SÜNEN-İ İBNİ MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHİ > DUA KİTABI

 

islam

help 2.30.34 34-Dua previous next

HADİS KİTAPLARI > SÜNEN-İ İBNİ MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHİ > 34-Dua
34- DUA KİTABI

1- Duâ Etmenin Fa2îleti Babı

2- Resülullah (Sallallahü Aleyhî Ve Sellem)'İn Duası Babı

3- Resûlullah (Sallallahü Aleyhî Ve Sellem)'İn Allah'a Sığındığı Şeyler (Hakkında Gelen Hadisler) Babı

4- Geniş Kapsamlı Dualar Babı

5- Afiv Ve Afiyet İçin Duâ Etmek Babı

6- Biriniz (Bîr Kimseye) Duâ Etmek İstediği Zaman Duaya Kendi Nefsinden Başlasın, Babı

7- Biriniz Acele Etmedikçe Duası Kabul Olunur, Babı

Duanın Kabul Olmasının Şartları

8- Adam "Allahım Dilersen "Bana Mağfiret Eyle" Diyemez, Babı

9- Allah'ın İsmi Azamı (En Büyük Adı), Babı

İsmi Azam Olduğu Rivayet Edilen İsimler, Cümleler

10- Allah (Azze Ve Cellevnin İsimleri. Babı

İbn-i Mâcehin Rivayetinde Bulunup da Tirmizînin Rivayetinde Bulunmayan Esmâ-i Hüsnâ

Tirmizî'nin Rivayetinde Bulunup da İbn-i Mâcehin Rivayetinde Bulunmayan Esmâ-i Hüsnâ

Esmâ-İ Hüsnâ'nın Özlü Mânâları:

11- Babanın Ve Mazlumun (Leh Ve Aleyhteki) Duaları Babı

12- Dua Etmekte Aşırı Gitmenin Yasakuğı Babı

13- Duada Elleri Havaya Kaldırmak Babı

14- Adamın Sabah Ve Akşam Okuyacağı Dua Babı

15- Kişinin Yatağına Gireceği Zaman Edeceği Duâ Babı

16- Kîşînîn Geceleyin Uyandığı Zaman Edeceği Duâ, Babı

17- Kerb (Üzüntü) Zamanında Okunacak Duâ Babı

18- Adamın Evinden Çıktığı Zaman Okuyacağı Duâ Babı

19- Adamın Evine Girdiği Zaman Edeceği Duâ Babı

20- Adamın Yolculuğa Çıktığı Zaman Edeceği Duâ Babı

21- Adamın Bulut Veya Yağmur Zaman Okuyacağı Duâ Babı

22- Adamın Başına Belâ Gelenleri Edeceği Duâ Babı







34- DUA KİTABI


1- Duâ Etmenin Fa2îleti Babı


3827) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saüdlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim Allah Sübhânehu'ya duâ etmez (O'ndan dilekte bulunmaz) ise Allah o kimseye gazab eder.»"[1]



İzahı


Bu hadîsi T i r m i z î de rivayet etmiştir. Oradaki hadis metni şöyledir: = «Kim Allah'tan dilekte bulunmazsa Allah şüphesiz o kimseye gazab eder.***

Tııhfe yazarı bu hadîsin izahında şöyle der: Çünkü Allah'tan dilekte bulunmamak, kibirlik ve bir nevi istiğna, yâni Allah'a muhtaç olmamak tavrının belirtisidir. Bu hâl ise kul için caiz değildir. Şâirin şu şiiri ne güzeldir:

"Allah, Zâtından dilemeyi bırakırsan gazab eder. Âdem oğlunu da kendisinden bir şey istendiği zaman hiddetlenir görürsün."

T ı y b i de şöyle demiştir: Allah'ın duâ etmeyen kula gazab etmesi sebebi şudur: Allah, kulunun Zât-i Bârisinden dilekte bulunmasını sever. Bu itibarla dilekte bulunmayı terkeden kuluna şüphesiz gazab eder.

Tuhfe yazarının beyânına göre N e v e v i de şöyle demiştir: Asırlar boyunca İslâm memleketlerinde yetişen müftiler, duâ etmenin müstehablığı hususunda ittifak etmişlerdir. Zâhidler ve marifet ehlinden, yâni tasavvufçulardan bir grup, Allah'a tam teslimiyette bulunmak üzere duâ etmeyi bırakmanın daha faziletli olduğu görüşünü benimsemiştir. Âlimlerden bir cemâat da: Bir mü'min, müslümanlar için duâ ederse güzel bir iş yapmış olur. Fakat sırf kendi şahsı için duâ ederse iyi olmaz, demiştir. Bir başka kavle göre duâ etmeyi gerektiren bir durum olduğu zaman duâ etmek müstehabtır. Aksi takdirde müstehab değildir. Duâ etmenin müstehablığına hükmeden fıkıh âlimlerinin delilleri, âyetlerin, hadislerin zahirleri ve peygamberlerden rivayet edilen haberlerdir.



3828) "... Nu'mân bin Beşîr (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz, ancak duâ ibâdettir,» buyurdu. Sonra;

= *ve Rabbiniz buyurdu ki: Siz bana duâ ediniz (benden isteyiniz) ki ben de size icabet edeyim (duanızı kabul edeyim). Bana duâ etmeye tenezzül etmeyen (kibirli)ler, şüphesiz alçalnuş olarak cehenneme gireceklerdir»[2] âyetini okudu."[3]



İzahı


Bu hadîsi; Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, tbn-i Hibbân, Hâkim ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.

Hadisin zahirine göre ibâdet ancak duâ etmekten ibarettir. Âlimler; ibâdetin duaya inhisar ettirilmesi duanın önemini belirtmek içindir. Yâni ibâdet ismine en liyakatli ve en hakiki kulluk görevi duadır. Çünkü Allah Teâlâ'ya, tazarru ve niyazda bulunan bir kul, bütünüyle Allah'a yönelir, başka varlıklardan tamamen yüz çevirir, bütün ümidini O'na bağlar, O'ndan başka hiç bir şeyden korkmaz, kulluk görevini ifâ eder. Allah'ın yüceliğini itiraf eder, verenin ve alanın O olduğunu dile getirir ve her şeyin O'nun kudret ve dilemesine bağlı bulunduğunu içtenlikle ve samimiyetle ifâde eder. Zâten yapılan bütün ibâdetlerin özü ve gerçek mâhiyeti de budur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu buyruktan sonra anılan âyeti okuması, duâ etmenin Allah tarafından emredildiğinı delîllendir-mek içindir. Şu halde duâ bir ilâhî emrin yerine getirilmesidir. Bu itibarla duâ etmek en azından müstehab bir ibâdettir. Âyette geçen "İbâdet" kelimesi bâzı âlimlerce duâ mânâsına yorumlanmıştır. Şu halde kibrinden ve gururundan dolayı duâ etmeye tenezzül etmeyen bir kimse cehenneme girmeye müstahaktır.



3829) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

* (Zikirlerden ve sözlü ibâdetlerden) hiç bir şey Allah Sübhânehu katında duadan daha faziletli değildir.»"[4]



İzahı


Bu hadîsi Tirmizî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Buharı de el-Edebü'1-Müfred'de rivayet etmiştir. Hâkim ve îbn-i Hibbân bu hadîsin sahih olduğunu söylemişlerdir.

Sindi: Bu hadisten maksad, duanın diğer sözlü ibâdetlerden üstünlüğüdür. Bu itibarla duanın namaz ibâdetinden üstünlüğü anlamı çıkarılamaz. (Çünkü namaz sözlü ve fiilî ibâdettir). Hadîsten maksad şu olabilir: En çabuk kabul olunan ve en çok etkili olan zikir duadır. Hadisteki duadan maksad Allah yoluna davet olabilir. Bu takdirde hadîsin mânâsı şöyledir: Allah katında en üstün amel O'nun yoluna, hidâyete davet görevidir ki bu görevi peygamberler ve onların mirasçıları durumundaki âlimler ifâ ederler. Bu yorum şekli de ve sağlıklıdır, der.[5]



2- Resülullah (Sallallahü Aleyhî Ve Sellem)'İn Duası Babı


3830) "... îbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre ; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Settem) duasında meâlen şöyle derdi:

«Rabbim! Bana yardım et ve aleyhimde (düşmanıma) yardım etme. Yardımını benden esirgeme ve aleyhimde (düşmanımı) destekleme. Düşmanımı cezalandır, beni cezalandırma. Beni hayırlı işlere yönelt ve hayır yolunda ilerlemeyi bana kolaylaştır. Bana zulüm ve haksızlık edene karşı bana yardım et. Ey Rabbim! Beni sana çok şükreden, çok zikreden (anan), senden çok korkan, sana çok itaat eden, sana çok boyun eğip tevazu eden, sana çok yakarıp ağlayarak tevbe-kâr eyle. Ey Rabbim! Benim tevbemi kabul eyle, günahımı gider, duamı kabul et, kalbimi hidâyet üzerine dâim kıl, dilimi doğrulukla hakkı söylemekten ayırma, hüccetimi (yâni senin düşmanlarına karşı susturucu ve mağlûb edici delilimi) sabit kıl ve kalbimi fenalıktan arındır.»

Ebü'l-Hasan et-Tanafisî dedi ki: Ben, Vekî'e: Bu duayı vitir namazı kunutunda okuyabilir (miy)im? dedim O: Evet, dedi."



3831) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre:

(Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve SellemJ'in kızı) Fâtime (Ra-dıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına gelerek O'ndan bir hizmetçi istedi Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona t

•Yanımda sana verebileceğim (hizmetçi) yoktur,» buyurdu. Fâ-time de dönüp gitti. Bundan bir süre sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fâtûne'nin yanına giderek:

«Senin istediğin (bir hizmetçi mi) sana daha sevimlidir yoksa ondan daha hayırlı olan şey mi (daha sevimli) dir?» buyurdu. Ali (Ra-dıyallâhü anh), Fâtime*ye dedi ki -.

Söyle : Hayır. Bilâkis ondan daha hayırlı olan şey (bana daha sevimlidir) .Bunun üzerine Fâtime (Ali'nin dediğini) söyledi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Fâtime'ye şöyle buyurdu:

«De ki: A11 ahım! Ey yedi göğün Rabbi, Azametli Arş'ın Rabbi, bizim Rabbimiz ve her şeyin Rabbi, Ey Tevrat, İncil ve Kur*ân-ı Azim'i indiren (Allah)!

Evvel (varlığının başlangıcı olmayan, ezelî varlık) sensin, senden önce olan hiç bir şey yoktur. Âhir (varlığının sonu olmayan ebedi varlık) da sensin, senden sonra hiç bir şey yoktur. Zahir (varlığı delillerle apaçık olan) sensin, varlığı seninkinden daha aşikâr hiç bir şey yoktur. Bâtın (mâhiyeti idrâk edilemeyen, Zâtı insanlar için gizli olan) sensin, sen (in mâhiyetin) den daha gizli hiçbir şey yoktur. Borcumuzu öde (bizi borçlu bırakma) ve bizi fakirlikten (başkasına muhtaç olmaktan veya ihtirastan) kurtarıp (gönülce) zenginleştir.**'



3832) "... Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle duâ ederdi:

«AUahümme innî es'eluke'I-Hüdâ vet'tuka vel-İfâfe ve'1-ğinâ = AUahım! Ben senden hidâyet, takva, iffet ve (gönülce) zenginlik dilerim^"[6]



İzahı


Bu bâbm ilk hadîsi; Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Hibbân ve Hâkim

tarafından da rivayet edilmiştir. Bu hadisin baş kısmında Allah'tan inayet ve nusret isteniyor. Bu bölümün; cümleleri şöyle de terceme edilebilir: "Ey Rabbim! Beni zikrine, şükrüne ve güzel ibâdet etmeye muvaffak eyle ve beni sana itaat etmekten alıkoymak isteyen insanları ve cinlerden olan şeytanları bana gâlib kılma."

Bu bölümün;,1i- ^ y^^^-aîlj cümleleri de şöyle yorumlanabilir:

"Ey Rabbim! Beni kâfirlere gâlib eyle ve onları bana gâlib eyleme" veya "Ey Rabbim! Beni nefsime gâlib eyle. Çünkü en büyük düşmanım benim nefsimdir. Nefsimi bana gâlib eyleme.1'

Bu hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım: Şekkâr: Allah'a çokça şükreden, nimetlerin şükrünü İfa eden, demektir.

Zekkâr; Allah'a çokça zikreden, O'nu çok anan, demektir. Rehhâb: Allah'tan lâyıkı veçhiyle korkan, yasaklarından sakınan ve emirlerini yerine getiren, demektir.

Muhbit: Mütevâzi, alçak gönüllü ve korkan, demektir. Evvâh: Çok yakarışta, niyazda bulunan, bir kavle göre çokça ağlayan demektir.

Havbe ve Hûbe: Günah demektir.

Sahime: Kin, husûmet, çekememezlik gibi fena duygular demektir.

Hüccet: Dâvayı ispatlayıcı, karşı tarafı susturucu delil demektir.

Bu hadîs, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ettiği bir duâ şeklini bildirir. Gerek bu duâ ve gerekse diğer hadislerdeki dualar, O yüce Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bir an bile Allah'tan gafil olmadığını, üstün mertebelere kavuşturulduğuna rağmen buna paralel üstün takva ve korkudan ayrılmadığını ve dâima kulluk görevini ifa ettiğini gösterdiği gibi, biz müslümanlara da ışık tutmakta ve bu şekilde Rabbimize yakarışta bulunmamızı öğretip bizi eğitmektedir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z i de rivayet etmiştir.

Bu hadisteki duada yüce Allah'ın ezeli ve ebedî olduğu, yâni varlığının başlangıcının veya nihayetinin olmadığı ve varlığının sonsuz olduğu ifâde edilmekte, O'nun her varlığı gördüğü, fakat yaratıkların O'nun zâtını görmek kabiliyetini taşımadığı, O'nun bütün varlıkları yoktan varedip yetiştirdiği, yaşattığı ve mutlak hâkimiyeti ifâde edilmektedir.

Hadisin sonunda istenen zenginlikten maksad, dünya malını toplamak değil, kimseye el avuç açmaya muhtaç olmamak ve gönül zenginliğidir.

Abdullah (Radıyallâhü anh) 'in hadisini; Müslim ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste geçen İfâf'tan maksad mubah olmayan şeylerden uzak durmaktır. Ğınâ'dan maksad ise gönül zenginliği ve halkın servetinden müstağni olmak, kanaat sahibi olmaktır.



3833) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)Jden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle duâ ederdi, demiştir:

«Allahümme infa'nî bîmâ allemtenî ve allimnî mâ yenfaunî ve zidni ilmen ve'1 hamd û lillahi ala külli hâlin ve eüzû billahi min azâ-bi'n-Nâr = Allahım! Bana öğrettiğin ilimden beni yararlandır, men-faatleneceğim bilgileri bana ihsan eyle ve ilmimi artır. Hamd her hâl üzerine Allah'adır. Ben ateş azabından Allah'a sığınırım.»"[7]



İzahı


Bu hadîsi; Tirmizî, Nesâi ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. İlimden yararlanmak; onunla amel etmek ve bilginin gereğini yapmak yoluyla gerçekleşir. Yararlı ilim, dünya hayatı ve âhi-ret hayatı bakımından faydalı olan ilimdir. Hadîs, din hayatına gölge düşüren dünya ilmini taleb etmemenin gerekliliğine delâlet eder. Meselâ sihir ilmi de bir ilimdir. Fakat Kur'ân-ı Kerîm'de belirtildiği gibi sihir ilmi yararlı ilimlerden sayılmamıştır, bilâkis zararlı olduğu bildirilmiştir. Halbuki sihir ilmi bir takım maddî çıkarlara ve kişisel menfaatlara vâsıta olabilir. Şu halde yarardan maksad şahsi çıkar değildir. îlmin yararlarının ölçüsü İslâmiyet'tir.

Hadîste «Hamd her hâl üzerine Allah'adır* Duyurulmuştur. Yâni sıkıntı ve üzüntü hâlinde olsun, neş'e bolluk ve sevinç hâli olsun mü'min dâima Allah'a hamdetmelidir.



3834) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Allahümme sebbit kalbi alâ dinike = Allahım! Benim kalbimi dinin (olan islâmiyet) üzerinde sabit kıl» duasını çok söylerdi. Bunun üzerine bir (gün bir) adamı

Yâ Resûlallah! Sana imân ettiğimiz ve getirdiğin (Kur'ân ve islâmiyet) hakkında seni tasdik ettiğimiz halde bizim (âkibetimiz) için korkuyor (mu) sun? dedi. Bunun üzerine Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kalbler şüphesiz Rahman (olan Allah) (Azze ve Celle) 'nin parmaklarından iki parmak arasındadır, (dilediği şekilde) döndürür», buyurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsin senedinin sıhhat durumu Ye-asld er-Rakkaşİ'nin güvenilirliği durumuna bağlıdır. Bu râvi zayıftır.[8]



İzahı


Bu hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), ümmetine bir duâ şeklini öğretmek üzere mezkûr duayı çokça tekrarlamıştır. Şu halde bu duayı tekrarlaması ümmeti için duyduğu endişeden dolayıdır. Hadiste sözü geçen sahâbi bu durumu bildiği için müslüman-ların bu duayı bol bol tekrarlamasının arzulandığını sezmiş ve hadîste geçen konuşmayı yapmıştır. Sahâbî olan zât, Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Zât-i Nebevileri ile ilgili soruyu teeddüben sor-mayıp da ümmet ile ilgili soru sormuştur.

Kalbler Allah'ın iki parmağı arasındadır, dilediği şekilde döndürür mealindeki ifâdeden maksad; kalblerin dalâletten hidâyete ve hidâyetten dalâlete döndürülmesinin an mes'elesi hâlinde olduğunu ve bu nedenle hak ve hidâyet üzerinde sabit kalmak için her zaman Allah'a sığınmanın gerekliliğini ifâde etmektir.

Yüce Allah hakkında parmaklar tâbiri hususuna gelince; muhakkik âlimler bu konuda bir şey söylemeyip işi Allah'ın ilmine havale etmenin daha uygun olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Sünenimi-zin 195 -199 nolu hadîslerin izahı bölümünde bu nokta üzerinde durulmuştur. Oraya bakılmalıdır. Allah en iyi bilendir.



3835) "... Ebû Bekr-i Siddîk (Radtyallâkü anhyden rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye:

(Yâ Hesûlallah)! Bana namazım (in sonun) ela okuyacağım bir duayı Öğret, diye ricada bulunmuş. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (de) :

«Aüahümme innî zalemtü nefsi zulmen kesîren ve la yağfirÜ'z-zünûbe illâ ente feğfir li mağfireten min indike verhamnî. İnneke en-te'1-Ğafuru'r-Rahim = Allahim! Şüphesiz ben kendi nefsime çok zulüm ettim. Senden başka hiçbir kimse günahları bağışlayamaz. Bu itibarla katından (ikram olarak) bir mağfiretle beni bağışla ve bana merhamet eyle. Şüphesiz gafur (mağfiret edici) sensin, rahîm (merhamet edici) sensin,» duasını oku, buyurdu."[9]



İzahı


Bu hadisi; Buhâri, Müslim, Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.

Buhâri bu hadîsi "Selâm vermeden Önce (yâni namazın sonunda) ki Duâ" başlıklı bir bâbta rivayet etmiştir. Gerek Buhâ-r i' nin böyle yapması ve gerekse e 1 - K a r i' nin naklen beyânına göre bâzı ilim adamları: Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), namazın sonunda ve selâm vermeden önce okuyacağı bir duayı öğrenmek istemiş olup kendisine bu duayı okuması emredilmiştir.

îbn-i Dakikü'1-îyd ise şöyle demiştir: Bu hadîs, anılan duanın namaz içinde okunmasının emredilmesini gerektirir. Fakat namazın neresinde okunacağı belirtilmemiştir. Umarım ki en uygunu, ya secdede ya da son oturuşta, yâni son teşehhüdden sonra okunmasıdır. Çünkü bu iki yerde duâ edilmesi emrolunmuş, demiştir.

Kişinin kendi nefsine zulmetmesi, cezayı gerektiren veya mükâfat mikdarmı azaltan bir suç işlemekle olur. Bu hadis, insanların kusursuz olmasının zor olduğuna işarettir. Çünkü bu duâ Ebû Bekr-i Siddîk (Radıyallâhü anh) gibi bir şahsiyet için tavsiye buyurul-muştur.

Sindi, hadîsin «Senin katından bir mağfiret- ifâdesi ile ilgili olarak şöyle der: Allah'tan başka bir kimse tarafından bir mağfiretin verilmesi düşünülemiyeceğinden «Senin katından- kaydının ne faydası var? diye bir soru hatıra gelebilir. Buna cevaben şöyle denilir : Bu ifâdeden maksad yüce ve büyük bir mağfiretin ikram edilmesidir. Maksad şöyle de olabilir: Dilediğim mağfirete benim bir istihkak ve liyâkatim yoktur, bu sırf senin bir ikramın olacaktır.

Hadîs; anılan duanın namazın sonunda, selâmdan önce okunmasının müstahablığma delildir.



3836) "... Ebû Ümâme el-Bâhilî (Raâtyallâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir:

(Bir gün) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir bastona dayanmış olarak çıkıp yanımıza geldi. Biz de O'nu görünce ayağa kalktık. Bunun üzerine:

«Fâris halkının (İranlıların) ulularına karşı yaptıkları gibi yapmayın,» buyurdu. Biz:

Yâ Resûlallah! Bizim için Allah'a dua etmenizi diliyoruz, dedik. Oda:

«Aİlahım! Bize mağfiret eyle, bize merhamet et, bizden razı ol, (ibâdet ve duaları) bizden kabul eyle, bizi cennete dâhil et, bizi ateşten kurtar ve bizim için her durumumuzu islâh eyle,, diye duâ etti.

Ebû Ümâme demiştir ki: Bana öyle geliyor ki, bize daha fazla duâ buyurmasını iştiyakla arzuladık. Bunun için şöyle buyurdu:

«Dilekler işini sizin için top lam adı m mı» (yâni mutluluğunuz için gerekli tüm dilekleri içeren şümullü bir duâ ettim)?"[10]



İzahı


Bu hadisi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Ancak oradaki rivayette sahâbîlerin duâ talebine dâir cümle ile bundan sonraki kısmı yoktur.

Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bastona dayanmasının bir rahatsızlığından dolayı olduğu, el-Kari tarafından belirtilmiştir. Sahâbiler O'na hürmet etmek üzere ayağa kalkmışlar ve hadîste anılan cevâbı almışlardır.

Gelen bir kimseye hürmeten ayağa kalkmanın yasaklığı görüşünde olan âlimler bu hadisi de delil saymışlardır. Fakat Avnü'l-Mabûd yazarının bu hadîsin izahı bölümünde el-Fetih'ten naklen beyânına göre T a b e r i; bu hadîsin senedinin zayıf olduğunu, senedinde tanınmayan râvi bulunduğunu ve dolayısıyla delil sayılamayacağını söylemiştir.

T i r m i z i' nin "Bir erkek için diğer bir erkeğin ayağa kalkması" bâbmda rivayet ettiği hadîslerin izahı bölümünde Tuhfe yazarı bu konu hakkında geniş bilgi vermekte ve bu arada özetle şöyle demektedir:

Bir erkeğin bir erkeği görünce ayağa kalkması hükmü hususunda ilim ehli arasında ihtilâf olmuştur. Nevevi gibi bâzı âlimler bunun câizliğine hükmetmişler, M â 1 i k i 1 e r' den Şeyh Ebû A b d i I 1 a h bin el-Hâc gibi bir kısım ilim adanılan ise bunu yasaklamışlardır. Nevevi, el-Ezkâr isimli kitabında; îçeri giren adama hürmeten ayağa kalkmak hususunda bizim seçtiğimiz görüş şudur: îçeri giren adamın, ilim veya takva sahibi olmak ya da eşraftan, devlet yetkililerinden olmak gibi bir açık fazileti var ise, ona hürmet ve ikramda bulunmak niyetiyle ayağa kalkmak müsta-habtır. Fakat gösteriş veya büyütmek maksadıyla ayağa kalkmak caiz değildir. Selef ve halef ilim ehlinin uygulaması böyle devam ede-gelmiştir. Buna dâir hadisleri, eserleri, yâni sahâbilerin sözlerini, selef âlimlerinin söylediklerini ve uygulamalarını içeren ve buna karşı çıkanların delillerini, bu delillere verilen cevabları bir küçük ki-tabta topladım. Bu kitabı mütalâa edenlerin konu hakkındaki şüphelerinin gideceğini umarım, demiştir.

lbnü'1-Hac da Nevevi' nin söz konusu kitabım "el-Medhal" isimli kitabına alarak, Ne vevi'nin gösterdiği delillere cevab vermiş ve gelen bir erkeğe hürmeten ayağa kalkmanın caiz olmadığını savunmuştur.

Tuhfe yazarı daha sonra Nevevî1 nin gösterdiği delilleri ve tbnü'l-Hacc'm verdiği cevabları ayrıntılı olarak naklettikten sonra şöyle der;

Ben derim ki E n e s (Radıyallâhü anh)'ın mezkûr hadisi bir erkeğin gördüğü bir erkek için ayağa kalkmasının mekruhluğuna delalet eder. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadisi ise bunun câizliğine delâlet eder. lbnü'l-Hacc'ın bu hadîse verdiği cevab tatmin edici değildir. Bu iki hadîs arasında görülen ihtilâfı bertaraf etmek hususunda değişik görüş ve yorumlar yapılmıştır. Bu cümleden olarak şöyle denilmiştir: E n e s (Radıyallâhü anh)'m hadisi tenzihen mekruhluk içindir veya gelen erkeği ta'zim ve büyütmek maksadına yorumlanmıştır. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'mn hadîsi ise ikram ve iyilikte bulunmak maksadına yorumlanmıştır. Başka yorumlar da vardır.

Hasta bir erkeği binit hayvanından indirmek, yolculuktan gelen erkeği karşılamak, bir nimete kavuşan erkeği kutlamak veya gelen erkeğe yer vermek maksadıyla ayağa kalkmak ise âlimlerin ittifakı ile caizdir.

Ayni de Buhârî'nin şerhinde Ebü'l-Velid bi R ü ş d ' den şu nakli yapmıştır:

Ayağa kalkmak dört çeşittir. Birincisi yasak olandır ¦ Gelen adam, kibrinden dolayı ve orada bulunanlara usLuniuk. Utüıaiua^ı sebobivle ayağa kaiJcılmasını arzuluyorsa ayağa kalkmak yasaktır, lkıncı&ı mekruh ulandır. Gelen adanı kibirlenmiyor ve orada bulunanlar üstün Kik taslamıyor, hakar ona htırmeten ayağa kalkılma*] hâlinde kalbine kibir girmesinden endişe duyuluyor ve zâlimlere karşı gösterilen hâle benzeyiş var ise, bu takdirde ayağa kalkmak mekruhtur. Üçüncüsü caiz olandır: Gelen erkek, kimsenin ayağa kalkmasını istemez ve zâlimlere benzeyiş durumu da sözkonusu değildir. Böyle bir kimseye hürmet ve ikram mâhiyetinde olmak üzere ayağa kalkmak caizdir. Dördüncüsü mendub olandır: Yolculuktan gelen erkeğin gelişine sevinerek ayakta karşılamak veya bir nimete kavuşan kişiyi ayakta kutlamak ya da başına bir musibet gelen kişiyi ayakta karşılayıp tâziyette bulunmak maksadıyla ayağa kalkmak mendubtur.

El-Hâfız'ın el-Fetih'te beyân ettiğine göre G a z â 1 î de: Gelen adamı izam ve büyütmek maksadıyla ayağa kalkmak mekruhtur. Fakat gelen adama hürmet ve ikramda bulunmak maksadıyla ayağa kalkmak mekruh değildir, demiştir.

Tuhfe yazarı bir kısmını yukarıya aldığım nakilleri yaptıktan sonra bu son tafsilât güzeldir, demiştir.[11]



Hadîsten Çıkan Hükümler:


1. Gelen erkeği ayakta karşılamak mekruhtur. Buna dâir izah yukarda verildi.

2. Duasının makbul olduğu umulan zâtlardan dua taleb etmek müstahabtır. Kendisinden duâ taleb edilen zâtın bu talebe uyarak duâ etmesi mâstehabtır.

3. Duâ edilirken umûmi ve şümullü duâ edilmelidir.



3837) "... Ebû Hüreyre (Radtyaüâhü ank)'dcn rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sattattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle duâ ederdi:

«AUahım, (şu) dört şeyden sana sığınırım: (Sahibine meşru) menfaat sağlamayan ilimden, (Allah'tan) korkmayan - itaat etmeyen kalbten, doymayan (ihtiraslı) nefisten ve işitilmeyen (yâni kabul olmayan) duadan.-"[12]



İzahı


Bu hadîsi; Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Müslim bunun benzerini Zeyd bin Erkanı (Ra-dıyallâhü anh) 'den ve Tirmizi de bir benzerini Abdullah bin Amr bin el-As (Radıyallâhü anhümâ) 'den rivayet etmişlerdir.

Sahibine; dünya hayatı bakımından meşru yarar ve âhiret hayatı bakımından sevab kazandırmayan bir ilim, sahibi için azabtan başka bir şey değildir, özellikle dini ilimler edinip de bununla amel etmeyen, tutum ve davranışları ilmine ters düşen bir kimsenin âhl-rette şiddetli azaba müstahak olacağına dâir bir çok âyet ve hadis mevcutur. Allah cümlemizi korusun.

Allah'tan korkmayan, O'nun emirlerini dinlemeyen ve şer'î hükümlere boyun eğmeyen bir kalb, sahibini dalâlete ve türlü felâkete götürür.

Dünya malına düşkün, kanaattan yoksun, Allah'ın verdiği nzık nimetini az görüp rızâ göstermeyen ve doymak bilmeyen bir nefis de sahibine huzur vermez, bilâkis onu her türlü harama ve gayri meşru kazançlara sürükler.

Allah katında kabule şayan görülmeyen bir duâ işitilmez sayılmıştır. Bilindiği gibi Allah Teâlâ her şeyi işitir. Fakat kabul buyur-madığı bir duayı işitmemiş gibi sayar.[13]



3- Resûlullah (Sallallahü Aleyhî Ve Sellem)'İn Allah'a Sığındığı Şeyler (Hakkında Gelen Hadisler) Babı


3838) "... Âişe (Radtyattâhü anhâ)'âan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu cümlelerle dua ederdi:

«Allahım! Cehennem ateşinin fitnesinden, cehennem ateşinin azabından, kabir fitnesinden, kabir azabından, zenginlik fitnesinin şerrinden, fakirlik fitnesinin şerrinden ve Deccâl-i Mesih'in fitnesinin şerrinden sana sığınırım. Allahım! Günahlarımı kar ve dolu suyu ile yıka (yâni mağfiret çeşitleri ile beni pakla) ve beyaz elbiseyi kirden temizler gibi kalbimi hatâlardan arındır. Benimle hatâlarımın arasını da doğu ile batının arasım uzaklaştırdığın gibi uzak kıl. Allahım! TenbelUkten, bunaklık derecesinde yaşlılıktan, günahtan ve borçluluktan sana sığınırım.»"[14]



İzahı


Bu hadîsi; Buhâri, Müslim, Tirmizi ve Nesâl de rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen fitne kelimesinin asıl mânâsı sınav ve denemektir. Başka mânâlara da gelir. Burada bir kaç defa kullanılan bu kelime ile kasdedilen mânâyı aşağıda açıklayacağım:

Cehennem ateşinin fitnesinden maksad, cehennem ateşine sürükleyici tutum ve davranışlardır. Bununla, cehennemde görevli zebanilerin, cehenneme girenlere: Size uyarıcı peygamber gelmedi mi? şeklinde pişman ettirici sorusu kasdedilmiş olabilir.

Kabir fitnesinden maksad da orada meleklerin sorularına cevab verememek ve şaşkınlık içinde kalmaktır.

Zenginlik fitnesi; kibirlenmek, azmak, malı haram yolla kazanmak ve günah yollarda harcamak, servet ve zenginlik etiketi ile mağrur olmaktır.

Fakirlik fitnesi ise; zenginleri çekememek, mallarına göz dikmek, çeref ve haysiyet kırıcı zillete düşmek, Allah'ın verdiği rızka rızâ gös-termeyip şikâyetçi olmak gibi sonu felâket olan davranışlardır.

Tuhfe yazarının beyânına göre G a z â 1 î : Zenginlik fitnesi; mal toplama hırsına kapılmak, helâl haram demeden servet biriktirme gayretine düşmek, zekât gibi farz veya vâcib olan harcamalardan kaçınmak, malın hukukuna riâyet etmemektir. Fakirlik fitnesinden maksad da; yoksulluğa sabretmemek, kazanç temini için haram yollardan kaçınmamak, İslâmiyet ve mürüvvete yakışmayan bir takım zilletlere düşmek ve bu yüzden haram rızık peşine düşmektir, der.

Günahların kar ve dolu ile yıkanması, doğu ile batı arasındaki uzaklık gibi bir uzaklıkla günahların sahibinden uzaklaştırılması tâbirleri, mecazîdir. Maksad bütün hatâ ve günahların silinmesi ve sahibinin günahsız hâle gelmesidir.

D e c c â 1' a mesih lâkabının verilmesi sebebi değişik şekillerde açıklanmıştır: Bir kavle göre D e c c â 1' in bir gözü silik olduğu için, diğer bir kavle göre yüzünün bir tarafında göz ve kaş yeri olmayıp tamamen düz olduğundan dolayı ona bu unvan verilmiştir. Başka bir kavle göre D e c c â 1 yer yüzünün her tarafım tanya-cağı için ona mesih denilmiştir.

Me'sem: însanı günâha sokan şey, günah işlemeye sebeb olan şey ve günah mânâlarına gelir. Burada bu şekillerde yorumlanabilir.

Mağrem: Günâhlar ve masiyetler borçluluğu, kula mâli borç ile borçlu olmak mânâsına yorumlanabilir. Mâli borçtan maksad, haram işler uğrunda borçlanmak veya helâl işleri için kişinin ödeyemiyece-gi meblâğda borç altına girmesidir. Adamın Ödeyebileceği bir mikdar borç altına ihtiyacından dolayı girmesi bu hükmün dışında kalır. El-Cezerî, en-Nihâye'de bu durumu belirtmiştir.

Bu hadîste buyurulan duâ, müslümanların böyle duâ etmesini öğretmek veya onların anılan tehlikelerden ve serlerden korunması içindir. Çünkü peygamberler günâhlardan masum olup cennetin en yüce mertebeleri ile müjdelenmişlerdir.



3839) "... Âişe (Radtyallâkü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlul-Iah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) çöyle duâ ederdi:

* AUahım! İşlediğim (ve mağfirete muhtaç fiiller) in şerrinden ve işlemediğim (işlerden ilerde rızâna aykırı bir fiil işlemek) den sana[15]



İzahı


Bu hadisi; Müslim, Ebû Davûd ve Nesâİ de rivayet etmişlerdir.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu duâ ile ümmetine ışık tutarak böyle duâ etmelerini arzulamıştır.

İşlenmiş fiillerden maksad, ilâhi afv ve mağfirete muhtaç hatalı işler işlemektir. Henüz işlenmemiş fiillerden maksad da afv ve mağfirete muhtaç şeyleri bundan sonra işlememektir. Bunların şerrine mâruz kalmamak için de Allah'a sığınmanın gereği vurgulanmış oluyor.

Bu hadisteki duâ ümmet için öğretici olduğu gibi hüsrana uğrayanlardan başka hiçbir kimsenin Allah'ın azabından kendi nefsini emin bilmemesinin gerekliliğini belirtir. Bir kavle göre bu duadan maksad başkalarının işlediği günahların şerrinin O'na dokunmasından Allah'a sığınmaktır. Çünkü yaşla kuru bir arada yandığı gibi, bâzan ilâhî azab geldiğinde zâlimler yanında masum insanlar da o azabtan etkilenir.



3840) "... tbn-i Abbâs (RadtyaUâhü anAttmdJ'dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kur'ân'dan olan sûreyi öğrettiği gibi bize bu duayı da öğretirdi:

«Allahımt Cehennem azabından, şüphesiz sana sığınırım. Kabir azabından da cidden sana sığınırım ve Deccâl-i Mesih'in fitnesinden de gerçekten sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden de sana sığınırım,»"[16]



İzahı


Bu hadîs; Müslim, Tirmizi, Ebû D ft v û d ve N e s â î tarafından da rivayet edilmiştir. Zevâid yazarı bu hadisi Zevâid nevinden saymış ise de bunun sebebini anlamak mümkün değildir. Bunun bir zühul eseri olması muhtemeldir.

Avnü'I-Mabûd yazan bu hadîsin izahı bölümünde: Nevevl demiştir ki, Tavus bu duanın namazda okunmasının vâcibüği-ne hükmederek bu duayı namazda okumayan oğluna namazı iade etmesini, yâni yeniden kılmasını emretmiştir. Fakat cumhur bu duanın namazda okunmasının müstahablığına hükmetmiştir. Bu hadîsi; Müslim, Tirmizi ve Nesâî de rivayet etmişlerdir, der.

Tuhfe yazarı da T i r m i z î' nin rivayet ettiği bu hadisin izahı bölümünde: Hayat fitnesi, insanın hayatı boyunca karşılaştığı şehvetler imtihanı, cahillikler sınavı, dünya malı ve servetinin imtihanı, en tehlikeli olanı da Allah korusun ölüm döşeğindeki imansız gitme tehlikesi ile ilgili imtihandır. Ölüm fitnesi ise kabirde meleklerin sorularım cevablıyamamak ve şaşkınlığa uğramak sınavıdır. Ölüm fitnesinden maksad ölüm döşeğindeki fitne olabilir. Bu takdirde hayat fitnesi, Ölüm döşeğine girinceye kadar ömür boyunca karşüaşüan diğer imtihanlardır.



3841) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i bir gece yatağında bulamadım. Bunun üzerine Onu aradım ve elim Onun ayağının alt kısmma değdi. O secde hâlinde idi, her iki ayağı dikilmiş vaziyette idi ve şöyle duâ ediyordu:

«Aliahım! Ben senin hoşnutsuzluğundan rızâna ve azabından

afvine sığınırım. Sen (in tâzibırOden sana sığınırım. Sana (lâyıkı veçhiyle) hamd - sena etmeye takatim yetmez. Sen zâtını övdüğün yüce vasıflara, üstün kemâlâta sâhibsin.»"[17]



İzahı


Bu hadîsi Müslim ve T i r mi z i de rivayet etmişlerdir. Hadîsteki mescidden maksad secde hâli ve evin içinde namaz kılmaya ayrılan köşe demektir. Bu hadîsin bir benzeri 1179 numarada geçti. Oraya bakılabilir.

N e v e v i bu hadîsin izahı bölümünde özetle şu bilgiyi verir: Bu hadîs, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna dâir E h I - i Sünnet mezhebinin görüşünü te'yid eder. Çünkü Sahat, yâni hoşnutsuzluk ve Ukubet, yâni cezalandırmak burada Allah'a izafe edilmiştir. Bu iki kavram bilindiği gibi hayır değil, şer saydır.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın "Benim elim O'nun ayağının alt kısmına dokundu" sözü kadının erkeğe dokunması ile abdestin bozul-madığı görüşünde olan âlimler için bir delîl sayılmıştır. E b û Ha-n İ f e (Rahimehullah) ve diğer bâzı âlimlerin görüşleri böyledir. Fakat Mâlik, Şafii, Ahmed (Rahimehümüllah) ve âlimlerin ekserisine göre kadının çıplak teninin erkeğin çıplak tenine değmesi abdesti bozar. Bu guruptaki ilim adamları bu hadîse şöyle cevab vermişlerdir:  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın eli ile Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ayağı arasında bir örtü vardı. Yâni iki tarafın çıplak tenleri birbirine değmemiştir.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın: "Onun her İki ayağı dikilmiş vaziyette idi" sözü secdede ayakları dikmenin meşruluğuna delildir.

Hadis, anılan duanın secdede okunmasının müstehablığına delildir. Bu duanın vitir namazından sonra okunmasının müstehablıgı da 1170. hadisin izahı bölümünde anlatılmıştır.



3842) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:

(Gönülce) fakirlikten, (iyi amelce) azlıktan, zilletten, zulüm etmekten ve zulme uğramaktan Allah'a sağınınız,»"[18]



İzahı


Bu hadisi; Ebû Dâvûd ile Nesâİ de rivayet etmişlerdir. Hadîsteki fakirlikten maksad gönül fakirliği ve dünya malını toplama ihtirasıdır. Fakirlikten maksad, sahibini nankörlüğe ve Allah'ın sayısız nimetlerini inkâra, görmeye veya küçümsemeye sürükleyen yoksulluk olabilir.

Hadîsteki azlıktan maksad ise; mal ve servet azlığı değil, iyi amel ve hayırlı işler azlığıdır.

Zilletten maksad, halkın nazarında hakir görülüp alay mevzuu olmaktır. Zilletten maksad günahlara dalmaktan dolayı meydana gelen zillet veya zenginlere boyun eğmek zilleti olabilir.



3843) "... Câbir (Radtyallâhü anh)}den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Allah'tan yararh ilim dileyiniz ve (sahibine) yarar sağlamayacak ilimden Allah'a sığınınız.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvilerl güvenilir zâtlardır. Rftvi Üsâzne bin Zeyd, el-LeysI el-Müzent olan Üsâme'dir. Müslim bu rflvinin hadislerini rivayet etmiştir.



3844) "... Ömer (bin el-Hattâb) (Radtyallâhü a»A)'den; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) korkaklıktan, cimrilikten, ömrün en rezil dönemi (olan yaşlılığın bunaklık derecesi) n-den ve kalb fitnesinden Allah'a »ğminh.

(Râvi) Veki demiştir ki: Kalb fitnesi ile bir günah işleyip de ondan dolayı Allah'tan mağfiret dilemeden ittejı "ir hâlini kasdet-miştüV[19]



İzahı


C a b i r (Radıyallâhü anh) 'in hadisi Zevâid nevinden olup Allah'tan yararlı ilim dilemeyi ve yararsız ilimden Allah'a sığınmayı emreder. Bu konu 3833 ve 3837. hadislerde geçtiği için tekrarlamaya gerek görmüyorum.

Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Ebû D â v û d ve Kesil de rivayet etmişlerdir.

Cübn ve Cübün, korkaklık demektir. Korkaklık, Allah yolunda cihad etmeyi, hakkı ve doğruyu söylemeyi, dinen yasak olan kötülüklerle mücadele etmeyi gölgeler ve bir çok dînî vecibelerin ifâsına engel olabilir.

"Buhl ve Buhul ise cimrilik demektir. Cimn bir kimse kendisine düşen zekât, fitre ve kurban gibi dini vecibeleri İfâda kusur işleyebileceği gibi nafile sadaka sayılan bir çok sosyal hizmetlerden de geri kalır.

Fitnetü's-Sadr, yâni kalb fitnesi hadîsin râvisi Veki tarafından açıklanmıştır. Buna göre tevbe etmeden ölmektir. Avnfil-Ma-bûd yazarının beyânına göre İbnü'l-Cevzi de böyle yorumlamıştır. El-Eşrefi ise: Kalb fitnesi kalbin bozulması ve mânevi açıdan ölmesidir, demiştir. Başka bir kavle göre kalb fitnesi; kalbi kaplayan hased, kin, husûmet, bozuk akide, fena duygular gibi hastalıklardır.[20]



4- Geniş Kapsamlı Dualar Babı


3845) "... Tank (bin Eşyem) (Radtyallâhü on* J'den rivayet edildiğine göre bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek:

Yâ ResûlaUah! Ben Rabbim'den dilekte bulunmak İstediğim zaman nasıl söyliyeyim, dediğinde Tank, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (adama) şöyle buyurduğuna şâhid olmuştur:

«Be ki t Allahım! Beni bağışla, bana rahmet et, beni (dünya ve ahiret fitne ve belalarından) âfiyette-selamette kıl ve beni (helâhn-dan) naldandır.»

Ve Resûl-i Ekrem baş parmak hâriç (mübarek elinin) dört parmağını birleştirerek (adama):

«Şüphesiz şunlar (yâni şu dört cümle) senin için dînini ve dünyanı toplar (yâni iki hayatın mutluluğunu içerir),- buyurdu.*'



3846) "... Ai$e (Radtyallâkü enhâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resü-îullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine şu duayı öğretmiştir:

«Ailahım! Şüphesiz ben senden hayrın her çeşidinden isterim, âcil olanı, âcil olmayanı, bilebildiğim hayrı ve bilemediğim hayn. Âcil olan ve âcil olmayan, bilebildiğim ve bilemediğim şerrin hepsinden sana sığınırım. A İlahım! Senin (sevgili) kulun ve Peygamber'inin senden istediği hayır (nevilerin) den şüphesiz senden ben de isterim ve senin (sevgili) kulun ve peygamber'inin sana sığındığı serlerden sana ben de sığınırım. A ilahı m! Şüphesiz ben senden cenneti ve (beni) cennet'e yaklaştırıcı söz ve amel (de muvaffak olmayı) isterim. Cehennem ateşinden ve (beni) ona yaklaştıran söz veya amelden de sana sığınırım. Benim İçin hükmettiğin her kaza (ve kader) hükmünü hayırlı kılmanı senden dilerim.*'

Not: Zev&İd'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi söz götürür. Seneddekİ Ününü Külsûm hakkında konuşanı görmedim. Bir gurup onu sah&bllerden saymışlar ise de buna itiraz vâriddir. çünkü bu hatun Ebû Bekir (R.A.Vın vefatından sonra doğmuştur. Senedin kalan rarileri güvenilir zâtlardır.



3847) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adama:

«Namazda (yâni oturduğunda) ne diyorsun?» diye sordu. Adam s Ben teşehhüdü (yâni et-Tahiyyâtü, Allahümme salli...) okuyorum. Sonra Allah'tan cennet diliyor ve cehennem'ateşinden O'na sığınıyorum. Ama, Vallahi ben ne senin ne okuduğunu, ne de Mûaz'ın ne okuduğunu bilmiyorum, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :

«Biz onun çevresinde (yâni senin okuduğun şeylere yakın) sözler söyleriz.» buyurdu."

Not: Zevâid'de bunun senedinin sahih ve ravilerüün güvenilir olduğu belirtilmiştir.[21]



İzahı


Bu babın ilk hadisi Müslim tarafından da rivayet edilmiştir. Diğer iki hadîs Zevâid neyindendir. Son hadis, 910 numarada da geçmiş olup gerekli izah orada verilmiştir. Burada tekrarlamaya gerek yoktur.[22]



Bu Hadîslerden Çıkan Hükümler:


1. Mü'min kişi, en makbul ve en geniş kapsamlı duaların neler olduğunu, Allah Teâlâ'ya nasıl duâ edilmesinin uygun olduğunu öğrenmek için yetenekli ilim ehline müracaat etmelidir.

2. Dinî ilimlerle mücehhez zâtlar aile ferdlerine ve çevrelerindeki müslümanlara; diğer dini sahalarda olduğu gibi, Allah'a duâ etmek konusunda da ışık tutmalı ve ders vermelidir.

3. Alimler çevrelerindeki insanların ibâdetlerinine şekilde İfa ettiklerini soruşturmak ve onlara bu konuda da yardımcı olmalıdır.

4. Namazın sonunda ve selâmdan önce duâ edilmelidir ve bu duada Allah'tan cennet dilenmeli, cehennem ateşinden O'na sığın-malı.[23]



5- Afiv Ve Afiyet İçin Duâ Etmek Babı


Bu babın hadislerinde geçen "Afiv", "Afiyet" ve "Muafât» kelimeleri hakkında özlü bilgi verip tercemede bu kelimeleri aynen kullanmayı uygun buldum.

Afivt Allah'ın, kulunun günahlarını silmesi ve bağışlamasıdır.

Afiyet i Her türlü hastalıktan, belâlardan ve hoşlanılmayan şeylerden selâmette olmaktır. Hoşlanılmayan şeyler ister dîn hayatı, ister dünya hayatı ile ilgili olsun. Kamus yazarı: Afiyet, Allah'ın kulundan hoşlanmadığı şeyleri defetmesi, uzak tutmasıdır. Mûâfat da aynı mânâyı ifâde eder. Bu iki kelime Âfâ-Yuafî fiilinden masdardır, demiştir.

Tuhfe yazarının beyânına göre el-Cezeri, en-Nihâye'de: Afiyet, senin hastalıklardan ve belâlardan sağ salim olmandır. Muâ-fât da Allah'ın seni halka, halkı da sana muhtaç etmemesi, seni halkın eziyetlerinden koruması ve halkı da senin eziyetlerinden korumasıdır. Bir kavle göre Muâfât, afıv kökünden alınmadır, kişinin halkı bağışlaması ve halkm onu bağışlamasıdır, diye bilgi vermiştir.

Hülâsa; Afiyet ve Muâfât, kişinin dîni ve dünyevi alanlarda, başka bir deyimle dünyada ve âhirette hoşlanmadığı fenalıklardan, belâlardan, hastalıklardan ve her türlü sıkıntılardan selâmette olması veya selâmette kılınmasıdır, denilebilir.

Bir Hâl Tereem«rt

İlk hadlıin rftvlii Tftnk bin E^yem el-Eşcal (R.A.) sahâbîdlr. 14 tana hadisi vardır. Müslim İki hadisini münferiden rivayet etmiştir. Diğer İki hadisi ayrıca; Tlrmİzİ, Neaal ve tbn-İ Maceh tarafından rivayet •dllmi^tlr. Rftvlsi ojlu Ebû Ma-Uk'dlr. (Hulasa, 178)



3848) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre bir adam Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellemye gelerek :

Yâ Resûlallah! Hangi duâ efdaldır (yâni en hayırlı duadır?) diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyh ive Sellem) (adama) :

«Rabbinden dünyada ve âhirette afıv ve afiyet dite,« buyurdu. Sonra adam (Ona) ikinci gün gelerek t

Yâ Resûlallah! Hangi duâ efdaldır? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Rabbinden dünyada ve âhirette afıv ve afiyet İste.* buyurdu. Sonra adam O'na üçüncü gün (tekrar) geldi ve ı

Yâ Nebiyyaüah! Hangi duâ efdaldır? dedi. Resûl-1 Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Rabbinden dünyada ve âhirette afiv ve afiyet dite. Saaa dünyada ve âhirette afiv ve afiyet verilince şüphesiz muradına ermiş olursun,, buyurdu."



3849) "... Evsat bin İsmâîl el-Becelî (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edince Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'm şu hadisi rivayetine kendisi şâhid olmuştur t

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki yü benim şu yerimde ayağa kalktı (Ebû Bekir böyle söyledikten sonra ağladı). Daha sonra (hadîs rivayetine devamla) dedi ki:

(Sözde ve işte) doğruluktan ayrılmayınız. Çünkü doğruluk şüphesiz hayır ile beraberdir (yâni sahibini iyi amellere yöneltir.. Doğruluk ve hayır (sahibi) de cennettedir. Yalancılıktan da sakınınız. Çünkü yalancılık şüphesiz şer İle beraberdir (yâni sahibini kötülüklere sürükler) ve yalancılıkla şer (sahibi) cehennemdedir. Allah*tan muâfât (yâni hoşlanılmayan şeylerden selâmet ve afiyette olmayı) dileyiniz. Çünkü hiç kimseye imandan sonra afiyetten daha hayırlı bir şey şüphesiz verilmemiştir. Biribirinize hased (çekememezlik) etmeyiniz. Biribirinize buğuz (düşmanlık) etmeyiniz. Biribirİnizle iyi İlişkileri kesmeyiniz. Biribirinizden yüz çevirip küsüşmeyiniz ve ey Allah'ın kulları, kardeşler olunuz."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisi Nesal, el-Yevm vel-Leyle adlı kitabında birkaç yoldan rivayet etmiştir. O yollardan bazısı şunlardır: Yahya bin Osman'dan, o da Ömer bin Abdulvâhid'den; ayrıca Mahmûd bin Hâlid'den, o da el-Velld'den rivayet etmişler ve bu iki râvi, yani Ömer ile Velld bunu Abdurrah-man bin Yezld'den, o da Cabir'den, o da Süleym bin Amir'den rivayette bulunmuşlardır.



3850) "... Aişe (Radtyallâkii onAâJ'dan rivayet edildiğine göre kendisi

Yâ Resûlallah! Kadir gecesine rastlarsam ne duâ edeceğimi bana bildir, diye talebte bulunmuş. Resûl-i Ekrem (de ona) şöyle buyurmuştur :

-A 11 ah im! Şüphesiz, sen afiv edicisin, afiv etmeyi seversin, beni afiv et, dersin.»"



3851) "... Ebû Hüreyre (Radtyattâkü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )şöyle buyurdu, demiştir:

«Kulun; "Allahım! Ben senden dünya ve âhirette afiyet dilerim" duâsmdan daha faziletli, edecek hiç bir duâ yoktur.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Ebü Hüreyre (R.A.)'ın bu hadîsine âit sened sahih olup râvüeri güvenilir zâtlardır. Râvi el-Al bin Ziyâd'ı, İbn-i Hib-bân, güvenilir zâtlar arasında anmıştır. Ben de bu râvi hakkında konuşan bir kimseyi görmedim. Senedin kalan râvileri meşhur oldukları için durumlarının sorulmasına gerek yoktur.[24]



İzahı


Bu babın ilk hadisi T i r m i z i tarafından da rivayet edilmiştir. En üstün ve en faziletli duanın hangisi olduğunu üç gün üstüste soran sahâbîye Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu hadiste anılan duayı tavsiye buyurması bunun ne kadar faziletli bir duâ olduğunu belirtir.

Zevâid nevinden olan ikinci hadîs de imân nimetinden sonra en büyük nimetin afiyet, yâni hastalıklardan, belâlardan, gerek dünya hayatında ve gerekse âhiret hayatında hoşlanılmayan şeylerden selâmette bulunmak olduğuna delâlet eder.

Âişe (Radıyallâhüanhâ)'nınhadîsini Tirmizi, Nesâİ, A h m e d ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Bu da kadir gecesi okunacak en makbul duanın Allah'tan afiv ve mağfiret dilemek olduğuna delâlet eder. Son hadîs ise notta belirtildiği gibi Zevâid nevinden olup sahih bir hadistir.

Allah cümlemize dünya ve âhiret afiyetini, mutluluğunu ihsan buyursun. Âmîn.[25]

6- Biriniz (Bîr Kimseye) Duâ Etmek İstediği Zaman Duaya Kendi Nefsinden Başlasın, Babı


3852) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre ; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle duâ etti, demiştir:

¦Allah bize ve Âd'ın kardeşine rahmet eylesin.»*'

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvilerf güvenilir zâtlardır.[26]



İzahı


Bu hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) önce kendi nefsi için daha sonra da Âd'ın kardeşi için rahmet duasında bulunmuştur. Sindi: Âd'm kardeşinden maksad H û d (Aleyhis-selâm)'dır, demiştir.

Müellif bu hadisi, kişi duâ etmek istediği zaman duaya kendi nefsinden başlamasının müstehabhğı için delil göstermiştir.

Tirmizi de "Duâ etmek isteyen kimse du&ya kendi nefsinden batfar" babında, Übey bin Ka'b (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen bir hadîs meâlen şöyledir: "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kimseden söz edip ona duâ etmek istediği zaman duaya kendi nefsinden başlardı.**

Tuhfe yazarının beyânına göre el-Hâfız, el-Fetih'te bu hadisten bahsederken Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bâzan bir kimseye duâ ederken kendi nefsi için duâ etmediğine dâir hadîsleri nakletmiştir. Tuhfe yazarının da dediği gibi H â f ı z' in naklettiği hadîslerden çıkan sonuç şudur ki, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bir kimseden söz edip onun için duâ etmek istediği zaman bâzan kendi nefsine duâ ettikten sonra o kimse için duâ ederdi. Bâzan da duaya kendi nefsinden başlamayıp doğrudan doğruya ilgili zât için duâ ederdi.[27]



7- Biriniz Acele Etmedikçe Duası Kabul Olunur, Babı


3853) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saüaüahü Aleyhi ve Sellem) :

«Herhangi biriniz acele etmedikçe duası kabul olunur.» buyar-

Dua eden kişi nasıl acele eder? Yâ Resûlallah, diye somluaca O t «Adam t Ben Allah'a duâ ettim de Allah benim duamı kabul etmedi, der.» diye cevab verdi."[28]



İzahı


Bu hadisi; Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Bu hadîs, duâ eden mü'minin böyle konuşmaktan sakınmasının gerekliliğine ve duâ etmeye devam etmesinin doğru yol olduğuna delâlet eder. Çünkü duâ eden kişinin: Ben defalarca dua ettim veya şu ve bu işler için duâ ettim. Fakat

Allah benim duamı kabul etmedi, gibi sözleri ya duasının kabulünün gecikmesinden bir nevî sızlanmadır veya ümidsizlik belirtisidir. Gerek sızlanma gerekse ümidsizlik fena şeylerdir. Mü'min kula yakışmaz. Duanın kabulü için Allah katında tâyin ve tesbit edilmiş belirli bir vakit vardır. Zamanı gelmedikçe gerçekleşmez. Nitekim rivayet edildiğine göre Mûsâ ve Hârûn (Aleyhime's-selâm)'ın F i r ' a v u n aleyhinde ettikleri dua ile duanın kabulü arasında geçen süre kırk yıldır. Şu halde duanın kabulünün gecikmesinden sızlanmak hatâdır ve duanın' kabul olunmamasına sebebiyet verir. İkincisi, yâni duanın kabul olunmasından ümitsizliğe düşmek ancak kâfirlerin işidir, mü'min bir kimse hiçbir zaman Allah'ın lütuf ve rahmetinden ümidini kesmez.

Duanın kabul olunması çok çeşitlidir. Şöyle ki: Bâzan istenen şeyin istenen zaman içinde gerçekleşmesiyle olur. Bazen istenen şeyin bir hikmete binâen bir süre sonra gerçekleşmesiyle olur. Bazen istenen şey yerine bir şerrin defedilmesi suretiyle kabul olunur. Bazen de sahibi için âhirette azık olmak üzere sevab defterine bir hayrat olarak geçirilir.[29]



Duanın Kabul Olmasının Şartları


Duanın kabul olmasının bâzı şartları vardır. Bu hadîste bu şartlardan ikisine işaret edilmiştir:

1. Duâ eden kişinin acele etmemesi,

2. Duanın kabul olmayacağı değil, kabul olacağı kanaatini beslemek.

3. Haram bir iş için duâ etmemek

4. Duayı kalb uyanıklığıyla ve gafletten uzak biçimde, mütevâ-zi bir halde etmek.

5. Yediğinin ve giydiğinin helâldan olması. Başka şartlar da vardır. Bu kadarla yetinelim.[30]



8- Adam "Allahım Dilersen "Bana Mağfiret Eyle" Diyemez, Babı


3854) "... Ebû Hüreyre (Radıyailâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sakın herhangi biriniz "Allahım! Dilersen bana mağfiret eyle" biçiminde duâ etmesin ve dileğinde kesin ifâde kullansın (yâni "Allahım bana mağfiret eyle" desin). Çünkü şüphesiz Allah'ı zorlayan (hiç bir kuvvet) yoktur.»"[31]



İzahı


Bu hadîsi; Buhâri, Müslim, Tirmizi, Ebû D â -v û d ve Mâlik de rivayet etmişlerdir.

Duâ ederken "Dilersen" kaydını koymak sakıncalıdır. Çünkü sanki Allah dilemezse bile herhangi bir kimseyi bağışlamaya zorlanabilir, gibi yanlış bir anlamaya yol açar. Halbuki Allah herşeyi iradesiyle, dilemesiyle yapar. Hiç bir şeye zorlanamaz, hiç bir kuvvet O'nu birşeye icbar edemez. Diğer taraftan bu kayıt duâ edeni müstağni gibi gösterir. Yâni istersen bu duayı kabul et, istersen kabul etme. Pek ihtiyacım yoktur, gibi sakat bir mânâ çıkabilir. Oysa bütün varlıklar O'na muhtaçtır.

Bu itibarla duâ eden kimse azimli ve kesin ifâde kullanmalıdır ve duasının Allah katında kabule şayan olduğu kanaatini beslemelidir.

Hadîsin zahirine göre bu kaydı kullanmak haramdır. 1 b n - i Abdi'1-Berr böyle hükmetmiştir. N e v e v i ise bu yasağın mekruhluk için olduğunu söylemiştir.[32]



9- Allah'ın İsmi Azamı (En Büyük Adı), Babı


3855) (... Esma bin.t-i Yezîd (Radıyailâhü anhâ)'da,n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

Allah'ın İsmi A'zam'ı, şu İki âyettedir =s «ye sizin ilâhınız

(zât ve sıfatlarında ortağı olmayan) tek ilâhtır. O'ndan başka İlâh yoktur. Rahman O'dur. Rahim O'dur." (Bakara, 163) (2) Âl-İ İmrân sûresinin başındaki âyet; = "Elif, Lam. Mim. Allah, O'ndan başka ilâh yoktur, ezelî ve ebedî diri olan O'dur, bütün varlıkları yönetip gözeten O'dur."[33]



İzahı


Bu hadîsi; Tirmjzî, Ebû Dâvûd ve A h m e d de rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarı bu hadisin izahı bölümünde şöyle der:

Bu hadiste Allah'ın Ism-i A'zam'mın; yâni en büyük isminin. Bakara sûresinin 163. ve Âl-i îmrân sûresinin 2. âyetlerinde olduğu bildirilmiştir. Bundan maksad bu iki âyette geçen Tevhîd kelimesi olan "Lâ ilahe illâllah"tır. Şu halde îsm-i A'zam, Tev-hid kelimesidir. Bir kavle göre bu âyetlerdeki İsm-i A'zam;

= "Errahmânü'r-BahînT ve = "El-Hay-yül-KayyûnV'dur.

El-Menhel yazan daha sonra "İsm-i A'zam'* hakkındaki görüşleri beyân eder. Bu görüşleri bu babın sonunda açıklamaya çalışacağım.



3856) "... El-Kâsım (bin Abdirrahman) (RadıyaLlâhü aniden; Şöyle demiştir:

Allah'ın o İsm-i A'zam'ı, ki onunla çağırıldığı zaman duayı kabul buyurur, (şu) üç sûrededir: Bakara, Âl-i İmrân ve Tâhâ.... El-Kâsım aracılığıyla Ebû Ümâme (Radiyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunun mislini buyurmuştur."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun ilk senedinin r&vUeri güvenilir zatlardır. Fakat bu hadis mevkuftur. Yani el-Kasım'ın sözü olarak rivayet edil-' mistir. Merfû olan yâni Peygamberi ulaşan ikinci senede gelince bu senedde Öay-lan isimli ravi bulunur. Ben bu râvi hakkında, ne yermek ne de tevsik yoluyla herhangi bir fe*mg<*nin söylenmiş bir sözüne rastlamadım. Senedin kalan ravUerl güvenilir zatlardır.[34] İzahı Zevâid nevinden olan bu hadisi Hâkim de merfu olarak rivayet etmiştir. El-Menhel yazarının beyânına göre e 1-K â s im şöyle demiştir: Ben anılan üç sûrede Allah'ın îsm-i A'zam'ım aramaya başladım. Bakara sûresinde Âyetü'l-Kürsî'nin başındaki; = "AUah, O'ndan başka ilâh yoktur, ezeli ve ebedî diri olan O'dur, bütün varlıkları yönetip gözeten O'dur" (Bakara, 255), Âl-i İmrân sûresinin başında; = "Elif, Lâm, Mim. Allah, O'ndan başka ilâh yoktur, ezeli ve ebedî diri olan O'dur, bütün varlıkları yönetip gözeten O'dur" ve Tâhâ sûresinde; = "Botta yüzler, ezeli ve ebedî diri olup tüm varlıkları yönetip gözeten (Allah) a boyun eğmiştir." (Tâhâ III) Nazm-i Celilleri buldum. Müfes-•irlerden Fahr-i Râzî de îsm-i A'zam'ın bu, yâni; = "El-Hayyû'1-Kayyûm" olduğu görüşünü seçmiştir. Çünkü bu iki isim, Rablık sıfatlarına delâlet eder ve başka isimleri bu sıfatlara delâlet etmez. Nevevl de ayni görüşü seçmiştir. Hulâsa bu hadise göre Allah'ın îsm-i A'zam'ı, "El-Hayyül-Kay-yûm" lâfızlarıdır. 3857) "... Büreyde (bin el-Husayb) (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adam (ki Ebû Mû-sâ el-Eş'arî'dir) m "Allahımt Ben senin zâtında, sıfatlarmda ve fiillerinde tek olup benzeri ve ortağı olmayan, her şeyden müstağni olup tüm varlıkların muhtaç olduğu, doğurmayan, doğurulmayan ve hiç bir şey O'na denk olmayan Allah olduğunu itiraf ederek senden (hayır) isterim" diye duâ ederken sesini işitti. Bunun üzerine Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «(Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki) Şüphesiz bu adam Allah'tan İsm-i A'zam'ı ile istedi, o İsm-i A'zam ki onunla Allah'tan (bir hayır) istenince verir ve onunla çağırıldığı zaman duayı kabul buyurur.»"[35] İzahı Bu hadisi; Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâî, A h -med, İbn-i Hibbân ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Allah'ın isimlerinden "El-Ahed": Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olup; eşi, benzeri ve ortağı olmajıan, demektir. "Es-Samed" ise : Her şeyden müstağni olup her şeyin muhtaç olduğu ezelî ve ebedî varlık, demektir. Tuhfe yazarının beyânına göre T ı y b î bu hadîsin izahında şöyle demiştir: Bu hadîs, Allah'ın bir İsm-i A'zam'ımn bulunduğuna, bu isimle anılarak duâ edildiği zaman kabul buyurduğuna ve bu ismin hadîste anılan cümlelerin içinde olduğuna delâlet eder. Buna benzer başka hadisler de vardır. Fakat o hadîslerdeki isimler burada bulunan isimlerden başkadır. Ancak "Allah" lafzı hepsinde mevcuttur. Bu itibarla îsm-i A'zam'ın Allah lâfzı olduğu anlaşılır. Suâl: Kulun: "Bana falan şeyi ver" demesidir. Allah da verir. Duâ ise: Kulun: "Yâ Rabbi" gibi bir sözle Allah'ı çağırmasıdır. Allah da kuluna icabet etmesidir. Bu itibarla suâl karşısında vermek ve duâ karşısında icabet kullanılır. Suâl ile duâ arasındaki fark budur, 3858) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamın: "Allahım! Ben, hamdin sana mahsus olup senden başka ilâh olmadığını, senin tek olup hiç bir ortağının bulunmadığını, senin bol nimet verdiğini, göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı olduğunu; azamet, hâkimiyet ve sonsuz ikram sahibi olduğunu kesinlikle itiraf ederek şüphesiz senden (hayır) dilerim" diye duâ ederken sesini işitti ve bunun üzerine şöyle buyurdu: -(And olsun ki) Şüphesiz bu adam, Allah'tan İsm-i A'zam'ı ile (hayır) istedi, o İsmi A'zam ki onunla Allah'tan (bir hayır) istenince verir ve onunla çağırıldığı zaman duayı kabul buyurur.»"[36] İzahı Bu hadîsin benzerini Ebû Dâvûd, Nesâi ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen "Mennân" bol nîmet veren anlamında olup Allah'ın isimler indendir. Mennân, verdiği nimetleri sayıp beyân buyuran mânâsına da gelir. Allah'ın verdiği nimetleri sayması övgüye lâyık bir sıfattır. Kulun uyanıp şükür etmesine vesile olur. Fakat insanın insana yaptığı iyiliği sayıp durması başa kakmak sayılır ve kötü bir davranıştır. Çünkü bütün iyiliklerin ve nimetlerin gerçek sahibi hiç bir zaman kul değil, Allah'tır. Kul ancak bir vâsıtadır, elçidir. Bedii Bir örneğe ihtiyaç duymayan yoktan var eden, yaratan demektir ve Allah'ın isimlerindendir. Celal t Azamet, hakimiyet ve heybet, demektir. Bu hadis de Allah'ın bir îsm-i A'zam'ının bulunduğuna, bu ismin hadiste anılan cümleler içinde olduğuna ve Allah'ın bu isimle anılarak dua ve dilekte bulunulduğu zaman o isteğin verileceğine ve duanın kabul buyurulacağma delalet eder. 3859) "... Aişe (Radtyallâhü unAâJ'dan; Şöyle demiştir: Ben, ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ini * AUahımî Ben senin pak, güzel, mübarek ve zatına en sevimli İsmin ile şüphesiz senden (hayır) dilerim, o ismin ki onunla ğın zaman icabet edersin, onunla senden (hayır) istendiği zaman verirsin, onunla senden rahmet taleb edildiği zaman rahmet eylersin ve sıkıntıdan kurtulmak için onunla senden yardım dilendiği zaman sıkıntıdan kurtarırsın» diye dua ederken sesini işittim. Aişe demiştir kt > Ve Resûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün t

«Yâ Aişe, Allah'ın hangi İsimle çağırıldığı zaman duayı kabul buyuracağını bana gösterip bildirdiğini bilir misin?» buyurdu. Aişe demiştir kli

Ben ı Yâ Resûlallah! Babam anam sana feda olsun O İsmi bana öğret dedim. O:

•Yâ Âişe O İsmin öğrenilmesi sana uygun değildir,» buyurdu. Aişe demiştir ki: Bunun üzerine ben uzaklaşıp bir saat oturdum. Sonra kalktım ve O'nun (mübarek) başını öptüm. Daha sonra t

Yâ Resûlallah! O ismi bana öğret, diye ricada bulundum. O t

«Yâ Âişe! O ismi sana öğretmem uygun değildir. Çünkü şüphesiz senin o isimle dünyalık bir şey istemen senin için uygun olmaz,» buyurdu. Âişe demiştir ki: Bunun üzerine ben de kalkıp abdest aldım ve iki rek'at namaz kıldıktan sonra:

Allahım! Şüphesiz ben seni Allah, diye çağırırım, er-Rahmân diye çağırırım, el-Berr, er-Rahîm, diye çağırırım ve seni bildiğim ve bilemediğim Esmâ-ı Husnâ'nın hepsiyle çağırırım ki beni mağfiret edesin ve bana rahmet edesin, diyerek duâ ve dilekte bulundum. Aişe demiştir ki ı Bunun üzerine ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) güldü. Sonra buyurdu ki t

«Şüphesiz o isim senin duada andığın isimler İçindedir.»**

Not: Zevflid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi hakkında konuşulur, İlah bin Ükeym'i, el-Hatfb güvenilir kabul ederek sahabiler arasında sayymı, eı-öauo g mıstar. Fakat Peygamber (S-A.V.)'den hadis dinlediği sağlıklı bir rivayetle sabit değildir. Ravi Ebû Şeybe'ye gelince; ben onu ne yeren ne de güvenilir sayan konseyi görmedim. Senedin kalan ravileii güvenilir «âtlardır.[37]



İzahı


Bu hadîs Zevâid nevindendir. Bu da Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm)'in bir duasını beyân etmekte, Allah'ın bir Ism-i A'zam'ın^n bulunduğuna ve o isimle Allah'a edilen dua ve dileklerin kabul olduğuna ve bu mübarek isim ile dünyanın zevk ve safası-na değil, ebedî mutluluğa yönelik dileklerde bulunmanın uygunluğuna delâlet eder.

Allah'ın îsm-i A'zam'ının hangi isim veya isimler ya da âyet olduğu hususunda vârid olan hadisler muvacehesinde âlimlerin değişik görüşleri olmuştur. EI-Hâfız bu konuda 14 görüş naklederek beyân etmiştir. Ben bu görüşlerin delillerini anlatmadan sadece bâzı görüşleri maddeler hâlinde yazmayı uygun buldum.[38]



İsmi Azam Olduğu Rivayet Edilen İsimler, Cümleler


1. Lafza-ı Celâl olan; -Al = "Allah" kelimesi.

2. Tevhîd kelimesi olan; il ^1 iİlV = "La ilahe illallah"

3. = "Er-Rahmân er-Rahîm"

4. = "Allah er-Rahman er-Rahîm"

5. = "EI-Hayy el-Kayyûm"

6. = "Allahu la ilahe illâ huv el-Hay-yti'l-Kayyûm"

7. = "u ilâhe İUâ h«v el-Hayyü'l-Kay-yûm"

8. = "Rabb"

9. "Allahu lâ ilâhe illâ huv el-Ahedü*s-Samed elfezi lem yelid ve lem yûled ve lem yekûn lehû küfüven ahed."

10. "El-Hannânü'1-Mennân Bediü's Semâvati ve'l-Ard zü'1-Celâli ve'I-ikram el-Hayyü'1-Kayyöm"

El-Menhel yazan yukardaki rivayetleri naklettikten sonra E b û Ca'fer et-Tabarî' nin şöyle söylediğini beyân eder :

îsm-i A'zam'ın belirlemesi hususunda eserler muhteliftir. Bence hepsi sahihtir. Çünkü hiç bir rivayette şu isim İsm-i A'zam'dır, bundan daha büyük bir isim yoktur, denilmemiştir. Şu halde rivâyet-lerdeki "A'zam" yâni en büyük sözcüğü "Azim" yâni büyük mânâsına yorumlanır.

Allah en iyi bilendir. Bence bir mü'minin îsm-i A'zam ile duâ etmiş sayılabilmesi için, bu rivayetlerin hepsinde mevcut isimleri ve cümleleri okuyarak Allah'a duâ ve dilekte bulunması gerekir. En ihtiyatlı olanı bence budur.[39]



10- Allah (Azze Ve Cellevnin İsimleri. Babı


3860) "... Ebû Hüreyre (Radtyattâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şüphesiz, Allah'ın doksan dokuz, (yâni) yüz eksi bir ismi vardır. Kim bu isimleri (tamamen) sayarsa cennete girer.»"[40]

İzahı


Bu hadîsi; Buhâri, Müslim, Tirmizi ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.

Bu hadîste Allah'ın doksan dokuz isminin olduğu bildirildikten sonra bu sayının te'kidi için «Yüz eksi bir" ifâdesi de kullanılmıştır ki bu rakamın yaklaşık olarak verilmediği veya çokluk anlamında kullanılmadığı iyice anlaşılsın.

Hadîs; Allah'ın doksan dokuz ismini sayanın cennete gireceğini müjdeler. Bu cümlede geçen "Ahsaha" fiili "Onları saydı" demek olup

"Ihsâ" masdarından türemedir. Burada "İhsâ" sözcüğü ile neyin kas-dedildiği hususunda H a t t â b i şu bilgiyi verir:

Allah'ın isimlerini İhsâ, yani saymak bir kaç şekilde olabilir:

1. Allah'ın doksan dokuz isminin tamamını saymaktır. Yâni kişi Allah'ı bu isimlerin hepsi ile çağırır, anar ve över. isimlerinin bir kısmını anmakla yetinmez. Mü'min kişi böyle yapmakla cennete girmeye liyakat kazanmış olur ve anılan müjdeye mazhar olur.

2. Allah'ın doksan dokuz isminin hakkını vermek, muktezasıy-la amel etmek, yâni isimlerin taşıdığı yüce anlamları düşünüp buna göre durum ve davranışlarını düzenlemektir. Meselâ Allah'ın Rezzak = Rızık verici olduğunu bilip düşünerek rızkı için endişeye kapılmamalı, bunu helâhndan talep etmeli, haram kazanca girişmemelidir. Diğer isimler de böyledir.

3. Allah'ın doksan dokuz ismini mânâlanyla beraber öğrenmek ve bellemektir.

Îbnü'l-Cevzl de yukardaju mânâları sıralamakta ve buna şu yorumu eklemektedir: Diğer bir mânâ Kur'ân-ı Kerim'i natmektir. Çünkü Allah'ın doksan dokuz ismi Kur'ân-ı Kerim ' de mevcuttur.

K u r t u b İ, de: Allah Teâlâ'dan umarım ki herhangi bir müs-lüman yukarda yazılı şekillerden her hangi birisiyle ve tam bir ih-lâsla Allah'ın doksan dokuz ismini anarsa yüce Allah o kimseye cenneti nasip eder, demiştir.

Muhakkik âlimler hadîsteki İhsâ. fiilini hıfzetmek, ezberlemek manâsına yorumlamışlardır. Bu duruma göre bu isimleri ezberleyen bir müslüman Allah'ın lütuf ve keremiyle cennete girecektir.

N e v e v I de yukardaki yorumlan naklettikten sonra; Bu* h â r İ ve diğer muhakkik âlimlerin görüşüne göre bundan maksadın Allah'ın doksan dokuz ismini ezberlemek olduğunu beyân eder ve aynı görüşte olduğunu söyler. Bu arada şunu da söyler:

Bu hadiste Allah'ın isimlerinin doksan dokuzdan fazla olmadığına dâir bir kayıt yoktur. Bu itibarla âliiriler: Bu hadisten maksad Allah'ın doksan dokuz ismini sayan müslüman cennete girmesi için Allah'ın vaadinin olduğunu bildirmektir. Hadisin mânâsı isimlerin doksan dokuzdan fazla olmadığını belirtmek değildir, demişler ve bu hususta ittifak halindedir. Bunun içindir ki başka bir hadiste;

-AUahım! Ben senin Zatına verdiğin veya yüce katında saklayıp da kimseye bildirmediğin bütün isimlerinle senden (hayır) isterim» buyurulmuştur.

Mâlikiler'den tbnü'l-Arabi de bâzı âlimlerin Allah'ın bin isminin bulunduğunu söylediklerini naklettikten sonra, bu sayının az olduğunu söylemiştir.

Müellifimizin rivayet ettiği  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın 3859. hadisi de  i ş e' nin Allah'ın bâzı isimlerini bilmediğine delâlet eder. Bundan sonra gelecek hadisin izahı bölümünde belirteceğim gibi e 1 - H â f ı z, el-Fetih'te Allah'ın doksan dokuz isminin Kur'ân'-da bulunduğunu ifâde eder. Bunlar dışında sahih hadislerle sabit olan isimler vardır. Bundan çıkan sonuç; A i ş e (Radıyallâhü anhâ) gerek Kur'ân'da ve gerekse sahih hadislerde buyurulan isimleri bildiği halde bâzı isimleri bilmediğini açıklamakla, Allah'ın isimlerinin doksan dokuzdan çok olduğunu belirtmiş sayılır, kanısındayım.



3861) "... Ebû Hüreyre (Radtyattâhü ankyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

Şüphesiz, Allah'ın doksan dokuz, (yâni) yüzden bir eksik ismi vardır. Allah, şüphesiz (zât ve sıfatlarında) tekdir (yâni ortağı, eşi ve benzeri yoktur), tek olan (yâni çift olmayan zikirleri, ibâdetler) i sever. Kim o doksan dokuz ismi hıfzedip ezberlerse, cennete girer. O isimler (şunlardır) :

Allah, el-Vâhid, es-Samed, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Hâhk, el-Bârf t el-Musavvir, el-Melik, el-Hakk, es-Selâm, el-Mü'min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-MÛtekebbir, er-Rahmân, er-Rahîm, el-Latîf, el-Habîr, es-Semî, el-Basir, el-Alîm, el-Azîm, el-Bârr, el-Mü-teâl, el-Celil, el-Cemîl, el-Hayy, el-Kayyûm, el Kadir, el-Kahir, el-Alî, el-Hakîm, el-Karîb, el-Mücîb, el-Ganî, el-Vahhâb, el-Vedûd, eş-Şekûr, el-Mâcid, el-Vâcid, el-Vali, er-Râşid, el-Afuvv, el-Ğafûr, el-Halîm, el-Kerim, et-Tevvâb, er-Babb, el-Mecîd, el-Veliyy, eş-Şehid, el-Mübîn, el-Bürhân, er-Reûf, er-Rahîm, el-Mübdi', el-Muîd, el-Bâis, el-Vâris, el-Kaviyy, eş-Şedîd, ed-Dârr, en-Nâfi\ el-Bâkî, el-Vâki, el-Hâfıd, er-Râfi1, el-Kabıd, el-Bâsit, el-Müizz, el Müzill, el-Muksıt, er-Rezzâk, Zü'1-Kuvve, el-Metin, el Kaim, ed-Dâim, el-Hâfız, el-Vekil, el-Fâtar, es-Sami', el-Mu'tî, el-Muhyi, el-Mümît, el-Mâni, el-Câmi\ el-Hâdî, el-Kâfî, el-Ebed, el Âlim, es-Sâdik, en-Nûr, el-Münir, et-Tâmm, el-Kadim, el-Vitr, el-

Ahed, es-Samed. Öyle Allah ki doğurmadı, doğurulmadı ve hiçbir kimse O'nun dengi olmadı.

Züheyr demiştir ki: Bana birçok ilim adamları tarafından ulas-tı&ırra göre Esma i Husnâ'nm evveline şu zikirle başlanır (yâni önce şu zikir okunur, ondan sonra Esmâ-ı Husna'nın okunmasına başlanır) :

"La İlahe illallahü vahdehû Iâ şerike lehu. Lehü'I-mülkü ve lehü'I-hamdu, biyedihi'l-hayru ve hüve alâ külli şey'in kadir. Lâ ilahe illallah. LehÜ'l-Esmâü'l-Husnâ = Allah'tan başka ilâh yoktur. O, (zât ve sıfatlarında) tektir, ortağı yoktur. Mülk (hâkimiyet - saltanat) O'nun-dur, hamd de O'nundur. Hayır ancak O'nun (kudret) elindedir ve O, her şeye kadirdir. Allah'tan başka İlâh yoktur. Esmâ-i Husnâ (= En güzel isimler) O'nadır."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: İbn-İ Mâceh ve Tİrnrizl'den başka, altı lm&mdan hiçbirisi Allah'ın Esmâ-i Husnâ'smı ne bu vecihle ne de başka türlü ta-dad etmemiştir (yâni sayarak rivayet etmemiştir). îbn-i Mâceh ile Tirmizl'nin say* dıklan isimlerin sırasında takdim ve tehir vardır. Bu konuya dâir senedlerin en sıhhatlisi Tirmlzl'ninkidir. îbn-i Mâceh'in senedi, râvi Abdülmelik bin Muham-roed'İn zayıflığı sebebiyle zayıf bir seneddir.[41]



İzahı


Notta belirtildiği gibi T i r m i z i de bu hadîsin benzerini rivayet etmiştir. Müellifimizin senedi ile T i r m i z i' nin senedi râvî e 1-A'r e c'de birleşir. Fakat müellifimizin rivayetinde bulunan bâzı isimler, T i r m i z i * ninkinde yok ve buna karşın T i r m i -z İ' nin rivayetinde bulunan bâzı isimler müellifimizin rivayetinde yoktur. Ayrıca müellifimizin rivayetinde "es-Samed" ve "er-Rahîm" isimleri mükerrerdir. Mükerrerlik durumu dikkate alınmazsa, isimlerin toplamı yüz eder. "Allah" Lafza-i Celâl'ı hesaplamazsak kalan isimlerin toplamı doksan dokuz olur. Veya aynı anlamı taşıyan "Kavi" ve "Zör-Kuvve" isimleri mükerrer sayılırsa Lafza-i Celâl dâhil toplam doksan dokuz olur.

Gerek müellifimizin rivayetinde gerekse Tirmizi1 nin rivayetinde beyân edilen Esmâ-i Hüsnâ' mn sayımı ile ilgili bölüm merfû mu, yoksa bâzı râviler tarafından hadîse dereedilmiş bir ilâve mi? Yâni E s m â - i Hüsnâ' nın bunlar olduğu, Resûl-i Ekrem tarafmdan mı buyurulmuş, yoksa râvilerden birisine âit bir söz müdür?

Bu noktada ihtilâf vardır. El-Hâfız, ei-Fetih'te bu konuya bir hayli geniş yer vermiştir. El-Hâfız bu arada şunu da söyler:

"E bu Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadîsine âit sened-lerin hiç birisinde Esmâ-i Hüsnâ sayılmamıştır. Yalnız Tirmizî'de el-Velîd bin Müslim1 in rivayetinde ve Ibn-i Mâceh'de Züheyr bin Muhammed'in Mûsâ bin Ukbe' den olan rivayetinde Esmâ-i Hüsnâ sayılmıştır. Bu iki rivayet e 1 - A ' r e c isimli râvide birleşir. Yâni bu iki rivayet e 1 - A' r e c vasıtasıyla Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'a ulaşır. Durum böyle olduğuna rağmen el-Velid bin Müslim'in rivayet ettiği metin ile Züheyr bin Muhammed'in rivayet ettiği metin, yâni T i r m i z i' deki metin ile İbn-i Mâceh' deki metin arasında E s m â - i Hüsnâ' nın sayımı bakımından ciddî farklılık, fazlahk ve eksiklik bulunur. Bu durum aşağıda belirtilecektir.

Hadîsin Esmâ-i Hüsnâ1 nm sayımına dâir bölümünün merfû mu, yoksa müdrec mi, yâni Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in buyruğu mu, yoksa bir râvinin ilâvesi mi olduğu hususunda ihtilâf vardır. Âlimlerin çoğuna göre merfudur. Bu güruhtaki âlimler bu hadisi delîl göstererek, Kur'ân-ı Kerîm'de isim olarak geçmeyen ve Allah hakkında kullanılan bir fiilden türeme isimlerin Allah hakkında kullanılmasının câizliğine hükmetmişlerdir. Çünkü Tir-mizî ve İbn-i Mâceh tarafmdan rivayet edilen bu hadisteki isimlerin çoğu böyledir. Bir kısım âlimler de isimlerin sayımı bölümünün râvilerden birisi tarafından ilâve edildiği görüşündedir. Çünkü rivayetlerin ekserisinde sayım yoktur.

Beyhaki: Esmâ-i Hüsnâ1 nm tâyin ve sayımının her iki rivayette de râvilerden birisinin ilâvesi olması muhtemeldir ve isimler hususunda iki rivayet arasında görülen ciddî ihtilâf bundan dolayı olabilir. Buhârî ve Müslim'in Esiriâ1 nın sayımına âit bölümü rivayet etmemeleri bu ihtimalden kaynaklanır, demiştir.

El-Hâfız daha sonra îbn-i Mâceh'in rivayetinde olmayıp da Tirmizi' nin rivayetinde bulunan isimleri ve bunun aksine T i r m i z î' nin rivayetinde bulunmayıp da İbn-i M&ceh'in rivayetinde bulunan, başka bir deyimle e 1 -V e -1 î d' in rivayetinde bulunup da Züheyr' inkinde olmayan ve bunun tersine e 1 - V e 1 i d' in rivayetinde bulunmayıp da 2 ü-h e y r' in rivayetinde bulunan isimleri tesbit edip saymaktadır.[42]



İbn-i Mâcehin Rivayetinde Bulunup da Tirmizînin Rivayetinde Bulunmayan Esmâ-i Hüsnâ


El-Bârr, el-Cemîl, el-Kahir, el-Karib, er-Râşid, er-Rabb, el-Mübîn, el-Bürhân, eş-Şedîd, el-Vâkî, Zü'1-Kuvve, el-Kaim, ed-Dâim, el-Hâfız, el-Fâtır, es-Sâmi, el-Mu'tî, el-Kâfî, el-Ebed, el-Âlim, es-Sâdık, el-Münîr, et-Tâmm, el-Kadîm, el-Vitr ve el-Ahed.[43]



Tirmizî'nin Rivayetinde Bulunup da İbn-i Mâcehin Rivayetinde Bulunmayan Esmâ-i Hüsnâ


El-Kuddûs, el-Ğaffâr, el-Kahhâr, el-Fettâh, el-Hakem, el-Adl, el-Kebîr, el-Hâfız, el-Mukit, el-Hasîb, er-Rakîb, el-Vâsi', el-Haniid, el-Muhsİ, el-Muktedir. el-Mukeddim, el-Müahhır, el-Berr, el-Müntakım, MaUkü*l-Mülk, Zü'l-CelâJ'i ve'1-lkrâm, el-Müğnî, el-Bedî', er-Reşîd ve es-Sabûr.

Ebü'l-Hasan el-Kabisi: Allah'ın isimleri ve sıfatları Tevkîfî'dir, yâni Kur'ân-ı Kerim, sabit hadîs veya icmâ ile tesbit edilir. Esmâ-i Hüsnâ'nın tesbit ve tâyini hususunda kıyâs yolunu işletmek mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerîmde Esmâ-i Hüsnâ sayısı hususunda bir hüküm yoktur. Sünnet, yâni sahih hadîste Esmâ-i Hüsnâ'nın doksan dokuz aded olduğu sabit olmuştur. Bâzı âlimler Kur'ân-ı Kerîmden doksan dokuz isim çıkarmışlardır. Bunun ne derece doğru olduğunu Allah bilir. Çünkü çıkarılan isimlerin bir kısmı Kur*ân-ı Kerîmde isim olarak geçmiyor da Allah hakkında kullanılan fiillerden alınmadır, demiştir.

El-Hâfız daha sonra bâzı ilim adamlarının Kur'ân-ı KerînV-den çıkardıkları doksan dokuz ismi bir bir saymıştır. Gerek bu isimler ve gerekse bu hadîs ile ilgili geniş bilgi almak isteyenler e 1 - H â -f ı z' m el-Fetih adlı kitabının II. cildinin 180 -104. sahifelerine müracaat edebilirler.

Şu noktayı da belirteyim: Ehl-i Sünnet mezhebine göre Esmâ-i Hüsnâ'nın tesbiti Tevkîfî'dir. Kitâb, Sünnet veya İcmâ Ue tesbitedilir. Mutezile ve el-Kerâmiyye mezheblerine göre Tevkifi değildir. Yâni bir sözcüğün mânâsının Allah hakkında sabit olduğu aklen bilindiği takdirde o sözcükten türeme isim Allah hakkında kullanılabilir.

Hadîsin baş kısmında "Allah tekdir, teki sever" buyurulmuştur. Allah'ın tek oluşundan maksad O'nun zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olup ortağı, benzeri ve eşinin yokluğudur. Allah'ın Vitr'i, teki sevmesinin mânâsı ise bir çok amel ve ibâdette tek rakamı çift rakama tercih buyurmasıdır. Bunun için günde S vakit namazı, farz, abdest organlarını üçer defa yıkamayı sünnet kılmış, K â b e-i Muazzama1 yi yedi defa tavaf etmeyi, Safa ile Merve arasında yedi defa sa'y etmeyi, cemrelere yedişer taş atmayı, Teşrik günlerinin üç gün olmasını, taharetlenmenin üç defa tekrarlanmasını emretmiştir. Bu misalleri çoğaltmak mümkündür.[44]



Esmâ-İ Hüsnâ'nın Özlü Mânâları:


Müellifin rivayetinde sayılan Esmâ-i Hüsnâ'mn anlamlarını kısaca vermekle yetineceğim.

1. Allah i Varlığı aklen gerekli olup, bütün kemâl ve olgunluk sıfatlarını taşıyan, her nevî eksiklikten pak olan ve varlığı başka varlığa muhtaç olmayan ezeli ve ebedî Zât-i Bâri'nin özel ismidir. Bu yüce isim târih boyunca Zât-i Bari den başka hiç bir varlığa verilmemiştir ve başka varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması da caiz değildir. Allah lâfzı, Zât-i Bâri'nin en meşhur ismidir ve bâzı âlimlere göre Ism-i A'zam'dır.

2. El-Vâhid: Bir olan, yâni; zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı, benzeri olmayan, demektir.

3. El-Evveli Ezelden beri var olan, varlığının başlangıcı olmayan, hiç bir şey yok iken de varlık sıfatını taşıyan, demektir.

4. El-Ahir: Ebedî olan, varlığının sonu olmayan, sonsuz kalıcı olan, demektir.

5. Ez-Zâhir: Sıfat ve fiillerinin eserleri ile varlığı apaçık olan, sayısız aklî delillerle isbat edilen, demektir. Bu isim: Her şeyden üstün ve her şeye hâkim, gâlib olan, diye de açıklanmıştır.

6. EI-Bâtın: Yaratıkların gözlerinden gizli olan, gözlerin O'na bakmaya ve O'ûu görmeye muktedir olmayan, demektir.

7. El-Hâhkt Yoktan vareden, yaratan, demektir..

8. El-Bârî': Bir örnek ve emsale ihtiyaç duymadan yaratan. Bu isim daha çok hayvanları yaratmada kullanılır.

9. El-Musavvir t Varlıklara şekil verip tertibe sokan, her varlığa belirli bir suret veren, demektir.

10. El-Meük: Bütün varlıklarda tasarruf eden, yaratma, yaşatma, öldürme ve yoketmek gibi fiilleri işleyen, dilediği gibi yetkisini kullanan, demektir. Bu isim, tam mülkiyet ve saltanat sahibi, şeklinde de açıklanabilir.

11. El-Hakk: Varlığı ve ilâhlığı gerçek olan veya hakkaniyet ve adaletle tasarrufta bulunan, demektir.

12. Es-Selâm: Her türlü noksanlıklardan selâmette olan veya kullarını tehlikelerden selâmete çıkaran, demektir.

13. El-Mü'min: Kullarına verdiği vaadi yerine getiren, veya kullarını âhirette azabtan emin kılan, demektir. Yâni bu kelime İman veya Emân kökünden alınma olabilir.

14. El-Müheymin: Lâyıkı veçhiyle gözetleyip koruyan veya her şeyi bilen veya her kulun yaptığını âhirette beyân buyuran veya kullarının işlerini ve ihtiyaçlarını görüp onları yöneten, demektir.

15. El-Aziz: Gâlib ye güçlü olan, her şeyi yenen ve hiç bir şeye yenilmeyen, demektir.

16. El-Cebbâr i Dilediği emir ve yasaklara kullarını icbar eden, kahredici demektir.

17. El-Mütekebbir: Azamet ve kibriya sahibi olan, veya yaratıkların sıfatlarından çok yüce ve üstün sıfat sahibi olan veya kibirli ve zâlim kullarına hadlerini bildiren ulu zât, demektir.

18. Er-Rahmân: Merhameti bol ve dünyada mü'minlere ve kâfirlere şümullü olan. Bu isim Allah'a mahsustur. O'ndan başka hiçbir varlığa isim olarak verilemez veya sıfat olarak kullanılamaz.

19. Er-Rahim: Merhameti bol olan ve âhirette yalnız mü'minlere merhamet eden, demektir. Bu isim başka varlıklar hakkında da sıfat olarak kullanılabilir. Meselâ, falan kişi rahimdir, denilebilir. Fakat falan kişi rahmandır, denilemez.

20. El-Latif t Kullarına lütuf eden, dilecUği kullan ile yumuşaklıkla muamele eden, demektir.

21. El-Habîr î Açık ve gizli her şeyden haberdar olan, her şeyin iç yüzünü bilen, demektir.

22. Es-Semî': Her şeyi işiten demektir.

23. El-Basîr: Her şeyi gören, demektir.

24. El-Alîmı Her şeyi bilen, demektir.

25. Elazîm: Azametli ve ulu olan, demektir.

26. El-Barr : Kullarına şefkatli olup ikramda bulunan, demektir.

27. Eİ-Müteâlî: Şanı yüce olan, iftiracıların isnad ettikleri noksanlıklardan pak ve üstün olan, veya her türlü övgünün fevkinde olan, demektir.

28. El-Celîl: Azametli ve yüce olan, demektir. ,

29. El-Cemîl: Güzel olan, demektir.

30. El-Hayy: Dâima diri ve kalıcı olan, demektir.

31. El-Kayyûm: Bizatihi kâim ve başka tüm varlıkları ayakta tutan, onları yönetip gözeten, demektir.

32. El-Kaadir: Her şeye gücü yeten, demektir.

33. El-Kaahir: Kahredici, yenici ve kullarına dilediği talimat ve ferman vermeye yetkili, demektir.

34. El-Alî: Yüksek ve yüce olan, demektir.

35. El-Hakîm: Her şeye hâkim olan, veya her şeyi muhkem kılan ya da her şeyi hikmetli olan, her şeyi yerli yerince tesis eden, demektir.

36. El-Karîb i Kullarına kendi canlarından daha yakın olan, demektir.

37. EI-Mücîb: Kullarının dâvetine icabet eden, dualarını kabul buyuran, demektir.

38. El-Ganî: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve herşey O'na muhtaç olan, demektir.

39. El-Vehhâb: ivazsız, karşılıksız olacak bol veren, demektir.

40. El-Vedûd: Salih ve ibâdete düşkün kullarını çok seven veya itaatkâr kulları tarafından çok sevilen, demektir.

41. Eş~Şekûr: Azıcık iyi amel karşılığında bol sevab veren veya itaatkâr kullarını öven, demektir.

42. El-Mftcidi Keremi bol olan ve tasavvur edilemeyecek derecede ikramı çok olan, demektir.

43. El-Vâcid î Her şeyi bulan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, demektir.

44. El-Vâlî: Bütün varlıkların tek sahibi ve mutasarrıfı olan, demektir.

45. Er-Râşid: Kullarına en doğru yolu gösteren, demektir.

46. El-Afuvv ı Kullarının günahlarını kökünden silen, demektir.

47. El-Gafûr: Kullarının günahlarını örten, mağfiret eden, de-

48. El-Halîm: Hilim sahibi olan, demektir.

49. El-Kerim 1 Kerem ve lûtfu bol olan, demektir.

50. Et-Tevvâb t Kullarının tövbelerini bolca kabul buyuran, de-

51. Er-Rabb: Sâhib ve yetiştirici, yaşatıcı, demektir.

52. El-Mecîd: Akıllara durgunluk verecek derecede keremi ve lütfü bol olan, demektir.

53. El-Velî: Yardımcı veya kullarının ve tüm âlemlerin işlerini düzenleyici, yönetici ya da evliya olan kullarını seven, demektir.

54. Eş-Şehîd: Hazır, nazır olan, her şeyi müşahede eden veya kullarının işledikleri şeyleri âhirette onlara anlatan, hatırlatan, demektir.

55. El-Mübîn: Kullarına gerekli şeyleri açıklayan, demektir. >

56. EI-Bürhân 1 Kullarına hak ve doğru yolu gösteren, demektir.

57. Er-Reûf: Çok merhametli olan, demektir.

58. El-MübdT: Bütün varlıkları yoktan vareden ve bunun için bir örneğe ihtiyaç duymayan, demektir.

59. El-Müîd: Mahlukatı varlıjc âleminden yokluk âlemine götüren ve ölümden sonra tekrar hayata kavuşturan, demektir.

60. El-Bâis: Kullarım ölümlerinden sonra dirilten veya ümmetlere peygamberler gönderen, demektir.

61. El-Vâris s Bütün varlıkların hakîkî mirasçısı olup hepsi yok olduktan sonra da kalıcı olan, demektir.

62. El-Kaviyy: Gücü her şeye yeten, demektir.

63. eş-Şedid t Azabı şiddetli olan, demektir.

64. Ed-Dârrt Dilediği kuluna zarar veren, O'nun takdiri olmadan kimseye zarar dokünamayan, demektir.

65. En-Nâfi' t Dilediği kuluna menfaat veren, demektir.

66. El Bakî: Ebedî kalıcı olan, demektir. 67; El-Vâkî: Koruyucu olan, demektir.

68. El-Hâfıd: Dilediği kulunu alçaltan, demektir.

69. Er-Râfi' t Dilediğini yükselten, demektir.

70. El-Kaabıd: Dilediğinin rızkını kısan veya kullarının ruhlarını kabzeden, alan demektir.

71. El-Bâsıt: Dilediği kullarının rakını genişleten veya ruhları cesedlere yayan, demektir.

72. El-Muizz: Dilediği kulu aziz eden, demektir.

73. El-Müzill: Dilediği kulu zelil ve hakir kılan, demektir.

74. El-Muksıt: Âdil olan, demektir.

75. Er-Rezzâk: Kullarınm rızkını veren, demektir.

76. Eİ-Metİn: Gücü şiddetli olan, herhangi bir güçlük, meşakkat ve sıkıntı çekmeyen, demektir.

77. El-Kaaim: Varlığı başka bir varlığa bağlı değildir. Diğer bütün varlıklar O'nun varlığıyla ayaktadır.

78. Ed-Dâim: Devamlı olarak vardır. Varlığının evveli veya âhiri yok.

79. El-Hâfız: Varlıkları hıfzeden, koruyan, demektir.

80. El-Vekil: Dilediği kullarınm maslahatlarını ve menfaatlerini tekeffül eden, demektir.

81. El-Fâtır: Kâinatı yoktan vareden, demektir.

82. Es-Sâmi't Her şeyi işiten, demektir.

83. El-Mutî: Dilediği kuluna dilediği kadar veren, demektir.

84. El-Muhyî: thyâ eden, yaşatan, demektir.

85. El-Mümît i Öldüren, demektir.

86. El-Mânf i itaatkâr kullarını koruyup onlara yardım eden veya kullarım dilediklerinden menedip onlara Zâtının dilediğini veren, demektir.

87. El-Câmi* i Hesap günü için -kullarını toplayan, demektir.

88. El-Hâdİ s Hidâyet veren, demektir.

89. El-Kâfi: Kuluna yardıma olmaya yeterli olan, demektir.

90. El-Ebed t Ebedî olan, varlığının sonu olmayan, demektir.

91. El-ÂIim: Her şeyi bilen, demektir.

92. Es-Sâdıki Doğru olan, demektir.

93. En-Nûn Görebilen gözler O'nun nuru ile görür. Yolunu şaşıranlar O'nun gösterdiği hidâyet yolu ile nura kavuşur, aydınlığa

94. El-Münîr i Varlıkları aydınlatan onlara nur veren, demektir.

95. Et-Tâmmı Eksiği ve noksanlığı olmayan, olgunluk sıfatlan taşıyan, demektir.

96. El-Kadim: Ezeli olup varlığının başlangıcı olmayan, demektir.

97. El-Vİtr: Zâtmda, sıfatlarında ve fiillerinde tek olan, demektir.

98. El-Ahed: Bir olan, eşi ve benzeri olmayan, demektir.

99. Es-Samed: En ulu ve yüce varlık veya bütün ihtiyaçların giderilmesi için başvurulan tek merci ya da dâim ve bakî olan, demektir.

Yukarda belirttiğim gibi Samed ve Rahim kelimeleri mükerrer anılmıştır. Zü*l-Kuwe ismi ve Kavi ismi aynı mânâyı taşır. Bu itibarla bu ismi sayarak Allah lafzı dışındaki isimler 99 olur.[45]



11- Babanın Ve Mazlumun (Leh Ve Aleyhteki) Duaları Babı


3862) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'dtn rivayet edUdiğlje göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Üç duâ (çeşiti) kabul olunur, onlar (m kabul olunmasın) da şüphe yoktur i Mazlumun duası, misafirin duası ve babanın çocuğuna duası.»"



3863) "... Ümmü Hakîm bint-i Veddâ el-Huzâiyye (Radtyallâhü ankâ)'~ dan; Şöyle demiştir:

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şu buyruğu İşittim i

«Babanın duası kabul makamına ulaşır.»"

Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi söz götürür. Çünkü senedde bulunan kadınların hiçbirisini ne cerheden, yeren ne de güvenilir sayan kimseyi görmedim. Ravi Ebû Seleme, et-Tebûzkl olan zattır. Adı da Mûs& bin İsmail'dir, güvenilir bir zattır. Onun r&visl de böyledir.[46]



İzahı


Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizİ ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) bu hadîste anılan üç kişinin duasının makbul olduğunu vurgulamıştır. Çünkü anılan üç çeşit insan gönül yufkalığı ve içtenlikle Allah'a iltica ederler. Hadis, bu üç çeşit insan dışında kalanların dualarının kabul olunmayacağına dâir bir kayıt getirmemiştir. Çünkü başka hadislerle sabit olduğu üzere adâjetli devlet adamının ve iftar açarken oruçlunun duası da makbuldür.

Hadiste anılan üç zâtın duası umûmidir. Yâni ister lehte duâ etsinler, ister aleyhte beddua etsinler iki çeşit duaları da makbuldür.

Birincisi, babanın evlâdı için hayır veya şer dilemesi ile ilgili du-âsıdır. Hadîste ananın duasından sözedilmemiştir. Bir ihtimâle göre ananın duası babanınkinden daha çok kabule şayan görüldüğü için ondan sözetmeye gerek görülmemiştir. Ç#nkü bilindiği gibi ananın hakkı, babanınkinden fazladır. İkinci ihtimal ananın evlâdı aleyhindeki duasının kabul olunmamasıdır. Çünkü ana, şefkatinin şiddetinden dolayı evlâdı aleyhinde duâ ve şer dilerken bunu içtenlikle istemez. Samimi İstemeyişi yüzünden kabul olunmaz.

İkincisi, misafirin duâsıdır. Misafir kimse de kendisine ikramda bulunan ev sahibine hayır duasında bulunduğu veya kendisine kötülükte bulunan ev sahibine şer duasında bulunduğu zaman Allah onun duasını kabul buyurur. Çünkü misafir kişi misafirlik gereği olarak; tevazu, acizlik ve âdeta ev sahibine canını, malını ve şerefini teslim etmiş gibi bir ruh haleti içinde kalır. Yabancılık ve gurbet hâlinde bu durum daha açık bir şekilde görülebilir. Bu itibarla leh veya aleyhteki duası makbuldür.

Üçüncüsü, mazlumun, yâni haksızlığa mâruz kalan kişinin duâsıdır. Böyle bir kimse, kendisine yardım elini uzatarak, zulüme uğramasını engellemeye çalışan bir kimse için edeceği hayır duası makbul olduğu gibi, kendisine zulüm ve haksızlık eden kişi aleyhinde edeceği şer duası da kabul olunur.[47]



12- Dua Etmekte Aşırı Gitmenin Yasakuğı Babı


3864) "... Ebû Naâme (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:

Abdullah bin Muğaffel (Radıyallâhü anh), oğlunun t AUahıml Ben cennete girince senden cennetin sağ tarafından beyaz köşk isterim, diye duâ ettiğini işitti. Bunun üzerine t

Ey oğulcuğum Allah'tan cennet iste ve cehennem ateşinden O*na sığın (da asın gitme). Çünkü ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şu buyruğu işittim, dedi ı

«Duada haddi tecâvüz eden bir kavim olacaktır.-"[48]



İzahı


Bu hadisin başkaca kim tarafından rivayet edildiğine bakılmalıdır. Ancak hadisin Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'a ait bölümü; Ebû Dâvûd ve Ahmed. Sa'd bin Ebt V a k k a s (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir. Oradaki rivayette Sa'd (Radıyallâhü anh)'m oğlunun cenneti dilemesi ve cehennemden Allah'a sığınmasıyla ilgili olup; buradakine benzeyen bir duada bulunmuş ve bunun üzerine babası bu hadisi rivayet etmiştir.

Duadft haddi tecâvüz etmek çeşitli şekillerde olabilir: Meselâ, peygamber olmak küfür üzerinde ölen bir kimsenin cennetlik olması gibi şer'an muhal olan bir şeyi dilemek, Allah'ın sünnet ve âdetine aykırı düşen, yerin göğe çıkması, göğün yere inmesi gibi bir şeyi dilemek.

Âlimler demişler ki: Bir kimse, göğe yükselmek, kendisi için ölünün dirilmesi veya falan dağın altma dönüşmesi için duâ edemez ve böyle dualarda bulunmak caiz değildir.

Duada haddi aşmak bir kavle göre duayı seci'li, kafiyeli cümlelerle söylemek, yâni edebiyatçılık süsünü vermektir. Diğer bir kavle göre, duâ ederken gereksiz bağırmak ve çağırmaktır.[49]



13- Duada Elleri Havaya Kaldırmak Babı


3865) "... Selmân(-i Fârisî) (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine go* re; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur

«Şüphesiz sizin Rabb'ınız haya eder (yâni dilekte bulunan kuluna verir), ikramı boldur, kulunun O'na ellerini havaya kaldırıp da bunlan boş çevirmekten (veya dedi ki) haybete uğratmaktan haya eder (yâni elleri boş çevirmez).»" *



3866) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Allah'a duâ ettiğin zaman ellerinin içlerini (O'na) açarak, duâ et ve ellerinin ters yüzünü havaya kaldırarak duâ etme. Sonra duanı bitirince ellerini yüzüne sür.-"[50]



İzahı


S e 1 m â n (Radıyallâhü anh) 'in hadisini; Tirmizi, Ebû Dâvûd, Beyhaki ve Hâkim de rivayet etmişlerdir, tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadîsini Ebû Dâvûd ve Hâkim, de rivayet etmişlerdir.

Birinci hadiste geçen "Hayiyyün" haya edici manasınadır, tstih-ya da utanmak demektir. Bilindiği gibi bu iki kavram yüce Allah hakkında caiz değildir. Çünkü utanmak, sıkılmak insanda görülen bir infial ve değişikliktir. Bu itibarla bu iki kelime mecazî mânâda kullanılmıştır. Haya eden bir kimse müşkil duruma düşmemek için istenen şeyi verir. Yüce Allah ise kendi kerem ve lütfü ile ikramda bulunur. Şu halde bu kelimeler ile kasdedilen mânâ; Allah'ın ihsan, ve ikramda bulunması, kulun istediğini vermesi demektir. Bu hadiste geçen "Sıfran" da boş demektir.

Bu hadis, duâ ederken elleri havaya kaldırmanın müstehabhğı-na delâlet eder.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) *nın hadisinde ise dua ederken ellerin içinin göğe doğru olacak şekilde havaya kaldırılması emredilmektedir. Çünkü bu vaziyet yüce Allah'a yakarış ve yalvarış hâline yakışır. Ellerin içi yere dönük olup tersinin havaya doğru çevirilmesi de yasaklanıyor. Çünkü bu durum, önemsUUğin ve isteksizliğin belirtisi sayılır.

El-Menhel yazan bu hadisin şerhinde özetle şöyle der: Bu hadisin zahirine göre kişi ister bir hayırlı şeyi isterken, ister bir şerrin defini taleb ederken ellerin iç kısmını semâya doğru açacaktır. T i y b I de hadisi böyle yorumlamıştır. Fakat e 1 - H â f ı z, bu hadîsi hayırlı bir iş için duâ etme hâline yorumlamış ve bir şerrin defi için duâ edilirken elin ters yüzünün havaya kaldırılacağını ve böyle yapmanın sünnet olduğunu, çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm)'in böyle yaptığını söylemiştir. Bu hadiste duâ bitince ellerin yüze sürülmesi emredilmiştir. Çünkü duâ edilirken rahmet, Allah'a açılan ellerin üzerine iner. Bu itibarla eller yüze sürülünce rahmet yüze de ulaşır.[51]



Hadîslerden Çıkan Hükümler:


1. Duâ edilirken eller havaya kaldırılmalıdır.

2. Duada ellerin içinin havaya ve ters yüzünün yere doğru gelecek şekilde açılması sünnettir.

3. İkinci maddede yazılanın tersini yapmak yasaktır.

4. Duâ bittikten sonrakilerin iç kısmını yüze sürmek sünnettir.[52]



14- Adamın Sabah Ve Akşam Okuyacağı Dua Babı


3867) "... Ebû Ayyaş [53] ez-Zurakî (Radtyallâhü anh)ydtn rivayet edil-diiğne göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve SeUetn) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim sabahleyin "La ilahe illallahu vahdehû la şerike leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdu ve hüve ala külli şeyin Kadir = Allah'tan başka ilâh yoktur. O, (zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde) yalnızdır, tekdir, ortağı yoktur. Mülk (hâkimiyet) O'nundur. hamd O'na mahsustur ve O, herşeye kadirdir." derse bu (zikir) o kimse için İsmail (Aleyhisselâm)'in evlâdından bir rakabe (köle veya câriye) yi azad-lamak kadar (sevab) olur. O kimsenin on hatâsı (küçük günahı) silinir, onun için 10 derece terfi yapılır (yâni cennetteki makamı 10 derece yükseltilir.) ve o gün akşama kadar o kimse şeytândan korunmuş olur. Akşamleyin de bu zikri okuyunca ertesi günün sabahına kadar anılan şeylerin mislini kazanır.»

Râvi demiştir ki t Sonra bir adam Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'i rüyasında görüp t Yâ Resûlallah! Ebû Ayyaş senden şöyle şöyle bir hadîs rivayet eder (buna ne buyurursun), demiş. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem de ı Ebû Ayyaş doğru söyledi buyurmuştur."[54]



İzahı


Bu hadisi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. N e s â 1 de bunu "Amelü*l-Yevm ve'1-Leyle" adlı kitabında rivayet etmiştir.

Hadîs, anılan zikrin sabah ve akşam okunmasının faziletinin yüceliğine delâlet eder.

î s m â İ1 (Aleyhisselâm) *ın evlâdının örnek verilmesinin sebebi, çok şerefli bir sülâle olmasından dolayıdır.

E 1 - K a r î' demiştir ki: Râvi gördüğü rüyayı; bu hadisin sıhhatini demlendirmek için değil, teyid ve teşvik için anlatmıştır. Çünkü uyku hâlinde görülen rüya ile amel edilememesi hususunda icmâ var, demiştir.



3868) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyh} ve Sellem) söyle buyurdu, demiştir:

«Sabaha ulaştığınız zaman: "Allahümme bike asbahnâ ve bike emseynâ ve bike nahyâ ve bike nemûtu = Allahımız, biz ancak senin (himayen veya nimetlerin) ile sabaha ulaştık. Ve ancak senin (himayen veya nimetlerin) ile (dünkü) akşama ulaştık (veya bugün akşama ulaşabiliriz). Ancak senin (iznin) ile yaşarız ve senin (iznin) ile ölürüz.", deyiniz. Akşama ulaştığınız zaman da: "Allahümme bike emseynâ ve bike asbahnâ ve bike nahyâ ve bike nemûtu ve ileyke*l~ masîr = Allahımız! Biz ancak senin (himayen veya nimetlerin) ile akşama ulaştık ve ancak senin (himayen veya nimetlerin) ile sabaha ulaştık (veya yarınki sabaha ulaşabiliriz). Ancak senin (iznin) ile yaşarız ve ancak senin (iznin) ile ölürüz. Dönüş ancak sanadır, deyiniz.»"



3869) "... Osman bin Affân (Radtyallâhü anA)'den rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellemyden :

«Her günün sabahında ve her gelenin akşamında "Bismillahi'l-lezi lâ yedurru maasmihi şey1 ün fi'I-Ardı ve lâ fi's-Semâi ve huve's-Seimu'1-Alîm = (Eziyyet edici her şeyden) Allah'ın ismiyle (korunurum) . Öyle Allah ki, O'nun İsmiyle beraber (olununca) ne yerde bulunan ne de gökte (n inecek) olan hiçbir şey zarar veremez. (Her şeyi) işiticl O'dur, bilici O'dur." zikrini üç defa söyleyip de kendisine herhangi bir şey zarar veren hiç bir (mü'min) kul yoktur, buyruğu isitmisti

Râvi demiştir ki: (Bu hadisi Osman (Radıyallâhü anh) 'den rivayet eden) Ebân'ın vücûdunun bir tarafı felç olmuştu (Ondan bu hadîsi rivayet eden) adam da bir ara ona bakıp durdu. Bunun üzerine Ebân, adama •. Bana ne bakıp duruyorsun? Bilmiş ol ki bu hadîs, sana rivayet ettiğim gibidir. Lâkin Allah'ın benim hakkımdaki takdirini uygulaması için felç hastalığına yakalandığım gün, ben bu hadisteki zikri (unutup) söylememiş oldum, dedi."



3870) "... Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellemyin hizmetçisi Ebû Sel-lâm (Radtyallâhü anh)'âtn rivayet edildiğine göre; Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Akşama ulaştığı zaman ve sabaha ulaştığı zaman "Raditu bili ah ı Habben ve bi'1-İslâmi dînen ve bi Muhammed'in nebîyyen = Ben Rabb olarak Allah'ı seçtim, dîn olarak İslâmiyet'i seçtim ve peygamber olarak Muhammed (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'i seçtim" diyen hiçbir müslüman veya insan ya da kul yoktur ki, kıyamet günü o kimseyi razı (ve memnun) etmek Allah üzerinde bir hak olmasın (yâni Allah ona bol mükâfat vererek razı etmeye söz vermiştir).»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir zâtlardır.[55]



İzahı


Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ile Osman İRadıyallâhü anh) 'in hadîsi; Tirmizî, Ebû Dâvûd ve N e s â i tarafından da rivayet edilmiştir. Ebû S e 1 1 â m (Radıyallâhü anh)'in hadisi ise notta belirtildiği gibi Zevâid nevinden-dir. Bunun bir benzerini Müslim, Ebû Dâvûd ve N e s â î, Ebû Saîd-i Hudri (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir. Onların rivayetlerine göre; kim anılan zikri söylerse cennet o kimse için vâcib olur, yâni cennete girmeye hak ve liyâkat kazanmış olur. Bilindiği gibi hiç bir kulun Allah üzerinde bir hakkı olamaz. Çünkü kul ömür boyunca başını secdeden kaldırmazsa ve O'na hiç isyan etmezse bile Allah'ın verdiği nimetlerin şükrünü edâ etmekten âcizdir. Bu itibarla hadîste geçen "Hak" kelimesi Va'd ve söz vermek veya liyakat mânâsına yorumlanır. Bu duruma parantez içi ifâde ile işaret ettim.

Rab olarak Allah'ı seçmenin mânâsı O'nun varlığına birliğine inanmak, O'na ortak koşmamak, O'nun kaza ve kaderine rızâ göstermek ve O'na kulluk etmek demektir. Hadislerdeki cümlelerin mânâları açık olduğu için başka bir açıklamaya lüzum görmüyorum.

Bu hadîsler her müslümanın sabah ve akşam söylemesi çok faziletli olan bâzı zikirleri beyân eder.

3870. hadis râvisi Ebû Sellâm (Radıyallâhü anh) 'in hadislerini Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ile Nesâi'nin rivayetlerine göre Ebû Sellâm, Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e hizmet eden bir adamın râvisidir. Hulâsa yazarı sahih olan rivayetin bu olduğunu söylemiştir. [56]



3871) "... Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) akşama ulaştığı zaman ve sabaha ulaştığı zaman şu duaları (okumayı) bırakmaz idi:

«AUahım! Ben senden dünyada ve âhirette afıv (günahları silmeyi) ve afiyet (hastalık, belâlar vesâir hoşlanılmayan şeylerden selâmet) dilerim. A İlahı m! Ben senden dinim, dünyam, aile ferdlerim ve malım (hakkın) da afiv ve afiyet dilerim. Allahım! Ayıplarımı ört, beni korkulacak şeylerden emin kıl ve beni önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden (gelecek belâlardan) koru. Altımdan muâhaza edilmemden sana sığınırım.»

Râvi Vekî demiştir ki (alttan muahaza) ile) yere batmayı kasde-der."

Büreyde demiştir ki: Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Kim bu duayı gününde ve gecesinde okuyup da sonra o gün veya o gece ölürse inşâallah Teâlâ o kimse cennete girer.»"[57]



İzahı


İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nın hadîsini; E b ü Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ), Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in anılan duayı her gün sabah ve akşam okuduğunu bildirir. Bu duada Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Zât-i Nebevileri ve ev halkı ile malı için dünyada ve âhirette afiyet, yâni her türlü belâlardan musibetlerden, hastalıklardan ve hulâsa hoşlanılmayan tüm şeylerden selâmet ve ilâhi afıv dilemiş ve kusurlarını yâni yüce Allah'ın zâtını hakkıyla tanıyamama ve yüce şanına lâyık kulluk görevini îfa edememe kusurunu veya ümmetinin kusurlarını örtmeyi dilemiş, korkunç hallerden korunmasını ve herhangi bir taraftan gelecek serlere karşı korunmasını niyaz etmiş, özellikle ansızın gelebilecek yere batma tehlikesinden Allah'a sığınmış, biz müslüman-lann böyle duâ etmesine ışık tutmuştur. Râvi V e k i, yerden gelebilecek tehlikenin yere batmak olduğunu açıklamıştır.

Büreyde (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Ebû Dâvûd ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. Buhâri ve Tirmizi de bunun benzerini Şeddâd bin Evs (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir. Buhâri' nin rivayetinde Resûl-i Ekrem bu duaya "Seyyidü'l-İstiğfâr" yâni Allah'tan mağfiret dileme dualarının büyüğü ismini vermiştir.

Bu hadîsteki duada geçen; îl-^jj -^M* J^ 1*'j = «Ve ben senin

ahdin ve vaad'ın üzerindeyim» cümlesinin izahı bölümünde î b n - i Battal şöyle demiştir: Bu cümledeki Ahd'den maksad, Allah Teâlâ insan neslini yaratmadan önce onlan zerreler hâlinde çıkarıp kendi nefisleri hakkında konuşturduğunda; * 'ı&j cJLJI = «Ben şirin

Rabb'ınız değil miyim?» şeklinde yönelttiği soruya cevaben onların: Evet, sen Rabb'ımızsm, diyerek Allah'ın rablığını ve birliğini itiraf etmeleridir. Şu halde ahid'den maksad o zamanki imân ve itiraflarıdır. Cümledeki "Va'd"den maksad da Allah'ın Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) vasıtasıyla bildirdiği şu sözdür: «Kim olarak ölürse cennete girecektir.»

E 1 - H â f ı z' in beyânına göre H a 11 â b î de: Bu fıkradan maksad, şudur: Yâni ben sana imân etmek ve kulluk etmek yolunda verdiğim söze sadakatle bağlıyım, gücümün yettiği nisbette kulluk görevimi îfa etmeye azimli ve kararlıyım, demiştir.

Bu hadis hakkında daha geniş bilgi almak isteyenler B u h â -r i' nin şerhlerine baş vurmalıdır. B u h â r î bu hadîsi "Daavât" kitabının 2. babında rivayet etmiştir.[58]



15- Kişinin Yatağına Gireceği Zaman Edeceği Duâ Babı


3873) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle duâ ederdi:

«Ey göklerin ve yerin Rabbı, her şeyin Rabbı, taneyi ve hurma çekirdeğini yarıp filizlendiren, Tevrat, İncîl ve Kur'ân-ı Azîm'i indiren Allah. Ben Hükümranlığın altında bulunan yerde yürüyen bütün canlıların şerrinden sana sığınırım. Evvel (yâni varlığının başlangıcı olmayan ezelî varlık) sensin, senden önce olan hiç bir şey yoktur. Âhir (yâni varlığının sonu olmayan ebedî varlık) da sensin, senden sonra da hiç bir şey yoktur. Zahir (yâni varlığı delillerle apaçık olan) sensin, varlığı seninkinden daha aşikar hiç bir şey yoktur. Bâtın (yâni mâhiyeti insana meçhul olup zâtı gizli olan) da sensin, sen (nin mâniyetin) den daha gizli hiçbir şey yoktur. Borcumu sen Öde (yâni beni borçlu bırakma) ve beni fakirlikten (yâni başkasına muhtaç olmaktan veya ihtirastan) kurtarıp (gönülce) zenginleştir.»"



3874) "... Ebû Hüreyre (Radtyaüâhü anAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Sizden birisi yatağında yatmak istediği zaman izanımı (yâni belden aşağı giysinin) iç kenarını çıkarıp onunla yatağını silksin. Çünkü yatacak adam kendisinden sonra (dünden beri) neyin onun yerine yatağına girdiğini bilemez. (Yatağını iyice temizledikten) sonra sağ tarafı üstünde yatsın. Sonra şöyle duâ etsin: Ey Rabbım! Senin (ismin) ile (veya senden yardım dileyerek) yan tarafımı yere koydum. Senin (ismin) ile (veya senden yardım dileyerek) de kaldırırım. (Ey Rabbım!) Eğer ruhumu alırsan ona rahmet eyle (yâni günahımı bağışla). Eğer hayatta bırakacaksan nefsimi, sâlih (itaatkâr) kullarını muhafaza ettiğin himaye muvaffakiyetle muhafaza eyle.»"



3875) "... Âişe (Radtyallâhü anhâydan rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatağına yattığı zaman ellerine üfler, muavvizeteyn (yâni Kul eûzu bi Rabbi'I-Felâk ve Kul eûzu bi Rabbi'n-Nâsi) sûrelerini okur t* ellerini vücûduna sürerdi.[59]



İzahı


Bu babın ilk hadîsini; Müslim, Tirmizî, Ebû D â -vûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste geçen duanın bir kısmı 3831. hadîste geçen duaya benzer. O bölümle ilgili izah orada yapılmıştır.

Neva: Hurma çekirdeği olarak açıklanmıştır. Aslında diğer meyve çekirdeğine de söylenir.

Dâbbe de yerde yürüyen canlı demektir.

Nâsiye ise alnın açık yeridir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) *ın ikinci hadisi Kütüb-İ Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Arapların o zamanki âdetleri yatağı olduğu yerde bırakmak idi. Hadis bir kimsenin daha önce yattığı yatağa tekrar girmek istediği zaman önce yatağı kontrol edip belden aşağı giydiği peştemal gibi elbisesinin iç kenarı ile silkmesini tavsiye eder. Tabii o dönemde herkes yatağı temizleyecek havlu ve benzeri bez parçasını bulmakta güçlük çektiği için giysisinin bir iç kenarını bu işte kullanması tavsiye edilmiştir. îç kenarının kullanılması hikmeti; giysinin dış kısmının temizliğini korumak ve giysinin dışında tutulması ile elin yatakta olması muhtemel yılan, akrep ve haşerelerden korunmasıdır. Hadîste yatağa giren kişinin sag tarafı üstünde yatması tavsiye edilmiştir. Bunun sağlık açısından önemi malumdur. .

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsinin benzeri; Buhârl, Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir. Fakat diğer bâzı rivayetlerde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Muavvizeteyn sûreleri ile beraber î h 1 â s sûresini de okuduğu bildirilmektedir.

Hadisin metninde üfleme ile ilgili cümle sûreleri okuma ile ilgili cümleden önce ise de, üflemenin okuma işinden önce olduğu mânâsı kasdedilmemiştir. Zâten ehlinin malumu olduğu üzere atıf harflerinden "Vâv"da tertîb yoktur. Bu itibarla hadîsin ifâde tarzı üfleme işinin anılan sûrelerinin okunmasından sonra olması mânâsına engel değildir: Sindi bununla ilgili olarak : Bilindiği gibi âdet, önce okumak ondan sonra liflemektir. Hadîsin ifâde tarzı bu mânâya engel değildir. Çünkü atıf harflerinden "Vâv"da tertib durumu yoktur, yâni üflemenin okumadan önce olduğu mânâsını ifâde etmez. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in halkın âdetine muhalefet etmiş olması da muhtemeldir, der.

El-H&fız da, el-Fetih'te: Yâni Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), anılan sûreleri okurdu ve okurken üflerdi, demiştir.



3876) "... El-Berâ bin Âzib (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) bir adama:

«Yatağında yerleştiğin veya yatağına vardığın zaman: "Allahumme eslemtu vechî ileyke ve elce'tu zahrî ileyke ve fev-vadtu emri ileyke rağbeten ve rehbeten ileyke. Lâ melcee ve la men-cee minke illâ ileyke. Âmentu bi kitabike'1-lezî enzelte ve Nebiyyike'l-lezi erselte = Allahım! Ben sentin rızan) ı dileyerek ve sen (in azabın) dan korkarak kendimi sana teslim ettim, sırtımı sana dayadım ve (tüm) işimi sana bıraktım. Sentin tazîbirüden ancak sana (yâni rahmetine) iltica edilir, sığınılır, başka kurtuluş yolu yoktur. İndirdiğin Kitâb'a ve gönderdiğin peygamber'e imân ettim." de. (Sen böyle söyledikten) sonra eğer o gece ölürsrn fıtrat (yâni İslâm dini) Üzerine ölürsün. Şayet sabaha ulaşırsan çok hayır kazanmış olarak sabaha ulaşmış olursun,» buyurdu."



3877) "... Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü flnAJ'den rivayet edildi-

ğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatağına girdiği zaman elini (yâni sağ elini sağ) yanağının altına kordu. Sonra:

«Allahumme Kini azâbeke yevme teb'asû (ev tecmau) ibâdeke = Allahım! Kullarını dirilteceğin (veya toplayacağın) gün beni azabından koru» duasını okurdu/*

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinin r&vileri güvenilir zâtlardır. Fakat sened munkati (kopuk)tur. Çünkü Ebû Ubeyde, babası (tbn-i Mes'ûd) (R.A.)'dan hiçbir hadîs işitmemiştir.[60]



İzahı


B e r â (Radıyallâhü anh)'ın hadisinin benzerini Buhâri de rivayet etmiştir. Aynca kalan Kütüb-i Sİtte'nin hepsinde bunun benzeri gene B e r â (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilmiştir. Abdullah (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ise Zevâid nevindendir. Ancak bunun bir benzerini Ebû Dâvûd, Hz. Hafsa (Ra-dıyallâhü anhâ) 'dan rivayet etmiştir. Oradaki metin meâlen şöyledir: "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatmak istediği zaman sağ elini (sağ) yanağının altına kor, sonra: «Allahım! Kullarını dirilteceğin gün beni azabından koru», duasını üç kere okurdu."[61]



16- Kîşînîn Geceleyin Uyandığı Zaman Edeceği Duâ, Babı


3878) "... Ubâde bin es-Sâmit (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim geceleyin uykudan uyanır (veya bir taraftan diğer tarafa dönerek uyanır) da uyandığı zaman: "La ilahe ili âli ahu vahdehû la şerike leh. Lehü'l-Mülkü ve lehü'l hamdu ve huve ala külli şey'in kadir. Sübhânallahi ve'1-hamdu lillâhi ve la ilahe illallahu vallahu ek-ber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi'l Aliyyi'1-Azîm = Allah'tan başka ilâh yoktur, O (zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde) yalnızdır, tekdir, ortağı yoktur. Mülk (hâkimiyet) O'nundur, hamd O'nundur ve O, her şeye kadirdir. Ben Allah'ın her türlü noksanlıklardan ve eksikliklerden pâk ve nezîh olduğuna inanırım, hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilâh yoktur, Allah her şeyden büyüktür. Günahlardan dönüş ve kulluk görevinin İfasına güç ancak yüksek ve azametli Allah (in yardımı) iledir." deyip sonra "Rabbiğfir lî = Ey Rabbim, beni bağışla" diye duâ ederse günahları bağışlanır.» Râvi el-Velîd: Veya O, (bu son cümle yerine) : «Sonra duâ ederse onun duası (muhakkak) kabul olunur» buyurdu, demiştir. (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) daha sonra şöyle buyurdu: Eğer adam (yukardaki duaları okuduktan) sonra kalkıp abdest alır, sonra namaz kılarsa namazı (muhakkak) kabul olunur.[62]



İzahı


Bu hadisi; Buhârİ, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve N e s â İ de rivayet etmişlerdir.

Hadiste geçen "Teârre" uykudan uyandı veya uykuda iken bir taraftan diğer tarafa dönüp uyandı, demektir. Uyanmakla beraber bir şey söylemek de bu fiilin anlamı içine girer. Ancak uyanan kişi anılan duayı okuyacağına göre söyleyeceği söz bu duadır. Geceleyin yatakta uyanınca bu duayı okumak alışkanlığı, zikir ve tesbîhe devam eden takva sahibi müslümanlann

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in hadiste buyurduğu zikirden sonra; buyruğu mu, yoksa; buyruğu mu buyurduğu hususundaki tereddüd râvi el-Velid'e âit bir tereddüddür.

Hadiste anılan zikirden sonra dilenen mağfiret isteğinin veya edilecek duanın kabul olunacağı ve kılınacak namazın makbul olacağı müjdesi ile ilgili fıkralar hakkında İbn ü'l-Melİ k'in şöyle dediği Tuhfe yazan tarafından bildirilmektedir:

Edilen her duanın ve İfa edilen her ibâdetin kabul olunması dâima umulur. Burada bildirilen durum ise söz konusu duaların, istiğfarın ve namazın kabul olunmasının kesin oluşudur. Bâzı âlimler ise: Bundan maksad; söz konusu duâ, istiğfar ve namazın kabul olunması ihtimâlinin diğer zamanlardakinden daha kuvvetli olmasıdır, demişlerdir.



3879) "... Rebîa bin Mâlik (bin Kal)) el-Eslemî (Radtyaüâhü anhydtn rivayet edildiğine göre:

Kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kapısı yanında gecelerdi ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in geceleyin uzun süre «Sübhânallahi Rabbilâlemîn = Âlemlerin Rabbı olan Allah'ı teşbih ederim (her türlü noksanlıklardan ve eksikliklerden pâk olduğuna inanırım)» zikrini, daha sonra da (uzun süre) «Sübhânallahi ve bi hamdihi = Allah'a hamdederek O'nu teşbih ederim» zikrini işitildi."



3880) "... Huzeyfe (bin el-Yemân) (Radtyallâhü anhümâyden rivayet edildiğine göre:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin uyandığı zaman t "El-hamdu lillahi'1-Iezi ahyana ba'de mâ ematenâ ve İleyhi'nnüşür = Bizi öldürdükten (yâni uyku ile hareketsiz, kuvvetsiz bıraktıktan) sonra dirilten (yâni uykudan uyandırmakla hareket ve kuvvetimizi geri veren) Allah'a hamd olsun, öldükten sonra dirilmek de (böylece) O'na (âid)dir.» buyururdu."



3881) "... Muâz bin Cebel (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) §öyle buyurdu, demiştir :

-Abdestli olarak geceleyin yatan, sonra'geceleyin uykudan uyanan (veya uykuda iken bir taraftan diğer tarafa dönerek uyanan) ve uyandığında dünya işlerinden veya âhiret işlerinden (hayırlı) bir şeyi Allah'tan İsteyen hiçbir (m üs 1 uman) kul yoktur ki Allah onun istediğini vermesin.» (Yâni mutlaka verir)."[63]



İzahı


Rebia (Radıyallâhü anh) 'in hadisinin benzerini; N e s â i, Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. H u z e y f e (Radıyallâhü anh)'in hadisini; Buhârî, Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Muâz (Radıyallâhü anh) "m hadisi ise Ebû Dâvûd ve Nesâî tarafmdan da rivayet edilmiştir.

İlk hadîste geçen "Heviyy" uzun süre demektir, ikinci hadiste geçen "Nüşûr" öldürdükten sonra diriltmek, hayata kavuşturmaktır.

İkinci hadîste uyutmaya öldürmek ve uyandırmaya da diriltmek denmiştir. Bu tâbir mecazîdir. Bu ifâdeler başka şekillerde de açıklanmıştır. Tuhfe yazan bunu izah etmekte ise de buraya aktarmaya gerek görmüyorum, ....[64]



17- Kerb (Üzüntü) Zamanında Okunacak Duâ Babı


3882) "... Esma bint-i Umeys (Radtyallâhü anhây'dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana üzüntü zamanında söyleyeceğim kelimeleri öğretti t «Allahu, Allahu Rabbi La üsriku bihi aheda = Allah, Allah Rabbımdır Ona hiçbir şeyi ortak kos-[65]



İzahı


m Bu hadîsi; Ebû Dâvûd, Nesâî ve TabarI de rivayet etmişlerdir. T a b a r i' de bu zikrin üç defa okunması kaydı vardır.

Hadiste geçen "Kerb" sıkıntı ve meşakkat, üzüntü demektir. Hadis; bir keder ve sıkıntıya düşüldüğü zaman bu zikrin okunmasının faydalı olduğuna delâlet eder.

Hâl Tercemesi

3879. hadisin râvisi Rebla bin Ka'b bin Mâlik el-Esleml el-Medenl


3883) "... îbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre:

Peygabmer (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sıkıntı, meşakkat ol-duğunda şu zikri yapardı t

"Lâ Uâhe illallahül-Halimü'l-Kerim. SübhanaUahi Rabbil-Arşil-Azim. Sübhanallahi Rabbi's-semâvâti's-seb'i ye Rabbil-Arşil-kerîm = Halim, Kerim olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Ben azametli Arş'ın Rabbı olan Allah'ı teşbih (noksanlıklardan tenzih) ederim. Ben yedi göğün Rabbı ve güzel Arş'ın Rabbı olan Allah'ı teşbih ederim.

Ravi Veki, bu zikrin hepsinde "La ilahe illallah" kelimesini bir defa söylemiştir."[66]



İzahı


Bu hadîsi; Buhâri, Müslim, Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Fakat anılan zikrin kelimelerinde aşağıda belirteceğim değişiklik mevcuttur.

Buhâri ve Müslim' deki rivayetlerden biri şöyledir .*

"La ilahe illallahü'l-Azîmü'l-Halîm. Lâ ilahe illallahu Rabbü'1-Ar-Şi'1-Azinı. Lâ ilahe illallahu Rabbü's-Semavati ve Rabbü'I-ardı ve Rab-bü'l-Arsn-kerlm = Azim, Halim olan Allah'tan başka İlah yoktur.

Azametli Arşın Rabbı olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Göklerin Rabbı, yerin Rabbı ve güzel Arşın Rabbı olan Allah'tan başka ilâh yoktur."

Tirmizi' deki ise şöyledir:

Allah'ın isimlerinden olan Halım: Gücü yettiği halde cezalandırmayı erteleyen, demektir. "Kerîm" ise fazlu keremiyle, yâni kulun müstahakhğı söz konusu olmadığı halde veren ikramda bulunan, demektir. "Azîm" ise hiçbir şey zâtma ağır ve büyük olmayan sonsuz güç sahibi, demektir.

Kerîm ve Azîm kelimeleri Arş'ın sıfatı olduğu zaman, Kerim, güzel mânâsına, Azîm de büyük mânâsına yorumlanır.

Müellifimizin rivayeti, râvi Veki* yoluyladır. Veki' kendi rivayetinde Tevhîd kelimesinin bir defa olduğunu söylemiştir.

E 1 - H â f ı z, el-Feth adlı kitabının II. cildinin 124. sahifesinde bu hadîsin izahı bölümünde şu ilginç olayı nakletmiştir. Önemine binâen buraya aktarmayı uygun gördüm.

tbn-i Battal demiştir ki; Ebû Bekr-i Bâzİ bana şu olayı anlattı: Ben I s b a h â n ' da Ebû Nuaym yanında hadîs yazardım. Orada Ebû Bekir bin Ali nâmında büyük bir âlim vardı. Bu zât, fetva mercii idi, yâni herkes fetva için ona müracaat ederdi. Bir ara bu muhterem zâtı sultan'a şikâyet ederek aleyhinde uğraşanlar oldu. Şikâyet üzerine bu zât hapsedildi. Ebû Bekr-i Râzi sözüne devamla: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i rüyada gördüm. Cebrail (Aley-hisselâm) da O'nun sağ tarafında-bulunuyordu ve dudaklarını devamlı surette teşbih ile tepretiyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana: "Ebû Bekir bin Alî'ye söyle: Sahihi Buhârî'dekİ Kerb, yâni keder duasını okusun ki Allah onu sıkıntıdan kurtarsın.** buyurdu. Ebû Bekir dedi ki: Ben sabaha ulaştım ve ona bu durumu bildirdim. O da bu duayı okudu. Çok kısa bir zaman içinde hapishaneden çıkarıldı.

El-Hâfız, bundan sonra buna benzer başka olayları anlatır. Arzu edenler oraya başvurabilirler.[67]



18- Adamın Evinden Çıktığı Zaman Okuyacağı Duâ Babı


3884) "... Ümmü Seleme (Radtyallâkü a»fâj'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evinden çıktığı zaman:

•Allâhümme tnnî eûzu bike en adille ev ezille ev azlime ev uzlame ev echile ev yüchele aleyye — Allahım! Ben dalâlete düşmekten, ayak kaymasın (a benzeyen kasıdsız günah işlemek) den, (kimseye) zulüm etmekten* (kimse tarafından) bana zulüm edilmekten, câhilce davranmaktan ve (başkası tarafından) aleyhimde câhilce davranılmak-tan şüphesiz sana sığınırım», diyerek duâ ederdi."[68]

İzahı


Bu hadisi; Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.

Dalâlet, haktan ve hidâyet yolundan sapmak, yolu şaşırmaktır. ZiUet i Ayağın kaymasıdır. Burada kasıdsjz günah işlemek mânâsına yorumlanmıştır.

Hadisteki "Echele" fiili câhilce davranmak, yâni câhillerin yaptıkları eziyet, zarar ve benzeri fiilleri işlemek mânâsına yorumlanmıştır. Bundan maksad şu da olabilir: Allah ve kul haklarını bilmemek, halkla ilişkiler ve arkadaşlarla münâsebetlerde yanlış davranışta bulunmak. Hadisteki "Üchele11 de buna uygun yorumlanır. Yâni ben böyle bir davranışa mâruz kalmaktan Allah'a sığınırım.

Tuhfe yazarının beyânına göre T ı y b î bu hadisin izahı bölümünde şöyle der: Zillet; kasıdsız hatâ işlemektir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), kasıdsız ve kasıdlı hatâ işlemekten, muamelâtta, alışverişlerde halka zulüm etmekten veya onlara ilişkilerde eziyet vermekten ve halkın câhiller gibi davranıp O'na eziyet vermesinden Allah'a sığınmıştır.



3885) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ü«A)'den rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evinden çıktığı zaman «Bismillahi», lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah. Et-Tüklânu alallah = Allah'ın isminden yardım dilerim. Günahlardan dönüş ve kulluk görevine takat ancak Allah'ın yardımıyladır. Dayanmak Allah'adır.» duasını okurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında bulunan Abdullah bin Hüseyin'i Ebû Zur'a, Buhârl ve İbn-i Hibbân zayıf saymışlardır.



3886) "... Ebû Hüreyre (Radtyaüâkü anAJ'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

Adam evinin kapısından (veya binasının kapısından) çıktığı zaman görevlendirilmiş iki melek onunla beraber olurlar. Bu itibarla adam "Bismillah = Allah'ın ismiyle" dediği zaman o iki melek kendisine t Hidâyete, doğru yola erd iri İdin, derler. Sonra adam "La havle ve lâ kuvvete illâ billâh = Günahlardan dönüş ve kulluk görevine kuvvet ancak Allah'ın yardımıyladır" deyince melekler ona: Korundun, derler. Adam: "Tevekkeltu alallah = Allah'a dayandım" deyince de melekler ona: İşin görüldü, derler. (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyruğuna devamla şöyle der) Sonra iki karini (yâni onu günaha sürüklemek isteyen insi ve cinni iki şeytanı) ona rastlarlar. Melekler (o şeytanlara) : Hidâyete erdirilen, işi (Allah tarafından) görülen ve muhafaza edilen bir adamdan ne istersiniz? derler, (yâni onu sapıtamazsınız).»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Hârûn bin Harun bin Abdülah bulunur. Bu r&vi zayıftır.[69]



19- Adamın Evine Girdiği Zaman Edeceği Duâ Babı


3887) "... Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü ankümâ)'dan rivayet edildiğine göre kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'den şu buyruğu işit-miştir:

Adam kendi evine girip de girdiği zaman ve (akşam) yemeğini yediği zaman Allah'ı anınca şeytân, (yardımcılarına) : (Bu evde) sizin için ne gecelenecek yer ne de akşam yemeği var, der. Adam (evine) girip de girdiği zaman Allah'ı anmayınca, şeytan (yardımcılarına) : Geceyi geçireceğiniz yere kavuştunuz, der. Sonra adam (akşam) yemeğini yiyeceği zaman Allah'ı anmayınca şeytan (yardımcılarına) : Geceleyeceğiniz yere ve akşam yemeğine ulaştınız, der."[70]



izahı


Bu hadisi; Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.

Mebit ı Gecelenen yer, demektir. Aşâ da akşam namazı ile yatsı namazı arasında yenen yemek, demektir. Bilindiği gibi İşâ ise yatsı namazı demektir.

Evine giren bir müslüman gerek eve girerken, gerekse akşam yemeğine başlarken besmele çekerse ne o gece o evde ne de o yemekte şeytanlar için bir pay olmaz. T ı y b i: Hadîste akşam yemeği ve gecelenen yer kaydı ekseri durumlar itibarıyladır. Çünkü bu durum her zaman ve her yemek için söz konusudur, demiştir.

Evine girerken adam besmele çekmezse şeytanlar o gece o evde yuvalanırlar. Keza akşam yemeğine otururken besmele çekmezse şeytanlar da o sofraya oturup hayır ve bereketini giderirler.

Hadis, adamın eve girerken ve yemeğe başlarken besmele çekmesinin fazilet ve faydasını bildirir.[71]



20- Adamın Yolculuğa Çıktığı Zaman Edeceği Duâ Babı


3888) "... Abdullah bin Sercis (Radtyallâhü onhyden rivayet edildiğine göre:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolculuğa çıktığı zaman : «Allahumme innî eûzu bike min va'sâi's-seferi ve keâbeti'l-münkalebi ve'1-havri ba'de'l-kevri ve da*veti'l-mazlûmi ve sûi*l-man-zari fil ehli ve'1-mali = AUahım! Ben, yolculuğun meşakkat ve sıkıntısından, üzüntülü dönüşten, düzenli işlerin bundan sonra bozulmasından, mazlumun bedduasından ve ev halkı ile mal (fena maksadh kişiler tarafından olan) kötü bakıştan sana sığınırım» derdi (râvi Ab-durrahim kendi rivayetinde, "Derdi" cümlesi yerine, "taavvuz ederdi, yâni Allah'a sığınırdı" demiştir).

Râvi Ebû Muâviye şunu ilâve etmiştir: "Peygamber yolculuktan döndüğü zaman da bu duayı okurdu."[72]



İzahı


Bu hadîsi; Müslim, Tirmizî ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:

Va'sâ' şiddet, meşakkat ve sıkıntı, demektir. Bu kelime Va's'tan alınmadır. Va's ise kum demektir. Kumda yürüyen bir kimse güçlük çeker. Bundan dolayı Va'sâ, güçlük ve yukarda anılan mânâda kullanılır.

Keâbet ve Ke'bet: Şiddetli keder ve üzüntüden nefsin değişip kı-nlmasıdır, inkisara uğramasıdır. Mükalab da dönüş demektir. Bu iki kelime ile kasdedilen mânâ, yolculuk esnasında karşılaşılan olumsuz bir durumdan, yolculukla istediği amaca ulaşmadan geri dönmek, malına bir âfetin gelmesi, dönüşünde ev halkından bâzısını hastalanmış veya ölmüş olarak görmesi gibi bir nedenle üzüntülü dönüştür.

Kevr: Sangın etrafına sargı sarmak işidir. Havr de sarığın sargısının bozulmasıdır. Bu iki kelimenin lügat mânâsı budur. Burada Havr, noksanlık, Kevr de ziyâde ve bolluk manasınadır. Bir kavle göre Kevr: İşlerin düzenli olmasıdır. Havr da bu düzenin bozulmasıdır. Yâni burada düzenli işin düzensiz hâle dönüşmesi anlamı kas-dedilmiştir. Başka bir kavle göre burada kasdedilen mânâ iyi durumdan kötü bir duruma düşmektir.

Hadîsin; JUIj jWl ^ Jâlil fr^ fıkrasından maksad, bir zâli-

min veya bir fâsıkın mala ve ev halkına kötü gözle, hıyanetle bakmasıdır. El-Kari böyle yorum yapmıştır. El-Mecma yazan ise: Bundan maksad mal ve ev halkına nazar değmesi, göz değmesidir, demiştir.[73]



21- Adamın Bulut Veya Yağmur Zaman Okuyacağı Duâ Babı


3889) "... Aişe (Radtyattâhü ankâ)'dan rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ufuklardan herhangi birisinden gelen bir bulutu gördüğü zaman onu karşılamak ve şu duayı okumak üzere namazında bile olsaydı içinde bulunduğu işi bırakırdı. Sonra:

•Allahumme înnâ naûzu bike min şerri mâ ürsile bihi = Allahı-mız! Şu bulut ile gönderilen (yağmur, dolu ve benzerin) in şerrinden şüphesiz sana sığınınz» derdi. Sonra yağmur yağsaydı iki veya üç kere: AUahım! Bu yağmuru yer yüzünde akan, yararlı bir yağmur eyle, derdi. Şayet Allah (Azze ve Celle) havayı açıp yağmur yağdır-masaydı bunun için Allah'a hamdederdi."



3890) "... Âişe (Radtyallâkü aw/tû,)'dan rivayet edildiğine göre : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yağmur gördüğü zaman:

«AUahım; bu yağmuru, yer yüzünde akıcı, faydalı amaca uygun ve zararsız bir yağmur eyle» derdi.



3891) "... Aîşe (Radtyallâhü anhâ)'âan rivayet edildiğine göre:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yağışh sanılan bir bulut görünce (ümmetine bir âfetin gelmesinden endişelenerek) çehresi renkten renge girip değişir* (eve) girip çıkar ve buluta karşı durup geri dönerdi. Buluttan yağmur yağınca üzüntüsü giderilirdi. Râ-vi demiştir ki: Sonra Âişe (Radıyallâhü anhâ), O'ndan gördüğü (bu hal ve endişesi) nin bâzısını O'na anlatmış. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Âişe'ye) şöyle buyurdu:

«Ne bilirsin? Belki o, (şu âyette azab olduğu bildirilen, fakat) Hûd kavminin (onu bir bulut parçası sanarak) dediği gibi bir şeydir t

Onlar o azabı (içinde bulundukları) vadilerine doğru gelen, yaygın bir bulut olarak görünce: "Bu, bize yağmur getiren bir yaygın buluttur, dediler. (Hûd dedi ki:) Bilakis bu, acele istediğiniz azab-tır.»"[74]



İzahı


Bu babın ilk hadîsi Ebû Dâvûd ve Nesâl tarafından da rivayet edilmiştir. îkinci hadîs ise N e s â i tarafından da rivayet edilmiştir.

Birinci hadîste geçen "Seyb" yer yüzünde akan bol yağmur demektir. Ebû Dâvûd ve N e s â i' nin rivayetlerinde bu kelime yerine "Sayyıb" kelimesi bulunur. Bu kelimenin mânâsı da Seyb'ın mânâsı gibidir. Ayrıca Ebû Davud'un rivayetinde "Nâfi = yararlı" kelimesi yerine "Henîen" kelimesi bulunur. Bu da yararlı, amaca uygun ve zararsız demektir.

Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsini Buhârî, Tirmi-z i ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. Müslim de benzerini rivayet etmiştir.

Bu hadîste geçen "Maniyle" içinde yağmur olduğu sanılan bulut, demektir. "And" ise ufukta beliren bulut parçasıdır.

Hadîs Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ümmeti için ne derece şefkatli olduğunu gösteren bariz bir örnektir. Hadiste anılan Âyeti Kerîme Ahkaaf sûresinin 24. âyetidir. Bu sûrenin 21 ilâ 26. âyetleri Hûd kavmi hakkındadır. Bu kavim Hûd (Aley-hisselâm) 'm uyarılarına rağmen küfürlerinde İsrar ed


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/5.

[2] Mü'min, 60

[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/5-7.

[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/7.

[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/8.

[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/8-10.

[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/10-12.

[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/12-13.

[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/13-14.

[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/15-16.

[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/16-18.

[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/18-19.

[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/19.

[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/19-20.

[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/20-22.

[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/22-23.

[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/23-24.

[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/24-25.

[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/25-26.

[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/26-27.

[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/27-29.

[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/29.

[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/29-30.

[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/30-33.

[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/33-34.

[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/34.

[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/34-35.

[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/35.

[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/35-36.

[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/36.

[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/36-37.

[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/37.

[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/37-38.

[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/38-39.

[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/39-40.

[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/40-41.

[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/41-43.

[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/44.

[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/44-45.

[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/45.

[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/45-49.

[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/49-51.

[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/51.

[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/51-52.

[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/52-57.

[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/57-58.

[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/58-59.

[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/59.

[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/59-60

[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/60-61.

[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/61-62.

[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/62.

[53] Sahabldİr. Adı hususunda İhtilaf vardır. Hz. Mu&viye iRJi.i'm İnde vefat etmiştir. (Hulasa. 466)

[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/62-63.

[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/63-65.

[56] Hulâsa, 452

[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/65-68.

[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/68-69.

[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/69-70.

[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/71-73.

[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/73.

[62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/73-74.

[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/74-76.

[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/76.

[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/77.

[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/77-78.

[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/78-79.

[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/80.

[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/80-82.

[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/82-83.

[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/83.

[72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/83-84.

[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/84.

[74] Ahkaaf, 34 Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/85-86.

[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/86-87.

[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/87-88.

[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 10/88.



© 2015 http://islamguzelahlaktir.blogspot.com/