâlet eder. Ancak malın tamamı kötü ise ondan zekât çıkarmakta sakınca yoktur.



1822) Berâ' bin Âzib (Radtyallâhü ank)yın Allah Teâlâ'mn :

= *(Ey îman edenler! Kazandığınız şeylerin) ve yerden sizin için çıkardığımız şeylerin temizlerinden (infak ediniz.) Ve malın kötüsünden infak etmeye kalkmayın.» kavli celH-i hakkında şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bu âyeti celîle Ensâr-ı Kiram hakkında inmiştir. Hurma devşirme zamanı olunca, Ensâr-ı kiram, kendi hurma bahçelerinden taze hurma salkımlarını toplarlar ve Resûlullah ISallal lahü Aleyhi ve SellemJ'in mescidinde İki direk arasında (gerilmiş durumda) ki ipin üzerine asarlar. Muhacirlerin fakirleri de ondan yerlerdi. Oraya konulan salkımların çokluğu dolayısıyla kimse farkına varmaz ve geçişir zanniyle bir adam, bozuk hurmalı bir salkımı bile bile getirip (oradaki salkımların arasına) sokar. İşte böyle yapan adam hakkında şunlar nazil oldu :

Bu cümlede Allah Teâlâ buyuruyor ki-:

-Zekâtı bozuk ve kötü kuru hurmadan vermek kastında bulunmayınız.»

Nazmı Celîlinde de Allah Teâlâ: «Öyle kötü hurmalar ki; eğer size hediye edilmiş olsaydı işinize yaramayan bir şeyi size gönderdiği için (duyduğunuz) öfkeden dolayı ancak sahibinden utanarak kabul edecektiniz.» buyuruyor.

Bu cümlede de buyuruluyor ki: «Bilmiş olunuz ki, şüphesiz Allah sizin zekâtlarınızdan müstağnidir. (Muhtaç değil dir.)»"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsin senedi sahihtir. Çünkü bu senetteki râvi Ahmed bin Muhammed bin Yahya'nın çok sâdık olduğunu İbn-i Ebİ Hatim ve Zehebİ söylemişlerdir. îbn-i Hibbân da : O, sikalardandır, rivayetlerinde muhkem idi, demiştir. Senedin kalan râvileri de Müslim'in şartı üzerinde sa hihtir. [79]


İzahı


Berâ' (Radıyallâhü anh)ın hadisi Zevâid türündendir Bu hadis hurma zekâtını, bozuk ve kötü hurmadan vermeye kalkışma nın yasakhğına, bunu halkın ve zekât müstehaklarımn gözlerinden saklamak mümkün olsa bile Allah Teâlâ'dan saklamanın imkânsız olduğuna ve mal sahiplerinin kendilerini zekât müstehaklarımn ye rine koyup hoşlanmıyacakları davranışları fakirler için de reva görmemelerinin lüzumuna delâlet eder.

Muhacirlerin fakirleri Mescidi Nebevi' nin soffa denilen yerinde kalıyorlar idi. Bu nedenle Ensâr-ı Kiram hazretleri zekât hurmalarını mescid'e getirirlerdi. Şu halde mescidin dışında kalan fakirlere dağıtılacak zekâtın mescid'de müstehaklara verilmesinin meşruluğu hükmü bu hadisten çıkarılamaz.

El-Menhel yazarı "M esc idlerde sadaka dilemek" babında beyân ettiğine göre Hanefi âlimleri: Mescidlerde sadaka dilemek haram ve sadaka vermek de mekruhtur, demişlerdir. Bir kavle göre sadaka dileyen kişi cemâatin omuzlarını basa basa dilenirse hüküm Çudur. Cemaata eziyet etmezse ona vermek caizdir.

Cumhur'a göre mescidlerde sadaka dilemek ve vermek caizdir. Ancak sadaka dileyen, İsrarla yardım isteyip cemaatın omuzlarını basa basa dolaşırsa bu tür dilemek haramdır. Böylesine vermek de haramdır.

Hadîste anılan âyet-i kerîme Bakara sûresinin 267. âyetinin bir parçasıdır. Âyetin tamamının meali şöyledir:

«Ey îman edenler! Kazanmış olduğunuz malların ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerin iyilerinden infak ediniz. (Allah yolunda harcayınız.) Ve siz gözlerinizi yumup müsamaha etmedikçe alıcıları (ve kabul edicileri) olmadığınız kötü malınızı infak etmeye kalkışmayınız ve bilmiş olunuz ki Allah ğânî (- sadakalarınızdan müs-nağnî) ve hamîddir.» [80]





20- Bal'ın Zekâtı Babı


1823) Ebû Seyyare el-Mütef [81] (Radtyallâhü anfı)\\en; Şöyle demiştir :

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'e: Yâ Resûlallahf Benim bal arılarım vardır, dedim. O ı Öşür (yâni onun balının onda birini zekât olarak) öde, buyurdu. Ben :

Yâ Resûlallahl Benim için arılarımı muhafaza buyur, dedim. O da benim İçin arılarımı muhafaza buyurdu."

Not: Zevftid'de şöyle denilmiştir : R&vi Süleyman bin Musa'nın Ebû Seyyare (R.A.)'ın zamanına yetişmediğini Ibn-i Ebl Hatim babası Ebû Hatim'den naklen söylemiştir. Bu sebeple hadis mûrseldir. Tirmizt de el-llel'de bu hadisin arkasında anlattığına göre Buh&r! bu hadisin mürsel olduğunu söylemiştir. Tirmlzİ daha sonra : Süleyman bin Musa sahâbüerden hiç bir kimseye ulaşmamıştır, demiştir.

tbn-i M&ceh yanında bundan başka Ebû Seyyare < R.A.) hadîsi yoktur. Kütub-İ Sitte'nin diğerlerinde onun hiç bir hadisi yoktur. 1824) Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre: Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in baldan öşür aldığım rivayet etmiştir." [82] İzahı Notta belirtildiği gibi Zevâid türünden olan Ebû Seyyâ-r e' nin hadisini A h m e d de rivayet etmiştir. Ancak Süleyman, Ebü Seyyare (Radıyallâhü anh) 'a ulaşmadığı için senedde inkıta vardır. Bu nedenle İbn-i Abdi'1-Berr: Bu hadîs balın zekâta tâbi olduğuna delil olamaz, demiştir. Abdullah (Radıyallâhü anh) in hadisini E b û D â v û d ve N e s â î uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir. Bu iki hadîs balın onda birisinin zekât olarak çıkarılmasına de lâlet ederler. Bu konuda başka hadisler de vardır. El-Menhel yazarı balın zekâta tâbi olup olmaması hakkmdaki âlimlerin görüşlerini özetle şöyle nakleder: Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyatlâhü anh'ın Ebû Dâvüd ve Nesai tarafından rivayet edilen hadîsine dayanan Ebû Hani f e, Ahmed ve İshak, balda öşürün vâcipliğine hükmetmişlerdir. T i r m i z i bu kavli ilim ehlinin ekserisinden nakletmiştir. Bu hüküm, Ömer, İ b n - İ Abbâs, Ömer bin Abdilaziz, Ebû Yûsuf ve Muhammed' den de rivayet olunmuştur. Ebû Hanife'ye göre arâzi-yi öşiriyede elde edilen az veya çok bal zekâta tâbidir. Ebû Yûsuf'a göre balın değerinin, hububattan en ucuz maddenin nisab miktarının değerine erişmesi şarttır. Diğer bir kavle göre balın en az 500 Irak Rıtıhna ulaşması gerekir.[83] Muhammed'e göre bal miktarı 180 Irak rıtılına ulaşınca öşürü verilir. Daha az ise öşür verilmez. Mâlik, Şafiî, tbn-i Ebi Leylâ, Îbnü'l'-Münzir ve S e v r î ' ye göre bal az olsun çok olsun Öşüre tâbi arazide olsun, başka çeşit arazîde olsun zekâta tâbi değildir. İbn-i Ömer ile Ömer bin A b d i 1 a z i z' in kavli de budur. Ali' den de bu kavil rivayet edilmiştir, tbn-i Abdi'1-Berr, bu kavlin cumhurun görüşü olduğunu söylemiştir. Bu görüşteki âlimler : Bal. hayvan mahsûlü sıvı bir maddedir. Bu İtibarla hayvan sütüne benzer, demiştir. Bunların bir delili de M â 1 i k ' in Abdullah bin Ebi Bekir bin Hazm' dan rivayet ettiği şu eserdir: Babam M i n a ' da iken, kendisine Ömer bin Abdilaziz" den yazılı bir talimat geldi. Bu talimatta ne baldan ne de atlardan zekât almaması emredilmişti. Diğer bir delîl de Abdürrezzâk ve İbn-i Ebi Şeybe' nin sahîh bir sened ile î b n - i Ömer'in mevlâsı Nâf i' den rivayet ettikleri şu eserdir : Nâfi (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir. "Ömer bin Abdilaziz (Radıyallâhü anh) beni Ye men e amil olarak gönderdi. Ben orada baldan öşür almak istedim. El-Muğîre bin Hakim es-San'âni (Radıyallâhü anh) : Balda zekât yoktur, dedi. Bunun üzerine ben durumu Ömer bin Abdilaziz'e yazdım. Ömer bin Abdilaziz verdiği cevapta: El-Muğîre doğru söylemiş, güvenilir bir zâttır. Balda zekât yoktur" demiştir. Baldan öşür alındığına dâir Hilâl (Radıyallâhü anh)'in ve başkalarının hadislerine cevaben şöyle demişlerdir: Bal sahipleri, bal arılarının bulunduğu mıntıkanın onlara tahsis edilmesini ve korunmasını istemişler. Bu istekleri kabul edilmiş ve buna karşılık bal sahipleri öşür miktarı bağış yapmışlardır. Bu gruptaki âlimlerin bu yoruma mesned olarak gösterdikleri delîl Abdür-rezzak'ın İbn-i Cüreyc aracılığı ile Salih bin Dinar' dan rivayet ettiği bir hadîstir." (El-Menhel müellifi bu hadîsi ve başka bilgileri sunmuştur. Onları aktarmaya lüzum görmüyorum.) El-Menhel yazarı daha sonra şöyle der: Balda zekât olduğuna dâir hadisler söz götürür durumdadır. Bunun için İbnü'l-Münzir: Balda zekâtın vücubuna dâir sabit bir hadîs yoktur. İcmâ da yoktur. Şu halde onda zekât yoktur, demiştir. Buharı de Tarih'de : Balın zekâtı hakkında sahih bir hadis yoktur, demiştir. T i r m i z i de: Bal zekâtı hakkında sahih bir şey yok, demiştir. [84] 21- Fıtır Sadakası Babı 1825) (Abdullah) bin Ömer Radtyatlâhü a»*wmâ)'dan; Şöyle demiştir : Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fıtır zekâtını bir sâ kuru hurma veya bir sâ arpa olarak emir buyurdu. Abdullah (bin Ömer) demiştir ki -. Sonra halk iki müd buğdayı buna muâdil (denk) eyledi." 1826) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hür veya köle erkek veya kadın her müslümana fıtır sadakasını bir sâ arpa veya bir sâ kuru hurma olarak farz kıldı." [85] İzahı î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm ilk hadîsini B u h â r i ve Müslim -aynı metinle, Tirmizi ve Ebû Dâvûd ile N e s a i mânâyı etkilemeyen benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Onun ikinci hadîsini Kütüb-i Sitte sahipleri Ahmed ve Dâ-r e k u t n i rivayet etmişlerdir. Hadislerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım : Fıtır: Oruç açmaktır. Ramazan orucu Şevvâl'm ilk günü bırakılıp iftar edildiği için o güne yâni Ramazan bayramının ilk gününe Fıtır günü ismi verilmiştir. Bu güne bu ismin takılması tslâmidir. Câhiliyyet devrinde yoktu. Keza Ramazan ayı orucunun sona ermesiyle fıtır sadakasını ödemek vacip veya farz olduğu için bu sadakaya Fıtır Sadakası ve Fıür Zekâtı ismi takılmıştır. Bu sadakaya Ramazan Zekâtı ve Oruç Zekâtı da denilir. Bu sadaka hicretin ikinci yılı Ramazan bayramından iki gün önce meşru kılınmıştır. Sâ: Bir hacim ölçüsüdür ve belirli bir ölçektir. Bunun dörtte birisine Müd denir. Müd ve Sâ miktarı hakkındaki âlimlerin ihtilâfını el-Menhel yazarı "Fıtır sadakası ne miktar olarak ödenir" babında genişçe anlatmıştır, özeti şudur: Müd miktarı hakkında ihtilâf vardır. Şöyle ki: 1. I m a m E b û Hanife, Muhammed ve Irak Fıkıhçılarına göre bir müd, iki Irak rıtılıdır. Bir sâ da sekiz rı-tıldır. I rak'ın bir rıtılı Hanefi âlimlere ve Şâfiîler'-den R a f i i' ye göre 128 dirhem-i örfîdir.[86] 2. îmam Mâlik, Şafii, Ebû Yûsuf. Ahm-ed ve Hicaz Fıkıhçılarına göre bir müd, I r a k' in 1 1/3 ntıldir. Bir sâ da 5 1/3 rıtıldır. Irak'ın1 bir rıtılı, Ş â f i î I e r' den N e -vevî ve Hanbelîler'e göre 128 4/7 dirhem-i örfîdir. M a -1 i k i 1 e r' e göre ise 128 dirhem-i örfidir. Yukarıdaki ihtilâf zahirî bir ihtilâf olup temele dayanmaz. Çünkü : Bir Sâ, 5 1/3 ntıİdır,' diyenler Sâ ölçeğinin alabildiği kuru hurma ve arpayı dik kata almışlardır. 'Bir Sâ, 3 ntıldır' diyenler ise bu hacım ölçüsünün alabildiği su miktarına itibar etmişlerdir. Şu halde Müd ve Sâ miktarı hususunda esaslı bir ihtilâf yoktur. El-Menhel yazarı 1794 nolu hadîs bahsinde anlattığım gibi bir dirhem-i örfî'yi 3.12 gram olarak hesaplamıştır. Bu hesaba göre Fı-kıhçıların rıtıl, müd ve sâ hakkındaki ihtilâfları esasa dayalı bir ihtilâf olarak kabul ettiğimiz takdirde bunların gram tutarı şöyledir: 1. H a n e f î 1 e r ile Şâfiîler' den R a f i İ * ye göre I r a k' in bir rıtılı 130 dirhemdir. Bir dirhemde 3.12 gram olduğuna göre bir rıtıl 405,6 gramdır. Bir sâ 8 rıtıl olduğuna göre bir sâ = 8 x 405,6 = 3244,8 gram. 2. Hanbeliler ile Şâfiîler' den N e v e v î' ye göre I r a k' in bir rıtılı 128 4/7 dirhemdir. Buna göre bir rıtıl 401,14 gramdır. Bir sâ da 5 1/3 rıtıl olduğuna göre bir sâ = 5 1/3 X 401,14 = 2139,42 gram. 3. Mâlikîler'e göre Irak'ın bir rıtılı 128 dirhemdir. Buna göre bir ritıl 399,36 gramdır. Yine bir sâ 5 1/3 rıtıl olduğu için bir sâ = 399,36 X 5 1/3 = 2129,92 gram. Bir sâ'ın dört müd olduğunda âlimler müttefiktir. Bu itibarla bir sâ'ın gram tutarını 4 sayısına böldüğümüz zaman müd miktarını buluruz. RıUl, sâ ve 60 sâ tutan olan Vesk ölçekleri hakkında 1794 nolu hadis bahsinde daha geniş bilgi verilmiştir. Bu bâbtaki hadîslerin bir kısmında Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in fıtır sadakasını ödemeyi emrettiği, bir kısmında ise farz kıldığı bildirilmiştir. Emir ifâdesinden maksat mendupluk emri değil, vâciblik emridir. İbâdetleri farz kılan Allah Teâlâ'dır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu tebliğ ettiği için Peygamber, farz kıldı, denilebilir. [87] Fıtır Sadakasının Hükmü 1. Cumhur1 a göre fıtır sadakası zekât gibi farz olan bir sadakadır. Bunlara göre farz ile vâcib ayni şeydir. Kafi veya zanni bir delîl ile yapılması kesinlikle istenen şeye farz ve vâcib denilir. Cumhurun görüşüne göre ilk hadîsteki emir vâciplik içindir. İkinci hadîsteki farziyyet ifâdesi de farz kılmak anlamındadır. 2. Hanef iler, farz ve vacibin ayrı ayrı şeyler olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre, sübûtu ve delâleti kafS olan bir delîl ile sabit olan ibâdetlere farz, sübûtu veya delâleti zanni olan bir de-lîle dayanan ibâdetlere vâcib denilir. Hanef iler'e göre fıtır sadakası vâcib tir. Çünkü âhâd hadisi ile sabittir., Âhâd hadîsi zanni delildir. Bunlara göre ikinci hadîsteki farziyeti ifâdesinin mânâsı takdir ve tâyin etmektir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fıtır sadakasının miktarını bir sâ kuru hurma veya arpa olarak takdir ve tâyin etmiştir. 3. M â Ii k i 1 e r' den Eşheb, Şafii ler' den İbnü'l-Lebbân ve Zahiriye mezhebinden bir grup, son hadisteki farziyet ifâdesini lügattaki asıl mânâsı olan takdir ile yorumlayarak fıtır sadakasının sünnet olduğunu söylemişler ise de bu görüş ilk ha dişteki emir ifâdesi ile reddedilmiştir. 4. tbn-i Aliyye ile Ebû Bekir bin Keysân e 1 - A s a m m ' a göre fıtır sadakası ilk zamanlarda farz idi. Son-rf malın zekâtı farz kılınmakla fıtır sadakasının farziyeti neshedilmiş-lit Bunların delili ise Kays bin Sâd (Radıyallahü anh)'ın 1828 nolu hadisidir. Lâkin o hadîste fıtır sadakasının neshedildiğine dâir bir delil yoktur. Bununla ilgili gerekli bilgi o hadisin izahı bölümünde verilecektir. îki hadisten fıtır sadakasının kuru hurmadan veya arpadan verilebildiği ve bu iki maddeden fıtır sadakası miktarının bir sâ olduğu anlaşılıyor. İlk hadîste ayrıca yarım sâ buğdayın Sahâbiler tarafından bir sâ kuru hurmaya veya bir sâ arpaya denk tutulduğu belirtilmiştir. Bu hususlardaki geniş bilgi 1829 nolu hadisin izahı bölümünde verilecektir. İkinci hadis, fıtır sadakasının hür olsun, köle olsun her müslü-man erkek ve kadın için gerekli olduğuna delâlet eder. Hadisin :ifâdesinin zahirine göre fıtır sadakası her hür ve köleye gerekir Yâni kölenin kendisine farzdır, veya vâcibtir. Dâvûd-i Zahirî böyle yorumlamış ve kölenin efendisi kölenin farz olan ibâdetlerini ifâ etmesine imkân ve fırsat verdiği gibi fıtır sadakasını kazanması için de onun çalışmasına müsâade etmek durumundadır, demiştir, Cumhur'a göre kölenin fıtır sadakası kendisine değil, efendisine vacip veya farzdır. Çünkü Kütüb-i Sitte'nin tümünde rivayet edilen Ebü Hüreyre (Radıyallahü anhJ'ın bir hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) = «Kölenin fıtır sadakasından başka, ne kölesi için ne de atı için müslümanın boynunda hiç bir zekât yoktur» buyurmuştur. Cumhur'a göre; ifâdesinin mânâsı «Her hür ve köle için» şeklindedir. Hadisin; = «Erkek veya kadın» ifâdesinin zahirine göre kadın evli bile olsa fıtır sadakası kendisine vacip veya farzdır. Ebü Hanife, Onun arkadaşları, Sevri ve İbnü'l-M ü n z i r böyle hükmetmişlerdir. Mâliki, Şafii, el-Leys ve Ahmed'e göre evli kadının fıtır sadakası kendisine değil kocasına farzdır. Hadis, fıtır sadakasının vâcipliği için müslümanlığın şart olduğuna ve müslüman olmayana vacip olmadığına delâlet eder. Şu halde kâfir bir kimse fıtır sadakası ödemez. Müslüman bir köle için kâfir efendisinin fıtır ödemekle mükellef olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. îlim ehlinin ekserisine göre mükellef değildir. Ahmed'e göre mükelleftir. Şafiî-ler' den de böyle rivayet edilmiştir. Keza, kâfir bir köle için müslüman efendisinin fıtır ödemekle mükellef olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. Cumhûr'a göre mükellef değildir. Hanefî âlimler ile Atâ, Sevrl, lbnü'l-Mübarek, Nahaİ ve îshak'a göre mükelleftir. 1827) İbn-i Abbâs (Radıyallâkü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçluyu (işlediği) faydasız söz ve fiillerden ve çirkin, ölçüsüz lâflar (in pisliğin) den temizleyici ve fakirlere yiyecek olmak üzere fıtır zekâtını farz kıldı. Artık kim bunu bayram namazından önce öderse, o, makkftbir zekâttır. Kim bunu bayram namazından sonra öderse o, sadakalardan birisidir." [88] İzahı Ebû Dâvûd, Hâkim ve Dârekutni de bunu rivayet etmiştir. Bu hadis de fıtır sadakasının vâcipliğine - farziyetine delâlet eder. Ayrıca fıtır sadakasının oruçluyu, oruçluluk esnasında işlediği faydasız fiil ve sözlerin ve çirkin lâfların pisliğinden arındırdığına delâlet eder. Lağıv s Din veya dünya yönünden sahibine hiç bir yarar sağlamayan söz ve fiildir. Fuhuş: Aşın ve çirkin sözlerdir. Burada bu mânâ kastedilmiştir. Bu kelime cinsel münâsebet anlamında da kullanılır. Fakat bu mânâ mürad değildir .İyilikler kötülükleri giderici olduğu için fıtır sadakası bu kusurları giderir, İşte hadis fıtır sadakasının meşruiyetindeki hikmetlerden birisinin bu olduğunu, diğer bir hikmetinin de bu sadakanın fakir için bir yiyecek maddesi olmasıdır. Böyle mübarek bayram günü fakirin hiç olmasa bir günlük nafakası temin edilmiş olur. Hasan-ı Basri bu hadisin zahirini tutarak 'Fıtır sadakası, oruç tutması farz olanlara mahsustur. Henüz ergenlik çağına* varmamış olan küçük yaştakiler için fıtır sadakası gerekmez. Çünkü oruç tutması gerekli olmadığı için, oruçlu iken işlediği bir takım kusurların bu sadaka ile temizlenmesi de söz konusu değildir, demiştir. Fakat ilim ehlinin ekserisi: Hayır, küçük yaştakiler için de bu sadakanın çıkarılması gereklidir. Çünkü, bu sadakanın iki hikmeti vardır: Birisi kusurlardan arındırmak, diğeri ise fakirlerin nafakasını karşılamaktır. İkinci hikmetin mevcudiyeti kâfidir. Buharı, Nesaî, Ebü Dâvûd ve başkalarının t bn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'dan yaptıkları bir rivayette:= «... ve küçük ve büyük» ziyadesinin bulunması küçük yaştakiler için de bu sadakanın verilmesinin gerekliliğine delâlet eder, demişlerdir. Hadîsin: «Kim bunu bayram namazından önce Öderse...» fıkrasından maksad şudur: Bayram namazından önce ödenen fıtır sadakası, sevabı tam ve mükemmel olarak Allah katında makbul olan bir zekâttır. Bayram namazından sonra verilen fıtır sadakası ise şâir zamanlarda verilen sadakalar gibidir. Şu halde bunun sevabı namazdan önce ödenenin sevabından azdır. Bu fıkra, bayram namazından sonra ödenen fıtır sadakasının kabul olmayacağına delâlet etmez. Bunun da geçerliliği hakkında ümmetin icmâı vardır. Âlimler, fıtır sadakasının bayram namazından önce çıkarılmasının faziletçe üstünlüğü hususunda müttefiktirler. Fakat vacip olması zamanı hususunda ihtilâf etmişlerdir. El-Menhel yazarı bu ihtilâfı anlatmıştır. Özeti şudur: 1. Ebû Hanîfe, El-Leys ve bir rivayete göre Mâlik: Fıtır sadakası bayram günü şafakın doğması ile vacip olur, demişlerdir. 2. Sevrî, Ahmed, Şafii ve İshak'a göre fıtır sadakası R a m a-z a n ayının son günü güneşin batması ile vacip olur. Mâlik' ten gelen bir rivayet de böyledir. Bu itibarla Ramazan ayının son günü güneş battıktan sonra ve henüz şafak doğmamış iken doğan bir çocuk için birinci gruba göre fıtır sadakasını çıkarmak vaciptir. Diğer gruba göre vacip değildir. Bu sadakayı bayramdan bir iki gün önce vermenin câizliği hususunda Ashab-ı Kiram (Radıyallâhü anhüm)'ün icmâı vardır. Daha da önce vermenin hükmüne gelince : Hanef iler'e göre her hangi bir süre ile sınırlamak kaydı olmaksızın önceden verilebilir. Ş â f i i' ye göre Ramazan'in ilk gününden itibaren vermek caizdir. Mâlik, Kerhi ve meşhur kavle göre H a n b e 1 i 1 e r : Bayramdan azami iki gün önce vermek caizdir. Daha erken vermek caiz değildir, demişlerdir. Başka görüşler de vardır. Onları aktarmaya lüzum görmedim. Fıtır sadakasını bayram namazından sonra ve aynı gün vermenin hükmüne gelince. Hanef iler'e göre caizdir, bunda bir kerahet yoktur. Şâfiiler, Hanbeliler, Ata, İshak ve bir kavle göre M â 1 i k i I e r : Caizdir ama bunda kerahet vardır, demişlerdir. M â 1 i k i 1 e r' in meşhur kavline göre efdal olan bırakmamaktır. Bu sadakayı bayramın ikinci gününe kadar tehir etmek ise dört mezhep âlimlerine ve diğer âlimlerin ekserisine göre haramdır. Kaza edilmesi gerekir. Yalnız H a n e f i 1 e r' den Hasan bin Z i -yad ve Dâvûd-i Zahiri'ye göre kaza edilmesi mümkün değildir. 1828) Kays bin Sa'd [89] (bin Ubâde) (Radıyatlâkü anhümâjdan; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zekât (emri) İndirilmeden önce bize fıtır sadakasını vermemizi emretti. Sonra zekât (emri) inince bize (fıtır sadakası ile) ne emretti, ne de bizi (bu sadakayı vermekten) menetti. Biz bu sadakayı veriyoruz. (Veya biz ise yine bu sadakayı verirdik.)" [90] İzahı Nesai ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir. Hadîsin zahirine göre, zekât âyeti inince fıtır sadakasını vermek emri kalktı ve bir hayır işi durumuna geldi. İbn-i Aliyye ve Ebû Bekir bin Keysânel-Asamm'ın bu hadîsin zahirine bakarak : Fıtır sadakası ilk zamanlarda vacip idi. Sonra mal zekâtının farz kılınmasıyla fıtır sadakasının vâcipliği neshe-dildi, demişlerdir. Fakat bu hadîste fıtır sadakasının neshedildiğine delâlet eden bir delil yoktur. Çünkü daha önce verilmiş olan emir ile yetinilmiş olması muhtemeldir. Keza bir farzın inişi, başka bir farzın neshini gerektirmez. Hattâbi: Kays (Radıyallâhü anhi'ın bu hadîsi, fıtır sadakasının vâcipliğinin kaldırıldığına delâlet etmez. Çünkü bir ibâdet nevinden artış yapmak onun artıştan öncekinin iptalini gerektirmez. Kaldı ki fıtır zekâtı ile diğer zekâtlar ayrı ayrı şeylerdir. Çünkü fıtır zekâtı şahsın bedenine âit zekâttır. Diğer zekât şahsın malına âit zekâttır. Diğer bir husus da şudur: Fıtır zekâtı oruçluyu bâzı kusur lardan temizleyici kılınmıştır. Bu arındırma hizmetine binâen oruçluya vacip olması gerekir. Zira tüm oruçlular arınmaya muhtaçtır. Fıtır sadakasının hikmetindeki ortaklık onun hükmü olan vâciplikte de ortaklığı gerektirir, demiştir. Fıtır sadakası yukarda da anlattığım gibi hicretin ikinci yılı R a -m a z a n bayramından iki gün önce vacip olmuştur. Mâlî zekât da aynı yıl, fakat, fıtır sadakasından sonra farz kılınmıştır. 1829) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyattâhü anh)'den\ Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda olduğu zaman (yâni hayatta iken) biz fıtır zekâtını yiyecek maddesinden bir sâ olarak çıkarırdık. (Çıkarılan yiyecek maddesi şunlardı:) Kuru hurmadan bir sâ, arpadan bir sâ, keşkten bir sâ, kuru üzümden bir sâ. (Halîfe) Muâviye (Radıyallâhü anh) yanımıza Medîne-i Münevve-re*ye gelinceye kadar biz devamlı böyle yapardık. Muâviye'nin (Medine'de) halka söylediği şeyler arasında şu sözü de vardı: Ben Şam'ın buğdayından iki müddü (yâni yarım sâı) ancak bu yiyeceğin bir saına eşit olarak sanırım. Artık halk onun bu sözünü tuttu. Ebû Said demiştir ki: Ben yaşayacağım sürece fıtır sadakamı Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayatta iken çıkardığım gibi (bir sâ olarak) çıkarmaya devam edeceğim." [91] İzahı Bu hadîsi KütÜb-i Sitte sahipleri, Ahmed, -Dârekutni, Tahavî ve İbn-i Huzeyme rivayet etmişlerdir. Ebû Saîd (Radıyallâhü anh)'in: "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda iken" sözü, onların fıtır sadakası olarak çıkardıkları yiyecek maddesinin nevinden ve çıkarılan miktardan efendimizin haberdar olduğuna ve buna karşı çıkmadığına işarettir. Bu itibarla hadîs merfu' hükmündedir. Hadîste geçen : "Taam" kelimesinin asıJ mânâsı en-Nihâye'de belirtildiği gibi, zahire türünden olan buğday, arpa, kuru hurma ve diğer gıda maddelerinin tümünü kapsar. Böyle yorumlanınca zahirenin her çeşidinden fıtır sadakasını .çıkarmanın câizliği hükmü çjka-rıhr. Kuru hurma, arpa, keşk ve kuru üzüm o dönemde yaygın zahire maddelerini teşkil ettiği için bunlar ismen anılmıştır. Bâzı âlimler hadîsteki "Taam" ile buğdayın kasdedildiğini söyleyerek : Hadîste keşk, kuru hurma, kuru üzüm ve arpa zikredilmiştir. Bu maddeler onların o gün için zahireleri idi. Hadiste buğday zikredilmemiştir. Halbuki buğday onların en kıymetli ve en üstün zahiresi idi. Eğer hadisteki "Taam" ile buğday kastedilmemiş olsaydı, buğday da ismen zikredilirdi, demişlerdir. H a t t â b î bu kavli naklettikten sonra: Arap dilinde "Taam" kelimesi kayıtsız olarak kullanıldığı zaman buğday mânâsını ifâde eder. Nitekim Araplar 'Taam çarşısına git' dedikleri zaman buğday pazarına git, mânâsı anlaşılır, demiştir. Bu yoruma göre 'Taam* kelimesiyle buğday kastedilmiş olur. El-Fetih yazarı: Ibnü'1-Münz ir bu kavli reddederek demiştir ki: Bâzı arkadaşlarımız E b û Saîd (Radıyallâhü anh)'m hadisindeki "Taamdan bir sâ" ifâdesini 'Fıtır sadakasının buğdaydan bir sâ olarak çıkarılır' diyenler için delil saymışlardır. Fakat delil olamaz. Çünkü Ebû Saîd (Radıyallâhü anh) fıtır sadakasını yiyecek maddesinden çıkardıklarını önce mücmel olarak 'Taam' kelimesi ile ifâde etmiş, sonra bunları açıklamıştır. Zira B u -h â r î' deki E b ü S a î d ' in hadîsi şöyledir : "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken biz fıtır günü (Ramazan bayramı günü) taamdan bir sâ çıkarırdık. Ebû Saîd demiştir ki: Bizim taamımız arpa, kuru üzüm, keşk ve kuru hurma idi." diye bilgi vermiştir. Sübülü's-Selâm yazarı da 'Taam' kelimesinin buğday mânâsına yorumlanmasının sıhhatli bir şey olmadığını söylemiştir. El-Menhel yazarı yukardaki nakilleri yaptıktan sonra : Hadîsteki Taam kelimesinin umumî mânâda kullanıldığı açıktır. Özellikle T a h â v i' nin rivâyetindeki şu ifâde buğdayın o gün için M e d i -ne-i Münevvere halkının zahiresinden olmadığına delâlet eder. "Muâviye (Radıyallâhü anh) Medine'ye gelince ve Şam buğdayı da gelince, Muâviye t Bunun bir müddünün iki müdde eşit olduğunu sanıyorum dedi..." Hadis, kuru hurma, kuru üzüm, arpa ve keşk'ten bir sâ fıtır sadakasını çıkarmanın câizliğine delâlet eder. Keşk, diye terceme ettiğim "Ekît" kelimesini el-Menhel yazarı: Kaymağı alınmadan kurutulan yoğurttur, buna keşk denilir, diye tarif etmiştir. E I - A y n i de : Ekit, süzülüp taş gibi katılaştırılan yoğurttur. Bununla yemek pişirilir, demiştir. Keşkten fıtır sadakasını çıkarmanın caiz olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. Hadisin zahirine göre caizdir. Mâlik bununla hükmetmiştir. H a n e f î 1 e r : Eğer keşk değer İtibariyle fıtır sadakasının değerine denk olursa câi/dir. Değeri buğday, arpa gibi fıtır sadakası olarak verilen maddenin değerinden düşük ise caiz değildir. Çünkü keşkten fıtır sadakasının çikarıla±>ildiğine dâir güvenilir bir yolla sabit olan bir nass yoktur. Hakkında nass olmayan bir madde, ancak değeri itibari ile fıtır sadakasının değerine muâdil ise caizdir. Aksi takdirde caiz ve kâfi değildir, ancak fıtır sadakasının değerine denk oluncaya kadar miktarı çoğaltılırsa olur, demişlerdir.

Şafii: Ben keşkten fıtır sadakasını çıkarmayı sevmem. Eğer bundan bir sâ çıkarılırsa, çıkaranın tekrar fıtır sadakasını ödemekle mükellef tutulup tutulmıyacağı hususunda bir hüküm veremiyorum, demiştir.

Hadiste işaret edildiği gibi Halîfe M u â v i y e (Radıyallâhü anh) Medİne-i Münevvere'ye gittiğinde, M e d i n e 1 i -1 e r ' le yaptığı görüşme esnasında söylediği sözler arasında, Şam buğdayından yarım sâ'ın Medine' deki bir sâ yiyeceğe eşit olduğunu sandığını söylemiş ve M e d i n e 1 i' ler de onun bu sözünü tutmuşlardır. Fakat E b û S a i d {Radıyallâhü anh) bu görüşe katılmayarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında çıkardığı gibi, yine bir sâ olarak çıkarmaya devam etmiştir.

El-Menhel yazarı : Yarım sâ buğdayın Medine-i Münevvere' nin arpa, kuru üzüm, kuru hurma ve keşkten bir sâ'a muâdil olması M u â v i y e (Radıyallâhü anh)'in bir içtihadıdır. Fıtır sadakasının buğdaydan yarım sâ olduğuna hükmeden âlimler bu hadisi delil göstermişlerdir.

Şöyle bir İtiraz hatıra gelebilir: Bu görüş bir sahâbinin sözüdür. Bu sahâbiden daha çok sürece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile sohbette bulunmuş ve O'nun hâlini daha iyi bilmiş olan E b û S a i d (Radıyallâhü anh) bu görüşe muhalefet etmiştir. Şu halde O sahâbînin sö/,ü niçin delil sayılmıştır?

Buna cevaben: Hadîste E b û S a i d iRudıyallahü anh) in da dediği gibi Medine' deki halk Mu â v i y e (Radıyallâhü anh)'in bu sözünü tutmuşlardır. Tutanların arasında sahâbiler de vardı. O halde bu söz üzerinde icmâ oluşmuştur. E b û S a î d (Radıyallâhü anh)'in muhalefeti icmâa zarar vermez. Çünkü E b û S aîd kendi uygulamasını beyan etmiştir. Onun uygulayışı, bunun mecburî ve vacip olduğunu ifâde etmez. Üstelik E b û S a i d (Radıyallâhü anh) Fıtır sadakasını arpa, kuru üzüm. kuru hurma ve keşkten bir sâ olarak çıkarmaya devam etmiştir. Buğdaydan ne bir sâ, ne de yarım sâ olarak çıkardığı sabit değildir. Fakat buğdaydan yarım sâ olarak çıkarmanın E b û S a î d (Radıyallehü anh) tarafından tasvip edilmediği anlaşılıyor. [92]


Hangi Yiyecek Maddelerinden Ne Kadar Fıtıb Sadakasının Çıkarılacağı Hususunda Âlimlerin Görüşleri


1. E b û H a n i f e ile arkadaşları ve Zeyd bin Ali; Fıtır sadakası buğdaydan yarım sâ ve arpa, kuru üzüm, kuru hurmadan ise bir sâ vermek yeter, demişlerdir. Bu görüş, E b û Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ebû Hüreyre, Câbir bin Abdi! 1 ah, İbn-i Abbâs ve İbn-i Zübeyr (Radıyallâhü anhüm)ün kavlidir. Bunların delili Ebû Saîd-i H u d r i (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ve benzen hadîslerdir.

2. Mâlik, Şafii, Ahmed'in arkadaşları, tshak ve Hasanı Basrî'ye göre anılan yiyecek maddelerinden en az bir sâ vermek gerekir. Buğday da böyledir. Bundan yarım sâ vermek kâfi değildir. Ebû Sâid-i Hudrî, Ebu'l-Âliye ve Câbir bin Zeyd (Radıyallâhü anhümî ün kavli budur.

El-Menhel yazarı bu görüşleri naklettikten sonra: Kuvvetli görüş ilk grubunkidir. Çünkü sahâbîler ve tabiîler Muâ'viye (Radıyallâhü anh) devrinde buğdaydan yarım sâ'ın kâfi olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ve buğdaydan bir sâ vermenin gerekliliğini açıkça belirten sahih bir hadîs yoktur, demiştir. [93]


Buğday Ve Arpa Unundan Fıtır Sadakası Verilir Mi ?


l. Hanefiler ile A h m e d e göre verilebilir. Hane filer'e göre buğday unundan yarım sâ, arpa unundan bir sâ vermek lâzımdır. Ahmed'e göre buğday unundan da en az bir sâ vermek gerekir.

2. Mâlik, Onun arkadaşları, Ş â f i i 1 e r ve âlimlerin ekserisi undan fıtır sadakasının verilemiyeceğini, çünkü sahih hadîslerde unun zikredilmediğini ve unun zikredildiği hadîslerin delil olmaya elverişli olmadığını söylemişlerdir.

Hadislerin zahirine göre mükellef fıtır sadakasını çıkarırken bu maddelerden istediğini tercih edebilir. Seçtiği maddenin, o yerde ikâmet eden halkın zahiresinin çoğunu teşkil etmesi şart değildir. O yerde en az kullanılan zahireden de olsa verilebilir. Bu husustaki âlimlerin görüşleri şöyledir:

1. Hanefiler'e göre mükellef, buğday arpa, kuru hurma ve kuru üzümden dilediğini seçebilir. Başka maddelerden verebilmesi için o maddenin çıkaracağı miktarın değerinin anılan dört mad deden hiç olmazsa birisine muâdil olması şarttır.

2. M â 1 i k î 1 e r' e ve Ş â f i î 1 e r' in ekserisine göre mükellef, fıtır sadakasını çıkardığı yerde oturan halkın zahiresinin çoğunu teşkil eden maddeden çıkarmak zorundadır.

3. Hanbeliler'in sözlerinin zahirine göre mükellef, mevcut olan bu maddelerden dilediğini seçebilir.

Fıtır sadakası olarak çıkarılacak maddeyi aynen vermek caiz olduğu gibi Hanefi âlimlere göre bunun değerini para olarak çıkarmak da caizdir. M â 1 i k î 1 e r' e göre para olarak çıkarılması caiz olmakla beraber mekruhtur. Diğer iki mezhebe mensup âlimler İle başka âlimlerin ekserisine göre para olarak çıkarmak caiz delildir



1830) Resûlullah (Satiallakü Aleyhi ve SeUrmy'm Müezzini Sa'cl (el-Karaz) (RadıyaUâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m), fıtır sadakasını kuru hurmadan bir sâ veya arpadan bir sâ yahut süit (buğdaya benzeyen bir nevî arpa) den bir sâ olarak vermeyi emretti." [94]



İzahı


Müelliften başka kimin bu hadisi S â ' d (RadıyaUâhü anh)'den rivayet ettiğini bilemedim. Ebû Dâvûd, Nesai ve D â -r e k u t n i bunun benzerini Abdullah bin Ömer (RadıyaUâhü anhJ'den rivayet etmişlerdir

Hadîste geçen süit hububattan buğdaya benzer bir zahire türünün adıdır. Bâzılarına göre buğdaya benzeyen arpanın bir çeşitinin ismidir. El-Menhel yazarı: Süit bir nevi arpadır, dış kabuğu bulunmadığı için buğdaya benzer. Bir kavle göre buğdayla arpa arasında bulunan ve ikisine de benzer tarafı olan bir hububat çeşididir, demiştir. [95]


22- Öşür Ve Haraç Babı


1831) Kl-AlıV hin cl-Hadnımi (Rıutıyallâhit unJr)'ı\vn: Şiiyle demişlir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni Bahreyn'e veya Hecer'e (vali ve âmil olarak) gönderdi. Ben (orada) kardeşler arasında (müşterek) olan bahçeye (haraç almak için) giderdim. (Kardeş lerden) birisi müslümanhğ! kabul ederdi. Artık müslüman olan (kar-deşJden öşür, müşrik olan (kardeş)den de haraç alırdım"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvilerinden Muğire el-Ezdi ve Muhammed bin Zeyd meçhuldürler Râvi Hayyân el-A'rac'ı İbn-i Muin ve îbn-i Hibb&n sikalardan saymışlar ise de Onun cl-A'.â' bin el Hadrami'den olan rivayetinin mürsel olduğunu el-Mizzi et-Tehzib'te söylemiştir. [96]



İzahı


Zevâid türünden olan bu hadiste geçen öşür ve haraç kelimelerini açıklayalım :

Savaşla fethedilip mücâhidlere dağıtılan veya fethedilip müslü-manlığı kendi rızaları ile kabul eden yerli halka verilen arâzî'ye, arâ-ziy-i öşüriye denilir. Bu nevî arazinin mülkiyeti, kendilerine tasarruf hakkı verilenlere aittir. Bunun mahsulünden onda bir veya yirmi de bir nisbetinde alınan zekâta da Öşür denilir. Arap yarım adasının arazisi bu nevi araziden sayılmıştır

Bir de arâziy-i Haraciye vardır. Bunun mülkiyetinin kimlere âit olduğu ve alınan haracın kira mı, vergi mi olduğu hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki:

1. Hanefi âlimlere göre sulh veya savaş yolu ile fethedilip mülkiyet hakkı yerli veya diğer gayri müslimlere bir vergi karşılığında verilen arâzi'ye araziy-i Haraciye denilir. Alınan vergi maktu bir miktar olabilir veya alınacak mahsullerin belirli bir payı olabilir. Bu vergiye haraç denilir.

2. Ş â f i î 1 e r' e göre, savaşla fethedilip yerli veya diğer gayri müslimlere, muayyen bir ücretle dâimi kiraya verilen arâzi'ye arâziy-i Haraciye denilir. Alınan kira bedeline de haraç ismi verilir,

Irak sevâdı ismi verilen bölge arazisi haraciye arazisinden sayılır. Bu bölgenin sınırları Fıkıh kitaplarında beyân edilmiştir. Ş â -f i î 1 e r' e göre bu arazi fethedilince mücâhitler tarafından H a -1 î f e Ömer (Radıyallâhü anh)'in emrine terkedilmiş ve Halîfe tarafından müslümanlar yararına vakfedilmiş olup gayri müslimlere dâimi kiraya verilmiştir.

Bahreyn. Basra ile Umman arasında ve Basra körfezinin batı sahilinde uzanan bölgedir. Merkezi H e c e r kasa-basıdır. Bu hadisin râvisi el-Alâ bin el-Hadramî (Ra-dıyallâhü anh) tarafından hicretin 6. yılı fethedilmiştir. El-Alâ (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından bu bölgeye vali ve âmil olarak gönderilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatına kadar bu görevi sürdüren el-Alâ (Radıyallâhü anh) E b û Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh)'in hilâfetleri dönemlerinde de bu görevde tutulmuş ve nihayet hicretin 14. yılı orada vefat etmiştir.

Hülâsa "da beyân edildiğine göre babasının adı Abdullah bin 1 m â d' dır. Bir kaç hadîsi vardır. Buhârî ile M ü s1 i m onun bir hadîsini ittifakla, beş hadisini de Müslim münferiden rivayet etmişlerdir. Râvileri, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile es-Sâib bin Yezid (Radıyallâhü anh)'dır. Ebû Hassan ez-Ziyâdî'nin dediğine göre, el-Alâ (Radıyallâhü anh) Bahreyn valisi iken hicretin 21. yılı vefat etmiştir.

Hâit: Etrafı duvarla çevrili bağ, bahçe ve bostan anlamlarında kullanılır. Başka mânâlarda da kullanılıyor ise de o mânâlar kaste-dilmemiştir. Burada zekâta tâbi mahsul veren bahçe - bostan manan kastedilmiştir. [97]


Hadîsin Fıkıh Yönü


1. Gayri müslimlere verilen araziden haraç almak meşrudur.

2. Haraç alınan araziden ayrıca öşür alınmaz.

3. Müslüman ile gayri müslim arasında müşterek olan bir araziden, müslümanın hissesi için öşür, gayri müslimin hissesi için haraç almak meşrudur.

4. Bir gayri müslim, müslümanlığı kabul edince artık onun arazisinden haraç yerine öşür alınır.

5. Müslümanın arazisinden öşür almak meşrudur. [98]



23- Vesk Altmış Sa'dır' Babı


1832) Ebû Saîd(-i Hudrî) (RadtyaUâkü anh)'âen rivayet edildiğine göre:

Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den msrfu olar rak şunu rivayet etmiştir t

«Vesk altmış sa'dır.»"



1833) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ>'dan rivayet edildiğine «öre; ResûIuHah (Salladahü Aleyhi ve Srllent) şöyle buyurdu, demiştir : «Vesk altmış sâ'dır.-"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Câbir (R.A.)'m bu hadisinin isnadı zayıftır. Çünkü âlimler, râvi Muhammed bin Ubeydillah el-Arzemi'nin rivayetini bırakmak için ittifak etmişlerdir. Tirmizi hâriç sünen sahipleri bu hadisi Ebû Said-i ıR.A.)'den rivayet etmişlerdir. [99]


İzahı


Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Ebû Dâvüd ve Dârekutni de rivayet etmişlerdir. Zevâid'in beyânına göre N e s a î de rivayet etmiştir.

Câbir (Radıyallâhü anh)'in hadisi ise notta belirtildiği gibi Zevâid türünden olup isnadı zayıftır.

Sâ': Bir hacım ölçeğidir. Ebû Yûsuf hâriç Hanefi-ler'e ve Şâfiiler1 den R â f iî' ye göre bir sâ I r a k ' in 8 ntılıdır, diğer âlimlere göre I r a k ' m 5 1/3 rıtıhdır.

Gram olarak da şöyledir:

1. Ebû Y ü s u f' tan başka Hanefiler ile Şâfiî-ler' den R â f i i' nin kavillerine göre bir sâ = 3244,8 gram.

2. M â li k i 1 e r' in kavline göre 2129,92 gr.

3. Şâfiiler1 in, Nevevi ve Hanbeliler'in kavillerine göre 2139,42 gramlık ağırlığa tekabül eder.

Vesk altmış sâ olduğundan bir veskin kaç gram olduğunu anlamak için yukardaki sayıları 60 sayısına çarpmak kâfidir.

Toprak mahsullerinin nisabının 5 vesk olduğu, bundan az mahsul için zekât verilmesinin farz olmadığı, Sâ ve Vesk ile beş veskin kaç gram ağırlığında olduğu hususundaki gerekli bilgi 1794 nolu hadisin izahı bölümünde anlatılmıştı. Bunu tekrarlamaya gerek yoktur. [100]


24- Yakınlığı Olana Sadaka Vermek Babı


1834) Abdullah (hin Mesudun) karısı Zeyneb [101] (bint-i Abdillah) (litHİıyalitıhu an/ıiinni)\\aıı;Suyle demiştir :

Ben, Resülullah (SallaUnhü Aleyhi ve Sellem) 'e:

— Kocama ve (yakınl.ıniidan) himayem altında bulunan bir kaç yetime verdiğim nafaka benim için sadaka yerine kifayet eder mi? diye sordum. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— -Anılan nafakadan dolayı (veya anılan nafakayı veren kadın için) iki ecir vardır: Sadaka ecri ve akrabalık ecri.» buyurdu.

(Müellif demiştir ki) : Bize el-Hasan bin Muhammed bin es-Sa-bah, Ebû Muâviye tarîki ile (mezkûr) Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'dan tahdis ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiş ve yukardaki metnin mislini zikretmiştir."



1835) (Peygamber'in muhterem zevcesi) Tmmü Seleme (Rçdtyallâ-kii anfıâ )'dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sadaka vermeyi bize emretti. Bunun üzerine Abdullah (bin Mes'ûdun) karısı Zeyneb (Radı-yallahü anhümâ)':

Fakir olduğu halde kocama ve bir erkek kardeşimin yetim olan oğlan çocuklarına sadaka vermem benim için sadaka yerine geçer mi? Ben onlara her durumda şöyle şöyle nafaka vermekteyim? diye sordu. (Ravı) demiştir ki. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

•Evet» buyurdu.

Râvi demiştir ki: (Anılan) Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'nın ellerinden (kazanç getirici) iş gelirdi."

Zevâid'de $°yle denilmiştir : Bu, sahih bir seneddir. Ebû Dâvûd hâriç Kutüb-ı Sıtte sahiplerinin rivayet ettikleri Abdullah bin Mes'ud (R.A Vın hadisi bu hadis için sahih bir şâhiddir. [102]


İzahı


t b n - i M e s " unun karısı Zeyneb ÎRadıyallâhü an-haTnin hadisini Ebû Dâvûd1 dan başka Kütüb-i Sitte sahipleri rivayet etmişlerdir.

Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'mn hadîsi Zevâid türündendir .

Bu hadislerdeki sadakadan maksat nafile sadaka olabilir. S i n -d i' nin beyânına göre Fıkıhçılann çoğu buradaki sadakayı nâfüe sadaka mânasına yorumlamışlardır. Bu takdirde Zeyneb (Ra-dıyallâhü anhâKnın sorusundan maksadı şudur: Kocama ve akrabamdan himâyemdeki yetimlerime harcadığım mal nafile sadaka yerine geçer mi, nafile sadakanın sevabını alır mıyım?

Hasanı Basrİ, Sevri, Ebû Hanife, Mâlik bir rivayete göre Ahmed ve Hanbeli âlimlerinden Ebû Bekir bu hadislerdeki sadakayı böyle yorumlamışlar. Yâni bundan maksat farz olan zekât değil nafile olan sadakadır, demişlerdir. Bunlara göre kadın, kendi malının zekâtını kocasına veremez. Ömer (Radıyallâhü anh)'ın kavlinin de böyle olduğu rivayet edilmiştir.

Hanefi imamlarından Ebû Yûsuf ile Muham-med'ifl bu mes'elede Ebû Hanife'ye muhalefet ederek kadının, zekâtını kocasına verebileceğini söylemişler ise de Ebû H a n î f e' nin kavli bâzı fıkıh kitaplarında tercih edilmiştir.

Şu noktayı da belirteyim : Hanefi mezhebine göre kişi kendi zekâtını usul ve furûuna, yâni babasına, annesine, bunların baba ve annelerine, kendi çocuklarına ve torunlarına veremez.* Kendi karısına da veremez. Bu hususta bu mezheb âlimleri arasında ihtilâf yoktur. İhtilâf yukarda belirttiğim gibi yalnız kadının kendi zekâtını kocasına vermesi hakkındadır. Mezhep sahibinin kavline göre veremez.

Bâzı âlimler Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisindeki sadakayı umumî mânâda yorumlamışlardır. Buna göre kadın kendi kocasına sadaka verebildiği gibi zekâtını da verebilir.

Bir kısım âlimler de bu hadîsteki sadakayı zekât mânâsına yorumlamışlardır. Şafii, bir rivayete göre Ahmed, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, Mâlikiler' den Eşheb, Hanefî 1 e r' den Ebû Yûsuf ileMuhammed ve Zahiri-y e mezhebi âlimleri böyle yorumlamışlar ve bu hadîsi delil göstererek kadının fakir olan kocasına zekâtını verebileceğine hükmetmişlerdir.

Hadisteki sadaka zekât mânâsına yorumlandığı takdirde Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'nın sorusunun manâsı şudur: Kocama ve himayem altındaki yetim .yakınlarıma verdiğim nafaka benim için zekât yerine geçer mi?

'Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'nın baktığı ve akrabası olan yetimlerin isimlerinin bilinmediği Kastalâni' den anlaşılıyor.

İlk hadisteki:fiili "İczâ" masdarından alınma olabilir. Bu takdirde mânâsı "kifayet eder mi" demektir.

Kastalâni "Kocaya ve himayedeki yetimlere zekât" babında rivayet olunan Z e y n e b {Radıyallâhü anhâ)'nın hadisi bahsinde şöyle der:

" E 1 - M â z i r i : Bu hadisteki sadakayı zekât mânâsına yorum lamak en açık olanıdır. Çünkü Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) verdiği nafakanın sadaka için kifayet edip etmediğini sormuştur. Kifayet durumu vacip olan sadaka hususunda düşünülür, demiştir.

B u h â r i' nin bu hadîsi rivayet ettiği bâb için kullandığı ifâde de bu yoruma delâlet eder. Lâkin M a z i r i' nin : 'Kifayet kelimesi ancak vacip olan sadakada kullanılır' sözünden maksadı kifayet kelimesinin bundan başka mânâda kullanılmaması ise, bu sözü kabule şayan değildir. Çünkü usul âlimleri bu meselede ihtilâf et mislerdir. Onlardan bir cemâat: "İczâ - Kifayet etmek" kelimesi vacip ve mendupiar hakkında kullanılır, demiştir. Diğer bit bu kelimenin vaciplere mahsus olup mendup İçin kullanılmasının gerektiğini söylemiştir. Mâziri, Karafî ve Asfahâni ikinci grubun görüşünü desteklemişlerdir. S ü b k i ise bu görüşü benimsemiyerek fıkıhçıların ifâdeleri farz gibi mendub ibâdetlerin iczâ (= kifayet etmek) ile vasıflanmasını gerektirir.

Kadı I y â z hadîsteki sadakanın nafile sadaka mânâsına yorumlanmasına taraftar çıkmış, Nevevi ise bunun böyle yorumlanmasının gerektiğini söylemiştir.

Hadisteki sadaka ile nafile sadaka kastedildiğinde "İczâ" masdarından aiınma mezkûr fiilin mânâsı şöyledir: "Kocama ve yetimlere harcadığım mal cehennem ateşinden korumak hususunda sadaka yerine kifayet eder mi, onun yerine geçer mi?"

İlk hadîsteki; fiili "Ceza" mastarından alınma olabilir. Mânâsı : 'Yararlı olur mu'? demektir. Bu ifâde zekât ve nafile sadaka yorumlarının her ikisine de uygundur. Cümlenin mânâsj şöyle olur :

"Kocama ve himâyemdeki akrabam olan yetimlere verdiğim nafaka zekât (veya nafile sadaka) yerine benim için bir yarar sağlar mı?"

Hadisin : cümlesindeki zamir Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) ya veya nafaka kelimesine râcidir. Eğer Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) bir aracı yolu ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e soru sordurmuş ise, cümledeki zamir Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'ya râci olur ve mânâsı şudur: «Zeyneb'e iki ecir vardır...» Buhar î' deki bir rivayette Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'in Biiâl-i Habeşi (Radıyallâhü anh) vasıtası ile bu soruyu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e sorduğu belirtilmiştir.

Şayet Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) bizzat ve huzur-i N e-b e v i' de soru sormuş ise cümledeki zamiri nafakaya irca etmek gerekir. Yâni zamirle nafaka kastedilmiştir, demek uygun olur. Çünkü karşılıklı konuşma usûlüne göre mezkûr cümle; jlj>l dü = «Senin için iki ecir var...» şeklinde olmalı idi. Vakıa bü usule riâyet zo-runluğu yoktur. Hattâ bâzı hikmetler nedeni ile konuşma şekli değiştirilebilir. Örneğin burada muhatap zamiri yerine gayip zamiri kullanılmış olabilir. Edebî sanatta buna İltifat denilir. Cümlenin manâsı şöyle olur:

"Öyle yapan kadın için iki ecir vardır..."

Zamirin nafakaya raci olduğu takdir edildiğinde cümlenin mânâsı şöyle olur:

"O nafakadan dolayı iki ecir vardır..."

Son hadis de râvi Zeyneb (Radıyallâhü anhâVnm el emeği ile kocasına ve yetim yeğenlerine baktığını belirtmiştir. Ancak bunu hangi râvinin söylediğine dâir bir kayda rastlamadım.

Hadisler yakınlara yapılan mali yardım ve sadakanın sevabının üstünlüğüne, hem sadaka hem de sıla-ı rahim yâni akrabaya karşı iyi davranma sevabını taşıdığına delâlet eder. [103]


25- (Halktan Dünyalık) İstemenin Mekruhlugu Babı


1836) Hişâm bin L'rve'nin dedesi (Zübeyir bin el-Avvânı) (Radtyal-lâhü anhüm)\\en rivayet edildiğine #öre Resûlullah (Sallatiahu Aleyhi ve Sel-lem) şöyle buyurdu, demiştir :

«(And olsun ki,) Sizden birinizin urganlarını alıp, dağa gitmesi, (oradan topladığı) bir odun demetini sırtında getirip satması ve odun bedeli ile ihtiyacını gidermeye çalışması şüphesiz onun için (halktan istiyeceği şeyi) versinler veya vermesinler onlardan İstemekten iyidir.-" [104]


İzahı


Buharı de bu hadîsi rivayet, etmiştir. Ayrıca bir benzerini

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu olarak rivayet etmiştir.

Hadisten kastedilen mânâ: Dağdan odun toplayıp sırtta taşımak gibi zor bir çalışma yolu ile de olsa el emeği ile geçinmek, halktan dünyalık istemek ve dilencilikle geçinmekten çok şerefli ve iyi olduğudur. Kişi, halktan yardım toplamakla geçimini sağlamaya çalışırken, halkın ona yardımda bulunması veya onu reddetmesi, en ağır işte çalışıp el emeği ile geçinmenin, dilencilikle geçinmekten üstünlüğü açısından farketmez. Yâni halk ona dilediğini verse de vermese de odunculuk etmek halktan dilemekten üstündür. Çünkü halk ona verdiği takdirde, o minnet altında kalır ve dilencilik zilletine mâruz kalmış olur. Halk ona vermediği takdirde o, yine dilencilik zilletini yüklenmiş olur, ayrıca kırılır, umduğundan mahrum olarak geri döner. Şu halde halktan yardım dilemek her bakımdan iyi bir şey değildir.

Hadis, alın teri ile ve el emeği ile çalışmanın faziletine işaretle mü'mmleri buna teşvik eder ve dilenciliğin, halktan dünyalık istemenin iyi bir şey olmadığını, hattâ dağdan odun sırtlayıp satmakla geçinmenin daha üstün olduğunu beyan eder.

îbn-i Abdi'l-Berr'in anlattığına göre Ömer (Radıyallâhü anh)'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Adî ve hakir bir işte çalışmak bile halktan (dünyalık) istemekten iyidir"



1837) (Peygamber'in mevlâsı) Sevbân (Radı yalla hu anh)\ien rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Seliem) :

— -Ve kim bir haslet (sahibi olmak) için bana garanti verir? Ben ona cennet garantisini veririm» diye sordu. Dedim ki:

— 'Ben. (O haslet sahibi olma garantisi veririm.)' Efendimiz:

— «Sen, halktın malların)dan hiç bir şey isteme- » buyurdu.

Râvi demiştir ki: Bundan sonra Sevbân (Radıyallâhü anh), binek üstünde iken kamçısı elinden (yere) düşerdi de hiç bir kimseye: Onu bana sunuver, demezdi ve nihayet kendisi İnip onu alırdı." [105]


İzahı


Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâi de bunu benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un rivayetinde; "Sevbân (Radıyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Kim halktan bir şey istememeyi bana tekeffül eder, ki ben de onun için Cenneti tekeffül edeyim?» Sevbân da:

Ben, (bunu tekeffül ederim) demiş ve artık Sevban kimseden hiç bir şey istemez olmuş."

Hadîsten maksat, kimseden mâli yardım dilememek ve el emeği ile geçinmektir. Sevbân şiddetli ihtiyatı dolayısıyla başka tür yardımı da istememeyi prensip edinmiştir El Menhel yazarı ise bâzı SahâbiJerin bu hadisteki nehyi yalnız mâli yardım talebine tahsis etmeyip umumi mânâya yorumladıklarını ve yere düşen kamçılarının kendilerine verilmesini bile kimseden istemeyip bineklerinden inerek bizzat onu yerden aldıklarını ifâde etmiştir. Demek anlaşılıyor ki angarya sayılacak hiç bir hizmeti kimseye gördürmemek tak vâya ve Cennetlik olmaya en uygun ninnidir. [106]


26- Yeterince Varlıklı İken (Halktan Mal) İsteyenin (Kötü Durumunun Beyânı) Babı


Bu babın başlığında kullanılan "Zahr-ı Gına" terkibini açıklıya-yım. Sonra hadîslerin tercemesine geçeyim.

Gına t Zenginlik ve varlık demektir. Halktan mâli yardım istemeye mâni olan varlık derecesi ve ölçüsü 1839 nolu hadîsin izahında anlatılacaktır.

Zahr: Arap dilinde, müteaddit mânâlara gelir. Burada galip ve üstün gelmek, demektir.

Zahr-ı Gına: Başa gelebilen hastalık ve benzeri musibetlere karşı gerekli maddî ihtiyacı fazlası ile karşılıyabilen varlık, demektir. K a s t a 1 â n î' nin beyânına göre B a ğ â v i böyle demiştir,

H a t t â b i : Zahr kelimesi hadislerde ve benzerî ifâdelerde, cümleyi doyurmak ve sö/ü kuvvetlendirmek için, ilâve edilir, demiştir.

Bu nedenle ben de yukarda görüldüğü gibi 'Zahr-ı Gına' terkibini 'Yeterince varlık' diyo terceme ettim.



1838) Kim Hüreyre (Radıyallûhü anh)\\en rivayet edildiğine göre: Resûlullüh (Saltatlaftii Aleyhi vr Srll-ın) şöyle buyurdu, demiştir :

-Malını çoğaltmak için halktan mallarını isteyen bir kimse şüphesiz Cehennemin tutuşmuş ateş parçalarını İstemiş olur. Artık bunu azaltsın veya çoğaltsın.-" [107]


İzahı


Müslim de bunu rivayet etmiştir. Hadîsteki:— «Tekessüren- kelimesini 'malını çoğaltmak' mânâsına terceme etlim. Bu takdirde hadîsin baş kısmının mânâsı: -Mal istemeyi san'at hâline getirmek suretiyle halktan mallarını isteyen...* olur.

Bu hadis seran zengin sayılan ve halktan mâli yardım istemesi yasak olduğu halde isteyen kimseler hakkındadır. Seran varlıklı sayılmanın ölçüsünü yukarda işaret ettiğim gibi 1839 nolu hadisin izahında beyan edeceğim.

Kadı I y â z : Hadisin mânâsı: Böyle yapan adam cehennem ateşi ile ta'zib edilecektir. Hadisin, zahiri mânâsına göre olması muhtemeldir. Yâni böyle yapan adamın halktan aldığı mal cehennem'de tutuşmuş ateş parçalan hâline dönüşecek ve kendisi bu ateş parçaları ile dağlanacaktır. Nasıl ki zekâtım çıkarmayıp sakladığı altın ve gümüş ile sahibinin cehennem'de dağlanacağı Kitap ve Sünnetle sabittir.

Hadisin sonundaki: -Artık bunu azaltsın veya çoğaltsın» cümlesi kınamak ve tehdit anlamını ifâde eder. Dilenciyi serbest bırak mak veya ona müsaade etmek anlamında değildir



1839) Kbû Hüreyre (R atfı yuflâtıii a n ti )\ien rivayet edildiğine aöre: Kesûlultah (Sallallahü Mevtti vr Srtlrın) şöyle buyurdu, demiştir :

«Ne varlıklı kişi için ne de kuvvetli ve sağlam kişi için sadaka helâl değildir.-" [108]


İzahı


Nesaî, İbn-i Hibbân, Darekutni ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin aynı metnini, A h m e d, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Tahavi, Dârimî ve D â -r e k u t n i merfu' olarak Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anhl'dan rivayet etmişlerdir.

Hadîsin zahirine göre şer'an zengin sayılana veya vücûdunda çalışmaya mâni bir sakatlığı bulunmayıp kuvveti yerinde olana sadaka helâl değildir. Bu hususlardaki âlimlerin görüşlerini el-Menhel yazarı şöyle anlatır:

"Zekât almayı haram kılan zenginlik derecesi hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir.

1. Hanefi âlimlere göre, borcundan ve asıl ihtiyaçlarından fazla olarak, zekâta tâbi malların her hangi birisinden nisaba veya onun değerinde başka bir mala sahip olan bir kimse şer'an zengin sayılır, zekât alması haramdır. Din âlimlerinin ihtiyaç duydukla!* kitapları ve sanatkârların muhtaç oldukları tezgâhlan havaic-i asliyeden sayılır.

EI-Mirkât sahibinin beyânına göre el-Muhît'te :

'Gmâ (şer'an zengin sayılmak) üç nevidir: Birincisi, zekât ödemeyi gerektiren zenginliktir. Bu da yıl boyunca nisaba mâlik olmaktır, ikincisi zekât almayı haram kılan ve fıtır sadakası ile kurbanı vacip kılan zenginliktir. Bu ise asıl ihtiyaçtan artan ve nisap değerine ulaşan her hangi bir nevi mala sahip olmaktır. Üçüncüsü halktan mal istemeyi haram edip. istemeden verilen sadakayı kabul etmeyi haram kılmayan zenginliktir. Bu da günlük nafaka ve avret mahallini örtecek elbise sahibi olmak zenginliğidir' denilmiştir.

2. Mâli k iier'e göre, zekât almaya mâni olan zenginlik, kişinin ve üzerine nafakası vacip olanların bir yıllık ihtiyaçlarını karşılayacak mala sahip olmak veya bu ihtiyaçlara yetecek meblâğı çalışmakla kazanmaktır. Şu halde, yıllık ihtiyaca yetmeyen bir veya bir kaç nisaba mâlik adam ve çalışmakla yıllık nafakasının ancak bir kısmını kazanabilen bir kimse zekât alabilir.

3. Şâf i I ler'e göre zekât almaya mâni olan zenginlik, kişinin ömür-ü galip sayılan altmış yaşına kadar olan sürece nafakası ve üzerine nafakası farz olanların nafaka yükümlülüğü süresince yetecek miktarda mal sahibi olmasıdır. Bu meblâğa mâlik olmayan bir kimse, çalışmak suretiyle mezkûr nafakayı temin edemiyor ise zekât alabilir.

4. A h m e d ' den bu hususta iki rivayet vardır. Bir rivayete göre, zekât almaya mâni olan zenginlik, ihtiyaç fazlası 50 dirhem gümüş, bu değerde altın veya akar, ticâret malı, maaş, kira gibi daimî bir gelir ile yıllık nafakayı karşılayan varlık veya el emeği ile bunu temin etmektir. Şu halde, yıllık ihtiyacı karşılayamayan fcfir veya daha fazla nisab sahibi olmak zekât almaya mâni değildir. Sevrî, Nahaî, İbn-i Mübarek ve İshak'ın kavli de böyledir.

A h m e d' den yapılan ikinci rivayete göre zekât almaya rnâni zenginlik, yıllık ihtiyacı karşılayan bir geçim vasıtasıdır. Şu halde, muhtaç olmayan bir kimsenin hiç malı olmasa bile zekât alamaz. Muhtaç adam, nisab tutarında malı olsa bile zekât alabilir. [109]


Seran Zengin Olmayıp Güçlü Ve Sağlam Adam Zekât Alabilir Mi ?


Bu hadisin zahirine göre zengin olmamakla beraber kuvvetli ve sağlam yâni çalışabilir durumda olup, vücutça bir sakatlığı olmayan kimse zekât alamaz. Şafiî ve Ahmed, bu hadîsi delil göstererek çalışmaya muktedir sağlam adam zekât alamaz, demişlerdir.

Hanefiler: Havâic-i asliyesinden fazla olarak nisaba mâ lik olmayan böyle adam zekât alabilir. Hadîsteki «Sadaka helâl değildir.» ifâdesinden maksat tam bir helâl değildir. Yâni helâl olmakla beraber mükemmel bir helâl sayılmaz. Veya bu ifâdeden gaye : Böyle adamın sadaka istemesi helâl değildir. Ama istemeden alnına helâldir, demişlerdir.

Mâlik ve arkadaşları : Çalışmaya muktedir bir kimse yıllık nafakaya sahip olmayacak derecede fakir olduğu zaman çalışmasa bile ona zekât verilebilir. Kendisinin;ve aile fertlerinin yıllık nafakasını sanatıyla karşılayan kimseye zekât verilmez. Sanatıyla yıllık nafakasının bir kısmını temin edebiliyor ise diğer kısmı karşılayacak kadar zekât alması caizdir." [110]



Sadaka İstemek


El-Menhe) yazan yukardaki bilgileri verdikten sonra sözüne devamla şöyle der:

"Sadaka istemek haram, mekruh, mubah, vacip ve mendup hükümlerini alabilir. Şöyle ki: Zekât ve başka sadakaya muhtaç olmadığı halde halktan mâli yardım istemek haramdır. Keza kendisini olduğundan fazla fakir göstererek yardım dilemek haramdır. Muhtaç iken İsrarla yardım dilemek mekruhtur. Çalışmaktan âciz olup muhtaç olan kimsenin israrsız yardım dilemesi mubahtır. Açlıktan ölüm tehlikesiyle karşılaşan fakirin yardım dilemesi vaciptir. Kimseden yardım dilemeye tenezzül etmeyen fakir için başkaları tarafından halktan yardım istemek mendupdur. [111]


Sadaka Almaya Gelince:


Bu da yerine göre haram, mubah veya vacip hükmünü alır. Şöyle ki: Şer'an zengin sayılan kimsenin sadaka istemesi haramdır, ts-tediği sadaka farz olan sadaka olsun, nafile sadaka olsun hüküm aynıdır. Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya gelmemekle beraber muhtaç durumda olanın farz veya. nafile sadaka alması istemek suretiyle de olsa mubahtır. Keza muhtaç olmayanın istemeden nafile sadaka kabul etmesi mubahtır. Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan muhtaç adamın sadaka alması vaciptir. [112]


Zekâttan Bir Muhtaca Ne Kadar Verilebilir?


1. Ebü Hanîfe'ye göre bir kişiye verilecek miktar nisaptan az olmalıdır. Ancak kişi borçlu olup kendisine verilecek zekâttan borcunu ödedikten sonra elinde kalan miktar nisabtan az ise veya çocukları çok olup verilecek zekât aile fertlerine bölündüğünde beher kişi başına düşen pay nisaba ulaşmazsa o kişiye nisabtan fazla zekât verilebilir.

2. Mâlik ve Ahmed'e göre bir muhtaca onun yıllık ihtiyacını karşılayacak miktar zekât verilebilir.

3. Ş â f i î' ye göre bir muhtaca 60 yaşına kadar ihtiyacına yetecek miktar verilebilir. Ancak kuvvetli ve vücutça sakatlığı olmayıp çalışarak nafakasını temin edebilen fakir bu hükümden müstesnadır.

4. S e v r i' ye göre bir kişiye 50 dirhem gümüşten fazla verilemez. A h m e d ' den olan bir rivayet de böyledir."



1840) Abdullah bin Mes'ud (Radryallâhü ûw/rj'den rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

— «Gına verip geçindirecek malı varken halktan isteyen kimsenin dilencilikle aldığı şey kıyamet günü onun yüzünde yara, bere olarak gelir. Ashab-ı Kiram tarafından:

— Yâ Resülallah! (Halktan istemeye mâni) ne kadar mal insana gına verir? diye soruldu. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Elli dirhem gümüş veya- bunun değerinde altın.» diye cevâp buyurdu.

(Râvi Yahya demiştir ki:) Bir adam (Râvi) Süfyân'a: Şu'be, Ha-fcîm bin Cübeyr'den hadîs rivayet etmez, demiş, Süfyân'da: Bu hadîsi bize Muhammed bin Abdirrahman bin Yezîd'den (Hakîm'den başka) Zübeyd (de) rivayet etmiş, demiştir." [113]


İzahı


Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesaî, Dâri-mî, Tahavî ve Dârekutnl de rivayet etmişlerdir. Hadisin başındaki senedde Süfyân, Hakim bin Cübeyr vasıtasıyla Muhammed bin Abdirrahman bin Yezîd' den rivayet etmiştir. Şu'be, Hakim' den hadîs rivayet etmezdi. Bir adam bu durumu S ü f y â n ' a anlatmakla onun, Haki m ' den hadis rivayetini uygun görmediğini sezdirmek istemiş. S ü f y â n da bu hadîsi yalnız Hakim1 den değil Z ü b e y d ' den de işittiğini ve Z u b e y d ' in de bunu M u -hammmed bin A b d i r ra h m a n ' dan rivayet ettiğini ifâde etmiştir. Yâni bu hadisi Muhammed' den S ü f y â n ' a aktaran yalnız Hakim değildir. Zü-beyd de vardır. S ü f -y â n'a .bu durumu söyleyen zâtın Ş u'b e' nin T i r m i z i Abdullah bin Osman olduğu Ebû Dâvûd tarafından belirtilmiştir.

Hadiste geçen Hudûş, Humûş ve Kudûh kelimeleri deriyi tırmalamak, yaralamak ve kazımak sonucunda görülen yara ve bere de mektir.

E 1 - K a r i : 'Bu kelimeler arasındaki; «veya» kelimesi râvinin tereddüdünden olabilir. Yâni hadîste bu üç kelimeden birisi buyurulmuştur. Ama hangisinin kullanıldığında tereddüt vardır. «Veya* mânâsını ifâde eder. 1| kelimesinin dilencilerin derecelerini beyân etmek için olması da muhtemeldir. Çünkü, az dilenen, çok dilenen ve dilencilikte ifrat eden olmak üzere üç grup dilenci vardır. Kıyamet günü bunların durumları farklıdır. Humüş, yüzdeki yara ve beredir. Dilencilikte ifrat edene aittir. Hudûş, derideki yara ve beredir. Bu da çok dilencilik edene aittir. Kudûh, deri üstündeki çiziktir. Bu ise az dilenene aittir. Bir kavle göre Hudûş, deriyi ağaçla tahriş etmek, Humûş, deriyi tırnaklarla tırmalamak ve Kudûh ısırmaktır,' demiştir.

İhtiyacına yetecek kadar malı varken halktan mal dileyenlerin, dilencilikle topladıkları malların kıyamet günü onların yüzünde yara ve bere hâline geleceğinden maksat, onların yüzlerinde nefret verici izlerin hakikatan bulunmasıdır. Veya mahşer halkı arasında, onları teşhir edecek ve tanıtacak bir takım alâmetlerin bulunmasıdır.

Hadîs, elli dirhem gümüş veya bu değerde altını bulunan bir kimsenin halktan mâli yardım istemesinin haram olduğuna delâlet eder. Bu husustaki gerekli bilgi bundan önceki hadîsin izahı bölümünde verilmiştir. [114]


27- (Zengin Olduğu Halde) Zekât Alması Helal Olanların (Beyânı) Bâbî




1841) Ebû Saîcl-i Hudri (Radtyallâhü ««A/den rivayet edildiğine gÖ-re; Resûluİlah (Sallallahü Alcyhiı vr Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

- (Şu) beş kişi müstesna, zekât almak hiç bir zengine helâl değildir: Zekât âmili ( memuru), Allah yolundaki mücâhid, zekât malını kendi malı ile satın alan zengin, fakirin, kendisine verilmiş olan sadakayı hediye ettiği zengin ve (Müslümanların arasını bulmak yolunda) borçlanan (zengin).»" [115]


İzahı


Ebû Dâvûd, Ahmed, Dârekutni ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir. Ayrıca Mâlik, Ebû Dâvûd ve Hâkim bunu Atâ bin Yesâr1 dan mürsel olarak rivayet etmişlerdir.

Hadis, beş zengin hâriç, zekât alıp mülk edinmenin hiç bir zengin için helâl olmadığını beyan eder. Müstesna kılınan 5 zenginden her hangi birisine zekâtın helâl olması fakirlikten başka nedenlere dayanır. Şimdi bu beş zenginle ilgili gerekli bilgi vermeye geçelim:

l. Zekât âmilidir. Yâni Devlet başkanı veya yetkili kıldığı zât tarafından zekât toplamakla görevlendirilen memur. Zekât mallarının toplanması, korunması, hesabının tutulması, müstehaklarına dağıtılması gibi işlerde çalışan bütün görevliler bu kapsama girer. Her görevliye, münasip bir miktar verilirken onun zengin olması buna mâni değildir. Çünkü verilen hisse emek karşılığı bir nevi ücrettir.

Zekât âmiline verilecek miktar hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir.

a. £ b û Hani'fe ve arkadaşlarına göre, devlet yetkilisi, zekât âmiline, yetecek bir miktar verir. Çünkü ona verilen meblâğ zekâta müstehakhk yolu ile değil, emek karşılığı verilir. Nitekim bu memur zengin bile olsa, toplanan zekâttan kendisine bir miktar verilmesi icmâ ile sabittir. Tabii memurun topladığı zekâtın tümü şayet az olup onun için yetecek miktarı ödendikten sonra bir şey art-mıyacak olursa, toplanan zekâtın azami yansı ona verilebilir. Fazlası verilmez.

b. Ş â f i î' ye göre toplanan zekâtın sekizde biri zekât memuruna verilir. Çünkü zekâta mûstehaklarının sekiz sınıf olduğu ve zekât âmilinin bunlardan birisi olduğu âyetle sabittir.

Fakat bu görüşe şöyle itiraz edilmiştir: Sözü edilen âyette zekâtın müstehakları beyan buyurulmuştur. Fakat bunlara nasıl taksim edileceği belirtilmemiştir.

c. M â 1 i k' e göre memurun emeğinin karşılığı toplanan zekâtın tümünü de tutsa yine tam olarak verilir.

2. Allah yolundaki mücâhiddir. Yâni İslâmiyet'in yükselmesi için savaşan gaziler, zengin bile olsalar onlara zekâttan hisse verilir. M â -1 i k ' in görüşü budur.

Ebü Hanife ve arkadaşlarına göre M ü c â h i d fakir olmadığı takdirde ona zekâttan pay verilmez. Çünkü M u â z (Ra-dıyallâhü anhl'ın Y e m e n ' e vali olarak gönderildiğine dâir ma-

lûm hadîsin zekâtla ilgili bölümünde : *ve fakirlc-rine iade edilir.» buyurmuştur.[116] ikinci delil: «Zekât hiç bir zengine helâl değildir.» hadisidir.[117]

Hanefi âlimlerine göre izaha çalıştığımız hadis mukim iken zengin olup cihâda çıkacağı zaman silâh, binek gibi savaş araç ve gereçlerine ihtiyaç duyan mücâhidler mânâsına yorumlanır.

Şafii, Ahmed ve İshak'a göre mücâhid bir maddî menfaat gözetmeksizin cihâda katıldığı zaman zengin bile olsa ona zekâttan hisse verilir.

Mâlik ve son gruptaki âlimlerin Hanefi âlimlere yu-kardaki görüşleri dolayısıyla verdikleri cevap şudur: Hiç bir zengine zekâtın helâl olmadığına dâir hadis M u â z (Radıyallâhü anh)'ın hadisi ve benzeri hadîsler umumîdir. Bu bâbtaki hadîsler onların umumiliğini husûsileştirir. Çünkü bu hadîs beş sınıf insan zengin bile olsa zekât almalarının helâl olduğunu açıkça bildirir. Şu halde bu beş sınıf insan umumî olan diğer hadîslerden müstesnadır.

3. Zekât malını kendi malıyla satın alan kişidir. Yâni kendilerine başkaları tarafından zekât verilmiş oian müstehakların elindeki zekât malını para veya başka mal ile satın alan bir zengin satın almış olduğu bu zekât malını kullanabilir. Ona helâldir. Kişinin zekât olarak fakirlere vermiş olduğu malının zekâtını sonradan satın alması meselesine gelince; bu husus ihtilaflıdır. Cumhur'a göre mekruhtur.

Ahmed, el-Hasan, Katâde, el-Bâci' ve Mâliki' lerden bir cemâat, kişinin vermiş olduğu kendi zekâtını veya başka tür sadakasını satın almasının haramlığına hükmetmişlerdir.

Keffâret, adak ve başka nevî sadaka ve bağışlar zekât hükmündedir. Yâni kişinin yaptığı bu gibi hayır para ve mallarını sonradan fakirden normal bedeli mukabilinde bile olsa satın alması Cumhur'a göre mekruhtur. Yukarıda anılan âlimlere göre haramdır. Bu hayırlar başka şahıslar tarafından yapılmış ise her hangi bir kimse bunları fakirlerden satın alabilir. Bunda ihtilâf yoktur.

Hibe ve benzerî mülk edinme yollan satın alma hükmündedir. Satın almaya âit yukardaki tafsilât bu gibi akidler için de mevcuttur. Zekât malına mirasçı olmak ise bu hususta hiç bir sakınca yoktur. Çünkü bu mal mirasçının irâdesi dışında kendiliğinden onun mülkiyetine geçmiştir. Bunu bir misal ile açıklamak meselenin iyice anlaşılmasına yardımcı olur: Meselâ : Fakir bir kimse zekât almıştır. Bu zekât malı henüz harcamamış iken fakir ölüp zengin mirasçıları bırakırsa o zekât malı zengin olan mirasçılarına helâldir, t b n - i Abdi'1-Berr: İbn-i Ömer ve el-Hasan bin Yah-y â müstesna bütün âlimler murisin bıraktığı zekât malanın zengin mirasçılarına helâl olduğuna hükmetmişler, demiştir.

4. Fakirin aldığı zekât malını hediye olarak sunduğu zengindir. Yâni bir fakir kabul etmiş olduğu zekâtı arzu ettiği başka bir zengine hediye edebilir. Zengin de fakirin hediye ettiği malı kabul edebilir. Bu ona helâldir. Fakat fakire zekât veren zengin verdiği zekâtı fakirden hediye olarak geri alamaz. Bu durum hadîsin şümûlüne girmez, böyle bir yola tevessül edenler yanlış ve haram bir iş yapmış olurlar ve Allah katında mes'uldürler.

5. Müslümanların arasını bulmak için meşru bir yolla giriştiği barıştırma nedeniyle borç altına giren borçludur. Böyle bir borçlu zengin bile olsa yüklendiği borcu kendi malından Ödemekle mükellef değildir. Bu borcu kapatacak miktarca zekât kabul edebilir. Hadiste kastedilen borçlu budur. Bir kavle göre hadisten kastedilen borçlu, borcu malından fazla olan kimsedir.

Kendisinin veya beslemekle mükellef olduğu aile fertlerinin geçimi için borçlanıp borcunu karşılayacak kadar malı olmayan borçlu bu hadiste kastedilmemiştir. Çünkü hadis, zengin olan borçlu hakkındadır. Bu adam ise zengin değil fakir sayılır ve fakirliği dolayısıyla zâten zekâta müstehaktır. [118]


Hadîsin Fıkıh Yönü


1. Hadîste anılan beş kişi hâriç farz olan sadaka hiç bir zengin için helâl değildir. Bu hususta icma vardır. Bir adam bu beş kişinin dışında kalan bir zengine zenginliğini bildiği halde zekât verirse verdiği zekât geçerli değildir. Bu hususta âlimler müttefiktir. Eğer onun fakir olduğuna, inanıp zekât verdikten sonra zengin olduğunu anlarsa Ebû Hanîfe, Muhammed, el-Hasan ve seçkin kavline göre A h m e d : Verilen zekât geçerlidir, demişlerdir. Ebû Yûsuf, Şafii Mâlik ve bir rivayette Ahmed: Geçeni delildir, mal sahibi tekrar zekât çıkarmakla mükelleftir, demişlerdir. Evvelce vermiş olduğu zekâtı zenginliğini gizleyen alıcıdan geri alması hususundaki tafsilât için Fıkıh kitaplarına müracaat etmek .ge rekir.

2. Hadis aralan açık olan müslümanların barıştırılmasını teşvik eder.

3. Müstehakların kabul etmiş oldukları zekât malını satmaları ve halkın bu mallan satın almaları caizdir. Çünkü fakirlerin kabulü ile bu malın vasfı değişmiş olup artık ona zekât denmez.

4. Fakir, kabul ettiği zekât malını zengin olan eşine, dostuna, konu komşusuna hediye edebilir. Ve bunlar zengin de olsalar fakirin bu Hediyesini kabul edebilirler. [119]


28- Sadaka Fazileti Babı


1842) Ebû Hüreyre (Radıyaltâhü ank)'f\en rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve S elle m) şöyle buyurdu, demiştir:

«Her hangi bir kimsenin bir hurma değerinde bile olsa helâl kazancından verdiği sadakayı — ki Allah helâl maldan verilen sadakadan başka hiç bir sadakayı kabul etmez— Rahman (olan Allah) be hemahal sağ eliyle alır. Sonra o sadaka dağdan daha büyük oluncaya kadar Rahmanın avucunda artar ve sizin biriniz erkek küheylan tayını veya devesinin yavrusunu titizlikle büyüttüğü gibi. Rahman o sadakayı sahibi için Önemle büyütür.»" [120]


İzahı


Buharı, Müslim, Nesai, Tirmizî ve İbn-i Huzeyme de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Hadisin bâzı kelimelerini açıklıyahm :

Tayyib: Helâl mânâsına kullanılmıştır. Arap dilinde lezzetli, hoş, temiz, iyi ve güzel mânâlarına da gelir.

Yemin: Sağ el demektir. Burada bu mânâ müraddır. Başka mânâları da vardır.

Keff: Avuç içi, el ayası dernektir. El mânâsına da kullanılır.

Feluvv: Sütten kesilmiş tay'a denir. Bu kelime Felve ve Filve de okunabilir. Tay memeden kesildiği zaman önemle bakılıp büyütül-meye muhtaçtır.

Fasile: Deve yavrusudur.

Hadisdeki: = -Rahman o sadakayı sağ eline alır ve; — «Rahmân'ın avcunda artar.» cümlelerinin manâları kastedilmemiştir. Çünkü Allah Teâlâ el, göz, kulak gibi organlardan nezih ve paktır. Kur'an-ı Kerim'de ve hadîslerde bulunan bü gibi kelimeler S e 1 e f i y e mezhebi âlimlerine göre Allah Teâlâ'nm sıfatlarıdır. Bunları yorumlamak keyfiyetini anlatmaya girişmek gereksizdir. Bunlara inanıyoruz, keyfiyetini bilmiyoruz, denilir.

Diğer Ehl-i Sünnet mezheblerine göre Allah hakkında vâcib olan bu kelimeler yoruma tâbidir. K a s t a 1 â n i' nin nakline göre H a 11 â b î : «Hadîste Allah sadakayı sağ eline alır» buyurulmuş-tur. Burada sağ el tâbirinin hikmeti örfte kıymetli eşyanın sağ el ile alınmasıdır, diyor.

N e v e v i' de Müslim'in şerhinde şöyle der : E 1 - M â z i r î : 'Allah Teâlâ için organların bulunmasının muhal olduğunu anlatmıştık. Bu ve benzerî hadîslerde Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu nevî ifâdeleri kullanmasının sebebi halkın alışkın olduğu ve kolayca anlayabildiği bir tarzda meramı ifâde etmektir. Bu ifâde sadakanın Allah katında makbul ve sevabının kat kat arttığını anlatmak içindir', demiştir.

Kadı I y â z da: 'Râzî olunan makbul ve değerli şeyler sağ elle alındığı için sadaka'nın Allah katında makbul olmasından istiare yolu ile ifâde edilmiştir. Bir kavle göre sağ ile alınması ifâdesi kabul ve rızâ anlamında kullanılmıştır. Bir başka kavle göre; Allah'ın elinden ve avcundan maksad; kendisine sadaka verilen fakirin el ve avcudur. Sadaka Allah rızâsı için fakirin eline verildiğinden bu tâbir kullanılmıştır.

Sadakanın dağdan büyük oluncaya kadar büyütülmesinden maksat; ecrinin büyütülmesi ve sevabının kat kat arttırılmasıdır. Böyle diyenler vardır. Bu ifâdenin, zahirine göre mânâlandırılması caizdir. Yâni verilen sadaka bir hurma kadar küçük bile olsa Allah Teâlâ o küçük sadakayı bereketlendirir, büyütür, faziletini arttırır, tâ ki âhiret günü terazide büyük bir ağırlık versin, demiştir.



1843) Adiyy bin Hatim (-i Tâî)[121] (RadıyaUâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kıyamet günü Rabbi kendisi ile konuşmıyacak (sorguya çekil-miyecek) hiç biriniz yoktur. Rabbi ile kulu arasında hiç bir tercüman olmaksızın (Allah kulu ile konuşacaktır.) Bu durumda kul Önüne bakar. Karşısında Cehennem ateşi bulunur. Sağına bakar, önünden gönderdiği (ameli) nden başka bir şey göremez. Soluna bakar, gönderdiği (ameli)nden başka bir şey görmez. (Ashabım!) Artık tek bir hurmanın yarısı ile*olsun ateşten korumaya gücü yeteniniz (bunu) yapsın.» [122]


İzahı


Buharı ve Müslim de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Hadis sadaka vermeyi teşvik ederek, en küçük sadakanın bile küçüm-senmemesinin gerektiğini ve Cehennem ateşinden korunmaya vesüs olduğunu, her kulun sorguya çekileceğini, Cehennem ateşini göreceğini ve dünyada iken işlediği iyi veya kötü ameli ile beraber Hâkim-i mutlak olan Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkacağım bildirir.



1844) Selmân bin Âmrr[123] ed-Dabbî (RadıyaUâhü anh)'6er\ rivâyet edildiğine göre: Resûlullah (Sallaltahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurdu, demiştir :

«Fakire verilen sadaka bir sadakadır. Akrabalığı olan (muhtaç) a verilen sadaka iki (hayır)dır. Sadaka ve sıla(-ı rahim)dir.»" [124]


İzahı


Hâkim, Tirmizi, Nesaî, İbn-i Hibbân, İbn i Huzeyme ve Dârimi de bunu rivayet etmişlerdir. Hadis, akrabalara verilen sadakanın, yabancılara verilen sadakadan sevap bakımından üstün olduğuna delâlet eder. Çünkü hem sadaka sevabını, hem de yakınlarla iyi ilişki kurmak ve şefkat etmek anlamında olan sıla-ı rahim sevabını taşır.

Akrabalara verilen farz ve nafile sadakanın sevabının fazileti ve bu husustaki hükümler 24. bâbta geçen 1834 - 1835 nolu hadîsler bölümünde geçmiştir. [125]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/57

[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/58

[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/58-60

[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/60-61

[5] Al-i İmrân : 180

[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/61

[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/62-63

[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/63-64

[9] Bakara : 219

[10] Râvi Hâlid bin Eşlem tR.A.) Hz. Ömer iR.A.)'ın azadlısıdır. Abdullah bin Ömer (R.A.J'den rivayet etmiştir. Kendisinden de kardeşi Zeyd bin Eşlem (R.A ) ve Zührî (R.A.) rivayet etmişlerdir. Buhârî ve Müslim onun rivayetlerini almışlardır.

Hâlid'in babası Eşlem (R.A.) de Ömer (R.A.)'m azadlısıdır. Aynü't-Temr esir-lerlndendir. Ubeyy (R.A.) ve Ömer (R.A.)'den rivayet etmiştir. Kendisinden de oğlu Zeyd bin Eşlem (R.A.) rivayet etmiştir. H. 80 yılı 100 yaşını geçkin iken vefat etmiştir. (Hulâsa: 31,99)

[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/64-66

[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/66-68

[13] Fatıma bint-i Kays bin Hâlid el-Ekber bin Veheb bin Sû'lebe bin Vasile el-Fehriye sahabidir. 34 hadisi vardır. Buh&rl ile Müslim İki hadisini ittifakla rivayet etmişlerdir. Müslim ayrıca 3 hadisini rivayet etmiştir. Sünen sahipleri de onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Kavileri el-Esved bin Yezld ve Urve'dlr. îbn-i Abdll-Berr : O. ilk muhacirlerden idi, demiştir. (Hulasa: 494)

[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/68-69

[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/69

[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/70

[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/70-72

[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/72-74

[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/74

[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/75

[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/75-76

[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/77

[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/77-78

[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/78

[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/78-79

[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/79-80

[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/80-81

[28] Tuhfetül-Ahvezi'den alınan yukarıdaki izah esnasında verilen misaller be-ntm tarafımdan ilâve edilmiştir, Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/81-83

[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/83-84

[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/84-85

[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/85

[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/85-86

[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/86-88

[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/88

[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/89-90

[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/90

[37] Tevbe sûresi âyet : 103

[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/90-94

[39] Hal tercemesi 697. hadis Hflh«'¦ den rivayette bulunmuştur. Kendisinden de, îbiahim-i Nahai, Şıı'bî. Seleme bin Kttheyl. İbrahim bin Abdi'1-A'Ia ve bir cemaat rivayet etmiştir, tbn-i Muin ve el-İrli onu sıka saymışlardır. KütÜb-i Sitte sahipleri onun ıi ,'âyetlerini almışlardır. Hicretin 88 veya 83 yılı vefat ermiştir. (Kİ MmıhH : cild it. Sah. 175)

[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/106

[46] Zekâta tabi hayvanlarını birleştirenlerin yaptıkları bu birleşmenin Fıkıh'ta «Hıltü» sayılmasının bir takım şartları vardır. Fıkıh kitaplarına müracaat gerekir.

[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/106-110

[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/110

[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/110-111

[50] Hanefilem güre bunun erkeği verilebilir

[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/111-113

[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/113-114

[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/114

[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/114-116

[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/116-117

[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/117-120

[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/120

[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/120-121

[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/121-123

[60] Hulâsa : 191

[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/123-124

[62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/124-125

[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/125-126

[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/126-127

[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/127-128

[66] Şuayb'ın babası Muhammed'dir. Muhammed'in babası ise Abdullah bin Amr bin el-As'dır. Şuayb, Abdullah'ın ravisidlr.

[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/128-129

[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/129-133

[69] Dilimizde buna sel denir.

[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/133-135

[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/135-136

[72] Attâb ve tbn-i Ravâha (R.A.)'nm Hâl Tercemeleri

Attâb bin Esîd bin Ebi'1-İys bin Ümeyye bin Abd-i Şems Ebû Abdirrahman el-Emevİ el-Mekkî (R.A.), Peygamber (S.A.V.)'den rivayet etmiş, kendisinden de Atâ' bin Ebi Rabah, Said bin Ebî Akrab ve Saîd bin el-Müseyyeb rivayette bulun muşlardır. Peygamber (S.A.V.) Mekks'yi fethettiği yıl Huneyn savaşma çıktığında onu Mekke Valiliğine atamış ve Resûlullah (S.A.V.) vefat edinceye kadar O, bu görevi sürdürmüştür. Ebû Bekir (R.A.)'m hilâfeti süresince de bu görevi sürdürmüş, nihayet Ebû Bekir (R.A.)'ın vefat günü o da vefat etmiştir. Dört sünen sahipleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Menhel cild 9, sah. 230)

Abdullah bin Ravâha bin Su'Iebe bin Îmrî'il-Kays bin Amr el-Ensârî el-Mah-zumi Ebû Muhammed, ilk müslümanlardandır, Akabe görüşmelerinde bulunan zâtlardandır. Bedir ve ondan sonraki savaşlarda bulunmuş, Bedir zafer müjdesini Medine'ye götüren odur. Hsm câhiliyyet devrinde hem îslâm devrinde kadir ve kıymeti büyük olan bir şahsiyettir. Hicretin 8. yılı Mu'te savaşında şehit edilmiştir.

Peygamber (S.A.V.) Hayber fethini müteakip oradaki hurma bahçelerini yerli yahudilere Musâkat akdiyle verince mahsulü toplama zamanı yaklaştığında meyvenin miktarını tahminen tesbit etmek üzere O'nu gönderirdi. O da gider âdilâna takdir ederdi. (El-Menhel cild 9. sah. 214)

[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/137-138

[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/138-140

[75] Fetih sûresi âyet: 18

[76] El-Menhel cild 3, sah. 139

Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/140-142

[77] Hal tercemest 1500 nolu hadîs bahsinde geçmiştir.

[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/143

[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/143-145

[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/145-146

[81] Ebû Seyyare el-MÜtel (R.A.) sahabldir. İsmi Ümeyre'dir. Bu hadisi vardır. R&visi Süleyman bin Musa'dır. Fakat ona yetişmediği rivayeti mürseldir. (Hulâsa : 452)

[82] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/146-147

[83] Irak'ın bir rıtıh Hanefi âlimlerine göre 130 dirhemi örfidir. Bir dirhemi örfi 3,12 gramdır.

[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/147-149

[85] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/149-150

[86] Bir dirhem-i Örfi 3,12 gramdır.

[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/150-152

[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/152-154

[89] Hal tercemesi 466 nolu hadisin izahında geçmiştir.

[90] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/154-157

[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/157-158

[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/158-161

[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/161

[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/161-162

[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/163

[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/163

[97] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/164-165

[98] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/165

[99] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/165-166

[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/166-167

[101] Zeyneb bint-i AbdiUah veya bint-i Muâviye es-Sakafiye (R.A.) Abdullah bin Mes'ud (R.A.)'ın karışıdır. Buhâri ile Müslim Onun birer hadîsini münferiden ve bir hadisini ittifakla rivayet etmişlerdir. BaşKa hadislerini sünen sahipleri rivayet etmişlerdir. Râvileri Büsr bin Said ve kendi oğlu Ebü T/beyde'dir. (Hulâsa : 492)

[102] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/167-168

[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/168-171

[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/171-172

[105] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/172-173

[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/173-174

[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/174-175

[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/175-176

[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/176-177

[110] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/177

[111] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/178

[112] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/178

[113] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/178-179

[114] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/179-180

[115] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/181

[116] 1783 nolu hadistir.

[117] 1839 nolu hadistir.

[118] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/181-184

[119] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/184

[120] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/185

[121] Hâl tercemesi 1699 nolu hadis "bahsinde geçmiştir.

[122] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/185-187

[123] Hâl tercemesi 1699 nolu hadis "bahsinde geçmiştir.

[124] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/187-188

[125] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/188



© 2015 http://islamguzelahlaktir.blogspot.com/